Muharrem KARATAŞ’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor  

Devrimin en güçlü halkasI sehitlerimizdir

Simdi Bu Halkaya MUHARREM DE EKLENDİ

Muharrem savaşma karan verirken hayatında yeni bir evrenin başladığını biliyordu.

Bütün Cepheliler gibi o da bu saflara gelmeden önce Cephenin yarattığı geleneklerden ve değerlerimizden etkilenmişti...

Muharrem’i etkileyen de 96 Ölüm Oruçu direnişi olmuş...

“Devrimcilik nedir” sorularına 96 Ölüm Orucu direnişine bakarak cevaplar vermiş... “Ölüm, kendini feda etme, ölümü göze alarak bir eyleme girme, adım adım, hücre hücre ölüme gitmek” gibi sözcükler o zamandan düşüncelerinin bir yerlerine girmiş.

Ardından bölgesindeki gerillaya yardım etmekten tutsaklık gelmiş.

Kısa süreli tutsaklığı Muharrem’in Cepheyi tanımasını sağlamış.

Nasıl devrimciler olduğumuzu daha yakından görmüş ve ben de böyle olmalıyım düşüncesinin filizlenmesini sağlamıştır.

Muharrem de insan sevgisi güçlüdür.

Temiz ve saf yanları ile kendi gibi olan Cephelileri sevmiş ve onları devrimciliğine saygı duymuş.

Denilebilir ki: Muharrem’i devrimci gelişimi, bizi tanıdıkça güçlenmiş, bizi öğrendikçe büyümüştür...

Kısa süreli tutsaklık bittikten sonra yurtdışına çıkmış... Yurt dışı onun için yeni bir alan, yeni ilişkiler, yeni görevler ve sorumluluklar demekti.

Yurt dışında kaldığı sürece küçük iş, büyük iş ayrımı yapmadan devrime hizmet eden her işte çalıştı.

Mütevazi yanının göstergesiydi bunlar.

Ne işi, ne insanları küçümserdi. Onlaıı sever ve sayardı. Köyünden çıkmış saf, temiz bir delikanlıydı o... Zaman ilerledikçe, hayat bilgisi arttıkça, temiz ve saf yanları ile devrimciliğini büyütmeye başladı. Tercihlerini netleştirmeye çalıştı. Neden ve niçin sorularını daha sık sormaya, düşünürken, konuşurken kendini de koyarak konuşmaya başlamasını öğrendi...

Bir eksikliği, bir hatası ile yüz yüze geldiği zaman yüzü kıpkırmızı olurdu. Kendine kızardı. Bir daha yapmamak için tüm iradesini ortaya koyardı.

Devrimciler pratikten öğreniyordu... Muharrem için ağırlıklı olarak böyle oldu. Hayattan öğrenmesi, kitaplardan öğrenmesinin hep bir adım önündeydi. Hayattan ilk dersini, Erdal Dalgıç’tan aldı. Onun feda ruhu ile şehitliği Muharrem’i şimşek gibi çarptı.

Erdal’ı tanıyordu... Aslında tanıdığını sanıyordu. Ona göre Erdal, şehitliği ile sonuçlanacak bir pratiğin içinde olamazdı. Ona göre Erdal daha ‘sırdan’dı... Ona göre savaşçılık daha ‘seçkinler’in işiydi. Erdal onun kafasındaki seçkin kavramının içini doldurmuyordu... Hayat işte böyle öğretiyor... Muharrem’e de öğretti. Önemli olanın tercih olduğunu Erdal’dan öğrendi.

Tercihi yaptın mı diğerlerinin arkadan geldiğini düşünmeye ve iç hesaplaşmasını bunun üzerinden yapmaya başladı...

Hesaplaşmak tercih yapmak kolay değildi... “Ölme ve öldürme üzerine karar vermek nedir, nasıl olur” diye sorduğu sorulara gün gün saat saat cevaplar verdi. Doğru sorular sordukça ve doğru cevaplar verdikçe her gün bir önceki günden bir adım daha öne geçiyordu.

Bir şeyler köşeli hale geliyordu. Savaşcı olmak istiyorum cümlelerini ilk o zamanlar kurmaya başladı.

Bunu can yoldaşı eşi ile birlikte yapmak istiyordu, ama olmadı.

Hayat can yoldaşını en güçlü olduğuna inandığı bir anda ondan almıştı...

Artık tek kişiydi ama iki kişilik savaşmalıyım demeye başladı.

Duygusallıklarından, suçluluk duygusundan adım adım sıyrıldı.

Duygularımızı devrime yöneltmelisin sözümüze sadık kalarak yoluna devam etti.

Duygularını ve düşüncelerini feda ruhunu büyüterek her geçen gün güçlendirdi.

O resmindeki gibi silahına bakarken gülen, düşmanlarına bakarken yüzü ciddileşen yumrukları sıkılı bir komutan oldu.

 

(Yukarıdaki mektuplar, Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 20 Ekim 2013 tarihli 387. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor   

 

"Ben örgütüm" Diyerek Sıradaki Yerini Aldı

 

Muharrem vatanını çok sevdi.

Vatan sevgisi; onun için köyüydü, toprağıydı, anne- si-babasıydı, onların Muharrem’e öğrettikleri değerlerdi, halkımızdı, yoldaşlarıydı ve Parti-Cephe’ydi...

Halkımızla, kolay ilişki kurardı... Gözlerinin içi gülerek "dayı, kusura bakma" diye başlayan sohbetleriyle ilişki kurmayı bildi. Halktı, halkını severdi... Kahvelerindeki sohbeti, ineğini güden amcayı, sokakta kanter içinde oynayan çocuğu, sokaktaki ayrıntıları gözledi; sevdi... Onlar gibi oldu. Zaten onlardı... Ama onları sevmek, sevdiği için gözlemlemek, ihtiyaç duyduğunda onlar gibi görünmek illegal yaşamda ona nice kolaylıklar sağladı...

Halkını sevdi Muharrem.

Vatan ini sevdi... Vatan onun için biraz da toprağımızdı.

Çorum’du... Kendi memleketini, halkını, mücadelesini, Çorumlu şehitlerimizi... Hepsini çok seviyordu. Çorum’da mücadeleye ilişkin tek bir adım, tek bir eylemlilik bile Muharrem için özel bir anlam taşıyordu. Tek bir haberi bile heyecanla takip ediyordu. Haber fotoğraflarını saklar, tekrar tekrar bakar; insanların gelişimleri üzerine tahminlerde bulunur; haberleri satır satır okurdu.

Herhangi bir sıla özlemi ya da sevinç değildi bu... Kendi memleketinde mücadelenin gelişeceğine hep çok inandı...

Geleceğe duyduğu inanç; devrimci mücadelenin ülkenin her yerini nasıl saracağına dair duyduğu koşulsuz güvendi.

Geleceğe ilişkin hayalleriydi bunlar... Ki her Cepheli’nin olduğu gibi hayalleri boş ve soyut değildi. Hayallerini ve rüyalarını ideolojik güven toprağında büyüttü. Emek vererek, kanını, canını katarak, çalışarak hayali gerçeğe dönüştürmeye çabaladı.

Bıkmadı, yorulmadı... Hep çabaladı...

Rüyalarına kadar yer aldı bunlar... Gözlerini aça aça anlattığı “aksiyon dolu" rüyaları; neredeyse karşısındakilerin dinlerken yorulduğu, onun yorulmadan koşturup durduğu rüyaları... Hepsi onun yoğunlaşmış emeğinin sonucuydu...

Yine Çorumlu Erdal Dalgıç’ın şehitliği de Mu harrem’in yaşamında önemli bir dönem oldu.

Savaşçı olmaya karar vermek...

Kararının peşinden son nefesine kadar gitmek...

Her şehidimiz bir okuldur deriz.

Muharrem de "Erdal’ın savaşçılığı ve şehitliği" okulunda kendi yapabileceklerini gördü...

Faşizm onu sürgün yaşamaya zorunlu bıraktı... Ama o sürgünü, özgürlüğe dönüştürdü.

Özgürlüğün savaşmak olduğu gerçeğine iliklerine kadar inandı. Ki inanmak ve güvenmek Muharrem’i tanımlayan en temel iki özellikti.

Muharremin temiz ve dolaysız düşünen bir beyni vardı. Ve dolaysız, hesapsız kitapsız bilgiyi aldı; öğrenmeyi bildi. Bilginin önüne kibir, yorumculuk, subjektivizm... gibi küçük burjuva hastalıklarla set örmedi...

Hızla ideojik güveni büyüttü.

Bilgi güvene, güven fedaya dönüştü...

Her Cepheli savaşçı değerlerimizin somut ifadesidir. Her savaşçımızın şahsında ve pratiğinde; moral değerlerimiz somutlanır.

Binlerce yıllık halkımızın deneylerinden; onlarca yıllık Cephe tarihinin deneyleri ve ölçülerinden süzülüp bugünlere gelen değerlerimizle ideolojik gücümüzü kuşanırız...

O değerlerle savaşır, o değerlerle ölürüz...

Vatanını sevmek, nerede olursan ol önce "ben" değil önce "biz" olmak; "biz" olmayı doğal bir düşünce ve yaşam tarzı haline getirmek; vefa duymak; zalime kin, halkına sevgi duymak...

Muharrem bu değerleri halk sağduyusuyla öğrendi; devrimci saflara geldi...

Cephe saflarında bunları büyüttü; geliştirdi; bilimsel temellere oturttu...

İdeolojimiz, tarihimiz, şehitlerimizle bütünleştikçe büyüdü...    ' '

"Biz" le donanmış beynini, berrak bakışlarında gördük...

Bu berraklığın bozulduğu anlar da oldu.

Kendisiyle ya da yoldaşlarıyla olan savaşta burjuva ideolojisiyle "uzlaştığı"nı her farkettiğinde gözleri buğulandı.

Her ideolojik zayıflık ya da yenilgide düşmana duyduğu öfkeyle doldu gözleri...

Duyguluydu... Duygularla karar almak ayrıydı, duygulu olmak ayrı... Duygular kararlara ve düşünce tarzına yön veremezdi.

O savaşçıydı.

Kendisiyle savaştı, yeri geldi duygularıyla savaştı; sevgisine sınıfsallık katmayı, deyim yerindeyse bazen "kötü adam" olmayı öğrendi...

Savaşmaktan hiç vazgeçmedi.

Vazgeçmediği için de kazandı.

Uzlaşırken, uzlaşmamayı öğrendi; çatışa çatışa kavga etmeyi benimsedi, her çatışmada biraz daha militanlaşan bir komutan oldu...

İstek duyan herkes gelişebilir, herkes her işi öğrenebilir... Herkes savaşabilir...

Muharrem’in gelişmesinin anahtarı ise sahiplenmesiydi.

Sahiplendiği için onun şu ya da bu kusuru var demedi... Kusuru da kendisinin bildi, yanlışı da...

Bana olanak yaratın demedi, olanaksızlığı da kendisinin bildi... Yaratın demedi, düzeltin demedi... Yapmaya, yaratmaya, düzeltmeye... ya da ne gerekiyorsa onu yapmaya çalıştı... Devrimcilik eğri olanı düzeltmek, yok olanı var yapmaksa; o bunu görev bildi.

"Ben örgütüm" diyerek sıradaki yerini aldı...

"Her şeyi kendi ellerimle, kendi beynimle yapacağım" diyen savaşçı tipinin örneğidir o...

Katiller, sorulacak hesabın korkusuyla yaşayacaklar... Çünkü Muharrem gibi "her tür bedeli göze almış" savaşçılarımız var. Onlar savaş alanına kalplerinin üzerinde taşıdıkları bayrakları, parmaklarına yaktıkları kına ile giderler...  Bu büyük bir güçtür ki, bu gücü hiçbir halk düşmanı durduramaz... Modern silahları, teknik aygıtları, yüzlerce binlerce kişilik orduları kar etmez.

Masanın üzerine roketleri, tabancaları, mermileri... dizerek basına gösterdiler. "Yakaladık" diyerek kendi korkularını bastırmaya çalıştılar...

Ama, asıl silahı; Muharrem gibi halk kurtuluş savaşçılarının beyinlerini ele geçirmeleri mümkün değil… O korkulu rüya hiç bitmeyecek...

 

(Yukarıdaki mektuplar, Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 20 Ekim 2013 tarihli 387. sayısında yayınlanmıştır.)

 

Geri