Mustafa SEFER'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir gerilla yoldaşı anlatıyor:

Şimdi Toros Dağları sizi söylüyor...

 

Mustafa sefer yoldaşın dağlara sevdası doğup büyüdüğü Dersim dağlarından geliyordu. O, Dersim'in dağlarında yetişmiş, büyümüş, daha küçük yaşta Devrimci Sol gerillalarını tanımıştı.

"Gerilla olmak... Dersim dağlarında Devrimci Sol gerillası olmak..." Mustafa Sefer yoldaşın tüm çocukluğunun özlemini ifade eden kelimeler... Nitekim çok geçmeden Dersim Dağlarında gerillaydı.

Zulmü, baskıyı, acıları yaşamında görmüş, öğrenmişti. Ve savaşmanın tek kurtuluş yolu olduğunu biliyordu. Kavganın, savaşın tam ortasında safların en önündeydi. Bir hainin ihbarı sonucu düşmanın kurduğu pusuya düşmüş, birliğin en önünde yürürken pusuyu farketmiş, yoldaşlarına pusuyu haber verip birliğin kayıp vermeden kurtulmasını sağlarken, kendisi tutsak düşmüştü.

Başı dik olarak girdiği işkencehanelerden yine başı dik olarak çıkmıştı. Tutuklandıktan sonra çıktığı mahkemede hakimin "mesleğin" sorusuna verdiği yanıt; "Tam teçhizatlı Devrimci Sol gerillasıyım".

Darbecilik sürecinde tereddütsüz önderliği ve hareketi sahiplenmişti. Darbecilik kinini; "hepsini öldüreceksin" diyerek ifade ediyordu.

Sürecin zorluklarını ve görevlerini biliyordu. Aşılması gereken her zorluk onda coşku yaratıyordu. Bu coşkuyla '93 Şubat'ında tutsaklığa kendi elleriyle son vermişti.

Kısa bir süre Ankara'da bulunduktan sonra yine o çok sevdalı olduğu dağlarla kucaklaşmıştı. Artık Toros Dağları'nı adımlıyordu. Her fırsatta ise Dersim dağlarına olan özlemini belirtmekten de geri durmuyordu; "Dağlar gibisi yok. Ama Dersim Dağları gibisi hiç yok" derdi.

Birliğe yeni katılan yoldaşları karşısına alıp konuşmaya başlamıştı. Sorduğu ilk sorulardan biri de "Gerilla Kimdir?" olmuştu. Sorunun hemen ardından cevabını da yine kendisi vermişti; "Gerilla en iyi atlayıp-zıplayan, en iyi silah kullanan demek değildir. Kuşkusuz bunları yapmak, öğrenmek, hatta en iyisi olmak gerekir. Ama tüm bunlardan önce iyi bir gerilla harekete bağlı, inançlı, kararlı ve ne için savaştığını bilendir. Eğer bunları biliyorsan en iyi atlayıp-zıplayan, en iyi silah kullanabilen olmak hiç de zor değil" demişti.

Komutandı, savaşçıydı, gerillaydı... Ama hepsinden önce yoldaştı. Acılarını, sevinçlerini, duygularını sürekli paylaşmak isterdi. Paylaşımın, yoldaşlığın temel taşı olduğunu bilirdi ve bizim de bilince çıkarmamız için çabalardı. Bildiklerini öğretmekten ve öğrenmekten büyük mutluluk duyardı. Savaşçılarını sürekli öğrenmeye teşvik ederdi. Savaşçıları genelde genç ve tecrübesizdi. Öğrenmeye olan ihtiyacımızın çok fazla olduğunu biliyordu. Soru sormadığımızda; "Niye sormuyorsunuz? Yoksa öğrenecek bir şeyiniz yok mu?" diye yarı şaka yollu, yarı kızgın bizi öğrenmeye teşvik etmeye çalışır ve niye öğrenmek gerektiğini, bunun yararlarını uzun uzun anlatırdı. Yaşamın her anını eğitime dönüştürmeye çalışırdı.

Savaşçıydı. "Gerilla için onun gibisi yok" dediği kleşini elinde taşıdığında ondan ayrı düşünmek imkansızdı. Silahıyla bütünleşmişti. Ve bir doğa insanıydı. O bölgeden olan yoldaşlarımız bile bulunduğumuz yeri ya da konakladığımız bölgeyi zar zor çıkarırken, hatta çoğu zaman şaşırırken, o gittiği yerleri bir daha unutmaz, sanki yıllardır orada yaşıyormuş gibi ilk defasında çıkarıp bulurdu. "İşte tüm bunları, en küçük bir ışığı, sesler arasındaki farkı, hepsini öğrenmeli ve ayırt etmelisiniz" derdi.

İbrahim ERDOĞAN komutanımızın onda özel bir yeri vardı. Kampı ve İbrahim ERDOĞAN komutanımızı sürekli anlatırdı. Ona olan bağlılığını, sevgisini onu anlatırken gözlerinden okurduk.

"İbrahim abiyle otobüste giderken Torosların oradan geçerken sordum;

İbrahim abi bizim burada gerillamız var mı diye. Bir gün mutlaka olacak diye cevap vermişti. "İbrahim abiyi anlatan bir öykü yazıyorum" demişti bizlere. Okumasını istediğimizde ise "bitirmeden olmaz" diyerek okumamıştı.

Değerlerimize sıkı sıkıya bağlıydı. Bir gün oturmuş, bir yandan o çok sevdiği dağ ateşinde demlenmiş çayımızı yudumlarken diğer yandan da koyu bir sohbete dalmıştık.

"Bu hareketin içinde yaşanacak ve görülecek hemen her şeyi yaşayıp, gördüm. Bir şehit olmak nasip olmadı" dedikten sonra, "Torosların ilik şehidi ben olacağım" demişti. Ve sözünde durdu. Sohbetimizden bir-iki gün sonra Toros Dağlarının ilk şehidi olarak düştü toprağa.

Evet, yoldaşım, komutanım; İbrahim ERDOĞAN komutanımız için yazdığın öyküyü şehadetinle tamamladın ve Ali Tarık KOÇOĞLU yoldaşımızla birlikte Toros Dağları'nda bir destan yazdınız.

Dadaloğlu'ndan İnce Mehmed'e, Kozanoğlu'ndan İbrahim Erdoğan'lara, Dersim Onikiler'inden sizlere uzanan bir destan...

Tarık yoldaş yargılandığı Devrimci Sol Ana Davasında yaptığı savunmada;"Gün olur aydınlık savunucusu devrimciler halktan yana olmanın bedelini, sokaklarda, dağlarda, ev baskınlarında, pusularda resmi ve sivil faşist güçlerce katledilerek öderler" demişti. Evet, şehit düştüğünüz ana kadar "aydınlık savunucusu" bir devrimci olarak yaşadınız. Şimdi aydınlattığınız yoldan binlerce Ali Tarık, Mustafa yürüyor.

Kanınızla besleyip büyüttüğünüz umut Toros Dağları'nda çok daha güçlü boy veriyor. Öğrettikleriniz yarattığınız değerler kulaktan kulağa, dilden dile yayılıp genç savaşçıların yüreklerinde büyüyor.

Şimdi Toros Dağları sizi söylüyor...