Muharrem
Karademir'i Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Hüseyin Çukurluöz'ün Muharrem için yazdığı şiir:
10.
ekiplerimizdendi
Sonuncu
değil
değil sonuncumuz
“Sonuna,
sonsuza, sonuncumuza kadar”dan
108.ncimiz oldu
Ah
bahtı açık
karam benim
Çelik
zırhları delen
sabrımızda tutkumuz
ilkimiz oldun
selâm sana
canımızın içi
coşkun atan yüreğimiz
sevdalı bakışlı
yeni doğan güneşimiz
“KARA
MUHARREM”İMİZ
Hüseyin
Çukurluöz
***
Bu bir feda sağanağı
Merhaba,
Bu 'merhaba' dolu dolu ve ateşli, ve sıcak, ve karanlığı
yakan bir merhaba! Bu bir Muharrem merhabası...
Bu yıl bahar güzel geldi
değil mi. Doğal, zira azim ve zor geçen kara kışın ardından hayatın bahara
durması kaçınılmazdır. Kara kış ne kadar uzun ve soğuk olursa olsun, dahası
bahara müdahale edip dondurmak için ne yaparsa yapsın, baharın allı yeşilli
gelişini asla engelleyemez.
Muharrem ayıdır bu,
mevsim bahar. Ne çok bekledik baharı ve işte onu Muharrem getirdi...
İki gün üst üste
hastaneye götürülen can yoldaşımız, üçüncüde müdahale olacağını gördüğünden,
bunu engellemek için İbili ve Fidan gibi kendisini
feda etmiştir. Başımız sağolsun...
O an bütün hapishane tek
bir yürek olmuş
Muharrem diye çarpıyordu.
O akşam gümbür gümbürdü
buraları. Gökyüzü Muharrem'e bir elvedalık yağmuruyla eşlik etti. Akşam yağmur
yağdı ama Muharrem o damlalardan da hızlıydı. Telaş yok ama. Her
şey sakin ve yalınlık içinde. Bir yarış bu mengelelere
karşı. Önce davranan kazanacak. Lakin karşılarında Muharrem var, Halil Ateş'in
öğrencisi bir SDB'li. Yeri gelince kurşundan hızlı bulur
hedefini ve yağmurdan önce düşer toprağa...
Akşamın o saatinde güneş
batar, oysa bu kez yeniden doğuyordu. Önce bir müthiş
sessizlik. Ve sonra fedanın ateşi dolaştı her yanı. O muazzam bekleyiş
bir anda son buldu. Yağmur sonrasının toprak kokusuyla birlikte Muharrem'in adı
dalga dalga yayıldı. Aynı pazar
günü Gazi'de olduğu gibi. Bir uçtan bir uca yayıldı haber gece vakti.
Duyan duymayana haykırdı. Ve solcular, ve İslamcılar,
ve adliler Muharrem'e selam durdu. O an bütün hapishane tek bir yürek olmuş
Muharrem diye çarpıyordu. Sıkılı yumruklar duvarlar, öfkeli tekmeler kapılara
çarpıyordu. Sonra sustu herkes. Sessizliğin böylesi cüretkar
bir sesti aslında. Ve sonra, herkes aynı anda "Kavganın alevlidir rüzgarı"yla başlayan Bize Ölüm Yok'u söylemeye başladı...
Adalılar böyledir işte.
Hep daha hızlı koşarlar.
Her şey çok hızlı ve biz
koşuyoruz bu maratonda. Hayat arkamızda kalıyor, yetişemiyor bize. Ardımızda
kalan hayatın önünde, biz ulaşıyoruz hedefimize. Adalılar böyledir işte. Hep
daha hızlı koşarlar, Berdan gibi mesela. Koş
Muharrem, açtığın yollar bu halkın kurtuluş yoludur. Ve ardındayız, sonuna ve
sonuncumuza kadar...
Bize ve ailesine mektup
bırakmış, bir de Bakanlığa dilekçe. Ne yazıyordu dersen, yüreğine sor derim. Ve
eklerim Muharrem'in diliyle "Çok
muhteşem duygulardı yaşadığım gerçekten. o duyguları
sana kelimelerle ifade edemem." İbili'den
Fidan'a İbo'dan Eyüp'e hep aynı duygulardır yaşadığımız.
Güzel ve temiz duygular. Su katılmamış, saf ve berrak düşünceler. Bir o kadar
içten ve içlidir. Ne diyordu Mahir hatırlarsın; "...Biz buraya dönmeye
değil, ölmeye geldik..." Onun gibi, biz de bu destana vuslata ermek için
başladık. Ereceğiz! O eski türküdeki gibi yani; "Her ne yapsan varacağız
emelimize..." Varacağız elbette. Yağmurun toprağa düşmesi gibi
kaçınılmaz bu. Bu bir feda sağanağı, yağacağız bir bir.
Ve o toprakta boy verecek kurtuluşun kırmızı çiçekleri. Hayatın ve halkın
yüzünü güldüreceğiz...
Umudun yıldızıyla en önde
karanlığı parçalıyor...
Muharrem'in yüzünü gördüm
bugün TV'den. 22 Aralık 2002'den bu yana göremediğim arkadaşımın yüzünü TV'den
böyle gördüm. Birbirimizin yüzünü, son dört yıldır böyle görüyoruz. Aynı
tanıdık yüzüyle, mağrurca uzanmış bir bayrak denizinin üzerine. Umudun
yıldızıyla en önde ilerliyor karanlığı parçalayarak. Sonra Muharrem'in ardından
yürüyenlere baktım, hepsi Muharrem'di. Aynı mağrur ve umutlu,
ve onurlu yüz. Hiçbirinde gözyaşı yoktu ve olmamalıydı zaten. Ne de olsa "Yangınlara bakan gözler yaşarmaz...
Alnı yıldızlı baş secdeye varmaz. Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını..."
Demek, 107 ölüm gerçeğini
duyurmayacaklarmış. Duyurmamak için, bu gerçeği dile getirenleri coplarla, ucuz
komplolarla, gözaltı ve tutsaklıkla susturacaklar, öyle mi? Değil işte! Çünkü
107'nin ardı vardır ve Muharremler var oldukça gerçeği susturmaya feriştahının
gücü yetmez. Hadi Muharrem'in de kolunu kafasını kırsınlar, yerler de
sürüklesinler, gözaltına alıp tutuklasınlar. Hiçbir şey yapamazlar feda ruhunun haykırdığı gerçeğe. Muharrem onların
yenilgisidir ve halkın umudu... Gazi'den Cebeci'ye uzanan o kırmızı derya,
gerçeğin susturulamayacağının, en gür haykırışıdır. Yalan, gerçeğin ateşinde
erimiştir. Ve gerçek 107'yi duymazdan gelenlere 108. canıyla karşılık veriyor.
Bir satır yazmayanlar, verdiğimiz bir ömrün altında kalıyorlar, kalacaklar...
Ve şimdi Muharrem
konuşuyor; "... Hepinizi seviyorum. Sonuna kadar, Zafer'e
kadar. Bu yürek daima size, BİZ'e ait
olacak..."
Ey Muharrem yüzlü Kerbela evlatları, alın bu yüreği ve çarpın zalimin üstüne.
Alın bu yüreği ayna yapın sahte dostlara, haysiyetsiz hainlere. Bu yürek
çarpıp, çarpıştıkça en büyük gücümüzdür. Emperyalizm ve soytarıları, bu yürekle
boy ölçüşebilecek bir silah yaratamadı ve yaratamaz. Bizim kendi güzel, umudu
güzel, inancı güzel Muharremlerimiz var. Bu güç ve güzellikle hayatın ve halkı, ve dahi Zeynep anaların da yüzünü güldüreceğiz.
ÜMİT İLTER
Kandıra F Tipi
Hapishanesi
(Bu yazı 28
Mart 2004 tarihli Ekmek ve Adalet dergisinin 104. sayısında yayınlanmıştır.)