Nail ÇAVUŞ'u Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Özgür Vatan dergisinden bir yazı:
Fidan düşürdü bu ateşi içime...
5 Kasım sabahı sayım
sırasında haber verdi gardiyanlar. Daha önce zorla müdahale için hastaneye
kaldırılan 13 direnişçi İstanbul'a Adli Tıp’a muayeneye götürülecek... Tam
tersine her türlü muayene ve tedaviyi reddettiğimizi bildiren dilekçelerimize
rağmen zorla bu yolculuk dayatılıyor. 170'li günlerdeki direnişçiler için bu yolculuğun
kendisi bile tam bir işkence... Yola çıkılıyor iki ambulansta üçer direnişçi
bir de ring arabasında diğerleri...
Tuvalet su ihtiyacı için
yolda durmuyorlar. Pet şişelerde ihtiyaçlarını görüyor direnişçiler. Adli tıp
önüne varıldığında 4 saatten fazla araçlarda bunalmışız ama yine bekletiliyoruz.. Doktor diye gözetimine
verildiğimiz kişi tam bir işkenceci. Göz göze gelip çağırıyorum ki, tuvalet
ihtiyacı için çıkarılalım, bir hastane odasına konulalım, orada bekleyelim. Hayır gelmiyor, ne istediğimizi sormuyor yüzünü çevirip kaçıyor
özellikle...
Nihayet tek tek indirilip üst kata çıkarılıyoruz. Merdiven boşluğunda tahta
oturaklara oturuyoruz. Tuvalete çıkıyoruz tek tek.
Daha önce fırsat bulamayanlarımızla sarılıyoruz sımsıkı. Direniş ve zafer
sözlerimizi fısıldıyoruz kulaklarımıza, bir daha... bir
daha...
Adli Tıp Heyetini bizlere
bu işkenceyi reva gördüklerinden dolayı ayrıca protesto ediyoruz. Muayene
olmayı reddettiğimizi bakanlığın 399. madde ile ceza ertelemesi uygulamasının
direnişimize karşı nasıl bir saldırı olduğunu anlatıyoruz ve çıkıyoruz. Hemen
bütün direnişçiler benzer bir tavır ile kısa kesip dönüyorlar...
Dönüş yolu da aynı ağır
işkenceydi. Bir tek, yoldaşlarla can cana sarılmanın coşkusu işkenceyi
hafifletiyordu.
Bizler dönüş yolundayken
katliam saldırısı gerçekleştiğinden haberimiz yoktu. Nail Çavuş'la birlikte bir
an evvel hücremize dönüp kendimizi yoldaşımızın kollarına bırakmaktan başka bir
isteğimiz yok...
Hücre kapısından girdik.
Yoldaşımızı kucaklayacakken dışarıdan gelen slogan seslerine kulak kabarttık. "..... Yoldaş
Ölümsüzdür." Şehitlerimiz vardı. Kimlerdi, nereden? Yoldaşımız haberi
verdi; Armutlu’ya saldırı... 19 Aralıktan farksız.. Şehitlerimiz var... Dört şehidimiz. Operasyon ve
direniş sürüyor...
Sarılışımız her şehit
haberinde yaptığımız geleneksel sarılışa dönüşüyor. Başımız
sağolsun, direnişimiz ve zaferimiz kutlu olsun..."
Bu kez bir başka kıvılcım daha yanıyor gözlerimizde... Evet bir müjdeli selama tetik
duruyor yüreklerimiz... Zindan duvarları arasında kaç direnişçinin yüreği nasıl
yangın yeri şimdi... Bütün yorgunluğumuzu unutup pencerelere yapışıyor, nefesimiz
yettiğince haykırıyoruz sloganları... Ve gecenin ilerleyen saatlerine dek
kulaklarımız slogan seslerinde, öylesine, yine tetikte uzanıyoruz yataklara...
Nail Çavuş’un durumu
giderek daha da ağırlaşmış kendi başına yürüyemez haldeydi. Adli Tıp yolculuğu
için iradesini zorlayarak gitti, ama şimdi iyice yorulmuş yıpranmıştı. Buna
rağmen saldırı haberiyle daha da canlanmıştı. Bekliyorduk. Beklenen müjdeli selam...
Uzanmıştı yatağına...
Sağdan soldan gelen sevgi dolu selamları açıp açıp
okuyor coşkuyla paylaşıyoruz. Birden açıyor yorganını doğruluyor. Önüne doğru
çekiyor beyaz masayı. Bir kez daha okuyor kendi kendine. Neden sesli okumuyor?
Paylaşmıyor bu kez? Hayır paylaşılmaz olur mu? Gözleri
ışıl ışıl sağ eliyle masaya vurarak; "Müjde
yoldaşlar müjde... Bu iş buraya kadar" Anlamıştım. Yüreğimizin tetiğe
kesildiği o müjdeli selam.
Yalımlarla yıkanmanın, İbrahimimizle buluşmanın, düşmana zindandan bir cevap daha
vermenin müthiş heyecanı coşkusu... Yoldaşımız da anladı...
Evet sazcı’ ortak; şöyle bir dolanalım benim
havalardan..."
O'nun havaları...
Deyişler... Yürek dağlayan, coşturan ezgiler.
Gafil gezme şaşkın bir
gün ölürsün / Dünya kadar malın olsa ne fayda..."
Böyle bir mütevazılığı
yüklenmiş yüreği şimdi yine aynı mütevazilikle
türküler dinliyor. Yoo sadece
dinlemiyor. Her ezgiye aklında kaldığı kadarıyla katılıyor. Öyle sakin öyle
huzurlu...
"Pir
Sultan Abdalım, dağlar aşalım
Aşıp
yüce dağı engin düşelim
Çok
nimetin yedik helalleşelim
geçti
dost kervanı eyleme beni, eylemen beni"
Aylarca bu hasretle yanıp
tutuşmuş yüreği şimdi öyle sevinçle ve huzurla söylüyor ki bu türküyü... Bir
yanda yanık türkü, bir yanda canlarına son mesajlarını yazmaya başlamış...
Aradan soruyor yoldaşımız "Ne içiyoruz?"
"Ne içelim? Kuş... kuşburnu olsun". Son zamanlarda daha çok severek içtiği
kuşburnu çayı idi. Son içeceğini özenle hazırlayıp getirirken, Nail bir yandan
sevdiklerine yazmayı sürdürüyordu.
"Canım anacığım
canım babacığım,
Fidan düşürdü bu ateşi
içime...
Açlık, yoksulluk, binbir çile bizlerin, halkımızın alınyazısı değil, değişecek.."
Evet Nail büyük bir huzur içinde
bir yandan türkülere eşlik ediyor bir yandan kuşburnu çayını yudumluyor bir
yandan da sevdiklerine abilerine ablasına yengesine
yeğenlerine... Sonra can ortağı olduğu direnişçi yoldaşlarına, tüm yoldaşlarına
son mesajlarını sakince yazıyordu...
Alevler içinde
zafer
Ezgiler kesildi. Nail
kalktı, her şeyi önceden tüm ayrıntılarıyla planladığı belliydi. Hiç acelesi
yoktu. Hiçbir telaş yoktu. Üstünü başını yavaş yavaş
giydi. Aşağı kata indi. "Hele şu dişlerimi de fırçalayayım sesim gür çıksın".
Bu kadar sakindi işte. Dişlerini fırçaladı. Önceden planladığı gibi köşeyi
hazırladı. Bu iş tek seferde bitmeliydi. Kesin sonuç alınmalı, beyaz önlüklü
zebanilere fırsat verilmemeliydi... Hızlı olsun diye montunu çıkardı. Son kez
sarıldı yoldaşlarına... "Haydi artık. Fidan bekliyor, İlker bekliyor, İbo bekliyor. Daha fazla bekletmeyelim..."
Cebinden aylarca zulasında sakladığı alın bandını çıkarıp alnına taktı.
"Hoşçakalın
yoldaşlar, biz kazanacağız, zafer bizimdir"
dedi ve çakmağı çaktı...
Alevler hızla yükselirken
iki eliyle zafer işareti yapıp "Biz kazanacağız" diye haykırmayı
sürdürüyordu...
6 Kasım 2001 günü saat
13.00'te Nail Çavuş'un adıyla çınlıyordu Tekirdağ zindanları. "Nail çavuş
onurumuzdur", "Yaşasın Feda eylemimiz..."
Çok sürmedi... Söylediği
gibi beyaz önlüklü zebanilere fırsat vermedi. 7 Kasım öğleden sonrası son
selamını gönderdi. Tekirdağ feda kuşağının kahramanlarından birini daha
sonsuzluğa uğurladı. "Nail Çavuş Ölümsüzdür"...
* Onu hastaneye götüren ringteki askerlerin anlatımını dinlediğimizde hiç
şaşırmadık, gururla dolduk. Nailimiz sürekli konuşuyor ve slogan atıyormuş.
"Biz kazanacağız, yolu yok... Kazanacağız..."
(Yukarıdaki anlatım Özgür Vatan dergisinin 18 Şubat 2002 tarihli
11. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Yoldaşlarının ortak anlatımı:
YOLDAŞLARININ KOCA ÇINARI... NAİL ÇAVUŞ
Direniş başladığında,
direnişçiler ısrarla bu sorunun sadece devrimci tutsakların sorunu olmadığını
anlattılar. Saldırı bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini, temel hak
ve özgürlükleri, sömürü ve zulme karşı direnme hakkını hedef alıyordu. Bu
nedenle saldırının hedefi devrimci tutsaklar üzerinden herkesti, emekçilerdi,
halktı. Böylesine bir direniş yalnızca devrimci yönetici kadrolarla
sınırlandırılamazdı. Ne pahasına olursa olsun sömürü ve zulme karşı mücadelenin
haklılığı ve meşruluğu savunulmalı, korunmalı zulme asla teslim olunmamalıydı.
Böyle bir saldırı karşısında direnişin cephesi geniş tutulmalı onurlu, namuslu
olan, halkını ve vatanını seven herkese direnişin kapıları açılmalıydı.
Kadro, yönetici, örgüt
üyesi olmayan Şenaylar, Gülsümanlar, Hülyalar direnişin
içinde böyle yer aldılar. Böyle kahramanlaştılar. Dünyanın gelmiş geçmiş en
büyük hapishaneler direnişinin, direniş içinde yazılan destanın bir parçası
oldular.
Ve elbette ki böylesi bir
direnişte, kadroları, yöneticileri koruma! mantığı ile
de hareket edilemezdi. Her zamanki gibi en iyiler, en deneyimliler en önde
olmalı, en ön safta çarpışmalıydılar.
Nail Çavuş direniş içinde
yer alan örgütlü devrimcilerden biriydi. Devrimci mücadelenin içinde yılların
insanıydı. Kadroydu, yöneticiydi, komutandı. Yine örgütleyen, öğreten, yol
gösteren, pratiğiyle örnek olandı.
...
Nail Çavuş Kürt-Alevidir.
Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kara
kaşlı kara gözlü, esmerdir.
Köylerdeki açlık,
yoksulluk, "iş-aş" umuduyla binlerce aile gibi Nail'in ailesini de
göçe zorladı. Ancak göç edip geldikleri İstanbul'da da açlık, yoksulluk
Nail'lerin yakasını bırakmadı. Bu nedenle Nail çocuk denecek yaşta çalışmak
zorunda kaldı. Bir yandan okuluna devam ederken, öte yandan her okul çıkışında
Karaköy'de, Tophane'de, Galata Köprüsü'nde su sattı. Seyyar satıcılık yaptı.
Bayramlarda mezarlıklara giderek, yakınlarının mezarlarını ziyarete gelenlere
yardımcı olarak para kazanmaya, ailesinin geçimine yardımcı olmaya çalıştı.
Çocukluğundan beri
sokaklarda çalışmasına rağmen, sigara, bali, uyuşturucu
vb. gibi hiçbir kötü alışkanlık, hiçbir kötü davranış edinmedi. Aksine sokaklar
Nail Çavuş için bir okul oldu. Hayatı, insanları tanıdı. Gördüğü
olumsuzluklardan, yanlışlardan ince zekâsı, geniş kavrama yeteneği ile olması
gerekenleri, doğruları çıkardı.
Sokaklar Nail'e her
yaştan, her cinsten insanla çok rahatlıkla ilişki kurup geliştirebilme özelliği
kazandırdı. Çalışmak, sorumluluk duygusunu geliştirerek, emekçileştirip mütevazileştirerek onun kişiliğinin şekillenmesine damgasını
vurdu.
Gücü yettiğince ailesine
ve sevdiklerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye, kendinden önce
başkalarını, sevdiklerini düşünmeye çalıştı. Yaşam onu oldukça küçük yaşlarda
olgunlaştırdı. Nerede ne zaman, kime karşı nasıl konuşacağını, nasıl oturup
kalkacağını, kendisini ve karşısındakini bilen, değer veren bir insan haline
getirdi. Bu yanlarıyla girdiği her ortamda sevilen, yokluğunda da özlemle
aranan bir insan oldu.
70'li yılların politik
ortamında yetişen Nail Çavuş'un mücadeleden, devrimcilerden etkilenmemesi,
onlara ilgi duymaması mümkün değildi. Bu ilgisi Hasköy Lisesi'nin orta
bölümünde okurken sempatiye dönüştü.
Çalışmak, ailesinin
geçimine yardımcı olmak zorunda olması Nail'i okulundan, derslerinden
alıkoymadı. Okulunda, derslerinde de başarılı bir öğrenci oldu. Liseden sonra
girdiği üniversite sınavlarını kazanarak Marmara Üniversitesi Basın Yayın
Yüksek Okulu'na kaydını yaptırdı. Üniversite yıllarında yavaş yavaş öğrenci gençliğin mücadelesi içerisinde yer almaya başladı.
O yıllar, 12 Eylül askeri
cuntasının emekçiler üzerine serptiği ölü toprağının yavaş yavaş
atılmaya, ekonomik-demokratik haklar için mücadelenin yeniden gelişmeye
başladığı yıllardı.
Nail, öğrenci gençliğin
87'deki tarihsel Nisan eylemlerinden başlayarak bu süreçte tüm kitlesel mücadeleleriin içinde, örgütleyen, yön verenlerden biri olarak
yer aldı.
Düzen içinde kendini kurtarma şansı da vardı. Ama o kendini kurtarmak derdinde
değildi. Yüzü devrimcilere mücadeleye dönüktü. Bu nedenle okulunu bitirdikten
sonra, 1987 yılından itibaren Yeni Çözüm dergisinde çalışmaya başladı.
Nail devrimci mücadelede
aktifleştikçe gözaltılar, tutuklamalar da birbirini kovalamaya başladı. 12
Eylül faşist cuntasından sonra, alanlarda kutlanan, ilk kitlesel 89 1 Mayıs'ında
alanlara çıkan 5 bin kişiden biriydi. O 1 Mayıs'ta gözaltına alınanlar, "Taş
Değil, Yürekti Ellerimizdeki" diyenler arasında Nail Çavuş da vardı.
1 Mayıs'a katılması
nedeniyle Bayrampaşa hapishanesinde 3 ay tutsak kalan Nail, tutsaklığının
ardından mücadeleye kaldığı yerden devam etti. Yeni Çözüm dergisinin
kapatılmasının ardından, Ankara’ya giderek, onun yerine çıkmaya başlayan 15
günlük Mücadele dergisinin Ankara bürosunda çalışmaya başladı.
Bu dönem, polisin
devrimci sosyalist basını susturabilmek için yoğun çaba sarf ettiği, sık sık bürolara, dergi çalışanlarının evlerine baskınlar düzenlediği
bir dönemdir. Polis, dergi çalışanlarını yıldırmak amacıyla sık sık gözaltına almakta, 15 gün gözaltında tutarak,
işkencelerden geçirerek, hiç nedensiz tutuklayarak aylarca hapishanelerde
yatırmaktadır.
Baskınlardan, işkence ve gözaltılardan, tutsaklıklardan Nail Çavuş da payına düşeni
fazlasıyla alır. Hiçbiri Nail Çavuş'u yolundan alıkoyamaz. Bilgi ve birikimini,
emeğini olanca mütevazılığıyle mücadeleye sunmaya
devam eder. Halkın, emekçilerin devrimci sosyalist sesi, gözü, kulağı olma
görevini sürdürür.
Yine bir gözaltı sonucu
tutuklanarak Ulucanlar Hapishanesi'ne konulur. Burada yaşanan bir özgürlük
eylemi nedeniyle diğer tutsaklarla birlikte Çankırı Hapishanesi'ne sürgün
edilir. Bu günlerde düşmanın, gündeminde tabutluklar vardır. Ve ilk tabutluk
Eskişehir'de açılır. Çok geçmeden diğer hapishanelerden Eskişehir tabutluğuna
sevk başlar. Tutsaklar tabutluk politikasının direnişle, açlık greviyle
karşılar. Eskişehir tabutluğuna sevk edilenler arasında Nail de vardır...
22 gün süren açlık grevi
direnişi, Eskişehir tabutluğunu kapattırır. Nail Çavuş, Eskişehir tabutluğunu
kapattıran direnişin direnişçilerinden biridir. Hani yaygın olarak kullanılan
bir resim vardır: Kapının altındaki mazgaldan zafer işareti yapan bir eldir; o
resim direnişin simgesi olmuştu... Zafer işareti yapan o elin sahibi Nail'dir.
Yargılandığı davadan ceza
almadan tahliye olan Nail Çavuş yine görevlerinin, sorumluluklarının
başındadır. Bir süre Sivas’ta Mücadele dergisi bürosunda çalışır. Ardından kır
çalışması yapmak üzere hareket tarafından kendi memleketinin kırsalına
gönderilir. Bu çalışmalarını sürdürürken hareket içinde darbecilik olayı
yaşanır. Farklı görevler için geri çağrılır. Hem ihtiyaçlardan, hem Nail'in
demokratik alanda fazla çalışmasının koşullarının kalmamasından dolayı yer
altına çekilir.
Akdeniz Bölgesi'ne
gönderilen Nail, Bölge Komitesi'nde görev alır. Komitenin siyasi sorumlusu Ali
Tarık Koçoğlu'nun şehit düşmesinin ardından komitenin
siyasi sorumluluğunu üslenir.
Bu dönemde Nail Çavuş'un
sorumluluğunda çalışan bir yoldaşı, Nail'le ilgili anılarını, şu şekilde
anlatıyordu:
"14
yıl önce tanıştım abimle. Randevuya gelmişti. Parola
filan hak getire... Öyle bir sarılışı vardı ki, 40 yıllık dostmuşuz gibi...
Bu
yıllar her yerde olduğu gibi Atılımın etkisiyle kitlemizin canlandığı,
potansiyelimizin genişlediği yıllardı.
Akdeniz
Bölgesi'nde bağları çok zayıf veya hiç olmayan birçok sempatizan
çevresi, eski örgütlü, bağları kopmuş ilişkiler, gençlik içinde yeni
hareketlenmeler vardı. Tüm bunları çekip çevirmek, örgütlü bir güce dönüştürmek
gerekiyordu. Ayrıca kır gerillasını yaratma hedefi vardı. Nail abi böyle bir ortamda geldi Akdeniz'e.
Bölgede
kaldığı yıllar içerisinde sayısız ilişki ve çevreyi örgütlemiş, yeni olanaklar
yaratmıştır.
O
ve Tarık abi "Atılım Ruhu" dediğimiz şeyi
taşımıştı bölgemize, dejenerasyona, kendiliğindenciliğe,
eski kültüre karşı mücadele ruhu vardı onlarda.
Nail
abi bilgisi birikimi, tavır davranışları, yöneticiliği,
ilişkileri sürdürüş, olaylara yaklaşım ve ele alış biçimiyle kafamızdaki
Devrimci Sol'cuydu.
Darbecilik
döneminde darbecilere karşı acımasızdı. Tek tek
ilişkilerde ortaya çıkanların üstüne gidilirdi hızla. Her zaman "İlkeler
olmazsa, biz de olmayız" derdi.
Sık
sık,"Siyasetimiz belli mi, belli..." der, "O zaman ne
duruyoruz" demeye getirirdi.
En
küçük sorunumuzu dert edinir, uğraşır, mutlaka yardım ederdi. Bir bakarsın
elinde bir ayakkabı, cebinde bir ilaç... İhtiyacı olanlara sessiz sedasız
ayarlamıştır mutlaka.
Daha
yakıcı ve sürekli çalışmamız 93 yılının başında başladı. Adana'da, Mersin'de ve
Hatay'da milisler örgütleniyordu. Bu süreçte kimi özelliklerini daha yakından
tanıdım. Her şeyden önce kesinkes diyebilirim ki tedirginlik, kaygı, stres hiç
yoktu...
Sima
olarak tanınan biriydi, ama buna rağmen yeraltı koşullarında oldukça rahat,
kendine güvenli ve sakindi. Bu yanlarıyla beraberinde olduğu kişileri de hemen
rahatlatır, güven verirdi.
Hareketleri
alabildiğine doğal ve içtendi. 5 dakika içerisinde hiç tanımadığı biriyle dost
olur, adam ona dertlerini saymaya başlardı.
Bizim
her alanda eğitmenimizdi. Sevinince de, kızınca da hiç saklamaya gerek
duymazdı. İçi dışı birdi. En küçük başarımızda iltifat eder, yüreklendirirdi.
Ufak tefek hatalarda uyarırdı. Uyarıları da, kızmaları da asla üsten olmazdı.
Öyle bir noktaya gelir ki, hata yaptığımız için üzüldüğümüz kadar, onu
üzdüğümüz için de üzülürdük.
Denetleyiciydi.
Hata ve kuralsızlıkların üstünden atlamaz, affetmezdi.
Sevecendi;
Sadece yoldaş olarak değil, nasıl diyeyim? Babamız gibiydi..."
Akdeniz Bölgesi Siyasi
Sorumlusu olarak görevini sürdürürken tutsak düştü. "95 yılında, davasının
sonuçlanması üzerine Çanakkale Hapishanesi’ne sevk edildi.
Hapislik süreci, Nail
Çavuş'un kendini yeniden yaratma süreci olur. Eksikliklerini aştığı, hata ve
zaaflarına karşı mücadele ettiği bir dönemdir bu dönem. Her zaman koğuşun en
çalışkanı olmuş; bulaşıktan, çamaşıra, araştırma inceleme çalışmalarından, anma
kutlama programlarının hazırlanmasına kadar en önde koşturan olmuştur.
Olgunluğu, çalışkanlığı,
mütevazılığı, neşesi ve paylaşımcılığı ile tüm çalışmaların ve sohbetlerin
vazgeçilmez, aranan insanıdır. Her işte herkesin yardımına koşmuş hiçbir konuda
kendini dayatmamıştır. Yaptığı, ürettiği, düşündüğü her şeyi hiç beklemeden
örgütüne sunmayı ilke edinmiştir. Aldığı işlerdeki titizliği, görev bilinci ile
yeni yoldaşlarına örnek olmuş, yol göstermiştir. Onu her an bir kitaptan harıl harıl notlar alırken, hem sohbet edip hem on parmak daktilo
yazarken, ama mutlaka bir iş yaparken görmek mümkündür.
96 Ölüm Orucunda olduğu
gibi 20 Ekim 2000'de başlayan ölüm orucu direnişinin de tereddütsüz
gönüllülerindendi. Nail Çavuş tam bir örgüt insanı sorumluluğu ile hareket
etmiş, direniş günlerinde öne çıkmıştır.
19-22 Aralık günlerinde
üç gün süren direniş boyunca, tavır ve davranışları, konuşmaları, kurşun ve
bombalara karşı attığı sloganlarla yoldaşlarına moral ve coşku verir.
Nail bu zorlu direniş
günlerinde tüm ruhu ve bedeniyle direnişe kilitlenmiş, üzerine düşeni yerine
getirmektedir. Ama onun aklında olan daha başka bir şey vardır: Ölüm Orucu Savaşçısı olmak...
19-22 Aralık katliamının
ardından götürüldüğü Edirne F Tipi Hapishanesi’nden Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'ne
2-3 Mart (2001) günlerinde sürgün edilir. "Peşinden çok koştum" dediği
kızıl banda, 11 Mayıs 2001 tarihinde Tekirdağ F Tipi'nde kavuşur.
4. Ekiplerde yer alan
Nail, kararlılığını "Biz alın bandını apolet, ölümü oyun zannedenlerden
değiliz" sözleriyle ifade eder. Bu, aynı zamanda o süreçte arka
arkaya yaşanan ihanetlere verilen güzel bir cevaptır. Nail ölüm orucu savaşçısı
olduktan sonra da geri çekilmez. Çalışmalarını aynı şekilde sürdürür. Verilen
hiçbir işi geri çevirmez. Büyük bir enerji ile F tipinde örgütlülüğün yeniden
yaratılması, yeni-genç insanların eğitilmesi çalışmalarına katılır.
Açlığın koynunda, ölümün
kapısında, tecrit ve işkence altındadır; ama Nail yine aynı Nail'dir: Çalışkan,
emekçi, sakin, sabırlı, neşeli, hoş sohbet, sıcak...
Emperyalizmin ve
işbirlikçilerinin direktifleri doğrultusunda 19-22 Aralık katliamını
gerçekleştiren, devrimcileri F Tipi tabutluklara kapatan Ecevit Hükümeti
bunlarla yetinmemiş, yeni saldırılarını ve katliam hazırlıklarını sürdürmüştür.
Bu nedenle ölüm orucu savaşçıları
sadece tecrite karşı direniş sorumluluğunu değil,
aynı zamanda yeni katliamları engelleme sorumluluğunu da üzerlerine almış, ölüm orucu savaşçılığı ile feda savaşçılığı
görevini birlikte yüklenmişlerdir.
Açlığın, ölüm
yolculuğunun 180. gününde, 5 Kasım’da gerçekleştirilen Armutlu katliamının
ardından 6 Kasım'da bedenini tutuşturarak, yeni katliamları önlemek amacıyla
kendini feda edenlerden biri de Nail Çavuş'tur.
Feda haberini aldığında
coşkusunu kucaklayarak yoldaşlarıyla paylaşan Nail, az sonra ölüme gidecek,
onca acıya katlanacak olan kendisi değilmiş gibi yapar hazırlıklarını.
Daha önceden hazırladığı
kartlara hızla, ama acelesiz ve telaşsız bir şekilde gelen mektuplara
cevaplarını yazar. Yoldaşlarına mesajlarını, son sözlerini yazarken sohbet
etmekten, espri yapmaktan geri durmaz.
"Çalsana
şöyle benim ezgilerden"
diyerek, kahvesini, sigarasını içerken yoldaşının sözünden ve sazından türküler
dinler. "Haydi
Yoldaşlar görüşürüz (...) Fidan'a, İlker'e, İbo'ya...
gitme vakti" diyerek yazar son satırlarını.
"Sevgili Büyük Ailem
Böyle
onurlu bir göreve erişmek büyük bahtiyarlık.
Bu ailenin her halükarda
bir evladı olmaktı çabam. Tanıştım. Sevdim. Kaynaştım ve bugünlere getirildim.
Partim, dayım, size can
kurban.
Şehitlerimiz, ne çoğunuzu
tanıdım. Birlikte ne çok güzellikler paylaştık.
11 Mayıs'ta
onurlandırıldım. Alnımdaki yıldız, namusumdur; zafere taşınacak.
Zaferi kazanacağız. Hem
de zaferlerin en büyüğünü
En derin bağlılığımla..."
diyen Nail son hazırlıklarını
tamamlar.
Ve çakılır çakmak, iki
kolu havada, alevler ortasında, zafer işareti yapar parmakları; Alevler göğsünü
aşar. Sakallarına ulaşır; gülerek, coşku içinde türkü söyler gibi, "Yoldaşlarımı
seviyorum. Ailemizi seviyorum. Biz kazanacağız!" olur son sözleri.
Ve Nail'in babası, Ahmet
Çavuş şu dizelerle seslenir oğlunun ardından;
Vardım
oğlumun yanına
camlar
kapalı,
Kokusu
sinmedi canıma
Karayazı
yazılmış alnıma
Bir
hücrede üç arkadaş
Üstü
beton altı taş
Anneler
bağrına bassın taş
Halk
uğruna koydular baş
Alagöz,
kara kaş...
Ölenler
hep yolda
Hapishanenin
yolu uzun
Tükendi
dermanım tutmayan dizim
Oğlum
şehit oldu
bu
güzün...