Makbule
SÜRMELİ'yi Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Yaşamak,
yüzlerce voltlar altında
tank sesleri, top sesleri altında
sevdiklerine
kırmızı karanfiller uzatmayı
ve onların sevincini
düşlemektir.
Onu bir meslektaşı, aynı zamanda yoldaşı
anlatıyor:
Türkiye Hemşireler Derneği'nde (THD) çalıştığım
dönemlerdi. Bir ara Kütahya'da bize sempati duyan demokrat bir hemşirenin
olduğu haberi gelmişti. Bunun üzerine T.H.D adına bu hemşireyle ben
mektuplaşmaya başladım. İlk mektuplarda tanışma faslından sonra yavaş yavaş derneğin işlevlerinden bahsetmeye başlamıştım.
Giderek karşılıklı mektuplaşmalarımız politikleşiyordu. Yazdığı cevaplar her
zaman çok sıcak, yazdıklarıma cevap niteliğindeydi. Her türlü sorununu
mektubunda açar, çalıştığı yerdeki insanların tek tek
özelliklerini anlatıp, neler yapabileceğini, onları nasıl değiştirebileceğini öğrenmeye
çalışırdı. Ve mutlaka her mektubunda altına şu tarihte yazacağım diye not düşer
ve gerçekten belirttiği tarihte kesinlikle mektubu gelirdi.
Makbule İstanbul'a geldikten sonra T.H.D'ye gelip-gitmeye başlamıştı. Bir süre sonra mektuplaştığı
arkadaşın ben olduğumu tesadüfen yazımdan çıkarmış "Ben bu yazıyı bir
yerden tanıyorum, demek sendin, oyuna geldim" diyerek işi espriye döktü.
Vatan Hastanesinde çalıştığı dönemlerde tek odalı
lojmanlarda kalıyordu. Diğer odalarda ise lümpen, yoz
hemşireler vardı. Bu dönemde benimle birlikte bir arkadaşın daha kalacak
yerimizin olmadığını biliyordu. Lojmanlarda birini barındırmak yasak olduğu
halde bizi 15 gün kadar odasında barındırdı. Diğer odalardaki hemşireler ise
bizim ilişkilerimizi kıskanıyor ve çekemiyorlardı. Sonunda başhemşireye ihbar
ettiler. Bir sabah nöbetten çıkmış lojmana gelmişti. Tam o sırada başhemşire
gelip fırça atmaya başlamıştı. "Burada
nasıl iki kişinin kalmasına izin verirsin, seni polise ihbar edeceğim"
diye bağırıp çağırıyordu. Makbule ise gayet sakin bir şekilde cevap veriyordu. "Senden korkum yok, çağırırsan çağır"
diyerek kadını kovmuştu.
Ancak bizim halen kalacak yerimiz yoktu. Birden
Makbule'nin aklına bir şey geldi. Özellikle çalıştığı yerlerdeki personelle,
fakir insanlarla arası çok iyiydi. Böylesi eski bir tanıdığını hatırladı. Hemen
arayıp buldu. Ve bizi oraya götürdü. Hatta bir süre sonra da başka bir yer
yaratarak orada kalmamızı sağladı. Kısacası, kendisine emanet edilen bizleri
gereken insana teslim edene kadar rahatlamamıştı. Teslim ettikten sonra
hareketten kendisine, o zaman zorluklar çıkartan başhemşireyi cezalandırması
için izin istemişti.
***
Bir başka meslektaşı ve yoldaşı
anlatıyor:
Ankara'da hemşirelik okulunun 1. yılındaydık.
Makbule ta o zamanlarda politik içerikli şiirler yazardı. Okuldaki gerici
öğretmenler bu yüzden bir soruşturma açtılar. Ve Makbule okuldan 1 yıl
uzaklaştırma cezası aldı. Babası almaya geldiğinde bütün okul olarak çok
üzülmüştük. Çünkü Makbule gerçekten çok sevilen, paylaşımcı bir insandı. 1 yıl
sonra okula döndü. Onun gibi biz de sevinmiştik. Ancak 4 yıl sonra mezun
olmuştuk. Makbule bir alt sınıfta olduğu için okulda kalmıştı. Benim tayinim
İstanbul'a, 1 yıl sonra O'nun tayini ise Kütahya'ya çıkmıştı. '89 1 Mayıs'ında
bir hemşirenin tutuklandığını duymuş, hemen araştırmıştım. Ve tutuklanan
hemşirenin Makbule olduğunu duyunca çok sevinmiştim. Kavganın içinde demekti
bu, sevincim bundandı.
***
Onunla ev yaşamını paylaşan bir yoldaşı
anlatıyor:
Ben Makbule'yi ilk gördüğüm anı anlatmak istiyorum.
Karşılaştığımız ev yerleşik bir bölge ve komşuluk ilişkilerinin sıkı olduğu bir
semtti. Makbule'nin üzerinde sarı, uzun bir etek vardı ve başı bağlıydı.
Bahçeyi temizlemekle meşguldü. Onunla daha sonra karşılaştığımız gün
konuştuğumuzda "Evi ve seni gördüğüm
an aklımdan acaba bir aile yanına mı yerleştiriliyorum?" diye
düşünmüştüm, demiştim. O da "bölgeyle nasıl bütünleştiğimizi,
kurumsallaşmanın ne kadar sağlam olduğunu göstermez mi bu?" demişti.
Gerçekte de Makbule usta bir kurumsallaştırıcıydı. Çevreyle olan sıcak
ilişkileri, inandırma kabiliyeti, eve güvenle girip çıkmamızı ve kalmamızı sağlıyordu.
Bana kurumsallaştırmanın nasıl olması gerektiğini ilk anlatan Makbule'dir.
Gündüzleri sokağa çıktığı için ancak benimle gece yattıktan sonra konuşma imkanı buluyordu. Uzun uzun
yaşadığı olaylarla somutlaştırarak gece geç saatlere kadar sohbet ederdik
birlikte.
Makbule çok duygusal bir insandı. Şehitlerimizden
söz ederken dudağı seğirir, yüzü değişir, sesi ağlamaklı bir hal alırdı. 17
Nisandan sonra şehit düşen ve tanıdığı Satı ve Hamiyet için şiir yazmıştı.
"Onlar yerleri doldurulamayacak kadar güzel ve değerli insanlardı, onlara
layık olabilmek için daha fazla kendimizi verip, çalışmalıyız" derdi.
Arkadaşları tarafından verilmiş her şeyin çok büyük önemi vardı onun için. bir arkadaş ona bir ceviz ve beşikte sallanan kırmızı
elbiseli bir bebek vermişti. Onlara ilişkin şakalar yaptığımda, çok kızardı.
Bana birgün bebek resimleri basılı kartpostallar hediye
etmişti. Çocukları çok severdi. "Bir çocuğumun olmasını ve onu kendi
istediğim gibi yetiştirmeyi çok isterdim." dedi.
Çok paylaşımcı biriydi. İlginç sözler, espriler,
hediye olabilecek şeyler bulur, ya arkadaşlar aracılığı ile bizle iletir ya da
randevu ister bizle görüşürdü. Bir keresinde benimle olan bir randevusuna evde
yoğurt mayalayıp getirmişti. "Koyun sütünden yaptım, koyunumuz var her
akşam erkek arkadaş tutuyor ben sağıyorum." demişti. Ben de "siz
herhalde çiftlikte kalıyorsunuz" diyerek takılmıştım.
Makbule bir sağlıkçıydı. Birçok arkadaşımızın
yarasını o sarmıştır. Bir gün yaralı bir arkadaşı tedavi etmesi için Makbule'yi
telefonla çağırmaları gerekir. Arayan arkadaş "Tüm aletleri al, gel,
işimiz var" der. Makbule'nin aklından ilk geçen silahlar, bombalar olur.
"Hangilerini" der. Arkadaş o zaman uygun bir dille sağlık malzemelerini
kastettiğini anlatır. Pratikte uzmanlaşmış bir operatördür. Her buluşmamızda
sağlık bilgilerini bizlere de aktarmaya çalışırdı."
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor;
“sakin
görünüşünün altında gümbürdeyen bir yürek”
Makbule ile cezaevinden çıktığında, '89 sonbaharında
tanışmıştım. Kütahya'dan 1 Mayıs'a katılmak için geldiğini ve tutuklandığını
duymuştum ve merak ediyordum.
THD'nin kültür komisyonunda
çalışmaya başladı. İşlerini zamanında yapar ve aksatmazdı. Ama bunun dışında
varlığı, yokluğu belli olmazdı. Hiç kimse görünüşünden onun devrimci olduğunu
düşünmezdi. Dikkat çekmeyen bir kişiliğe sahipti. Sabırlı ve ağırbaşlıydı.
İşlerini aceleye getirmez, başaracağına olan inancıyla, sanatçı titizliğiyle
çalışırdı. Öğrenmeye de çok istekliydi. Yakaladığı fırsatları, kesinlikle
kaçırmak istemezdi.
İnsanlara karşı sevgi doluydu. İnsanların ezilmesi,
horlanması, aşağılanması ona acı verirdi. Soğukta ayakları çıplak bir dilenci
çocukla karşılaşmıştık, gözleri sulanmıştı. "İnsanlar
daha iyisine layıkken neden böyle yaşamak zorunda bırakılıyorlar, daha çok çalışmamız
gerek" demişti. Makbule duygulu, hassas bir arkadaşımızdı. Çoğu kez
duygu ve düşüncelerini şiirle dile getirirdi. Sanatçı özelliğini de geliştirmeye
çalışırdı.
Hareket onun için temizliğin, adaletin, onurun
temsilcisiydi. İsteği Hareket'in sıra neferi olabilmekti. Bunun hayalini
kurduğu zaman yüzüne tatlı bir tebessüm yayılırdı. Makbule sakin görünüşünün
altında gümbürdeyen bir yürek taşıdığını mücadelesiyle kanıtladı. O'nu
unutmayacağız!..
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Sabah kapı çalındı. Geldiklerini sokağın
ortasındayken gördük. Gelenin kim olduğu hakkında fikrimiz yok. Sadece tedavi
için geldiğini sandık.
İçeri girdi, hemen paltosunu çıkardı. Ve
"merhaba" deyip bize sarıldı. Hastamızı sordu, hemen yanına götürdük.
Tedaviye başladı ve bizi de yanına çağırdı, "İzleyip
öğrenmeye çalışın." Artık kısa süreli de olsa onun öğrencileriydik. Arkadaşımıza
"iğneden korkar mısın?" diye sordu. Hepimiz gülmeye başladık. Ciddi olarak
sorduğunu söyledi ve başından geçen bir olayı anlattı.
Nihayet ilk tedavi bitti. Bizim yaptığımız ilk
yanlış müdahale hemşiremizi epey uğraştırdı. Aynı zamanda da yoldaşımıza acı
verdi.
Üzerindeki kıyafet girer girmez dikkatimizi
çekmişti. Kendisinin de rahatsız olduğu belliydi. Ve uygun giysiler istedi.
Sonra da niye böyle giydiğini anlattı. Yolculukta bulunacağı ortam gereği biraz
düzgün giyimli olması gerekiyormuş. Giysi almayı zar zor yetiştirip hemen
yolculuğa çıkmış. Oysa buna gerek yokmuş. Ortamda en düzgün giyimli insanın
kendisi olduğunu ve bu yüzden gene dikkat çektiğini anlattı.
Bizimle yoldaşımız zehirlenme riskini atlatıncaya
kadar kalacaktı. Gerekli iğneler yapıldı. Yine de bir olasılık var. Ve bu süre
doluncaya kadar hiç belli olmaz diyordu. İlk gece yoldaşımızın başında
sandalyede oturarak bekledi. Dinlenmesini, yatmasını istediğimiz halde söz
dinletemedik.