Murat ER'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Gerilla yoldaşları anlatıyor:

Su gibi arı ve bir dava adamı

 

Murat Dersimli idi. Babası, Murat daha çocukken ölmüştü. Babası öldükten sonra, annesi Murat'ı da alarak Dersim merkeze taşınmıştı. Annesinin tek isteği Murat'ı okutmaktı. Bunun için her türlü fedakarlığı gösteriyordu. Ancak Murat annesine yük olmamak için, ona her konuda yardımcı oluyordu. Dersim'de ortaokulu bitirdikten sonra, okumak için Ankara'ya gitmişti. Ankara Sağlık Meslek Lisesi'ni kazanmıştı. Dersim'den ayrılarak Ankara'ya gidip okumaya başlamıştı. Ankara'da yurtta kalıyordu. Bu yıllar aynı zamanda devrimcilerle tanıştığı yıllardı.

Ankara'da yurttaki koşullar Murat'ın düzene olan öfkesini daha da artırıyordu. Düzene kin ve öfke duymaya başlamıştı. Halkın sömürülmesini, ezilmesini gördüğü gibi, devrimcilerin kaltedilmesine de tanık olmuştu. Bunları gördükçe mücadele etme azmi daha da artıyordu. Zaten çok duygusal bir yapısı vardı. Bu yanı onun devrimci olmasını da sağladı. Ancak duygusallığını mücadeleye katılınca devrimcileştirdi.

Murat artık Dev-Gençliydi, ilk olarak Ankara Lisesinde görevler almaya başladı. Çevresindeki herkes onu sayar, severdi. Çünkü saygılı ve mütevazı kişiliğiyle herkesle rahat ilişki kuruyordu. Zamanla kendini daha da geliştiriyordu. Dev-Genç'te yönetici görevler üstlendi. İlk devrimci eylemi Özlem Kılıçla birlikte yaptıkları pankart asma eylemi olmuştu. Özlem, mücadele içinde Murat'a örnek olmuştu. Özlem şehit düştükten sonra, Murat Dersim dağlarında bir gerillaydı. Özlem'i saygı ve özlemle hep yoldaşlarına anlatmıştı. O'nu anlatırken hep gözlerinin içi gülüyordu. Murat, Ankara'da devrimci mücadeleye girmesiyle birlikte, artık yaz tatilinde Dersim'e gelmez olmuştu. Yaz aylarında da Ankara'da faaliyetlerini sürdürüyordu.

Okulu bitirdikten sonra Dersim'e döndü. '92 yılı sonlarıydı. Dersim'e gelir gelmez Sağlık-Sen'e gitti ve sağlık emekçilerinin devrimci faaliyetleri içinde yeralmaya başladı. Bir sağlık memuru olarak faaliyet yürütüyor, örgütlenme yapıyordu. Mücadele bürosuna gidiyor, oraya maddi anlamda destekte bulunuyodu.

1993 yılında tayini Erzincan'a çıktı. Bir sağlık olarak örgütlenme faaliyetlerini sürdürüyordu. Bu dönemde aynı zamanda tayinini Dersim merkeze aldırmak için uğraşıyordu. Çünkü hareket ona Dersim örgütlülüğü içinde sorumluluklar vermeyi düşünüyordu. Tayini çıkmayınca Erzincan'da işini bırakıp Dersim'e geldi. Tekrar Dersim merkeze döndükten sonra, hiç ara vermeden devrimci faaliyetlerine başladı. Sağlık emekçileri içinde çalışıyor, Mücadele gazetesi bürosuna gidip geliyor, gecekondulardaki örgütlü ilişkilerimizle ilgileniyordu. Onlara eğitim çalışmaları yaptırıyordu. Bütün görevlere hazırdı. Ama gönlünde yatan, bir gerilla olarak savaşmaktı. Aslında Dersim'e dönerken gerilla olmaya karar vermişti. Zaten o zamana kadar gerillayla ilgili haberleri merakla dinler, duydukları karşısında heyecanlanırdı. Gerilla olmak için Partiye talepte bulundu. Talebi kabul edildi. Serpil Yılmaz ve Şenay Sonay ile birlikte gerillaya katıldı. Henüz 23 yaşındaydı. Özlemini çektiği dağlara kavuşmuş, hayallerini süsleyen gerillaya katılmıştı. Sevinci, coşkusu her halinden belli oluyordu. O'na Mustafa kod adı verildi.

..........

Mustafa gerillaya katıldığında sessiz, sakin ve mütavazi bir insan olduğunu görmüştük. Konuşmayı pek sevmezdi. Varlığı ile yokluğu pek belli olmayan bir yoldaşımızdı. Kendisine verilen görevleri eksiksiz olarak yapar, bu arada kitap okumayı da ihlam etmezdi. Orta boyla, kıvırcık saçlı, siyah sakallı, beyaz tenli bir gençti. Her geçen gün daha da gelişiyordu. Onun bu hızlı gelişimini hepimiz görüyorduk. Gerillaya katıldıktan kısa bir süre sonra Çemişgezek'te faaliyet yürüten Hayri Koç Müfrezesi'nde görevlendirildi. Müfreze içinde mütevazılığı ve çalışkanlığıyla öne çıkmaya başlamıştı. Onunu gelişimini komutanlarımız da görüyordu. Bir süre sonra kendisine müfrezenin eğitim ve güvenlik sorumlulukları verildi. Ayrıca müfrezemiz faaliyete çıktığında ikiye ayrılırsa, Mustafa bu ayrılan ekiplerden birinin komutan yardımcısı olurdu.

......

Mustafa Çemişgezek'te hepimizin sevdiği bir arkadaşımızdı. Sessiz, mütevazı kişiliğiyle herkez onu çok severdi. Vehbi ile (Halil İbrahim Ekicibil) birlikte eğitim sorumlumuzdu. Vehbi ile oturur bize anlatacakları konusunda hazırlanırlardı. Daha sonra da bize anlatırdı. Dersimde zorlu bir süreç yaşıyorduk. '93 sonbaharından '94 Haziran ayına kadar olan süreç, birlik içinde yoğun sorunlar yaşadığımız, tartışmaların olduğu bir dönemdi. Mustafa bu süreçte olgunluğunu korumuştu. Daha çok çalışıyor, emek harcıyordu. Mustafa olumsuz olanları, hatalı olanları eleştiriyordu. Bu kadar olumsuzluk yaşanmasına rağmen o süreçten yüzakıyla çıkan ender yoldaşlarımızdan biri olmuştu.

Koşullar ne olursa olsun, Mustafa gelişiyor, yeni sorumluluklar almaya hazılanıyordu. 19 Mart Krasor çatışmasından sonra bütün birlik biraraya gelmiştik. Mustafa savaşçılarla ilgileniyor, yardımcı oluyor, köylere giden ekiplerin komutanı oluyor, arazide güvenlikçimiz oluyor, her işe koşturuyordu. Çok sorunlu süreç olmasına rağmen komutanlar ve tüm savaşçılar onu seviyor, örnek alıyordu. Dağa geldikten sonra sürekli kişiliğindeki olumlu özellikleri korumuştu. İdeallerine sıkı sıkıya sarılmış, koşullara teslim olmamıştı. Mütevazı, olgun, ağır başlı oluşu hep ön plandaydı.

Mustafa, bir savaşçıda olması gereken özellikleri taşıyordu. Disiplinliydi, disiplinli davranmayanları eleştiriyordu. Çalışkandı, bu konuda tembel olanlara pratikte çalışarak örnek oluyordu. Fedakardı; nöbete çıkılacak, köye gidilecekse ilk o olurdu. Çok fazla konuşmaz, çok çalışırdı. Tepkiselleşmez; bir yanlış varsa sakin sakin konuşurdu. Bunun gibi yığınla şey sayabilir, anlatabiliriz. Onun pratiği, yaşamı böyleydi.

1994 1 Mayıs'ında bizden ayrılarak Dersim merkeze giden müfrezenin komutan yardımcılığına atandı. Daha önceden de resmi olarak atanmasa da, çeşitli zamanlar komutan yardımcılığı yapmıştı. Şimdi resmen atanmıştı. Artık O, bir komutan adayıydı. Dersim merkez bölgesinde o bölgeyi iyi tanımasından dolayı, müfrezeyi birçok köye götürmüştü. Taraftarlarımızla, örgütlü ilişkilerimizle bağ kurmuştu. Mazgirt bölgesine ilk kez gidecek olan Zeki Öztürk müfrezesine öncü, ilişki bulmak için çaba göstermişti. Sonunda ilişki bulmuştu da. Çünkü Mustafa açılımın önemini biliyordu. Bu yüzden Zeki Öztürk müfrezesinin gitmesi için kafa yoruyor, uğraşıyordu. Sonunda yaratığı bir ilişkiyle Zeki Öztürk müfrezesini yolcu etmişti. Her ne kadar bulduğu kişi müfrezeyi belli bir yere kadar götürse de gerisi müfrezeye kalmıştı. Müfrezenin komutanı olan Ayhan (M. Ali Öztürk) iradi davranarak, "ilişkimiz yok, yol bilmiyoruz" demeden, Mazgirt'e kadar gitmişti. Görevini tamamladıktan sonra geri dönmüştü. Mustafa da buna çok seviniyordu. Mustafa'nın da bu faaliyete katkısı olmuştu.

Mustafa Dersim merkez bölgesinden yanımıza Haziran ayının başında geldi. Faaliyetleri olumlu geçmişti. Müfrezenin genelinde olumlu bir hava yaratılmıştı. Savaşçılar faaliyete katılmıştı ve pek kayda değer sorun çıkmamıştı. Müfrezenin komutanı olan Haydar (Nihat Kaya) ile uyumlu çalışmışlardı. İkisi birlikte kafa yormuş, yeni köylere gitmiş, ilişki yaratmış, Dersim merkezindeki örgütlü ilişkilerimizle bağlantı kurmuşlardı. Birliğimizin genelinde yaşanan sorunlar bu faaliyette azalmıştı. Kuşkusuz bunda hem Haydar'ın hem de Mustafa'nın gösterdiği emek ve çaba belirleyici olmuştu.

Haziran ayının başlarında bölgeye komutanımız Ekrem Abi (Kemal Askeri) gelmişti... Yeni komutanlardan bir de Mustafa olmuştu. Mustafa gerillaya katıldıktan sonra gösterdiği gelişim ve süreçten olumlu çıkmıştı. Bu gelişime açık olan yanları ve olumluluğu Ekrem Abinin gözünden de kaçmamıştı. Ona komutanlık vermişti.

Mustafa komutan olduktan sonra yine faaliyete Dersim Merkez bölgesine gitti. Ekrem abi de onlarla gitmişti. Mustafa, Ekrem abiyle sürekli konuşuyor, süreci kavramaya çalışıyordu. Gelişmeye hızla devam ediyordu. Komutan olmadan önce yaptığı gibi, yine çalışıyor, yine fedakarlık yapıyor, faaliyeti örgütlüyordu. Dersim merkez bölgesinde komutanlık düzeyinde çalışmalara aktif olarak katılıyordu. Ekrem abinin deneylerinden öğreniyor, öğrendikçe de kendini geliştiriyordu. Ekram abi de onun önünü açıyordu. Sık sık ikiye ayrılıyor, farklı köylere gidiyorduk,. Mustafa, gittiğimiz köylerde toplantılar örgütlüyor, halkın sorunlarıyla ilgileniyordu. 1994 Temmuz ayının sonundan Eylül ayının başına kadar Dersim merkez bölgesinde faaliyet yürüttük. Ancak 3 Eylül 1994'te Çemişgezek'in Ulukale Köyü yakınlarında Aydemir Şahin, Nurhan Azak, Orhan Atakan Korkut, Asuman Koç ve Hülya Ateş yoldaşlarımız şehit düşükten sonra Hozat bölgesine dönmüştük. Şehitlerimizin haberini aldıktan sonra Mustafa da hepimiz gibi düşmana karşı öfkesini kinini büyütüyordu. Savaşı şehitlerimizle büyütüyorduk.

Dersim merkez bölgesinden döndükten sonra Ekrem abi, Mustafa'yı küçük bir ekiple Erzincan merkez köyüne keşif için gönderildi. Gerillaya katılmadan önce kısa bir süre Erzincan'da sağlık memuru olarak çalışmıştı. Şimdi ise bir gerilla olarak Erzincan'a gidiyordu. Yeni bir bölgeye açılmanın heyecanı ve merakıyla bizden ayrılarak Ovacık bölgesine gitti. Yaklaşık bir ay sonra Hozat'ın Dürüt deresinde kaldığımız karargaha geri döndüler. Erzincan'ın bir-iki köyüne girmiş, ilişki kurmuşlardı. Ancak bu tarihte Dersim'de büyük bir operasyon başlamıştı. Mustafa ve arkadaşlar da operasyona yakalanmadan bize ulaşmışlardı. Düşman onbinlerce askerle Dersim'i kuşatıyordu. Operasyon gün geçtikçe büyüyordu. Ovacık'ta faaliyet yürüten İbrahim Yalçın Müfrezesi de karargaha dönmüştü. Sayımız bir hayli kalabalıktı. Kuşatma ise gittikçe daraltıyordu. Askerler Dersim dağlarında yayılıyor, ormanları, köyleri ateşe veriyordu. Mustafa, birliğimizdeki diğer komutanlar gibi, savaşçılarla ilgileniyor, yürümekte zorluk çeken savaşçılara yardımcı oluyordu. Öncü ekipte görev alıyordu. Dürüt deresinde çatışmaya girdikten sonra çekilerek Emirgan köyünün arazisine gitmiştik. Bu zorlu yürüyüşlerde, çatışmalarda, pusularda hep en öndeydi. Zorlu sürecin içinde aktif olarak görev alan komutanlarımızdandı. Çekilip konakladığımız yerlerde nöbetçileri ayarlardı; çerveyi kontrol eder, nöbetçilerin nerelere çıkacağını belirlerdi. Emirgan'da kuşatıldığımızda yine öne fırladı. Ekrem abinin talimatıyla Ali Çelik ve Tuncay Kahraman ile birlikte tepeyi almak için bizden ayrıldı. Vehbi, yanındaki savaşçıları göndermiş, düşmanı beklemiş ve çatışarak kahramanca şehit düşmüştü. Birliğin çekilmesine zaman kazandırmıştı.

İşte Mustafa da Vehbi'nin görevini devralmış, tepeye birliğin savunmasını almak için çıkmıştı. Hiçbir yaşam kaygısı duymadan ilk önce yoldaşlarını düşünmüştü. Talimatı alır almaz çoktan yola düşmüş, sarp yamaçtan tırmanmaya başlamıştı bile. Fedakarlık, atılganlık o an Mustafa'da somutlanıyordu. Emirgan'da kahramanlık, fedakarlık cesaret komutanlarımızın gösterdiği tavırlarda somutlanıyordu. Vehbi ve Yücel (Yalçın Çakmak) komutanlarımız çatışarak en önde şehit olmuşlardı.

Mustafa ve diğer arkadaşlar tepeye çıktıktan sonra orada pusuya düştüler ve şehit oldular.

Mustafa bir yıllık gerilla yaşamına birçok şeyi sığdırmıştı. Dolu dolu yaşamıştı. Koşullara, zorluklara teslim olmamış, iradesini kullanmıştı. Biz onu her hatırladığımızda su gibi arı, temiz, saf oluşunu, mütevazı, çalışkan, sessiz, yaptıklarıyla övünmeyen, yoldaşlarına karşı sorumlu oluşuyla, bir savaşçı, bir komutan, kendini hızla geliştirmesiyle ve bir dava adamı olmakla anarız. Yaşamı hafızamızdan ve bilincimizden çıkmıyor. Onu bir savaşçı, bir komutan olarak örnek alıyoruz. Onları unutmayacak, kavgamızda yaşatacağız.

 

(Yukarıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi'ndeki DHKP-C'li tutsaklar tarafından yayınlanan Başak Dergisi'nden alınmıştır.)

 

***

 

Murat Er'in Şiirlerinden...

 

Kaygısız bakıyordu gözleri, geleceği gören

kaygısız bakıyorlardı, orak çekiçli bayrak dalgalanırken gökyüzünde.

Kuşatılmışken İstanbul şehri,

kuşatılmışken üsleri

tereddütsüz sarıldılar silahlarına

Yürekleri, beyinleri kuşatılamadı

Onlar tereddütsüz daldılar kavgaya

ve tereddütsüz meydan okudular ölüme

 

*

YAŞAMAK

            Bu şiir Yürekleri Kuşatılmayanlaradır.

 

Yaşamak başı dik, yüzü ak

Yaşamak kızgın soluklarda, haykırmak

Yaşamak bayrak bayrak rüzgarlarda savrulmak Yaşamak;

Saboca yaşamak

Ve yine Saboca Ölüme meydan okumaktır yaşamak

(Nisan 1992)

 

*

MİRAS

Ne saraylar

Ne hanlar

Ne de küpler dolusu altın

Sana bebeğim,

Onuru bırakıyorum

(1993)

 

*

Rıza Güneşer'e...

 

Karıştı düşmanlarımıza

Dost bildiklerimiz

Artık su arı

Artık saflar net

Haydi! Haydi!

Daha hızlı

Ve daha sağlam

Yürümenin vakti geldi

(Ağustos 93)

 

*

ANAYA

 

Bir gün ana bir gün

duyarsın ansızın

vurulduğumu ya da

asılacak olduğumu

tükenir nefesin susarsın

bir ağıt yakarsın peşim sıra

ama inanıyorum canım anam

ben sevdamı anlarsın

bitti..

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor: "Ne demek yapamıyorum?"

 

"Ne demek yapamıyorum?" Yoldaşımızla özgünleşen ve sık kullandığı bir tepkiydi. Ve hiç tahammül edemediği şey, bir gerillanın, bir işi "yapamıyorum" demesiydi. Zira biliyordu ki, isteyerek, severek yapılan bir işin üstesinden gelememenin imkânı yoktu. Kendisi için böylesi bir sorun yoktu. İşini ciddiye almasında ve yoğunlaşmasında büyük-küçük, önemli-önemsiz iş diye bir ayrımı yapmadan bütün duyarlılığıyla verilen işin en iyisini çıkarmaya çalışırdı. Başarırdı da. Ondaki bu istek ve azim, yaratıcılığını da geliştirmişti.

Yaşam içerisinde düşünce ve davranış biçimiyle ta başından itibaren, komutanlığa aday bir pratiğe sahipti. Ve ilk oluşturulan özel müfrezede görevlendirilerek komutanlık eğitimine tabi tutulmaya başlandı. Zekiydi, söyleneni ve okuduğunu çabuk kavrama ve bunu aktarma yeteneği gelişmişti.

Özellikle köy çalışmalarındaki propaganda faaliyetleriyle bilinçlendirme çalışmalarında etkiliydi.

Komutanlarımızın Mustafa için söylediği bir söz vardı: "tam bir Devrimci Sol'cu." Evet, o, bu perspektifi almasının yanında çeşitli konulardaki koyduğu tavır ve tespitleriyle Devrimci Sol'u çok iyi ifade ediyordu. Devrimci Sol'cu gibi düşünüp yaşamayı-yaşatmayı kendisinde kural edinmişti. Onun yaşam anlayışı, sürekli değişiklik yaratma üzerineydi. Aynı şeylerle, aynı şekilde yapılan iş ya da uğraşlardan bir an önce sıyrılmanın çabası içerisindeydi. Bunu yaparken de nesnel durumun hiç bir zorluğuna pes demezdi.

Bizleri eleştirirken "Eleştiriyorum seni yoldaş" diye başlayan bir üslubu vardı ve bu yaklaşımın altında aslında yoğun bir kafa yorma vardı. Yaşamdaki hiç bir eksikliği kendi başına bırakmaz, programımızın komün işine, güvenliğe kadar bütün işlerde disiplin anlayışımız gereği işlerin düzenlenmesine gösterdiği titizlik kendisine olan güveni ve güvenimizi beraberinde getiriyordu.

Düzene karşı duyduğu kin ve nefret onda, özellikle memur kesiminde tanıdığı olup da ulaşamadığı çalışanlara açılmakta ifadesini bulduğu da oluyordu. Kendisinin de eskiden memur olmasından dolayı, bölgedeki memurluk yapan insanlara ulaşmaya, onlarla ilişkilerini bu temelde sürdürmeye gayret etti.

Yoksul bir ailesi olmasına rağmen, düzen içerisinde kalarak kendisini kurtarmayı değil, bütün bir emeği sömürüden kurtararak, topyekun kurtuluş için umut olmayı yeğlerdi. Ve girdiği çatışmada umudu yücelterek ölümsüzleşti...