Mustafa Yılmaz'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşının anlatımı:

MUSTAFA... BAKIŞLARI... YÜREĞİM...

 

Bakışları...

Yıllarca ışıl ışıl gördüğüm, çatık kaşlarının altından, öfkelendiği anda dahi bir sevgi kıvılcımını göndermeyi ihmal etmeyen bakışları...

Hele bir de coştu mu? İçinde yaşadığı sevincin büyüklüğünden sel gibi taşan yüreği durduramadığında Onu; o bakışlar öyle ışıldar ki, karşısında olanın yüreğine süzülür...

Bakışları...

Düşman bildiklerine; korkusuz ama korku salan bakışları...

Çok söze yer bırakmayan, bakışıyla demek istediğini anlatan...

Bakışları...

O gece bakışlarında bunların hepsini görürdün... Dostluk, yoldaşlık, bağlılık... Vefa... ve hasmına kinini yayan bakışları...

Bakışları...

Mustafa'nın bakışları... Omuz omuza yıllarımızı verdiğimiz Bayrampaşa'da bakışları ile dinler, anlardım onu...

Mustafamız... Sırt sırta vermenin güven abidesiydi... O gece ilk göz göze geldiğimizde her şey aydınlıktı, zihinlerde, yüreklerde... "Sen dur" diyen sesi... ve ileriye atılması "Mustafa, Mus..." Dönüşü, konuşmamız... Bakışmamızda ayrılığın, uğurlar olsun diyen yürek acısı dökülüyordu. Ve bir daha daldı ileriye... Daldı... Dönüşü... Kanlı bacağı... Ellerimizi avuçlarımızın arasına aldık. Kalabalık toplanmadan başımıza, bir çift söz ikimiz arasında. Ve omuz omuza adımlayışımız malta duvarına. Çöktü yere Mustafa... Döndüm ellerini avuçlarımdan bırakaraktan... Uğurlamanın doruğundayken Aşur'dan önce Fırat'ı, vardım Aşur'un yanına... Koştu Aşur "yarin" bahçesine... Uğurlar ola...

Döndüm malta duvarına... Arar gözlerim Mustafa'yı... Hala oradadır diye yürüdüm. Karanlık, kalabalık... Küçük bir lamba ışığı Mustafa'yı arar... Mustafa'nın sesi... Geldim Mustafam... Tam karşısına çöküp... Bacağı sargılı, sargı kıpkırmızı... "Nasılsın"... "İyiyiyim, iyiyim." Fırat ve Aşur dedim. Başka söz söylemeden karşılıklı omuzlarımızı sıktık.

Mustafa orda. Malta duvarı önünde. Sargılı bacağı kıpkızıl. Yüzü aydınlık. Hıncı tarifsiz... Mustafa orda, malta duvarı dibinde, yanındakilere sigara, giysi buldurma telaşında... Mustafa orda, sesi dostlarının kulaklarında. Mustafa orda, ama durmak istemez, koşup yetişmek ister... Yitirmek ister... Varmak ister... Mustafa orda... Aşur'un Fırat'ın yüreklerini koyduk yüreğimize...

Ve kaç zaman sonra bilmiyorum... Karanlığı aydınlatan sadece maltaya sığmayan, dört yanındaki duvarı aşıp, taşıp göğe ulaşmak isteyen alevler... Öyle titrek değil alevler... Öyle cılız hiç değil... Öyle görkemli ki; alevden duvar dersen yeridir. Önce 11'inci koğuşun önü duvardan alev... Sonra 13'üncü koğuşun, sonra 15'inci, sonra 16'nın ve aynı anda 19'un... Ve gürül gürül çağlayan suyun sesiymişcesine kulaklardan beyne kadar akan alevler...

Hangisi güçlü? Yürek yangını mı, bu yangın mı? Bakıyorsun yürek yangını ve öyle ki yürek gürültüsü maltadan akıp saracak Anadolu'yu. Fırat gibi, Aşur gibi... Ve sen o an bilemezsin ki Yazgül, Özlem, Nilüfer gibi olduğunu. Ve sen gözün ileride maltanının yangına bakmadan önce, bakarken de bilmezdin ki Seyhan'ın, Gülser'in, Şefinur'un ateşi sarmış dünyayı... Ve yüreğindeki yangını şimdi anlarsın ki neden alazı vurur beyninde... Aşur'un Fırat'ın kokusu sinmişken üstüne; seninle çıyanlar arasında gürüldeyen şu alevler ne anlatır bilirsin. Ve sesin, ve soluğun ve kabaran duyguların anlatır alevlere... Elinle alevler arasında giden her nesne yüreğindeki yangını büyütür...

...

Mustafa nerede? Kaç saat geçti? Yıllarca halayların çekildiği havalandırmadayken ve son halaydayken... Kanlı, bombalı ama yürek naralı, mertçe, yiğit ve ne dediğini bilerek haykırılan... Ve gururlu ve geleceğin halayındayken... Ve halayın ucu dünyayı dolaşmaktayken hiç durmadan... Her milliyet, renk, dinden olan insanlığın halayındayken... Mustafa'yı görüyorum. Mustafa sedye taşıyor. Mustafa duman-gaz-sis arasında değilmişcesine... Sanki az sonra kutlama yapılacakmış gibi hazırlıktaymışçasına... Mustafa başka bir yaralı getirmekte...

Sonra 15'inci koğuşun altında, kapı arasında, sesimiz karışıyor Mustafa'yla. Battaniye arasına bir yaralı alıp çekerken kıyıya, Mustafa'nın kapıdan çıkışına takılıyor gözüm. Mustafa çıktı dışarı. Dışarıda yağmur çiseliyor. Yağmurun savurduğu dumanların -her çeşit zalim dumanların- berrak havaya dönüşmesine tahammülsüz olanların yolladığı yeni "duman kutuları". Ve dışarıda mermi atılıyor her davranana. Dışarda kalmış bir grup arkadaş. Ve Mustafa çıktı dışarı, kaptı getirdi birini, mermi sekerken yanlarından... Sargılı ayağı, kocaman yüreğiyle Mustafa. Artık içerden kusuyor mermiler üstümüze... Can arıyor, can istiyor mermiler, bombalar.

Bakışları... Göz gözeyiz.

Ellerimiz... El eleyiz.

Kaç mermi ki sayısız... Mustafa... Başı... ellerim... Bakışları... yüreğim... Bir seslenişi ve iyice sokuluyorum sesine. Seslenişi... "Gitme" "Gitme Mustafam" diyen yüreğimin dile vuruşu... Mustafamın bakışı... "Dayan Mustafa, dayan... Daha hesap yapacağız, dayan" cevap veriyor bakışları... Gözlerinin içine dalmak, kan olmak, can olmak istiyorum. Başı ellerimde. Dünyanın en duru, en tatlı, hayat veren pınarından su içmek için birleşmedi avuçlarım. Ve kan kokusu, mermilerin vızıldayışı. Avuçlarımda Mustafamın başı. Yüreğimde öfkenin sınırsızlığı. Avuçlarımda Mustafamın "ben gidiyorum, hoşçakal" diyen bakışı. Bakışlarında onurun, erdemin parıldayışı. Ve sesleniyor kısılmış sesiyle Mustafa... Mustafaaaa... Soluğunu duymak hadi bir daha, bir daha, durmamacasına soluklan demek... Bakışları; son bir kez daha yükselip inen göğsünden bırakıyor son ışıltısını. Son bakışı bakışlarımda takıldı kaldı. Bakışları akıttı yüreğini yüreğime... Ellerim yüzünde parmaklarım gözlerine gidiyor... Ama "hayır kapatma" diyor göz kapakları. Ve hala öyle bakıyor. Onuru yaşatıyor gözbebeklerinin donukluğunda... Dönmemle karşılıklı nefeslerimizi soluyoruz. O denli iç içe... "Mustafamız şehit" diyen dilim... Gözlerimiz ıslak ve sesimiz çınlatıyor. "Mustafa yoldaş ölümsüzdür"... Mustafama dönüyor, öpüyor ve bir kez daha ant içiyorum, kurumuş yutkunmaz olmuş boğazımdan çıkan öfke selinin akışında... Ve kurşunlar yağmaya devam ediyor. Susmaktan korkuyor anlaşılan düşman... kurşunlarla kusuyor, kusuyor, kusuyor... Mustafam sargılı bacağının kızıllığında boydan boya kızıllaşıyor. Yanıbaşında Cengiz. Bir adım ötesi Ali...

Ve Mustafamla bir kez daha havalandırmaya çıkıyoruz. Ama Mustafa soluksuz... Mustafa havalandırmanın ortasında. Mustafam; Ali'yle, Cengiz'le yan yana. Fırat maltada. Aşur bir sonraki havalandırmada. Hepsi boylu boyunca... Kahramanca... Durmayan gözyaşlarıyla ve alınlarından öpen titreyen dudaklarımızla... Sol yumruk havada ve dönüp ölüm kusanlara haykıran, haykıran, haykıran... Bağrını açan, hadi al diyen... İlerde alevler arasında Yazgül'le, Özlem'le, Nilüfer'le... Alevler arasında Seyhan'la, Şefinur'la, Gülser'le... Buluştu Mustafam. Aşur'u, Fırat'ı, Ali'yi, Cengiz'i alarak buluştu. Tabii bilmezsin C-1 koğuşunun yangınını... Yüreğindeki yangının büyüklüğünü...

 

***

 

Yaşamı ve direnişleri paylaştığı bir yoldaşı anlatıyor:

Kapı artık Mustafadır

 

Ordu-Fatsa-Ilıca kasabasında 1968 yılında doğan Mustafa, Karadenizli ve Türk milliyetindendir.

Yoksul bir ailenin dört çocuğundan biridir. Küçük yaşlarda memleketinde bahçelerde, tarlalarda emekçilik yaparak alın teri döker.

Ailesinin İstanbul'a göç etmesiyle beraber Küçükarmutlu mahallesine yerleşirler. Yoksulluğu, adaletsizliği genç yaşında bizzat yaşar, tanık olur.

Armutlu'da örgütlü ilişkilere başlar. Mahalli alanda görevler alır. Kararlılığı ve sahiplenmesi ile kısa sürede öne çıkar. Hatalara, yanlış ve eksiklere karşı acımasızdır. Bu konuda asla ödün vermez. Teorik olarak bilgi birikimi çok fazla olmamasına rağmen söyleneni kavrar ve yerine getirmek için tüm enerjisini harcar.

'90'lı yıllarda düzenlenen birçok eyleme mahalle örgütlülüğüyle birlikte katılır.

Disiplinli, ilkeli ve ağırbaşlı yanları ile tanınmaya başlar. Karadenizli damarı, eksik ve hatalar, yoz ilişki ve davranışlara tanık olduğu zaman kabarır.

Mahalle örgütlenmesinde yapılan faaliyetleri kendisince yeterli görmez. Bunu sık sık dile getirir.

Gözükaralığı ve savaşçı özelliğiyle bir süre sonra milis örgütlenmesi için bekletilir. Sabırsızdır. Yeni görevinin coşkusuyla doludur.

Milis üyeliği kesinleşip ekip hazırlığı hakkında kendisine bilgi veren bir yoldaşı o anı şöyle anlatır:

"Kendisini '92 yılının başlarında tanıdım. Milis ekiplerinin kurulup yaygınlaşmasında ilk görev alanlar içinde o da vardı. Aynı ekipteydik. Ekibimizin şekillenmesinde, misyonunu kavramasında en çok emeği geçenlerden biriydi.

İlk tanıştığımızdan itibaren insana güven veren bir sahiplenmesi ve bağlılığı hemen kendini gösteriyordu. Tanıştığımız ilk gün yeni kurulacak ekibimiz hakkında konuşmaya başladık. Bizden istenenleri anlattığımızda kendisine ne düşündüğünü sormuştuk. Sadece tek bir cevap vermişti: "Hareket ne derse o olur."

Bu söz onun tüm yaşamına yön veren bir söz olarak belleklere kazınır. Aldığı her görevde, verilen her talimatta, "bu iş olur mu", "şu yok, bu yok" gibi gerekçelerin ardına sığınmadan verilen o görevin mutlaka yerine getirilmesi gözüyle bakmıştır. Örneğin örgütlülüğe yönelik yapılan bir operasyonun ardından, hızla misilleme yapılması kararı alınır. Ekip hazırlık ve istihbarat çalışması yapar. Mustafa'nın önerdiği eylem biçimi ve hedef sonrası geri çekilme neredeyse olanaksızdır. Adeta feda eylemi gibidir. "Nasıl çekileceğiz" sorusuna "çatışır şehit düşeriz" diyerek çok net düşüncesini belirtip ekibi ikna eder. Ancak bu eylem onaylanmamasına rağmen cüreti ve kararlılığı ile büyük bir güven duygusu yaratır.

Yine bir eylem anında silahı tutukluk yapar. Eylemin en önünde ve hedef durumunda olmasına rağmen hiç tereddüt göstermez. Eylem sonrası geri çekildikten sonra silahının tutukluk yaptığını anlayan yoldaşlarının "neden buna rağmen en önde duruyordun" sorusuna "ya sizinki de ateş almasaydı ne olacaktı" diye cevap vererek devamında "Atlayacaktım üzerlerine onun için bekledim" diyebilecek kadar hedefine kilitlenmiştir. Onun için Hareket "O eylem yapılacak" demiştir, gerisi önemli değildir.

Yaşamının birçok kesitinde böyle fedakârca örneklere rastlanır.

Hapishane sürecinde alev alan bir tüpün patlama tehlikesine rağmen fırlayıp, tüpü söndürmeye çalışanların en önünde yer alır.

Onun birçok özelliği olmasına rağmen en belirgin özelliğinden biri de emekçiliği ve paylaşımcılığıdır. Çocukluğundan beri halkın değerlerini ailesinin de çabasıyla korumasını bilmiş ve kendinde somutlamıştır.

Hapishane sürecinde komüncülük yaptığı uzun yıllarda herkes onun emekçiliğine ve tüm yoldaşlarının ihtiyaçlarını gidermek için yanıp tutuştuğuna tanıktır. Yaratıcıdır; pratik iş halletmesini, olanak yaratmasını bilir.

Mahalli alan ve yeraltı örgütlenmesi sürecinde de böyledir. Hem çalışıp ekonomik olarak katkıda bulunan hem de olanaklarını sonuna kadar örgütüne sunandı.

Ekip içindeki birçok yoldaşının ayakkabısından montuna, yemesinden içmesine kadar her şeyiyle ilgilenirdi.

Yoksul halka dağıtmak üzere, giyecek eşya toplama kampanyası yapıldığı bir dönem 3-4 kişi toplam bir çuval eşya toplamasına rağmen Mustafa tek başına 3 çuval dolusu eşya toplamıştır. Ekiplerin ihtiyacı dışındakileri ise yoksul halka kendi elleriyle dağıtır.

Kendi giyimine de dikkat eder, temiz gezerdi. Çevresini de bu konuda sık sık uyarır, düzenli-tertipli olunması gerektiğini anlatırdı.

Birçok eylemin içinde yer aldıktan sonra tutsak düşerek Bayrampaşa'ya koyulur. Hapishane onun için de bir okuldur artık.

Çocukluğundan beri eğitimden uzak kalması ve sürekli çalışan, emekçi bir yapıya sahip olduğu için kendi deyimiyle kağıt-kalem, bir de kitapla arası hiç olmamıştır. Eğitimi, okumayı reddetmez ama onun için öncelik her zaman yoldaşlarının ihtiyacı olur. Herkesle güçlü bağlar kurar. Tek tek ihtiyaçları ve sorunlarla ilgilenir.

Karadeniz damarı tuttu mu önünde kimse duramazdı. Ama konuştuğunda o öfkesinin kızgınlığın arkasında düşmana duyulan kinin etkileri vardır. Kendince mekanik yaklaşır kimi olaylara. Tek yol mücadeledir. Hata, eksik vb. gerekçeler yerine olumluluklarının büyütülmesini ister. Düzensiz, savruk yaşama sert yaklaşır ama bunun için kimseyi incitmez. İncittiğinde ise hemen gidip nedenini anlatarak o kişinin gönlünü alırdı.

Deyim yerindeyse Mustafa'nın her hücresinde düşmana duyulan öfke, kin vardı. Bunun için çekilen acılar için herkesten özveri, çaba beklerdi.

Onun sertliğini, ani çıkışlarını bilmeyen yoktur. Ama nedensiz değildir. Yine de bir yoldaşı bu durumları şöyle anlatır:

"Sert mizacının altında duygusal, müthiş bir sahiplenme duygusu vardır. Tüm yoldaşlarımız bunu gördüğünden Mustafa'dan birşey istediğinde (örneğin sigara dağıtımı ayarlıydı) Mustafa önce sert sert bakar "Arkadaş idareli kullanın" vs. derdi, ama mutlaka ihtiyacını karşılardı. Bir yandan yoldaşını tasarruflu olmaya zorlarken diğer taraftan da yoldaşlarını kıramaz, ihtiyaçlarını verirdi. Onun için, onun sert mizacı ve kızmalarına kimse alınmazdı.

Gereksiz tüketime ve savurganlığa ilişkin çok kişiyle saatlerce süren sohbetleri olmuştur ve sonuçlar da almayı başarmıştır."

Evet kızgınlığı, sertliği bunlardan dolayıdır. Zamanla bu 'kızgınlıkları' da azalır, eğitime dönüşür. Çünkü herkes Mustafa'nın haklılığını bilir.

'96 Ölüm Orucu'nda 1. Ekiplerde yerini alır.

Her anı eylem olan 69 gün boyunca tereddütsüzce yoluna devam eder. Direnişin gazisi olarak zafer halayını çeker.

Direniş gazisidir. Ama mütevaziliği her koşulda devam eder. "Hep beraber direnişi zafere taşıdık" diyerek yapılanın sıradan bir görev olduğunu söyler.

Onun için savunduğu değerler uğruna yapılan her şey bu kadar yalındı. Derin bir halk sevgisi, düşmana duyulan öfke ve en önemlisi yoldaşlarına, örgüte, önderliğe duyulan güvenin somutluğuydu bunlar.

Hapishanede yaşanan her eylem ve etkinlikte mutlaka onun bir katkısı, emeği vardır. Saldırı olduğunda eline kaptığı ilk şeyle şebekeye koşanlardan biridir.

Mahkeme sürecinde onlarca kez saldırılara uğrar. Saldırıların önünde yer alır, çatışır, yoldaşları için öne atılır.

Direniş gazisi olduğundan yapılan hiçbir Açlık Grevine sokulmamasına rağmen emekçiliği ve Açlık Grevine katılamamanın verdiği etkiyle herkesten daha fazla zayıflardı. Zorla ve baskıyla, denetleyerek birşeyler yedirilirdi.

"'96 Ölüm Orucu gazileri Açlık Grevine katılmayacak kararını duyunca hiç kimseyi çalıştırmıyordu. Her yerde vardı. Gece geç saatlere kadar çalışır, içecekleri hazırlardı. Açlık Grevinin ilerleyen günlerinde herkesin zayıflaması normal seyrinde devam ederken O Açlık Grevinde olmamasına rağmen daha çok zayıflamıştı. Kimi ziyaretçilerimiz Ölüm Orucu gazilerinin Açlık Grevine gitmediklerini biliyordu. Kabinlerde Mustafa'nın o halini görenler "Yahu bu nasıl Açlık Grevi yapmıyor, erimiş: dikkat edin" diye uyarırlardı.

Böyleydi Mustafa. "Emek en yüce değerdir" sözü onun kişiliğinde somutlanır.

19 Aralık gecesi elinde tüple barikata koşar, en önde hazır bekler. Ayağından yara almasına rağmen yerinde durmaz. Kimseye zarar gelmemesi için koşturur.

"Havalandırmaya onlarca gaz bombası atılmıştı. Yaralılar vardı. Mustafa o an koğuştaydı. Gazlardan bayılmış ve havalandırmada kalan bir yoldaşımızı almak için dışarı çıktı. Namlular ona döndü. Tehdit savuran askerleri takmadan yoldaşımızı kaldırdı. "Vururuz gitme içeri" diye bağıran düşmanın gözlerinin içine baka baka yoldaşımızı koğuşa götürmüştü."

Mustafa'nın her anı ayrı bir fedakârlıkla anılır.

Şehitliği de öyledir.

Havalandırmadan içeriye girilir. Çatıdan, camlardan ve kapıdan namlular koğuşun içine döner. Merdiven boşluğuna sığmaz tutsaklar. İçerisi taranmaya başlar. "Teslim olun" diye seslenir katliamcılar. Cevap verenlerin içindedir Mustafa, "Teslim meslim olmuyoruz" diyerek cevabını verir.

Kapının yarım açık kalması üzerine ayağa kalkar. Bu kapı kapanmalıdır. Kapının önüne gelince vurulur. Kapı artık Mustafa'dır. Sessizce ölümü karşılar.

Son anında bile yoldaşlarını korumaya adar kendini, öğretir, öğretmeye devam eder.