Muharrem
ÖZDEMİR'i Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Bir Yoldaşı Anlatıyor: “Yaşamda bir kardelendin.”
Turhal Şeker Fabrikası'nda çalışan babasının
ölümünden sonra ailenin yükünü omuzlamış, yaşının üzerinde bir olgunluğa
sahipti. Üç kardeşinin en büyüğüydü.
Emeğin ve emekçilerin değerini bilen, bunu kendi
yaşamında da görmüş, tanımış, kişiliğinde emekçiliği somutlamış,
niçin devrimcilik yaptığını bilen, devrimci mücadele için yanıp tutuşan bir
yürek.
Toplumsal çelişkilere karşı duyarlı olmasının
verdiği birikim ile '90'lı yıllarda örgütlü mücadele ile tanışmış, öğrenim gördüğü
Tokat Ziraat Fakültesi'nde, Turhal, Tokat, Zile'de öğreten ve öğrenen olmuştur.
O düşmana hiç yenilmedi. '93 Sivas katliamının
lanetlendiği Turhal'daki gösteride en öndeydi. Azgınca saldıran resmi ve sivil
faşistlere aynı biçimde karşılık verdi. İşkencehaneler
sloganlarıyla inledi. Yaşadığı kısa tutsaklık öfkesini daha da biledi.
Akademik-demokratik mücadelede, halkın içinde, oportünizme karşı mücadelede yine öndeydi. '94 yılında bir
kez daha tutsak düştü. Kayseri Cezaevi'nde yattığı iki ay kararlılığını daha da
perçinledi. Tutsaklığı sona erdiğinde yine görevinin başına koştu. Düşman artık
hedef olarak Muharrem'i seçmişti. Muharrem ise savaşmak için yanıp tutuşuyordu.
'94 yılında özlediği silahlı birliklere katıldı.
Sessiz ve mütevazı kişiliği ile,
fedakarlığı ve paylaşımı ile örnek olan, öğretmen kararlılığına sahip, öğrenci
mütevazılığını gösterdi. Zorlu görevlerin insanıydı.
Halkına ve davasına bağlılığını bir kez daha
kanıtladı.
Sessiz ve mütevazı kişiliğinle öğrenci iken
katılmıştın mücadeleye. Sivas katliamında Tokat dağlarında yanan isyan ateşini
Turhal sokaklarına taşımıştınız. O zaman yanmıştı kavga ateşi. Gözün, kulağın
dağlardaydı artık. Bir gün sana savaşı kırlarda sürdüreceğin söylendiğinde hiç
düşünmeden çıktın yola. Biz nasıl kararlılığın ve inancınla dağları
kucakladığını biliyorsak, Turhal halkı da efendi kişiliğin ve ağır başlılığınla
tanıyor seni. Mahalledeki yaşlı insanlar bile o zamanlar şaşırıyorlardı, zeki,
dürüst ve efendi bir çocuktu, polis ne istiyor da gözaltına alıp tutukluyor
diye. Şimdi söylediklerini duyuyor gibiyiz, "Davasında haklıydı, inancı
uğruna şehit düştü." dediklerini. Sen halkına layık oldun Muharrem Yoldaş,
söz veriyoruz biz de sizlere layık olacak 7'lerin hesabını soracağız düşmandan.
Senin şehit düştüğünü duymak, yoldaşların kadar
seninle ilgilenen, seni tanıyan halkı ve devrimci demokrat herkesi şoka uğrattı.
Sen gittiğin günden bu yana tartışmalarda mücadele söz konusu olunca her zaman
gündeme gelirdin. Devrimciler senin mücadeledeki kararlılığını, mütevazı ve
alçakgönüllülüğünü birbirlerine örnek gösterirlerdi. Apolitik insanlar bile
senin şehit düştüğünü duyduklarında "Vay kahpeler Muharrem'e de kıydılar."
demekten kendilerini alamadılar.
Üniversite gençliği içerisindeki özverili
çalışmaların bugün meyvesini vermekte ve öğrencilerin bugün mezarının başında
bıraktığın bayrağı daima yukarılara çekmek için yemin ediyor. Yaşamda bir kardelendin.
Ölümün ise faşizme oligarşiye bir darbe vuracak. Düştüğün yeri, yattığın
toprakları savaşın sıcak ateşiyle sardın. Dün dağdaydın, bugünse şehirde
bizimle. Savaşacağız ant olsun savaşacağız ve yüzünü kara çıkartmayacağız.
Muharrem Özdemir'in Annesi:
"Muharrem, ‘insanlık her zaman önemlidir, herşey insanlar için’ derdi. Bilinçli kişilerle uğraşıyorlar,
'bilinçsiz zaten birşey yapmaz' diyorlar. Bilinçlenelim,
insanlığa önem verelim..."
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Muharremle görüşmemiz kısa bir süreci ifade ediyor.
Onunla görüşmelerimiz genelde gazete almak için büroya telefon ettiğinde ya da
büroya geldiğinde oluyordu.
Muharrem bulunduğu ortama çabuk uyum sağlayabilen,
sakin, ağırbaşlı bir yoldaşımızdı. O zamanı sürekli bir işten diğerine
koşturmakla geçerdi. Onu kimi zaman gazete dağıtırken, kimi zaman bir ilişkinin
sorunlarını dinlerken, kimi zaman da birilerine o sakin yapısıyla
söylediklerini ölçüp tartarak konuşurken görebilirdiniz.
Son görüşmemizde yine büroya uğramıştı ve onu ilk
bakışta tanıyamadım. Köyden gelen gazete okurlarından biri sanmıştım. Dikkatli
baktığımda ancak tanıyabilmiştim. Tam bir köylüydü, yüzü güneşten iyice
kavrulmuş, dudakları çatlamıştı. "Ne o yukarıya mı gittin" diye şaka
yaptım. Gözleri parlıyordu, önemli görevlere hazırlandığı yüzünden okunuyordu.
Ayrılırken bir daha görüşemeyiz herhalde demiştik birbirimize.
Sivas kırsalında Mete'lerle, Cömert'lerle şehit
düştüğünü öğrendiğimde şaşırmadım. Son görüşmemizdeki, dağlardan bahsettiğimde
yüzündeki coşkuyu ve gözlerindeki parıltıyı hatırladım. Zor günlerin ve zor
görevlerin insanıydı. Son nefesine kadar da öyle olduğuna inanıyorum. Seni
mücadelemizde yaşatacağız Muharrem yoldaş, boş kalmayacak Sivas-Tokat dağları,
binlerce Muharrem'le dolup taşacak.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
“Bize
Muharrem gibi insanlar gönderin”
Tokat, Turhal doğumlu, Türk, Alevi kökenli bir
ailenin üç çocuğunun en büyüğüydü. Babası Almus'un Geverek köyünden Turhal'a
yerleşmiş, burada şeker fabrikasında çalışmaya başlamıştı. Çocukluğundan beri
emeği, emekçileri yakından tanımıştı. Henüz çocuk yaşında babasını kaybetmiş
ailenin sorumluluğu onun omuzlarına binmişti.
Liseden sonra kısa bir süre Kayseri'de Yüksekokul'u
okudu. Buradan ayrılarak tekrar Tokat Ziraat Fakültesine kaydını yaptırdı.
Devrimci mücadele ile tanışması da bu döneme rastlar. Örgütlü mücadele etme
çabasını yoğunlaştırarak devrimci hareketin saflarına katılması hızlı oldu.
Tokat'ın tüm bölgelerini tanıması ve hemen insanlarla kurduğu doğal ve sıcak
ilişkiler onun farklı bir yeteneğiydi. Oturduğu mahallede insanların sürekli
akıl danıştığı, sorunlarını paylaştığı bir insandı. Öylesine ki mahalledeki
ihtiyar bir amca -ekonomik durumu iyiydi- Muharreme kendi çocuklarıymış gözüyle
bakardı. Muharrem de onları hiç ihmal etmez ayrı tutmazdı.
Turhal'da Sivas katliamını protesto eyleminde sivil
ve resmi faşistlerle çatışarak gözaltına alındı. Düşmanı gözaltına aldığına
pişman etti, işkenceden girdiği gibi çıktı. Kısa tutukluluk döneminden sonra
adımlarını daha da hızlandırdı, ileri görevler almaya başladı. Tokat Demokratik
alan örgütlenmesinin yaratılmasında en öndeydi. Gün geldi Halkevi için kurucu
aradı buldu, gün geldi gerilla için yün çorap buldu. Tokat Halkevi ve Zile
Halkevi onun emeğinin sonucudur.
O kavgada büyük iş, küçük iş ayrımı yapmadı. '94
yılında tutuklanarak Kayseri cezaevinde 2 ay yattı. Buradaki yaşamı yine
örnekti. Tutsaklık dönemi kararlılığını perçinledi. Tutsaklığı sona erdiğinde
coşkusu, kararlılığı, inancı daha da bilenmiş bir Muharrem vardı karşımızda.
Yine dava adamı, yine görev adamı yanımızdaydı. Korkunun ve yılgınlığın
insanlarda boyvermemesi için daha fazla koşturması
daha fazla enerji harcaması gerekiyordu. Artık yaşamında devrimcilikten,
hareketten başka bir şey yoktu. Annesi ve kardeşlerini hep hazırlardı, onları
da kavgaya katmak için bıkmadan, usanmadan çabalardı. Muharrem'deki coşku artık
kabına sığmaz oldu, dağlara şehirlere erişmek istedi, silah elde vuruşmak
istedi. '94 yılının sonbaharında Karadeniz Recai Dinçel
Kır SPB'ne savaşçı olarak katıldı. Muharrem burada da
ileriye fırlayacaktı. Komutanına Muharrem'in nasıl olduğunu sorulduğunda
"gönderirseniz bize Muharrem gibi insanlar gönderin, örgüt terbiyesi
almış, inançlı, davasına bağlı" demişti. Muharrem bizi hiç yanıltmadı.
Sessiz ve mütevazı kişiliği ile kararlı bir insan, fedakar
ve paylaşımı ile örnek bir devrimciydi. O halkına ve davasına bağlılık
konusunda bize örnek oldu. Annesinin de kavgaya bir şeyler sunabileceğini
bilerek onu da devrimci anası yapmanın kavgasında ısrarcı olmuştu. Nafiye ana da onunla gurur duydu.
Tokat'ın devrimci-demokrat çevresi Muharrem'i
yakından tanır, onun geriye bıraktıklarını biliyorlar. Tokat'ın devrimci
mücadele tarihine adını kazıdı. Şehit düştüğü yoldaşlarıyla birlikte hiç silinmemecesine
halkın bilincine kazındı. O Ruhi Su türküleriyle coşar, yoksul halkımızın
dertleriyle kinlenir "kavga gerek" ile de dinginleşirdi. O hep örgüt
oldu, örgütlü oldu. Hiç yakınmadı, geri durmadı. Ölümü de böyle karşıladı.
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Muharrem ÖZDEMİR gibi olmak
Sessiz sakin mütevazı bir kişilik baktığında göze
çarpan özellikleridir. Sohbetlerde, tartışmalarda durgun gibi gözükür.
Konuşmalarımızda, tartışmalarımızda bizi ifade etmeyen, hareketimizin düşüncelerine
denk düşmeyen bir konuşma veya davranış biçimi karşısında hemen müdahale ederek
bu konuda böyle davranıp şöyle ifade etmek gerekmez mi diyerek müdahale eder.
Çünkü Muharrem, okuduğu yayınlarımızdan, faaliyetlerimizden hareketimizi doğru
kavramış, yaşamda aynen pratiğe yansımasını isterdi. Çünkü o, alınan her
kararın, verilen her güvenin yerine getirilmesini bir talimat olarak düşünür,
yerine getirirdi. Sivas Madımak Katliamından hemen sonra bölgede, bu katliam
karşısında sessiz kalamayacağımızı ifade ederek ısrarla protesto eylemlerini
gerçekleştirmemiz gerektiğini vurgulamıştı. Bu konuda bölgede örgütlenmemiz
yeni olmasına rağmen, varolan gücümüzle, dost güçleri
de harekete geçirerek eyleme geçmeliyiz demişti.
Ve bir araya gelindi. Yapılacak eylemin biçimi,
dosta ve düşmana vereceği mesajlar tartışılıyordu. Sonunda eylemin kararı
alındı. Kitlesel bir katılım sağlanarak, Turhal'ın Tavşanlık mahallesinde başlatılmış
yoğun bir çalışmayla mahallelerden ve şehre yakın köylerin de katılımıyla,
Yavşan'dan şehir merkezine doğru yürünecek, düşman müdahale ettiğinde
çatışılacaktı. Bu çalışmamızı duyan reformist çevre inançsızlık, yılgınlık ve
korkaklığın teorisini yapmaktan başka bir işe yaramayan tipler, provokasyon teorileriyle tanıdıkları insanlara eylem günü
sokağa çıkmamalarını, Devrimci Solcu'lar halkı polise kırdıracaklar vb.
anti-propagandalar yaparak halkı korkutmuşlardı. Bu duruma Muharrem çok kızmıştı.
Tavşanlık onun da oturduğu bir mahalleydi. Ve mahallesine güveniyor, binleri
sokağa dökeceğimizi biliyordu. Tekrar bir araya geldik ve durumu
değerlendirdik. Muharrem yoldaş bu değerlendirmemizde yapacağımız eylemle
ilgili, reformistlere de eylemimiz bir tokat olmalı, insanların diri diri yakılarak katledildiği bir ülkede sessizliği tercih
eden, tepki gösterenlerin de karşısına çıkanların bırak demokratlığından, insanlığından
şüphe etmeli diyordu.
Bizim dışımızda TDP ve TKEP-L'den
bir grup arkadaşın da katılacağı bir korsan gösteri yapma kararı aldık. Eylemin
yeri ve biçimi tartışılıp karara bağlandı. Eylem şehir merkezinde ana cadde
üzerinde yapılacaktı. Karar gereği şeker fabrikası önünden başlayıp, belediye
önündeki Atatürk heykeline kadar yürünecekti. Eylem 15-20 kişilik bir grupla
yapılacaktı. Yol trafiğe kapatılacak, polis saldırısı karşısında kimse eylem
yerini terk etmeyecek, polisle çatışılacak ve tutuklanma durumunda, direniş
başladığı yerden cezaevine kadar devam ettirilecek ve cezaevinde de direniş
sürdürülecek, dışarıda bıraktığımız insanlar ise gözaltı ve cezaevi sürecinde
halkın duyarlılığı ve sahiplenmesini örgütleyecekti.
Eylemde yolu yakarak trafiği kapatma görevi
Muharrem'e verilmişti. Eylem başlatıldı ve caddede sloganlarla yürüyüşe
geçildi. Elli metre kadar yürüdükten sonra arkaya baktığımda Muharrem yolu
yakarak kapatmış ve arkamızdan koşarak geliyordu. Şehri ortadan ikiye ayıran
geniş caddede sağlı sollu yüksek binalar vardı. Kaldırımlarda hınca hınç insan
dolmuş ve attığımız sloganlar dışında çevrede tek bir ses bile duyulmuyordu.
İnsanlar adeta donup kalmışlar, bütün dikkatleriyle bize kilitlenmişlerdi. İşyerlerinden
çıkarak bizi seyrediyor ve kaldırım boyunca bizimle birlikte yürüyorlardı.
Sloganların yankısı dalga dalga sessizliği
parçalıyordu. Pir Sultanlar geliyor, Pir Sultanlar ölür ölür
çoğalır, Sivas'ın Hesabını Soracağız, sloganları dökülüyor dillerden. En önde siyah
bir pankart ve alınlarımızda kırmızı bantlar var. Müdahale etmeye çalışan bir
trafik otosu anında kovalanıyor. Ve polis otoları gözüküyor arkada, hızla yoğunlaşıyorlar.
Eski pazaryeri balıkçıların oraya kadar yaklaşık beş yüz metre kadar yürüdük.
Ve sonunda düşman önden ve arkadan polis otolarıyla önümüzü keserek kudurmuş
köpekler gibi ellerinde sopalarla sivil faşistlerle birlikte saldırdılar.
Sloganlarımız çınlatıyor şehri. Muharrem yoldaş, Ali
Duran yoldaşıyla bir şahan gibi Sivas Dağlarında
düşmanla çatışmanın provasını yapıyor adeta. Çatışma bir saate yakın sürüyor.
"Araçlara binmiyoruz arkadaşlar!" Mümkün mü
Muharrem'i arabaya bindirmek. Rezil oluyor düşman. Yüze yakın polisle,
zorbela sokuyorlar altı yoldaşıyla birlikte arabaya. Düşman arabaya bindirdiğinde
de pişman oluyor. Devam ediyor direniş. "Katillerden Hesap Sorduk Soracağız",
"Yaşasın Devrimci Sol", "Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş" sloganlarımız
titretiyor düşmanı. Patlatıyor kulak zarlarını. Ustalaşıyor Muharrem, öğrenip,
öğretiyor. Artıyor kini, büyütüyor düşmana öfkeyi, düşüyor dağların sevdası
yüreğine. Karakolun önüne getirildiğinde düşman bağırıyor; "inin aşağı".
"İnmiyoruz yoldaşlar!"
Tutuyorlar Muharrem yoldaşın ayaklarından aşağı
indirmek için. Elleri kenetleniyor koltuk demirlerine, onlarcası çekiyor ama
sökemiyorlar ellerini tutunduğu yerden. Var güçleriyle saldırıyorlar.
Ayaklarına kırarcasına vuruyorlar ama bırakmıyor elleri tutunduğu yeri. Çünkü
"inmiyoruz yoldaşlar" denmişti. Ve atılıyoruz Muharrem yoldaşın
üzerine hep birlikte, yoksa kıracak düşman bacaklarını. Düşmana zindan ediliyor
bulunduğumuz her mekân. Ve öğretiyor yoldaşlarına kavgayı, kavganın içerisinde
öğretiyor Muharrem, haykırıyor sloganlarımızı:"Yaşasın Kır Gerilla
Birliklerimiz", "Yaşasın Devrimci Sol", "Yaşasın Halkın
Adaleti". Ve saatlerce direniyoruz. Muharrem diğer iki
yoldaşıyla birlikte. Birbirimize kelepçelenerek hücreye atılıyoruz ve
hücrede yükseliyor sloganlarımız, marşlarımız. Saatlerce kimse gelmiyor hücre
kapısına. Ve hava kararıyor. Dışarıdan bir kaç el silah sesi geliyor. Birden
karakolun ışıklarını söndürüyorlar, düşman panikliyor. Dışarıdan sesler
geliyor: Kırmızı bir arabaydı, arabadan attılar, arabadan attılar. Ve düşmana
korku salıyor sloganlarımız, korkuyu büyütüyor. Dışarıdan aileler yemek
gönderiyorlar. Polis hücreye yanaşamıyor, yemeği getiren lokantanın garsonu
giriyor içeri. Size yemek gönderdi aileleriniz diyor lokantacı. Muharrem hemen
atılıyor "geri götür yemekleri, söyle onlara bir daha göndermesinler,
açlık grevindeyiz." Saat ilerliyor, kelepçeler sonuna kadar
sıkıştırıldığından kollarımız şişiyor. Kelepçeler kollarımızda kaybolur duruma
geliyor, dalga geçiyor, alay ediyoruz düşmanla. Ama yine gelemiyorlar
hücremize. Tokat merkezden terörle mücadeleden polisler içeri giriyor. Bizi
alanlardan biri de yanlarında. Muharrem atılıyor "Açın ulan şu kelepçeyi,
şerefsizler. Ve bize bir şeyler
söylemeye çalışan polisin suratına yapışıyor tükürükler.
Tokat'tan gelen işkenceciler bizleri tanıyorlar. Ve
yanındakileri dışarı çıkararak papazlığa soyunuyor. Ve başlıyor yalvarmaya.
Yapmayın, etmeyin çocuklar, burası ufak bir şehir, gibi söylemleri karşısında
hiç taviz verilmiyor. Kelepçeleri çıkarıyor kollarımızdan.
Ve gecenin ilerleyen saatlerinde diğer
yoldaşlarımıza işkence yapıyorlar. Sesleri hücremizden duyuluyor "İşkenceci
Katillerden Hesap Sorduk Soracağız" sloganlarımız yükseliyor. Tutuklanarak
Turhal cezaevine götürülüyoruz. Eylemlerimiz orada da devam ediyor.
Yüreğindeki tutuşan sevda, düşmandan hesap sorma
isteği ve adalet özlemi onu Ali Duran yoldaşıyla Sivas-Tokat dağlarında dolaşan
Şahanlara katıyor. Sen ölmedin Şahanım,
Tokat-Sivas ve tüm Karadeniz dağlarında süzülüyorsun.
Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi’nden Bir yoldaşı
19 Ocak 1998