Musa ÖZNUR'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bülent Pak anlatıyor:

ŞEHİTLERİMİZ KAVGAMIZIN KOPMAZ BAĞLARIDIR

 

Bir yoldaşımız anlatıyor: Camın kenarında oturmuş havadan sudan sohbetler ediyoruz birkaç kişi. Bir yoldaş elinde tepsi ile çayları getiriyor. Çaylarımızdan henüz birkaç yudum almışken dışarıdan gelen bir patlama sesine kulak veriyoruz. Epey uzaktan geliyor ses. Patlama seslerine öyle alıştık ki her gece bir ses duyuyoruz. Tabii ki, tahminler, başlıyor hemen.

Sözünü ettiğim yer Selimiye tutukevi, yıl 1980 Ocak ayı. O geceki tahminlerin ortak noktası, patlamanın uzaktan geldiği, muhtemelen karşı taraftan olduğu ve bayağı hatırı sayılır güçte bir patlayıcı olduğu şeklindeydi.

Uzun uzun konuştuktan sonra Beşiktaş'tan olabileceği üzerine de anlaşmıştık.

Ertesi sabah kahvaltı sırasında gazeteler geldi. İlk sayfadaki haber tüm koğuşu bir anda sardı.

Haber! Musa ÖZNUR isimli bir öğrencinin elinde patlayan bomba haberiydi.

Sanki bir bomba da burada kahvaltı masalarımıza düştü.

Musa ile 3 ay önce birlikte şubedeydik. Birlikte işkence gördük, 15 gün sonra sıkıyönetim savcılığından ben serbest kaldım, O tutuklandı.

Bir ay sonra bir başka nedenden ötürü ben tutuklandım. Ben geldikten birkaç gün sonra O tahliye oldu. 40 gün sonra da şehit olduğunu duyuyorduk.

Dün gece patlama sesini duyduğumuz saatte olmuş olay. Anti-faşist bir eyleme giderken elinde patlayan bomba ile şehit olmuş yoldaşımız.

Kimsenin ağzını uzun süre bıçak açmadı. Kahvaltılar da uzun süre masanın üzerinde kaldı. Gazete hışırtılarından başka bir ses yoktu. Bir saat kadar sonra ise maltaya çıkıldı anma için.

İbrahim İlçi, Musa için uzun bir konuşma yaptı. Şiirler, marşlar birbirini izledi. Hayatımda o zamana değin o kadar dolduğumu hiç hatırlamam, gözlerimden akan yaştan yüzüm yıkanmıştı. Ama hatırlıyorum herkes aynıydı.

Musa şehit düşmeden 40 gün önce tahliye olmuştu. Tahliye törenlerinde konuşma geleneğimiz olduğundan kısa bir konuşma yapmıştı.

"Şu an hem burukluğu, hem sevinci yaşıyorum. Sizlerden ayrıldığım için buruk ama kavgaya gidiyorum bu yüzden sevinçliyim de. (...) Yine görüşeceğiz ama burada değil. (...) Kavga bu şehit düşmekte var. Ancak inanıyorum yerim boş kalmayacaktır.(...)

Kurtuluşa kadar savaş."

Buna benzer şeyler söyleyip gitmişti Musa. Buna benzer diyorum, çünkü o sabah yaptığımız anmada gözlerimden yaşlar akarken onun;

"...Kavga bu şehit düşmekte var. Ama inanıyorum ki yerim boş kalmayacaktır." deyişini çok iyi anımsıyordum.

İbrahim abinin (İlçi) de konuşması sırasında bu sözlere atfen: " gözün arkada kalmasın yerini dolduracağız." diyerek, bunu vurgulaması beni hepten coşturmuştu. Bir ay kadar sonra ben de tahliye oldum.

İlk kez cezaevine girmiştim. Birkaç ay yatıp çıktığımda artık ciddi görevlerle karşı karşıya olacağımı biliyordum. Okulumu, ailemi, tercih edip etmeme ve devrimci mücadele içinde ağır ve ciddi işlerle tanışma zamanının geldiğini hissediyordum. Bir tercih yapacaktım. Bilincim ve tecrübem çak zayıftı. O yüzden o anı çok büyütüyordum. Ailem ve çevrem de işin farkındaydı. Ve o güne değin, görülmedik olanaklar sunuyordu. Ama her an gözümün önünde Musa vardı. "Yerim boş kalmayacaktır" derken kime güveniyordu. Bize, bana, sana... bizim için, halkımız için ölümü kucaklamıştı. Ve şimdi bana sesleniyordu, "Hoş geldin, yerim hala boş, seni bekliyorum, intikamımı al!.."

Dışarıda sorumlu yoldaşla ilk karşılaşmamızda ilk söylediğim: "Musa'nın yerini doldurmak istiyorum" oldu.

Sorumlu arkadaş da: 'Biz de öyle düşünüyorduk." dediğinde yerimde zıpladım sevincimden. O zaman Musa'nın yarım bıraktığı işle başlayayım dedim. Yanıt yine aynıydı. "Biz de öyle düşünüyoruz." Musa'nın yarım bıraktığı işe giriştik.

Cunta geldiğinde ise bizim bölge ciddi bir darbe yemişti. Henüz hiçbirimizde olumsuzluk yoktu. Birkaç ay sonra ise devrimci hareketimiz peş peşe örgütsel darbeler yemeye ve kayıplara uğramaya başladı. En nihayet 3 ay kadar sonra, bize de operasyon bulaştı.

En güvendiğim yoldaşlardan biri yakalandığı gün çözülmüştü. Çok hasar verdi bölgemize. Ne kalacak yerimiz kaldı ne de beş paramız. Devrimci Hareketin durumu da darbeler nedeniyle pekiyi değildi. İlişkilerimiz de deşifre olmuştu. İnşaatlarda yatıp kalkıyorduk, aç geziyorduk. Yalnızlık duygusuna kapıldım. Sorumlu yoldaşla konuşup "ne kendime, ne de başkasına güvenim kalmadı" diyerek ayrıldım.

Üç gün boyunca kendimi bilmez halde dolaştım durdum. Sorumlu yoldaşla konuşup ayrıldığım günden itibaren Musa belirdi karşımda; sürekli konuşuyordu benimle:           

'Niye öldüm ben?" diye soruyordu. "Faşizmin terörüyle yoldaşlarını baş başa bırakıyorsun. Korkaklık bu" O gidiyordu bu defa Şenol Şener, ardından Ali Baloğlu geliyordu. Onlar da benzer sorular soruyor ve "Ha düşmanla bize silah sıkmışsın ha mücadeleden korkup kaçarak ihanet ediyorsun, arada bir fark yak. Nerede verdiğimiz sözler, nerede içtiğimiz antlar?"

Bu üç gün boyunca gittiğim her yerde bu şehit yoldaşlar beynimi topa tutular adeta. Örneğin akrabamın evindeyim, televizyon seyrediyorduk, akrabam bir şeyler soruyordu. Ben duymuyordum. Aklım yoldaşlarımdaydı ve şehitlerimizin sorularıyla bunalmıştım. Musa soruyordu: "Ne yani hiç kimse çözülmeyecek, hainler olmayacak, aç gezmeyeceğiz, yatacak bir sürü yerin olacak, öyle mi? Mücadele bu, henüz iyi günlerdeyiz, bizim daha zorlu şeylere hazır olmamız gerekmiyor mu? Devrimcilik zor iştir derken neyi kastediyorduk." Benden ise yanıt yoktu. Haklıydı...

Üç gün sürdü bu işkence... kendimle olan hesaplaşmam bir anlamda; olumsuzluklara bakıp yılgınlığa kapılan yanlarım ile şehitlerimiz nezdinde savaşçı yanlarım arasında sürüyordu..

Üçüncü gün yoldaşlarımı aradım ve buldum: "Ben geldim. Tam bir tabansız, küçük burjuva gibi davrandım. Affedin, bana görev verin. Ben o dünyaya yabancıyım. Yerim burası" dedim. Yoldaş "döneceğini biliyorduk. Hemen şuraya git ve işe başla. Şu an uzun uzun durumunu konuşmaya vaktimiz yok. Uygun bir zamanda konuşuruz. Şimdi iş zamanı. O kadar çok iş var ki" dedi ve ayrıldık.

Huzur doluydum. Yine inşaatlarda yatıyordum. Kar ve fırtına da cabasıydı. Açtım da. Her an yakalanma riski de vardı. Ama çok rahattım artık... Çünkü yalnız değilim. Bütünün bir parçası hissediyorum kendimi. Üç gün boyunca azap çekmiştim. En önemlisi şehitlerimize duyduğum vicdani bir boşluktu. Ve hala bir şehit haberiyle, biraz da duygusallık dense de bu duygum derinleşir durur. Bu da beni mücadeleye kopmaz bağlarla bağlıyor.

 

BÜLENT PAK

(Musa Öznur hakkındaki bu anlatımın sahibi Bülent Pak yoldaşımız 5 Ağustos 1997’de Karadeniz dağlarında bir gerilla olarak şehit düştü.

Bülent Pak'ın yukarıdaki anlatımı, Halk İçin Kurtuluş'un 13 Eylül 1997 tarihli 46. Sayısında yayınlanmıştır.)