Muharrem Çetinkaya'yı

Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Elbistan Hapishanesi'nden Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Hoş geldin! Gün geceye kavuştuğunda geldin. Geceydi geldiğinde ama sen göğün mavisini kucaklayıp getirdin. Karanlıklar mavilendi. Bir top ışık geceyi nasıl şaşkına çevirirse, senin mavin de öyle şaşkına çevirdi geceyi. Parmak uçlarına bulaşmıştı mavi. Uzandım almak için, alamadım.

Öyle bir içimize düştün ki, hasretine yandık senin. Sen mavilenip geldin. Parmak uçlarındaki maviden gözlerine kaydı gözlerim. Yine "pis" bakıyordu düşmanlarına karşı! O günlerde kalmıştı gözlerin.

- Neden böyle bakıyor gözlerin?

- Ne yaparsın işte öyle...

Hasretine yandık ya öyle. "Gözlerin, sözlerin ömrümüzün balkıyan yanı"ydı. O hasretinle ellerimi uzattım dokunamadım. İçim acıdı. Buğulandı yüreğim. En çok yüreğine, gözlerine, parmak uçlarına dokunmak istedim; dokunamadım. Ellerim boşlukta kaldı. Toparlayamadım ellerimi, öksüz kaldı.

Yüreğini gösterdim, sen dağları gösterdin. Gözlerin dedim. Sen umut dedin. Ya parmak uçların? Onu da kendin bul dedin. Gülüşündeydi belki bunun cevabı. Gülüyordun.

...

Hava kar kokuyordu. Kar altındaydı bir yanımız. Geceden yola çıktık ve ışıklar geride kaldı. Köpüklenen rüzgar, meşe ağaçlarının dallarını karla örttü. Dallar yorgun düştü karın altında. Ağacın dalını tuttuğun gibi silkeledin. Dalından aşağı döküldü kar. Üşüdük. Tek sıcak kalan yüreğimizdi, dağ başlarında ona yaslandık.

O anda sabahın ilk ışıkları vurdu gözlerine. Gözlerinde günün ilk ışıkları oynaştı. Ellerinle kirli sakalını avuçladın. Ayazdan yüzün yanmıştı. Çiğ düştü saçlarına. Sen üşüdün. Karın ortasında küçük ateşin kenarındaki mavisi kararmış kara çaydanlıktaki su fokurdadı. Közün yanından bir tutam şeker atıp çubukla karıştırdın. Su hala fokurduyordu. Arkasından bir tutam da çay. Hazırdı. Bardağını çıkardın.

- İradi müdahale yapayım şuna.

- Yok yapma çiğ olur o çay.

- Merak etmeyin katran gibi olacak.

Gülüşün kapağını kaldırdığın çaydanlığın ağzından çıkan buğuya karıştı. Sıcaktı gülüşün. Parmağını mavi çaydanlıktaki karalığa bulaştırıp karın içine soktun. Çaydanlık daha da mavilendi. Mavi çaydanlıkta çay bitti. Katran gibiydi!

Buz gibi havayı her içimize çekişte baharı özledi ciğerlerimiz. Bahar çekti canımız.

- Mevsimlerden en çok baharı severim. Çocukların gülüşleri de bahar tadında. Ve en çok baharda gülerler. Dikkat ettiniz mi?

Dikkat ettik. Bahar tadındaydı çocukların gülüşleri. Senin gülüşün soluktu.

...

Sonbahardı. Yapraklar döküldü. Demir parmaklıklar ardında yıldız aradın bulamadın. Parmakların alnını okşadı. Cebinden katlanmış küçük bir kağıt parçası çıkardın sessizce, okumaya başladın.

- İkinci intifadayı selamladın! Dinle!

"Ah diyorsun sapanım olsa.

Oysa yok elinde

Ne kuş lastiği, ne taş, ne de sapan

Yine de arıyorsun

Sapanına sarılıyorsun.

Kirli ölüm mermileri bağıra, çağıra

Ölümün türküsünü söylüyor sana

Korkulur Ramiz'im,

Korkulur biricik evladım. Yiğit oğlum.

Bazen cesaret korkudan doğar.

Küçük dostum

Sen korkuyordun

Senin korkularından

Filistinli çocuk generaller

Ve ikinci intifada doğdu

-Ah Ramiz'im gözlerinde

Henüz tamamlanmamış bir yaşam damlıyor

bir mühlet.

..."

Yüreğin Filistin'de attı. Bir yarısını Filistin'e gönderdin. Bir yarısı burada sende kaldı. Aydınlık sesinde buluştu Filistinli çocuk generaller. Her kelime Filistinli Ramiz'e ulaştı.

Sonra bir süre sesin sustu. Sen sustun, gözlerin de sustu. Sustuğun yerde büyüdü acıların. Kendinle Filistinli Ramiz'i, Kandaharlı Ali'yi, Diyarbakırlı Zozan'ı konuştun.

...

Yine kıştı. Parçaladılar birbirimizden. Mevsimler sevinçle karşıladı birbirini, açlık bitecek diye. Bitmedi açlık devam etti mevsimler boyu.

"Kim yıldızlı geceyi sever

biz sabah esintilerini

Kimi yarin ela gözlerini sever

biz

kelepçesiz emekçi ellerini

Kimi

uzatmak için ecel yollarını

kısaltır sakallarını

biz/ kuşatmak için sevdamıza giden yollara uzattık sakallarımızı."

Uzamış sakalınla hücrenin penceresinden geceye aktın. Bir türkü tutturdun kendini bilen, sevdalara giden bir türkü. Parmaklarını uzattın bir yıldız kopardın göğün en derininden, alnına kondurdun. Gözlerin düşmana dikti bakışını, "pis" parladı!

- Ben bu hareketin kapısı önünde paspas olurum!

Dedin ve hareketin kapısında paspas olmakla ateşler içinde kahraman olmak, aynı şeydi senin için.. Mevsimler birbirine karıştı. Açlık uzadı. Sevdamıza geden yolları sakalınla kuşattın. Aç bedenin barikatlara dayandı.

Küçükarmutlu tutuştu. Sen yandın. Bedenini bir kibrit çöpüyle ateş topuna çevirdin. Tek gözlerindi geriye kalan. Düşmanına bakması gerektiği gibi, yoldaşına bakması gerektiği gibi bakıyordu" 

...

Gün geceye kavuştuğunda geldin. Göğün mavisi kucağındaydı. Gece maviye kesti. Yüreğinde dağlar, gözlerinde umudu, parmak uçlarında zaferi getirdin.

 

***

 

Ağabeyi Mazlum ÇETİNKAYA Anlatıyor:

 

(Aşağıdaki anlatım, Muharrem Çetinkaya'nın Boran Yayınevi tarafından yayınlanan Gülüşün Hücrelere Takılı Kaldı adlı şiir kitabının girişinde yayınlanmıştır.)

 

Muharrem ile abi kardeş ilişkisinden daha öte derin bir ortaklığımızın olması elime kalem alma cesareti verdi bana. Derin bir ilişkiydi. Çünkü, onun hapishanede yaşadığı zorlukları en ince ayrıntılarına kadar bilen biriydim. Derin bir ilişkiydi. Çünkü, ikimiz de bu ülkede hiç bir şeyin sadece sözlerle ve yasalarla değişmediğini gördük ve yaşadık. Ve ikimiz de maviye yasak bu ülkede deyim yerindeyse yine de kırmızı bir çocukluk yaşadık yoksullukların gölgesinde.

Muharrem’in çocukluğundan kısaca söz etmek istiyorum. Muharrem’in çocukluğu istasyon kıyısı bir köyde geçmişti. Bu köy gerçekten şirin bir yerdi o zamanlar. Çocukluğumuzun en güzel bahçesiydi Suçatı. O yıllarda evlerin üzeri çatısızdı. Toprak evler çocukluğumuzu ve çocukluk oyunlarımızı süslüyordu. Damdan dama atlıyorduk. Hele çocukluğumuzun sonbaharında kurumuş tarhanaların telaşla toplanması, evlerin damlarına pekmez serilmesi, cevizlerin taşlanması... İşte Suçatı o zamanlar böyleydi. Hapishane görüşleri sonrasında paylaştığımız Suçatı köyünü belki de en güzel Ziya ÜNSEL açıklamış diyebilirim. Yazar Ziya ÜNSEL, “Çılgın Doruklar” adlı gezi yazısında çocukluğumuzun mekanı Suçatı’ya ilişkin şöyle yazıyor; “Bir ara Malatya Adana demiryolu hemen yanımıza geldi. O da bizimle beraber gidiyordu. Suçatı’yı geçtik. Küçücük istasyonu öyle sessizdi öyle kimsesiz bir yer ki... İnsanın burada trenlerin duracağına, yolcuların inip-bineceğine hiç inanası gelmiyor. Ve cılız akasyalara acıyorsunuz...” Sevgili Muharrem’in çocukluğu böyle bir köyde boy verdi. ÜNSEL’in acıdığı bu cılız akasyaların gölgesinde demiryolu işçisi olan babamızı beklerdik. O zamanlar ne akasyalar cılızdı ne de bugünkü gibi istasyonlar kimsesizdi. Çünkü, babamızdı o cılız akasyaları sulayan ve sekiz kiloluk kazmasıyla babamızın yarattığı emek idi, İstasyonları kimsesiz bırakmayan.

Zamanla zorunlu ayrıklarımız oldu, çocukluğumuzun yaz güneşini ve kış masallarımızı süsleyen Suçatı’dan. Ve şimdi o cılız akasyaların gölgesinde babasını bekleyen bir çocuğun olmaması!.. Böyle bir çocukluk düşünü yitirmek, otururken sırtımızı boşluğa dayamak gibi bir şey olsa gerek...

Muharrem’in ortaokul ve liseli yılları ile beraber Suçatı terk edilmek zorunda kalınmış, yaş yirmilere merdiven dayamıştı. Muharrem Anadolu Öğretmen Lisesi’nde okuyordu. Birlikte bir kaç gözaltı olayı yaşamıştık. Ben, Burdur Eğitim Yüksek Okulunda okuyordum. Arada mektuplaşıyorduk. Muharrem’e yazdığım bir mektup okul idaresince okunmuş ve kardeşimin bolca dayak yemesine yol açmıştı. Kardeşimi falakaya yatıran bu “pek sevgili eğitimciler” iki kardeşin mektuplaşmasını adeta yasadışı bir örgütün dokümanlarını ele geçirmiş gibi algılamış ve okul müdürü başkanlığında kurulan dört kişilik “dayak komitesi” Muharrem’in üzerine çullanıp tekme tokat görevlerini yerine getirmişlerdi. Ve bu öğretmen(cik)ler hala öğretmenlik yapmaktalar. Türkiye’deki eğitim kalitesinin bu kadar yüksek ve ileri olmasını da bu polis öğretmenlere borçluyuz!

Bu kısa ve ibret verici yaşanmışlığın ardında Muharrem, devrimci siyasete daha yakından ilgili duymaya başladı. Sonraki yıllarda bir süre kırsalda bulunması ve ardından tutsaklığı 12 Kasım 2001’e kadar sürdü. 12 Kasım 2001’de Küçükarmutlu saldırısını protesto etmek için, Sincan F Tipi Hapishanesindeyken bedenini tutuşturarak, insanca bir yolda kendisini kahramanca feda etmiştir.

Kardeşimi saygıyla anıyorum.

Mazlum ÇETİNKAYA