Maksut
Polat'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
HEP
GERİLLA OLMAK İSTİYORDU. GERİLLA OLARAK ŞEHİT DÜŞTÜ
Sorumlu yoldaşı yüzünde
tebessümle;
-Gel, gel şöyle otur.
Sana öyle bir haber vereceğim ki çok sevineceksin, dedi.
Sabırsızlanan Mesut,
-Kıra mı gideceğim? diye heyecanla sordu.
-Kampa gidiyorsun kampa.
Hazırlıklarını yapmaya başla. Kısa sürede alırlar.
Mesut'un gözlerinin içi
parlıyordu. Gazi'nin sokaklarında dolaşıyor, bir yandan da “sakin olmalıyım, belli etmemeliyim yoksa anlarlar” diye
düşünüyordu. Bütün Gazi'yi, sık sık eylem yaptıkları
köşe durağını, molotofla aydınlattıkları köprüyü,
ikinci nalburu, daha birçok yeri dolaştı. Yoksul konduları
izledi. Bir lokma ekmeklerini kendileriyle paylaşan aileleri anımsadı. Çok
sevdiği baraja doğru yavaş adımlarla ilerledi. Bir süre tepesinde oturup etrafı
seyretti. Barajın yeri bir başkaydı hepsi için. Nice önemli görüşmeyi orada
yapmışlardı. Yerinden kalktı, çok sevdiği bir aileyi ziyarete gitti. Mesut'u
gören çocuklar hemen boynuna atladılar. Biri hemen sordu:
-Abi
silah getirdin mi? Hani silah getirecektin? Mesut çocuklara sevgiyle
-Siz molotof
yapmayı aklınızda tuttunuz mu? Önce anlatın bakalım dedi. Hızlı hızlı anlattı çocuklardan biri.
-Hadi abi
bak, ezberledim.
-Bir de slogan at
bakayım.
Çocuklardan biri küçük
elini yumruk yapıp, sloganın temposuna göre indirip kaldırarak attı sloganı:
-Mahir, Hüseyin, Ulaş,
Kurtuluşa Kadar Savaş.
Mesut gülümseyerek çocuğu
kucağına aldı, sevdi. Ali Rıza Karagöz, İbrahim Yalçın, Yüksel Güneysel, Veysel
Beysüren, Murat Gül, Ali Özbakır,
Tuncay Geyik, Ali Haydar Çakmak ve Mesut; O gece hep birlikte tekrar baraja
gittiler. Bu Mesut'un baraja son gidişi olacaktı. Zulalarından
teyplerini ve kilimlerini çıkarttılar. Teybe boş bir kaset taktılar. Hepsi
Mesut'tan bir türkü söylemesini istedi. Mesut söylemeyi çok sevdiği için hemen
başlardı. O gece de başladı Kürtçe ağıdını söylemeye.
“Ero
vusenemıı daye dayeee
Vusen
vano talıbemı talıbemııı”
Sohbet koyulaştıkça söz
düşmana gelip dayandı. Düşmandan söz açılınca Mesut'un bakışları farklılaşırdı.
-Rambo'yu
mu? Onu .....şöyle cezalandıracağız. Uzak değil, dedi
Mesut.
Hepsi de gerilla olmak
istiyordu. Kırları, Munzur'u konuştular.
-Doruğunda, tam doruğunda
benim için Cemo'yu söyle, dedi içlerindeki yaşlıca
bir halk ilişkisi. Sonra devrimi konuştular, devrim sonrasını... Konuştukları
düş değildi.
O düşleri nasıl
gerçekleştireceklerini biliyorlardı.
Mesut bir emekçiydi. İlk
göze çarpan elleri olurdu. Tornacı olarak çalıştığı için elleri nasır
bağlamıştı. Mesut'tan bahsedince ilk akla gelen onun emekçi, coşkulu, inançlı,
her işe koşan özellikleri olurdu. Her dönem çevik, atak, cesur yanlarıyla öne çıkardı.
Okuduğu dönemde tatillerde dahi hep çalışmıştı.
Ailesine, çevresine karşı sorumluluk duygusu gelişkindi. Düzenli bir yaşamı
vardı ama bu işten eve evden işe, hiçbir şeye karışmayan bir yaşam da değildi.
Zulmü de, yoksulluğu da yaşayan Mesut için savaşçı olmak uzak değildi. Bu
yüzden yoldaşı Ali Haydar, Tuncay gibi ille de kır diyordu. Savaşın en zor yerinde,
ortasında olmak istiyordu.
Kampta olmak onun için bambaşka bir duyguydu.
Şehirden gidenlerin içinde ilk başlarda güçlükçekenler
oluyordu. Ama Maksut koşullara uyum sağlamakta zorluk çekmemişti.
Kampta Kürdistan Birliği'nin öncüsüydü. Bir gün kamp
dışında bulunan arazide birlik olarak bir hafta eğitime tabi tutuldular. Bu bir
hafta boyunca kırdaymış gibi yaşayacaklardı. Yiyecekleri, her şeyleri ona göre
ayarlanmıştı. Hiç beklemedikleri anda pusu atılıyor, gerçek mermilerle
ayaklarının altına ateş ediliyor, deneniyorlardı. Bu ciddi bir sınavdı ve onlar
birlik olarak bu sınavı başarıyla yerine getirmişlerdi. Maksut'un öncülüğü,
toparlayıcılığı, ataklığı burada da kendini göstermişti. Birlik olarak
disiplinleri, kolektif yaşamları ve coşkularıyla öne çıkıyorlardı.
Bazen şenlikler düzenlerlerdi. Maksut halayların
başına geçer herkesi coştururdu. Özellikle böyle günlerde yoldaşlarına un
helvası yapmayı çok seviyordu. Kimse şehirden geldiğine inanamıyordu. Hep daha
öncesinden köyde ya da kırda yaşamış izlenimi uyandırıyordu herkeste.
Kampta kaldığı süre içinde bir an önce ülkeye
gelmek, dağlarda savaşmak için yanıp tutuştu. Ülkeye gidecekleri söylendiğinde
yerinde duramaz olmuştu. Keyfine diyecek yoktu artık.
Ülkeye döndükten çok kısa süre sonra yapılan bir
operasyonla gözaltına alındılar.
Ne yaşadığı işkenceler, ne tutsaklık Maksut'un
inancından, coşkusundan bir şey götürmemiş, aksine daha da güçlenmişti. Bir
süre Ankara ve Bayrampaşa hapishanelerinde yattıktan sonra dışarı çıktı. Bir an
önce kıra gitmek için her gün hareketi zorluyordu.
Beklediği an gelmişti. Yine o çok sevdiği yoldaşıyla
birlikteydi. Tutsaklığı da birlikte yaşamışlardı. Gazi'nin iki yiğit evladı
şimdi dağlara şahan olmaya gidiyorlardı. Gitmeden
Tuncay'ın kızı Olcay'a doya doya sarıldılar.
Komutanları Şerafettin ve can yoldaşları Tuncay'ın silahlarını devralmaya
gidiyorlardı. Bundan daha onurlu ne olabilirdi ki. Maksut geride kalan bir
yoldaşına dönerek:
“Olcay'a
iyi bakın. O bize Tuncay'ın yadigarı, ihmal etmeyin. Gazi artık size emanet. Eksiğiyle, iyisiyle buraya kadar
getirdik. Faşistler buraya asla girememeli, düşmanın buraya adım atmaya korkacağı
günler uzak değil”
demişti.
O çok sevdiği kırlardaydı işte. Gerilla olmak bir
tutkuydu Maksut için. Beyni, yüreği, her şeyiyle gerillaya kilitlenmişti. Her
sohbetinde “iktidarı gerilla ordusuyla
alacağız” derdi.
Oysa ne çok düşlemişti kleşi takacağı, karademiri
elleriyle kavrayacağı bu günü. Hayıflanmadı. Olanak bulmak, gerilla çıkartmak
için çaba sarf etti. O bir Devrimci Sol'cuydu ve zorluklara teslim olmadı.
“Bir devrimci asla zorluklar karşısında pes
etmemeli. Sorun varsa, olumsuzluklar varsa karamsarlığa düşeceğimiz yerde,
dışımızda göreceğimiz yerde biz çözeceğiz. Sorunlar da bizim ve hep olacak”
diyordu. O koşullarda kırda tek başına hareketi temsil etti. Köylere gidiyor,
ilişki çıkartıyordu. Kaldığı her aile adeta çocukları gibi görüyordu Maksut'u.
Çünkü halkla ilişkileri örnekti Maksut'un. Sıcak, saygılı, nerede nasıl
davranacağını biliyor, halka güven veriyor, bu ilişkileri kalıcı örgütlü
ilişkilere dönüştürüyordu.
Maksut'a Toroslar'a
gideceği söylendiğinde mutluydu. Aklına Mustafa Sefer gelmişti. Onu tanıyordu
Maksut. Şimdi yoldaşlarının bıraktığı yerden gerillayı yeniden oluşturacaktı...
Akdeniz'deydi işte.
Takip aldığını farkettiğinde
arabadan indi. İndikten hemen sonra düşman onu kalleşçe katletti. Yere
düştüğünde yumruğu sıkılıydı. Aklında Toroslar,
Tarık, Mustafa ve yarım kalan işleri vardı. İşini yarım bırakarak gitmek en
ağırıydı o an.
Kurban bayramının ilk günüydü. Adana'da, Gazi'de,
Malatya'da Maksut'un anılarının dolaştığı emekçi mahalleler yastaydı o gün. “Bayram
günü kan olur mu? İnanmam” dedi bir ana. Ağlayan başka bir ana “olur, olur bu
alçaklar bayram mı dinler” diye cevapladı onu. Gazi'de herkes öfke doluydu. “Komutan
Maksut'u vurmuşlar” sözü dolaştı Gazi sokaklarında.
Gazi yanıyordu. Yollar bu kez de komutan Maksut için
aydınlatıldı. Daha 15'inde bir yoldaşı o koca yüreğiyle hızla fırlattı molotofu. “Bu Maksut için. Bu İbo
için”...
Cenaze hazırlıkları yapıldı. Cenaze Maksut'a yakışır
olmalıydı. Onlar cenazeyi beklerken, polis cenazeyi kaçırarak şehitlikten çok
uzakta aşağılara bir yere gömdü. Öfkeleri daha da arttı yoldaşlarının. Ne
olursa olsun gelenek yaşatılmalı, cenaze töreni binlerle yapılmalıydı. Bir saat
sonra binlerle Maksut'un başucundaydılar. Çelenkler, karanfiller, pankartlar,
uğruna şehit düştüğü bayrağı, anaları, yoldaşları tüm sevdikleri düşmana inat
O'nu uğurlamaya gelmişlerdi.
Sözler verildi Maksut'a: “Kanın yerde kalmayacak.
Daha ne gerillalar çıkacak Gazi'nin bağrından. Toroslar'da,
Kürdistan'da, ülkenin tüm dağlarında gerilla güçlenecek. Gözün arkada kalmasın.”
Maksut'a o gün verilen sözler şimdi yoldaşları ve
partisi tarafından yerine getiriliyor. Tüm dağlarımızda gerillalar ve halk
kurtuluş savaşımız büyüyor.
(Bu anlatım,
Halk İçin Kurtuluş dergisinin 23
Mayıs 1998 tarihli,
82. Sayısında yayınlanmıştır.)