Murat
GÜL'ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
BİR YOLDAŞININ ANLATIMINDAN MURAT GÜL
Merhaba Komutanım, Yoldaşım Murat;
Seni şehit verişimizin 5. yılı doldu. '93 yılının 5
Haziran'ında kendi söyleminle “Bir kahpe kurşunla...” şehit vermiştik seni.
Şimdi '98 yılının 5 Haziran'ına az bir zaman kaldı.
Seninle çok kısa bir zaman diliminde birlikte
çalışmıştık. İşte bu kısa zamanı gözden geçirdiğimde senden ne kadar çok şey öğrendiğimi
çok iyi anlıyorum.
İlk buluşmamızı hatırlıyor musun? Hani buluşmaya “ufak-tefek
olmasına rağmen kocaman bir yüreği ve bir o kadar da sempatik” olan Tayyar
Turan Sayar ile birlikte gelmiştim. Görür görmez tanımıştık seni. “Bayrampaşa
firarisi Murat Gül'sün” demiştik sana. “Halbuki o
kadar da değişiklik yapmıştım, nasıl tanıdınız?” demiştin. Tayyar sorunu
cevaplamıştı: “Öncelikle o kara gözlerinden ve senden yüz metre önce görünen
burnundan”.
Biz hemen tanıdığımıza göre düşman da tanıyabilirdi
seni. Zaten her sokakta, köşe başında afişlerin vardı. İşte bundan dolayı sen
ortalıkta fazla gözükmemeliydin, hele hele istihbarat
çıkarırken tehlikeli yerlere hiç mi hiç yaklaşmamalıydın. Tabi ki bunlar benim
düşüncelerimdi. Bu düşüncelerimi öğrendikten sonra yüzünde bir keder ve öfke
belirtisi sezdim. Bana “kaç yıllık devrimcisin” diye sordun. Üç aylık devrimci
olduğumu öğrenince yüzündeki keder kaybolmuştu. Gülerek “Biz saklanmak için
değil, savaşmak için özgürlüğe koştuk. İşte bundandır içimizdeki özgürlük
ateşimizin sönmeyişi” demiştin. Daha ilk buluşmamızda eğitmeye başlamıştın
bizleri.
Tüm buluşmalarımız sanki bir eğitim çalışmasıydı.
Sokak eğitiminden teknik eğitime, teorik eğitime, üssümüzdeki yaşama, illegalite kurallarına kadar... Her anımızı eğitime
çeviriyordun.
Bir karakolun istihbaratını çıkarmam için
görevlendirmiştin beni. Karakol nasıl bombalanır diye bakacaktım. Gittim. Ama
karakolun bomba koyabileceğimiz uygun bir yerini bulamadım. Neden sorusuna cevabım
ise “karakolun dört bir yanı da açık, üstelik karakolun yanlarına, arkalarına
bakan pencereler var” oldu. Buralardan yaklaşılamazdı. Zaten ön tarafta nöbetçi
vardı. “Bir de birlikte bakalım” dedin. Baktık. “Düşmanın her zaman zayıf bir
tarafı vardır” demiştin. Şimdi bunu pratikte gösteriyordun. Karakolun yanında
küçücük bir patika yol vardı. Ve mahalle halkı akşam evlerine dönüşte bu patika
yolu kullanıyordu. Bu yolu nasıl değerlendireceğimizi gösterdin.
Sendeki yoldaş sevgisini, insan sevgisini hiç
unutmam. Hatta o kadar ki bir yoldan karşıdan karşıya geçerken kolumuza girer
arabalardan korumaya çalışırdın bizleri. Zaten yoldaş sevgini kendini feda
ederek göstermiştin. Şehit düştüğün üssü leş kargaları sardığında önce
yoldaşlarını düşündün. Onları bahçe kapısından çıkarırken kendin çatışmak için
geri, üsse dönmüştün.
Bir yanlış yaptığımızda yanlışımızı bize
kavrattığına inanana kadar bizleri “haşlardın”. Yanlışımızı kavradığımızı
anlayınca gönlümüzü almayı kesinlikle ihmal etmezdin. Bu kimi zaman bir tatlı
ısmarlaman kimi zaman da sıcacık gülüşünle bizi sarman olurdu.
Senin unutamadığım en önemli yanlarından biri de
savaşma coşkun, neşeli oluşun ve soğukkanlılığındı.
Bütün zorluklara, ekonomik yetersizliklere, düşmanın
bulunduğun şehri öğrenmesi ve hep seni aramasına, yeni bir birlik olmamızın
getirdiği eksikliklerimize, yetmezliklerimize rağmen, neşenden, coşkundan
hiçbir şey kaybetmediğin gibi bu coşkunu çevrendekilere de yaymayı başarıyordun.
İşte bunun adı savaşma coşkusu ve devrime olan inançtı.
Sana 5 yıl sonra bir itirafta bulunmak istiyorum.
Son buluşmamızda “birliği bir süre dağıtacağız, herkes gideceği yeri bana
bildirsin ve vedalaşalım” dedin. Vedalaştık. Şehit düştüğünü öğrendiğimde
hıçkıra hıçkıra ağladım. İşte o an aklıma kara
gözlerin geldi. Gözlerindeki coşkuyu, inancı düşündüm. Gözlerin, “Ağlama, kendini
bırakma, üzüntünü kine çevir. Düşmana olan kinini büyüt” diyordu.
Komutanım, yoldaşım, seni şehit oluşunun 5. yılında
saygıyla anıyor, savaşma coşkunu ve inancını kendimize rehber ediniyoruz. Halk
kurtuluş savaşımızı yükselterek siz şehit yoldaşlarımıza uğrunda hiç düşünmeden
canınızı verdiğiniz devrimi armağan edeceğiz.
(Bu anlatım, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 30 Mayıs 1998 tarihli
83. sayısında yayınlanmıştır.)
***
SDB'lerden bir gerilla
yoldaşı anlatıyor:
Murat'ın ön plana çıkan en büyük özellikleri
çalışkanlığı, inatçı ve kararlı, özverili yapısıydı. Kabına sığmaz bir enerjisi
vardı. Özellikle teknik ve pratik yönü oldukça gelişkin bir yoldaşımızdı.
Elektronik konusundaki yeteneklerini, projelerini sürekli harekete aktararak,
yeni elektronik sistemler ve patlayıcılar geliştirip gerek üslerin güvenliğine,
gerekse eylemlere yönelik çalışmalar yapardı. Bildiklerini aktarmak, öğretmek
için çırpınırdı. Bunun yanında büyük bir öğretme ve kendini geliştirme isteği
vardı. Kendisine bir şey anlatılırken büyük bir merakla öğrenme isteğiyle
dinlerdi. Bu özellikleriyle kısa sürede kendini geliştirip, sevdirmişti.
Hepimiz onu çalışkanlığı, özverisi, kendine olan güveni ve cesaretiyle
tanımıştık. Birliklerdeki (SDB) kısa sürecine rağmen bu atılganlığı ve kararlılığı
ile birçok eylemde yer aldı. 16-17 Nisan operasyonunu öğrendiğimiz zaman
düşmana olan kini gözlerinden taşıyordu. Ondaki sınıf kinini, yoldaşlarına olan
sevgisini anlamak için gözlerine bakmak yeterliydi. Sizleri, yoldaşlarımı çok seviyorum
diyerek harekete, yoldaşlarına olan bağlılığını her fırsatta ortaya koyardı.
İlk kurumlaştığımız sırada eşya almak için yeterli
paramızın olmadığını öğrendiği zaman bir günde bütün ilişkilerini dolaşarak
ihtiyacımız olan eşyaların birçoğunu temin edip gelmişti. Yanında kaldığı aile
ilişkileri tarafından da bu dürüstlüğü, ahlakıyla sevilen, sayılan bir kişiydi.
Henüz birliğimize yeni katıldığı süreçte sokak
görüşmeleriyle ilişkimizi sürdürüyorduk. Benden başka birlik üyelerini
tanımıyordu. (...) Birlikte gittiğimiz ilk eylemde düşmandan hesap sormaya başlamış
olmaktan duyduğu coşkuyu hala hatırlıyorum.
Evde birlikte kurumlaştığımız bayan arkadaşa Kürtçe
öğretmeye çalışır, üs boşaltma ile ilgili sohbetlerimizde hep bayan arkadaşa
"Abla sen boş ver, bana bir şey olursa evi boşaltmana gerek yok, ağzımdan
bir kelime bile alamazlar" diye takılırdı. Eylem sonrası yakalandığında da
bunu en iyi şekilde kanıtladı. Biz de o alındıktan sonra bunun aksini hiç
düşünmedik.
Murat Gül halkını yoldaşlarını, hareketini, tereddütsüz
hayatını verebilecek kadar çok seviyordu.
HESABINI SORACAĞIZ! Devrimci Selamlar.
Bir Yoldaşı
Anlatıyor:
Murat'la tanışmamız 1990 Gaziosmanpaşa'da otururken
oldu. Devletin dernekler üzerindeki baskılarını protesto eyleminde gözaltına
alındı. Çıktığında, girdiği gibi çıkan aynı coşkulu Murat'tı. Birgün ölüm orucu şehitleri için pankart asmaya gitmek için
randevulaştık. Eylem yerine ertesi gün pankartı Murat getirecekti. Sabah
randevu yerine gittiğimizde Murat hala gelmemişti. Aynı gün birçok yerde eylem
yapılacağı için, bizim dışımızdaki birimler eylemlerini yapmışlardı. Geri
döndük ve o zaman sorumlu olan yoldaşımız Şerafettin Şirin'e durumu anlattık.
Kendisi ile konuştuğumuzda sabah uyanamam diye sabah saat 05'e kadar uyumamış
randevuya bu nedenle geç kalmış, gözleri dalıp dalıp
gidiyordu. Kendi kendini yiyordu "uyku mazeret olamaz" derken bitkin
ve morali bozuk bir haldeydi. Geç kalmasından dolayı Şerafettin Şirin 10 gün
üst üste saat 05'de kalkıp belli bir yoldan geçme cezası verdi. İnşaat işçisi
olduğumdan saat 05 sıralarında kahveye çıkıyordum, bu nedenle Şerafettin benim
takipçi olmamı istedi. Murat 10 gün boyunca aynı saatte geçti, dakikası dakikasını
şaşırmadı. "Ben cezamı kendi kendime vermeliyim" derdi. Ve uzun süre
kendini sorguladı. Kendisi ile hesaplaşması onun özelliğiydi.
***
Bir Yoldaşının Anlatımından:
SDBye gittiğini biz
bilmiyorduk, bize mücadeleyi bıraktığını söylüyordu. İnanmıyorduk. Ablamın
evinde kalıyordu. Çalışmıyordu, ama radyo, televizyon, lehim makinesi ile
uğraşıyordu. Biz telsiz yapmaya uğraşıyor diyorduk kendi kendimize. Gerçekten
birçok arkadaşını mücadeleyi bıraktığına inandırmıştı. Daha sonra mücadeleyi
bırakmadığını öğrendim. Bana ilk sokak çalışmasını Murat öğretmişti. Çok aç
kalmıştı. Fedakâr, özveriliydi. Ablamlarda kaldığı
sürede köylümüz olan biri de onunla birlikte kalıyordu. Şehit olduğunu
öğrendiğimizde bu köylümüz "O ölene kadar Erzincan yerlebir
olsa üzülmezdim" demişti.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
MURAT DARDA KALAN ANALARIMIZIN
HIZIRIYDI...
Halkımızın gönlünde açan bir güldür o. Kökleri yerin
derinliklerinde saklı. Onu halkın gönlünden söküp almaları kolay değildi. Çünkü
gül umuttur, özgürlüktür, sevgidir halkımızın kültüründe.
Umudunu bitiremezler halkımızın. Onlar özgürlüğü
kırmızı gülün açmasında, umutlarını günün birinde erecekleri muratlarında
yaşatırlar. Ve hep özgür olacakları, muratlarına erecekleri günü beklerler.
Onlar için murada ermek, özgürlüğe kavuşmaktır, sömürüden, zulümden
kurtulmaktır. Onlar yüreklerine gömdükleri umutlarının adını murat gülü
koymuşlardı. Egemenler bunun için düşmandır güle. Aslında düşmanlıkları
özgürlüğe, umudadır.
Onun kökü binlerce yıl ötelere uzanıyor. Onun kökü,
Anadolu topraklarının derinliklerinde, halkın yüreklerinde saklanıyor. Pir
Sultan oldu, Bedreddin oldu, boynuna ip geçirdiler.
Mahir oldu, Sinan oldu, Sabo oldu, kurşun sıktılar alınlarına, ama
koparamadılar Onu. Kanayan yaralarından toprağa düşen her damlada yeni yeni güller açıp boy verdi topraklarımızda ve adını Murat
Gül koydular.
Ne gülleri koparabildiler dalından, ne de halkımızın
umutlarını alabildiler ellerinden. Gül özgürlük, Murat umuttur halkımızın
dilinde. Bunun için Murat olmak özgürleşmektir. Bunun için Murat olmak geleceğe
uzanan umut olmaktır. Bunun için Murat olmak kavganın adı olmaktır. Bunun için
Murat olmak halk olmak, halklaşmaktır. Yeter ki halkımızın gönlündeki tahta
oturmasını, orda kızıl bir gül gibi açmasını bilelim. İşte, "Yoldaşlar
bizi aşın" diyen şehitlerimiz bunu başararak ölümsüzleşiyorlar.
Yaratıcılığı ile özverisi, fedakarlığıyla,
halk sevgisi ve halkı için kendisini feda edişiyle Murat Gül'de bunu başarmış,
gül olup açmıştır halkımızın bağrında.
Hiç unutmuyorum Onun bu başarıya ulaştığı günleri.
"Mahalleye bir Karaoğlan geldi" diye konuşuyordu kadınlar aralarında.
"Devrimciymiş, geçenlerde ben pazardan gelirken 'ana yardım edeyim aynı
mahallede oturuyoruz' diye çantamı elimden alıp, kapıya kadar getirdi" diyor
birisi. Daha yaşlı olan bir ana devam ediyor onu anlatmaya. "Gül gibi
çocuk, kim demiş kara diye" diyor. "Dün börek yaparken fırın bozuldu.
Yukarı kahveye çıktım. Bizim oğlana fırını tamire götür dedim de kumarın
başından kalkıp gelmediği gibi 'çekil git kız başımdan' diye kovdu beni.
Peşimden Murat çıktı. 'Ana ben senin fırını tamir ederim. Sen beni eve götür dedi, bir solukta onarıverdi
fırını. Para almadı. 'Ana ben burada oturuyorum, börek isterim' diye boynuma
sarıldı. 'Ben tamirciyim ana ablalara söyle. TV, teypleri bozulursa beni
bulsunlar. Şurada oturuyorum.' dedi". Kaldığı mahallede analar işte böyle
anlatıyorlardı onu.
O'nun yaratıcılığında sınır yoktu. Ben
elektrikçiyim, tamirciyim diye tek tek gezmişti
mahalledeki evleri. Bir yandan halkın yardımına koşarken, bir yandan kendisine
ilişki yaratıyor ve olanakları bulup çıkarıyordu. Mahalledeki bütün eski radyo,
teyp, TV'leri toplamıştı. Bunlar üzerinde çalışarak elektronik üzerine
deneyimlerini geliştirmeye çalışıyordu. Tüm bunları gündüzleri başka bir işte çalışmasına
rağmen yapıyordu. Gece sabahlara kadar yatmıyor, çalışıyordu. O içimizde halkla
en çabuk ilişki kuranlarımızdandı. Kendisini devriciliği ile birlikte halka
kabul ettirip sevdirmesini başarmıştı. "Devrimci dediğin bizim Murat gibi
olacak diyordu mahalle halkı onu anlatırken.
O, halka, halkın diliyle devrimciliğin nedenlerini,
neden devrimci olmaları gerektiğini anlatıyor ve onları devrimcilere yardım
etmeleri gerektiği konusunda ikna ediyordu. Murat halkın yaratıcılığını ortaya
çıkarıp, devrimin yararına kullanmayı başarıyordu. Boyunlarına sarılıyordu
onların ana diye. Mahalle de ne sorun yaşanıyorsa halkımız, hele de analarımız
hemen Murat'ı buluyordu. Murat darda kalan analarımızın hızırıydı.