Mahir
ÇAYAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
SAVAŞAN, SAVAŞTIRAN BİR ÖNDER: MAHİR
ÇAYAN
"Devrimcinin
görevi, devrim için çarpışmaktır, hem de tüm olanakları ile. Büyük ustaların
sık sık belirttikleri gibi 'devrim için savaşmayana
sosyalist denmez.' bu nedenle devrimci kendini devrime hazırlamalı
yeteneklerini geliştirmeli, uzmanlaşmalıdır; bu da teorik ve pratik çalışma
içinde eğitilmekle olur."
(Bütün Yazılar, Mahir Çayan, Devrimci Sol Yayınları sayfa: 11)
Yukarıdaki satırların olduğu ilk yazılarının birinde
Mahir Çayan devrimcilerin görevini açık bir biçimde tanımlar. Devrimci olmanın,
sosyalist olmanın kriterinin savaşmaktan geçtiğini, devrim
için savaşmanın zorunlu olduğunu ifade eder. Başlangıçta bir militan olarak
devrimciliğe böylesine sıkı sıkıya sarılan Mahir Çayan tüm yaşamı boyunca da
devrim için savaşmış, savaştırmış, kurmaylık yapmıştır. O bir önderdir. Yol
göstermiş, savaşın en önünde olmuştur.
Lafazanlığın, kaçışın, çürümenin ve devrim
kavgasından bihaber olmanın egemen olduğu solun "devrimcilik anlayışı"nı ve onun ideolojik temellerini yerle bir
etmiştir.
1965'li yıllarda gençlik, işçi, köylü hareketinin
gelişmeye başladığı dönemde giderek yeni yeni gençlik
örgütlenmeleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Yine nispi demokratik ortamın etkisiyle
solun olanakları genişlemiş, Marksizm-Leninizm'in tartışılması da somut
soruların sorulmasını beraberinde getirmiştir.
Marksizm-Leninizm dönek ve yılgın bir avuç eski
tüfeğin tekelinden çıkmıştır artık. Yaşları genç, coşkulu, ülke ve halk sevgisi
ile dolu gençlik kavgada ustalaşacak ve kavganın genç önderlerini de
yaratacaktır.
Bir yandan elli yıllık revizyonist
gelenekle ve onun temellendirdiği solculuk anlayışı ile hesaplaşılırken
diğer yandan öğrenerek-öğreterek ilerleyecekti bu genç önderler.
İşte Mahir Çayan da bu süreci yaşamış ve giderek
sürecin en önünde yeralmıştır. 8 Kasım 1965 günü SBF
Fikir Kulüpleri ikinci başkanı olduğunda 19 yaşındadır. Ve daha o dönemden
başlayarak TİP çizgisine karşı sesini yükseltmeye başlamıştır. TİP çizgisinin
devrimden, devrimcilikten ve halka güven vermeyen içi boş devrimciliğine karşı
proleter devrimciliği alternatif olarak koymuş bunun gereklerini pratikte de
yerine getirmiştir.
O dönem mücadele önünde engel olan TİP revizyonizmi
ile hesaplaşmak zorunlu idi. Metropollerden ve Anadolu'nun bir
çok yerinde örgütlülüğü bulunan TİP işçilerden köylülerden ve gençlikten
sosyalizm adına destek istiyordu. Sosyalizmi savunduğunu söylüyordu ama bunun gereklerini
yerine getirecek hiçbir şey yapmıyordu.
Dünyada durum neydi? Nasıl bir ülkede yaşıyorduk?
Nasıl bir devrim ve nasıl bir devrim stratejisi olmalıydı? Kısaca Türkiye
devriminin yolu nasıl çizilmeliydi? Ne yapılmalıydı?
Tüm bu soruların yanıtını Mahir Çayanlar mücadele
içinde verecek ve Türkiye devriminin yolunu çizecek pratikte de bunu
göstereceklerdi. Elbette devrimci mücadelenin izleyeceği seyir, görevler ve
iktidarın yolu kitaplarda da yazmıyordu. Nasıl bir devrim sorusunun cevabı da
hazır reçetelerle verilemezdi.
Türkiye devrimi Sovyet, Çin ya da Vietnam devrimi
taklit edilerek yapılamazdı. Sovyet, Çin, Vietnam, Küba devrimlerinin taklit
edildiği sol ya da sağ yorumlandığı o koşullarda Mahir Çayan her devrimci
süreci yerli yerine oturtmasını bilmiştir.
Her devrimci süreç her ülke devrimi kuşkusuz devrimcilere
bir zenginlik katacaktır. Her devrimin alınacak yanlarının olduğu da bir
gerçektir. Ancak Türkiye devrimi şablonculukla Sovyet ya da Çin Komünist
Partilerinin ideolojik merkez görerek ilerleyemez, gelişemezdi.
Mahir Çayan Anadolu topaklarına sık sıkıya basmayı
başarmıştı. O, halklarımızı tanıyordu. Sosyo ekonomik
yapıyı tahlil etmiş, nasıl bir devrim sorusuna ülkeyi tanımlayarak tüm
özelliklerini göz önünde bulundurarak yanıt vermiştir. Çıkış noktası halka ve
kendi özgücüne güven ilkesini temel almaktı. Devrimimiz ancak böyle zafere
ulaşabilirdi.
Mahir Çayan tüm değerlendirmelerinde ülkenin
çelişkilerini yakalayabilmiş ve yaratıcı bir tarzda ülke gerçeğini ortaya
koymuştu. Yaptığı tüm değerlendirmelerde bunu görmek mümkündür. Bir bakıma O,
"Marksizm-Leninizm'i Anadolulaştırmıştır."
Tam bir keşmekeşin sürdüğü o ortamda Mahir Çayan'ın
yaptığı değerlendirmeler sürecin önünü açmıştır. Onun önderlik gerçeğini burada
bir kez daha görürüz. Halka yaklaşımlarıyla, ülkeyi somut tahlil edişiyle
taklitçilikten uzak anlayışıyla ve öncülüğüyle özdeş olan sosyalizm iddiasıyla
elbette onun önerliği açıktır.
Şablonculuktan, soyut ve boş tartışmalardan, entellektüel çıkışlardan uzak durmuş halkla içiçe olmuş devrimin tüm sorunlarını tartışarak sonuçlar
çıkarmış ve mücadelede yol almıştır.
Taklit eden değil yaratan, politika üreten bir
önderliktir O'nunkisi.
"Oportünizmin panzehiri ideolojik
mücadeledir." diyordu Mahir Çayan. Tip'in Ereğli ve Zonguldak'taki yaygın
örgütlülüğü yanı sıra Sadun Aren
oportünizminin de kalesi olan Zonguldak TİP teşkilatında tartışmalar yapılıyor,
revizyonizm mahkum ediliyordu.
Mahir Çayan yollara düşmüş, Anadolu'yu karış karış gezmişti. İşçilerle, köylülerle,
gençlikle ülke sorunlarını tartışarak halka emperyalizmi, bağımsızlığı. devrimi
ve oportünizmi anlatır.
9 Haziran 1969'da Ereğli TİP'te
böyle bir tartıma yürütülür.
"Tabi hemen müdehale
ettik. Ereğli'den bir kaç devrimci arkadaşla birlikte Sadun
Aren'in konuşmasına. Milli Demokratik Devrim'in
proletaryanın öncülüğünde diğer devrimci sınıf ve tabakalarla birlikte başarıya
ulaştırılabilecek bir devrim olduğunu, demokratik devrimin Marksizm'in zorlu
bir aşaması olduğunu..." diyerek konuşmasını sürdürüyor Mahir Çayan. Tabii
Mahir Çayan ve yoldaşlarının orada bulunmasından oportünistler
hoşlanmazlar.
"Odaya
girdiğimizde hayretlerini gizleyemeyerek ve burada ne aradığımızı sorarak bu
karşılaşmadan müthiş sıkılmış görünen (emperyalizme hizmetinden dolayı FKF'den atılmasını önerenlerden olduğumuz için) Aren'i bu köşeye sıkışmış durumdan Senato'daki
sosyalizmin(!) sesi olan bayan Fatma Hikmet İşmen kurtardı. Teorik sorunlar üzerinde konuşmaktan
hoşlanmadığı halinden açıkça belli olan, tartışmalara yalnız bir kere karışarak.."
(Bütün Yazılar/Mahir Çayan, Devrimci sol Yayınları sayfa: 24)
Devrimin sorunlarını demagojilerle
geçiştiren keskin çıkışlarla pasifizmlerini gizleyen
bu yeminli silahlı mücadele düşmanları Mahir Çayan ile yüzyüze
geldiğinde proleter devrimcileri gördükçe köşeye sıkışırlar. Maskelerini
indiren bu tartışmalar sonucu revizyonistler makum olur.
Proleter devrimcilerin halka karşı duydukları
sorumlulukları gereği tüm kaçkınlarla halkın önünde tartışılır. Halkı da bu
tartışmalara katarak hem ülke sorunlarını onlara maletme
hem de oportünizmin gerçek yüzünü onlar nezdinde açığa
çıkarma hedeflenir.
Artık, Türkiye devriminin yolunun çizildiği bir
süreçti bu yıllar...
"Ve onlar;
Liderdirler, liderler devrim savaşında
Masa başında oturmazlar,
Bu savaşta en ön safta savaşırlar..." (Mahir Çayan)
Devrim savaşında masa başında oturmayan Mahir Çayan
önderlik nitelikleriyle savaşın kurmayı olmayı başarmıştır. Önlerinde örnek
alabilecekleri, beslenebilecekleri hiçbir deney, birikim ve yol yoktur.
Devrimin en acil sorunları o güne kadar yok sayılmış ya da hep muğlak bırakılarak geçiştirilmiştir.
Devrimcilik, önderlik, savaş, iktidar kavramlarının
içi boşaltılmıştı. Düzenle uzlaşma, savaşmama, mültecilik ve lafazanlık solun
en geçer akçesi olmuştur. Halka gitmeme, halka güvenmeme, emek vermeme, oportünizmin temel politikasıdır. Aylar, yıllar, boş
gevezeliklerle, soyut tartışmalarla geçirilmişti. Oportünizm halktan kopuktu,
halkı tanımaz ve bilmezler. Halka sadece oy istemeye giderler. Halkı
dillerinden düşürmezler ama halk sevgisinden yoksundurlar.
Tüm bu tartışmaları içeren çeşitli yazıları Mahir
Çayan o dönem kaleme alır.
Yazılan yazılar çeşitli dergilerde yayınlanır.
Görüşlerini formlarda, panellerde, açık oturumlarda savunur. Broşürler
yayınlayarak proleter devrimci düşüncelerini yayarlar.
"Soyut teoriyi öğretmek, kafalara alabildiğince
kuru söz sokabilmek işçi hareketleri tarihi kavratabilmek dünya devrimci
hareketinin tarihini bellemek, kısacası genel olarak marksizm-Leninizm'i
ve dünya pratiğini kavratmak. Kendi ülkesini devrimci hareketini pratik
çalışmasında yeralmasını sağlamak, kendi ülkesi
koşullarına uyması sonucu, Marksist-Leninist doğru çizgiyi kavratmak bu savaşın
pratiğini vermesini sağlamaktı." (age sayfa:12)
İşte bu anlayışla DEV-GENÇ okulunda onlarca kadro
yetiştirdiler. FKF içinde etkinlik kurmuş ve kısa süre sonra onu DEV-GENÇ
ruhuyla donatarak, DEV-GENÇ'i yaratmışlardı.
Mahir Çayan bir DEV-GENÇ'li,
bir DEV-GENÇ önderidir.
Gençliğin mücadelesinin en önündedir.
Anti-emperyalist mücadelenin örgütleyicisi öğretmeni ve kavganın ustasıdır.
DEV-GENÇ devrimci teori ile devrimci pratiği
birleştirerek doğmuştu. Mahir Çayan'ın önderliği ile DEV-GENÇ büyütülmüş
oligarşinin korkulu rüyası olmuştur. Mahir Çayan bu dönem; bir ajitatör, bir örgütleyici, bir siyasal bilimci, bir devrimci
politikacı, bir eylem adamı ve devrimci bir kurmaydır...
Anfilerde saatler süren
konuşmalarını yalın ve çok çeşitli örneklerle gençliğe anlatan, kavratan, yol
gösteren iyi bir konuşmacıdır. Oportünizme karşı ideolojik mücadele sürdüren
devrimi savunan, bir dava adamıdır. DEV-GENÇ önderliğinde mücadeleyi örgütleyen
eylemci bir kurmaydı. Mahir Çayan'ın tüm yazıları ve konuşmaları herkesin
anlayabileceği açıklık ve yalınlıktadır. Değerlendirmeleri ve çeşitli konulara
ilişkin çıkardığı sonuçlar akılda kalacak, anlaşılacak bir perspektifte ve
derinliktedir.
Yazıları bir konuyu bir çok
boyutuyla değerlendirip onlardan sonuçlar çıkaran bir zenginliğe sahiptir.
Perspektifleri somut ve yüklü devrimci görevlerle içiçedir.
Tüm yazıları etkileyici, kafaları netleştirici, işik tutucu niteliktedir. Parti-Cephe'nin gelişiminde
devrimci teorinin pratiğe ışık tutması ve devrimci teorinin rolü Mahir
Çayanlarla başlamıştır.
Parti-Cephe'nin hemen her konuda yazdıkları bir
şeyler vardır. Bu kendine güvenin, Cephe'nin ideolojik donanımının bir
ifadesidir. Yani Cepheliler hem savaşan hem de politika üreten insanlardır.
İşte bu geleneğin temelleri Mahir Çayan tarafından atılmıştır.
Mahir Çayan yaşamın ve kavganın içindeki bir
önderdir. İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de üniversitelerde, fabrikalarda,
Zonguldak'ta maden işçileri arasında, Karadeniz, tütün, fındık, çay üreticileri
arasında, Ege'de tütün, üzüm, incir üreticileri arasında ve onlarla mücadelede
omuz omuzadır.
Bir yandan devrimci süreç ilerlerken diğer yandan da
bu sürecin boyutlandırılması ve tarihsel bir görevin omuzlanmasıyla karşı
karşıyaydı Mahir Çayan. Halkları kurtuluşa götürecek savaştıracak bir savaş
örgütü yaratmak acil görevdi. Artık gelinen noktada DEV-GENÇ önderliğindeki
mücadele "alışacak" ve yeni bir sürece girilecektir. Revizyonizme ve
cuntacılığa karşı ideolojik mücadelenin emperyalizme ve oligarşiye karşı
sürdürülen mücadele ile birlikte Mahir Çayan, revizyonizm ve cuntacılıkla
hesaplaşmasını ortaya koyacak bir döneme gelmiştir. İşte o dönem 1971 yılı Ocak
ayında Mahir Çayan'ın da aralarında olduğu ve 4 kişinin imzası ile yayınlanan
"Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup" broşürde ortaya konulur.
"Aydınlık Sosyalist Dergi'den ayrılmamız üzerine söylentilerin ve spekülasyonların yoğunlaştığı şu günlerde bu yazılı açıklamayı
zorunlu görmekteyiz.
"Bu kısa yazıda ayrılmamızın nedenlerini ve
görüş farklılıklarımızı çok kısa bir şekilde özetleyeceğiz. Türkiye'deki
devrimci hareketin çeşitli meselelerini (Genel olarak devrimin yolu,
Türkiye'nin sınıfsal ilişki ve çelişkilerini, solun tarihinin değerlendirilişi
ve Türkiye'ye özgü yol vs.) ilişkin görüşlerimizi etraflı bir şekilde ayrıca koyacağız."
(age 217)
Mahir Çayan uzun bir süre birlikte yürüdükleri ve
azımsanmayacak bir sosyalist formasyona sahip olan
deney ve tecrübe birikimi taşıyan Mihri Belli ile hesaplaşmaktan kaçınmaz.
Mücadeleyi geliştirmek için en geniş birlikleri yaratmak, ittifaklar kurmak bu
çizginin nasıl bir doğal sonucu ise mücadeleye zarar veren birliktelikler de bu
çizgi tarafından mahkum edilir. Bunun için yıllardır
süren dostluklar da dahil olmak üzere her şey ilkeler
uğruna bir kenara konur. İşte Mahir Çayan ilkeler uğruna ve devrimin geleceği
için Mihri Belli ile kıyasıya hesaplaşmıştır.
Bu tartışmalardan sonra yeni bir süreç başlamış ve
THKP-C kurulmuştur. Mahir Çayan THKP-C önderidir. Mahir Çayan ideolojik
çizgisinde nettir. Sapmalarla ayrımını koymuş, hesaplaşmış ve Türkiye
halklarının mücadelesine önderlik edecek bir savaş örgütünü yaratmıştır. Artık
THKP-C önünde iktidar savaşı vardır. THKP-C'yi savaş
alanlarına taşıyan güçlü ve ideolojik olarak sağlam bir biçimde donanmışbir önderlik vardır. THKP-C'yi
en zor koşullarda savaştıran da politik görüşlerinin tutarlılığı sağlamlığı ve
berrak ideolojik çizgisidir. Halklara güven ideolojik sağlamlık Parti-Cephe
çizgisini bugünlere taşımıştır. 12 Mart açık faşizmi yaşandığında bir kez daha
herkes sınavdan geçti. TİP gibi revizyonistler,
bavullarını hazırlayarak hapishanelerde kendileri için ayrılan yerleri
dolduruyorlardı. Devrimci görevler, halklar yüzüstü bırakılmış mücadele tatil
edilmişti. 12 Mart faşizmine karşı teslimiyet bayrağı çeken, kendi özgücüne
güvenmeyip şu veya bu burjuva partisine bel bağlamış reformistler ve revizyonistlerin güvenndiği
dağlara kar yağmıştı. 12 Eylül'de de roller aynıydı. Kaçanlar, teslim olanlar
ve Mahir Çayan'dan aldıkları mirasla teslim olmayan, savaşan
Parti-Cephe'liler...
O dönem korkak ve yılgınlar ihanetlerini haklı
çıkarmak için Mahir Çayanlar'a ve onların devrimci
eylemlerine saldırdılar. Açık faşizmin ilanından silahlı eylemleri ve devrimci
çizgiyi sorumlu tuttular. Yılgınlık kol gezerken Mahir Çayan ve yoldaşları
cuntaya karşı savaşı büyütmek için büyük bir enerji ile elde silah savaşıyor, savaştırıyorlardı.
Emperyalizmi ve oligarşiyi derinden sarsan ona darbeler vuran, teşhir eden bir
silahlı hat yaratamayı başardılar. Herkes şaşkındı.
Oligarşi korkusunu yenmek için tüm halka savaş ilan etmiş "Balyoz
Hareketleri" ile halkı terörize etmekle
meşguldü. Dişediş süren bu savaşta şehitlikler,
tutsaklıklar da yaşandı...
Mahir Çayan 1 Haziran 1971'de Maltepe'de yoldaşı
Hüseyin Cevahir ile kuşatıldığında yeni bir direniş destanı yaratarak kuşatmayı
yarma yoluna gitti. Cevahir şehit düşmüştü. Mahir Çayan tutsak düşüp bir
hücreye kapatıldığında mücadelenin bittiğini sananlar yanıldılar. Hücredeyken
"Hücredeki Adalı'nın dünyası" isimli şiirinde
o anı şöyle ifade ediyordu:
"Cigaram elimi yakıyor
Maltepe'de
etrafı karanlığın cüceleriyle çevrilmiş
Marş
söyleyen iki Adalı
İki Adalı'nın her marş söyleyişlerinde
Silahlar
susar
Maltepe'nin
göbeğini derin bir sessizlik kaplar
Dalga dalga Adalı'nın gözünde herşey silinir..."
"Ve de CEVAHİRİM'i
kalbime gömer
Dönerim hayın
hücreme" diye yazarken önder yoldaşına olan bağlılığını, sevgisini ve
direnişlerinin büyüklüğünü de anlatır. Örgüt içindeki yoldaşların birbirine bağlılığının
en güzel örneğini yaratmıştı Parti-Cephe önderleri. Nitekim,
Mahir Çayan ile Ulaş Bardakçı'nın mahkemedeki
birbirini kucaklayan simsicak görüntüleri yıllar
geçse de o güzellikleri unutturamamıştır. Bu örnekler tüm Parti-Cephelilerin
bugün hala belleklerindedir.
Mahir Çayan kavgada kahramanlığın yanı sıra
ihanetleri de yaşar. Yanı başında vuruşarak şehit düşen önder yoldaşı nasıl
büyük bir kahramanlıkla Parti-Cephe'nin önünü açmışsa ihanetler de bölücü
parçalayıcı olmuştur. THKP-C'nin oligarşi ile
kıyasıya bir savaş sürdürdüğü koşullarda önderlik nezdinde Mahir Çayan'a
oligarşinin kiralık kalemşörleri ile oportünistler tarafından zehirli oklar fırlatılır. Hedef
önderliğiyle bütünleşmiş Parti-Cephe ve O'nun silahlı mücadelesidir. Oligarşi
ve oportünizm tarafından kuşatıldığında Mahir Çayan
bir şiirinde şunları dile getirir;
"Oligarşinin
hastanesi, mapushanesi...
Karanın
siyahın her tonu...
Paspal
kurbağa Gonzales
Ve ünlü
kement atıcı Şevkat Kakamço.
Oportünizm
atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
'Bölücü, kariyerist, pasifist' diye.
Oligarşinin
gazeteleri atmıştı oklarını yakalanmadan önce."
Her şey ardarda
yaşanıyordu; kahramanlık, ihanet, büyük bir cüret ve savaşma ve teslimiyet.
Mahir Çayan tutsaklıkta da teslim alınmadı. Oligarşinin tüm saldırıları
Parti-Cephe önderleri tarafından püskürtülerek Parti-Cephe çizgisini
sahiplendi. Oligarşi ve oportünizm tarafından
kuşatılan Parti-Cephe önderleri bu kuşatmayı yararken tam da bu koşullarda dışarıda
büyük bir ihanet yaşandı. THKP'deki ayrılıktan sonra
Aralık 1971 tarihli bir mektupta Mahir Çayan görüşlerini şöyle ifade ediyordu:
"Bundan önceki mektupta sadece İlhan ve
Mahmutlarla (Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga -bn-) aynı örgütlenme içinde olmayacağımızı ve de fiilen tüm
bağlarımızı kestiğimizi yazmıştık.
Bu nedenlerini de iki ana başlık altında
toplamıştık:
1) ideolojik-Politik-Stratejik çizgi farklılığı.
2) Yoldaşlığa sığmayacak şekilde bu iki kişinin en
haince oligarşinin hücrelerindeki yoldaşlarını ilzam edcek
işler yapmaları, en adici bırakalım devrimci yoldaşlığı, feodal dostluğa bile
sığmayacak tavırlar almaları.
(....) Politikleşmiş Askeri
Savaş Startejisi terkedilmiş,
pasifist, revizyonist Kıvılcımlı çizgisine (yeni bir
yorumla) Partiye egemen kılınmıştı. (age sayfa: 444)
Mektupta ayrılığın tüm yanları detayla bir şekilde
açılır. Sağ sapma Mahir Çayan ve önder kadroların tutsak düşmeleriyle birlikte
Partiyi silahlı savaştan geri çekerek ihaneti sürdürmüştür. İstedikleri çizgiyi
Parti-Cephe'ye egemen kılmak için her türden yalana başvurmaktan geri
durmamışlardır.
Mahir Çayanlar ihanetin yaşandığı bu koşullarda
özgürlük eylemi ile sıcak mücadeleye katılmışlardı. Her yerde arandıkları,
resimleri çarşaf çarşaf yayınlandığı ve kalacak ev
dahi bulunmadığı o koşullarda can derdine düşmemiş Parti-Cephe'yi büyük bir
güçle sahiplenmişlerdir.
Nitekim, Mahir Çayan önderliğinde
yürütülen tartışmalarla sağ çizgi tasfiye edilerek Partiden ihraç edilmişti.
Dağılan, parçalanmak istenen ideolojik olarak ayrı bir hatta çekilmeye
çalışılan Partiyi yeniden toparlama görevi başlamıştı. Paranın, silahın,
kalacak yerin hatta sağlam ilişkinin kalmadığı herşeyin
deşifre edildiği o günkü koşullarda cuntaya ve tasfiyeciliğe teslim olunmamış
büyük bir inançla yeniden başlanarak açılan gedikler kapatılmaya çalışılmıştı.
Ancak, bu hiçte kolay olmamıştı. Zira, önder
kadroların heryerde arandığı hareket serbestisinin
sınırlı olduğu ve Partinin silahlı mücadeleden geriye çekildiği aylar süren o
dönem dağıtıcı ve olumsuz etkiler de yaratmıştır.
Yine de tüm zorluklara olanıksızlıklara
rağmen Parti-Cephe ayakları üzerine dikilerek silahlı savaşa kaldığı yerden
devam etmişti. Mahir Çayanların bu zor dönemlerinde THKO'nun
önder kadroları Denizler'in idamına karşı tavır
almaktan geri kalmamışlardı.
Ve o süreç Kızıldere'de
Parti-Cephe önderlerinin tarihsel bir direnişle ve savaş çağrılarıyla yeni bir
biçim kazanmıştı. Kızıldere THKP-C'nin
ve Mahir Çayan önderliğinin bir kez daha tarih önünde sınandığı ve doğrulandığı
bir kilometre taşı olmuştur.
Mahir Çayan; mücadelede oynadığı rol itibariyle
Türkiye devriminin önderlerinden biri olmayı hak etmiştir. Önderlik misyonu O'na birileri tarafından verilmemiş oynadığı rol ile
ve tarihsel görevleri başarıyla şerine getirerek
savaştıran bir kurmaylık yaratarak bunu kazanmıştır. Savaş içinde sınanmış,
önderlik gerçeğin yaratmış ve önderlik rolü ile tarihsel gelişmelerinin de
önünü açmıştır.
O'nun önderliği altında her tür sapma ile hesaplaşılarak emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşan
Parti-Cephe gerçeği yaratılmıştır. Parti-Cephe geleneği bugün Türkiye
devriminin tek alternatif gücüdür. Ve o gücün temelleri devrimci bir önderlikle
işte o koşullarda inşa edilmişti.
Mahir Çayan, savaşan ve savaştıran bir önderdir.
Emperyalizme ve oligarşiye karşı uzlaşmazlığı, Marksizm-Leninizm'e bağlılığı
ideolojik sağlamlılığı simgeler. Savaşı büyüten, yaratıcı taktiklerle
geliştiren bir önderlik misyonunu da yaratmasını
bilmiştir.
Emperyalizmin üçüncü bunalım dönemine ilişkin tespitleriyle
sürece ışık tutmuş emperyalizme karşı uzlaşmaz bir mücadelenin de mimarı
olmuştur. Türkiye devrimi Mahir Çayan'ın adıyla anılmaya devam edecektir...
(Yukarıdaki
yazı, Bağımsızlık ve Demokrasi Yolunda KURTULUŞ'un 2
Nisan 1999 tarihli 24. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
MAHİR'E ŞİİRLER
BİZLER HALKIMIZIN
Bizler halkımızın özgürlük ışığıyız
Tükenmeyen Mahirlerin kanıyız
Hey Mahir'lerin kanıyız
Mahir, Hüseyin, Ulaş'ı
bir daha anmak için
Birleşelim yoldaşlar faşizmi yenmek için
Hey faşizmi yenmek için
Devrim bayrağını göklere yükseltelim
Bugün zafer günüdür savaşmanın günüdür
Hey savaşmanın günüdür
*
MAHİRİ GÖRDÜM MAHİRİ
Hüseyin Cevahir'le
Mahir'i gördüm Mahir'i
Elindeki mavzeriyle
Kanımı gördüm kanımı
Hüseyin'i gördüm vurulmuş
Gömleği kana boyanmış
Kendini halka adamış
Cihan'ı gördüm Cihan'ı
Ömer'i gördüm Ömer'i.
Kurtuluşa giden yolda
Dev-Genç'i gördüm Dev-Genç'i
*
KIZILDERE ADIN AHİRE KALSIN
Kızıldere adın ahire kalsın
Mahir yoldaş şanın ahire kalsın
Halklar düşmanını sarsın kuşatsın
Kızıldere sana biz de geliriz
Mahir yoldaş sana biz de geliriz
Gazetede yalan radyoda yalan
Oligarşik dikta zehirli yılan
En önde savaşır önderimiz
Çayan Kızıldere sana biz
de geliriz
Mahir yoldaş sana biz de geliriz
*
MAHİR İLE YOLDAŞLARI
Kurşunladılar ardarda
Dökülen kan kalmaz yerde
Yaşıyorlar yüreklerde
Mahir ile yoldaşları
Kızıldere kan akıyor
Akıp kendini yıkıyor
Yeter bunca zulüm deyip
Öncüler dağa çıkıyor
Halkımız dağa çıkıyor
*
KAR YAĞIYOR SERPE SERPE
Kar yağıyor serpe serpe
Kızıldere önün tepe
Mahir yoldaşın sözleri Kulaklara olsun küpe
Gece yolları sardılar
Kızıldere'yi sordular
Haber verin halkımıza
On yoldaşımı vurdular
***
Bir önderin portresi
MAHİR
Hiçbir eyleminde yarım kalmış bir şey yoktur.
Mahir’i belki de en kısa böyle tanımlayabiliriz.
Mahir’le uzun süre birlikte olan Mustafa Şahin, onu
böyle tanımlıyor: “Hümanist, yumuşak
görünmesine rağmen, çok kararlı bir insandı. Çünkü onu şöyle görebilirsiniz;
hiç bir eyleminde yarım kalmış bir şeyi yoktur Mahir’in.” (Mahir, s. 196)
TDGF başkanlarından Atilla Sarp da şöyle der:
“Mahir, hırslı bir adamdı. Doğruyu yakalamış ve bu
doğruyu kabul ettirme konusunda öyle hırslı bir davranışı vardı...”
Dönemin gençliği bir arayış içindedir. Mahir de bu
arayışın içindedir. Ama sanki onda baştan gideceği yeri tesbit
etmiş ve doğrultuda kararlı adımlar atmakta olan bir gelişim vardır. Onu
dönemin diğer devrimcileri içinde öne çıkaran yanlardan biridir bu.
*
Burada Mahir’in yaşamını kronolojik bir sırayla
anlatmaktan çok, onun yaşamının, kişiliğinin değişik yanlarını yansıtmaya, onu
bu yanlarıyla anlatmaya çalışacağız. Ama yine de kısa bir giriş olarak
özgeçmişinden sözedelim.
*
Mahir Çayan 14 Ağustos 1945’te Samsun’da doğdu.
İlkokulu Üsküdar Halil Güçlü İlkokulu’nda, Ortaokulu ve Liseyi Haydarpaşa
Lisesinde bitirdi.
İlk eylemi 1963 Mart’ındadır. O zaman Haydarpaşa
Lisesi öğrencisidir. Öğretmenlerine yönelik asılsız bir haber yazdığı için
Hürriyet Gazetesini protesto etmek için, yaklaşık bin öğrenci, Cağaloğlu Hürriyet binası önünde gösteri yaparlar. Daha
sonra eylemin “elebaşılarından” biri olarak Mahir ve
bir kaç arkadaşı daha Selimiye Karakolu tarafından gözaltına alınıp, oradan da
Kadıköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne çıkarılır.
Polisler, mahkemeyle tanışmıştır artık.
Mahir’in futbolla arası çok iyidir. Ama seyirci
olmaktan çok, oyuncu olarak sever futbolu. Bu yıllarda bir süre Beşiktaş genç
takımında oynar. Ne var ki, 1964’te eklem yerlerinde ileri düzeyde kireçlenme
oluşur, ameliyat olmak zorunda kalır ve iki dizine platin takılır. Bu Mahir’in
futbol tutkusunun da bir yerde sonudur. Ameliyat nedeniyle uzun süre yatmak
zorunda kalır. Bu süreyi okuyarak değerlendirir.
1963’te İstanbul Tıp’a kaydını yaptırır. Ancak aynı
yıl kaydını İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine aldırır. Ama burası da hala
istediği yer değildir. 1964’te yeniden üniversite sınavına girer ve 1964’ün 1
Aralık’ında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolur. SBF’nin
2690 No’lu öğrencisidir.
*
Mahir burada kısa sürede öne çıkar. Okula girişinden
yaklaşık bir yıl sonra, SBF Fikir Kulübü Başkan Yardımcılığı’na seçilir. SBF
Fikir Kulübü, öyle sıradan bir öğrenci derneği değildir. O dönemin öğrenci
hareketinin önder kurumu durumundadır.
‘65 tüm dünya’da olduğu gibi
ülkemizde de anti-emperyalist mücadelenin dalga dalga
yayıldığı bir süreçtir. Mahir de bu dönem bir çok
eylemin örgütleyicisi ve bir gençlik önderi olarak eylemler içerisinde yeraldı. Bu eylemlerden birisi olan İzmir’de 6. Filo’nun
Türkiye’ye gelişinin protesto edilmesi sırasında gözaltına alındı. Bir çok işçi ve köylü eylemi içerisinde yer aldı. Örgütlenme
çalışmaları yaptı.
O zaman ilerici, devrimci gençler, aynı zamanda da
TİP üyesidirler. Ama Mahir’in de içlerinde olduğu geniş bir kesim, kısa bir
süre sonra TİP’i yetersiz bulmaya, daha aktif farklı
örgütlülükler oluşturulması gereğini dile getirmeye, bunu yerine getirmenin
yollarını araştırmaya başlarlar.
*
Mahir de araştırmakta ve okumaktadır. Onu tanıyan
hemen herkes, ondaki kararlılığa, ciddiyete dikkat çeker....
“Şu sözünü çok iyi hatırlıyorum, ‘Biz genciz. Biz düzenle
bağlantı içinde değiliz.’... Ciddiyetiyle dikkatimi çekmişti. Çok az gülen bir
insandı ve söylediğini belli bir kesinlik ve iyi ifadelerle, düzgün cümlelerle,
kesin, net aktarmaya çalışan birisi izlenimi veriyordu. Mahir’in konuşmasında
bir politikacılık vardı. Bir politik irade netliği vardı.” (Necmiye
Alpay, Mahir, s.29)
*
TİP, gelişen devrimci mücadeleyi ileriye
taşıyamaması, gençliğin taleplerine cevap veremeyen çizgisiyle ‘68’den itibaren
gerilemeye başladı.
Bu dönem, başını Miri Belli’nin
çektiği MDD’cilik (Milli Demokratik Devrim)
şekillenmeye başladı. Militan mücadeleyi savunan ve FKF yönetiminde olan hemen
her kesim bu akım içindeydi. MDD ülkemiz koşulları gözönüne
alındığında öz olarak küçük burjuva bir hareket olsa da TİP’in
yasalcı parlamenterist çerçevesinden, dolayısıyla
düzenden kopuş anlamına geldiğinden geçmişe göre olumlu bir adımdı. Mahir de
MDD içerisinde yer alarak TİP oportünizmine tavır
alanlar içerisindeydi. Ancak MDD içerisinde de devrimin nasıl
gerçekleştirileceği sorusu net olarak cevaplanmamıştı. Mahir MDD içinde yer
alan “eski tüfeklerin” gençliği oyaladığını görüyor ve FKF yönetimine muhalif
Türk Solu dergisinde yazdığı yazılarla bu gerçeği dile getirip mücadele önüne
set çekenleri teşhir ediyordu.
*
Konuşmaları ünlüdür Mahir’in.
En ünlü konuşması ise, FKF’nin
adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonları olarak değiştirildiği 4.
Kurultayı’dır. Uzun bir konuşma yapar burada. Düşüncelerinin ana hatları artık
çok daha belirgindir. Mahir’in, Aydınlık’ın 1970 Ocak
sayısında yayınlanan “Sağ sapma, Devrimci Pratik ve Teori” yazısı, bu
belirginleşmeyi ortaya koyan yazılarından biridir.
Bu yazı son derece etkili olur, Mahir’in
teorisyenliğinde önemli basamaklardan biridir. “Mahir Çayan’ı ben ilk defa
Aydınlık dergisinin 15. sayısında çıkan yazısıyla tanıdım... Daha sonra
Mahir’in 20. sayıdaki yazısı da çıktı ve bu yazılar bizi adeta büyüledi.” Bu
sözler, TİP Çarşamba ilçe Başkanı İsmet Öztürk’e
aittir. Öztürk şöyle sürdürür sözlerini: “MDD’ci olmuştuk ama onun da genel formülasyonları
ne bize heyecan veriyor, ne bizi tatmin ediyor, ne de yeterli bir umut
verebiliyordu. Özcesi tam bir tıkanıklığın arayışı içindeydik. İşte Mahir Çayan
tam da bu tıkanıklığa çözüm ve arayışlara cevap verecek halkayı yakalamıştı.”
*
Mahir’in yaşamında kopuşlar birbirini izler.
İdeolojik mücadele sertleşerek devam eder.
TİP’ten sonra kopuş, MDD’ciler arasındadır. Sıra Perinçek
grubuyla kopuştadır. Ayrışma Aydınlık çevresinde bölünme olarak kendini ortaya
koyar ve biri Proleter Devrimci Aydınlık, diğeri Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD)
adında iki dergi yayınlanmaya başlar. Mahir, ASD’nin
yazı kurulu üyesidir.
“Mahir Çayan, bu sırada üç ayrı sorumluluk
üstlenmiştir. Birincisi, SBF-TKP olarak adlandırılan çekirdek grubun sözcülüğü,
ikincisi Devrimci TİP Komitesi’nin sözcülüğü, üçüncüsü ise ASD Yazı Kurulu
üyeliğidir.”
Ve bu sırada Mahir 24 yaşındadır.
*
FKF’nin 4. kongresinde oluşturulan
Dev-Genç her ne kadar Türkiye devrimci mücadelesinin efsaneleşecek ismi olsa da
Mahir’in kafasında şekillenen mücadele hattı için dar ve yetersizdir. Bir
konuşmasında bunu şöyle belirtir. “... Dev-Genç örgütlenmesi düzen
örgütlenmesidir. Oysa yaptığı iş düzenle savaştır. Bu ikisi arasında bir
çelişki vardır. Bu çelişki ortadan kaldırılmalıdır.” (Halk İçin Kurtuluş,
Sayı;73, syf;25) Aslında bu görüş daha 1969 kışında
şekillenmiş, SBF’de Mahir, Hüseyin Cevahir, Yusuf
Küpeli, İlhami Aras, ODTÜ’de Ulaş Bardakçı, İrfan Uçar, Münir Aktolga kendi iç disiplini olan bir “gizli” örgütlenme
oluşturulmuştur. Bu yapılanma içerisine daha sonra mühendis Bingöl Erdumlu ve işçi Necmettin Giritlioğlu
da katıldılar. Grup 1970 yazında oluşturdukları plan doğrultusunda Anadolu’ya
dağıldı.
MDD içinde birlikte olunan Mihri Belli grubuyla
ayrılık, Mahir’in yazdığı ve Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü, Münir Ramazan Aktolga tarafından imzalanan “Aydınlık sosyalist dergiye
açık mektup”la ilan edilir. Mahir Türkiye devrimini silahlı mücadele temelinde
gerçekleşebileceğini, yeni-sömürgecilik ilişkilerini ilk kez bu yazıda açık ve
net bir biçimde Türkiye’nin bilimsel bir tahliliyle ortaya koydu.
*
TİP’ten kopuş ve MDD’cilik.
MDD içinde ilk saflaşma, Perinçek
gurubundan kopuş.
MDD içinde Belli çevresinden kopuş...
Küpeli-Aktolga
tasfiyeciliğine tavır...
Zorlu bir ideolojik savaş...
Sık sık karşılarına çıkan
yol ayrımları...
Mahir işte bu yol ayrımlarındaki kararlılığıyla,
tereddütsüzlüğüyle, hesapsızlığıyla ve yalnızca devrimi esas alan bakış
açısıyla, önderlik konumuna adım adım yükselir.
Önderler öyle değil midir zaten!
*
Sınıflar mücadelesinin içinde yaşanılan ve kazanılan
bir önderlik artık fiziki anlamda tek bir “kişi” değildir.
Çünkü önderlik, zor süreçlerin yol açıcısıdır.
Koşulların değiştiği, güç dengelerinin alt üst
olduğu, hareketin güçlüklerle karşı karşıya kaldığı dönemlerde tıkanıklıkların
aşılmasında, hareketin yeni koşullarda manevra kabiliyeti kazanmasında
belirleyici bir görev üstlenir.
Hareket içinde çıkan sapmalar karşısında hareketin
doğrultusunu korumakla; her şeye karşın devrim yürüyüşünün sürmesini, iktidar
perspektifinin gözden kaçırılmamasını sağlamakla görevlidir.
Bir başka deyişle, egemen sınıfların karşısında
proletaryanın, tüm emekçi halkın iradesi olabilmektir...
Parti-Cephe’de önderlik gerçeği tam tamına böyle
şekillenmiştir işte.
*
Doğrular kısa sürede kendisine taraftar bulur.
Gençlik, gerçekten o dönem çok büyük bir hızla görüş ve düşüncelerini
değiştirmektedir. Sonraları “eski tüfekler” bunu bir olumsuzlukmuş gibi
anlatacaklardır. Oysa öyle değildir. Dönemin gençliğinin devrimciliği hesapsız,
kitapsızdır, yalındır. Araştırma içindedirler ve doğruyu buldukları anda,
doğruya yaklaştıklarını hissettikleri anda, kendilerini cüretle o düşünce
doğrultusunda sunmaktadırlar.
Gençlik bir evrim yaşamaktadır. İlişkiler saf ve
yalındır. Dejenerasyon gençlikten uzaktır henüz. O dönem dünya gençliğini
etkileyen hippilik gibi şeyler, kısmen yansısa da fazla geniş bir kesimi
etkilemez. Tersine gençlikte devrimcileşme, siyasallaşma ağır basar. İçkide,
giyim kuşamda aşırılıklar, batı özenticiliği eleştirilir.
Uzunca bir süre onları birbirine bağlayan,
programlar, tüzükler değil, aralarındaki dostluk ve güvendir.
“Zaten doğal bir örgütlenme söz konusudur. Okulda, yurtta,
kantinde, mitingte, MHP’li komandolara karşı
çatışmalarda, molotof kokteyli atarken, bildiri
dağıtırken vb. insanlar birlikte olmakta, birlikte karar almakta ve birlikte
uygulamaktadırlar. Bu tür olaylarda birbirlerine daha çok güvenen kişilerin yakınlaşmaları,
daha sonra da bir araya gelerek grup oluşturmaları doğal bir örgütlenmeyi zaten
oluşturur. “
*
Mahir’in bu araştırma, okuma döneminde, değişik
kesimlerden insanlarla da diyalogu, tartışması vardır. Öğrenmek, kavramak için
tüm bu ilişkileri değerlendirir. Bu konuda son derece çarpıcı örnekler
anlatılır.
1968’in sonlarıdır... Ahmet Yağcıoğlu
anlatıyor:
“O zamanlar, Adalet Partisi’nde daha sağ fraksiyonu temsil eden ve din motifi esas alan grubundandım.
Necip Fazıl Kısakürek’e hayrandım. Mahir’le zıt fikirlerin adamıydık. Siyasi
fikirden ziyade görüşlerini saklamadan açık ve net bir şekilde söyleyen iki
kişinin birbirine sempatisi bizi yakınlaştıran sebep oldu. Zeki bir insandı.
(...) bir gün, SBF yurdunda öğrencilerin oturduğu lobide yine sohbet ediyoruz.
Bana ‘Ahmet
din nedir, Nurculuk nedir?’ gibi sualler sordu. Ben, o konuda... bir konuşma yaptım. Bu konuşma yapılırken Mahir’in bazı
arkadaşları geldi ve bana, çok sert... şekilde bakmaya
başladılar. Bu bakışlardan ürktüm. Mahir de bunu farketti.
Neymiş, ‘efendim,
SBF’nin o ortamında, o laflar edilmezmiş’. Mahir, ‘Ahmet’i sakın MİT’in
adamı gibi görmeyin. Söylediği lafları dinleyin... Siz devrim yapacağınız
halkın hangi halk olduğunu biliyor musunuz? O sizinle ilgili bir döküman getiriyor. Bunu öğrenin... Mahir’in bu sözlerinden
sonra hava değişti.” (Mahir, s. 60)
*
Mahir, “Kanlı Pazar”ın ortasında
16 Şubat 1969’da devrimciler, vatanseverler amerikan 6. Filosuna karşı büyük bir gösteri yaparlar.
Gösteriye katılan yaklaşık 30 bin kişi Taksim meydanı’na
geldiği ve önden üç yüz kişilik bir gurubun alana girdiği sırada, polis
saldırarak alana giren grupla, arkadan gelenleri birbirinden koparır. Alanda
ise çoğu islamcı olan gruplar önceden hazırlanmıştır,
alana girmiş bulunan bir kaç yüz kişilik kitleye saldırırlar. İslamcılar ve
faşistler, Amerikan 6. Filosunu savunmak için işbaşındadırlar... Sonrasını
gazeteci Osman Saffet Arolat şöyle anlatır:
“Üçyüz kişi kadar bir
toplulukla Taksim Meydanı’na girdiğimiz sıra, polis, Gümüşsuyu’nda
arkadan gelen otuz bin kişinin önünü kapatmış. Biz bunun farkına varmadan
Taksim Meydanı’nın ortasına doğru yürüdük. Meydanda daha önceden toplanmış olan
gericiler, bize aniden saldırdı... Ben Park Oteli’nin hemen yanındaki küçük parkın
oraya geldiğim sırada iki polis, Mahir’in iki kolundan tutmuş götürüyordu. Bunu
görünce, yerden iki taş aldım. Birini bir polise, birini diğer polise attım.
Polisler Mahir’in kollarından çıkınca, Mahir, Aydın Engin ve ben, oradan
kaçarak bir apartmanın giriş katına saklandık...” Gericilerin bu saldırısında
Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç katledilir, yüzlerce kişi de yaralanır.” (Mahir,
s. 111)
Mahir, okuyarak, tartışarak ve yaşayarak
düşüncelerini netleştirmektedir. Kavganın ve ölümlerin içinde bir netleşmedir
bu. Kanlı pazarın içindedir. Faşistlerle kavgaların içindedir. Şehitler verilen
bir kavgadır bu.
Bir süre sonra hapishaneye girdiğinde, yazdığı
şiirlerde, şehitler önemli bir yer tutacaktır.
“Vedat, Taylan, Mehmet, Necmi...
Devrim için öldüler...
Yürüyoruz başkentin sokaklarında,
Önde gidiyor devrim şehidi.
Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam
söylemiyor.
O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi,
Marştaki şehitler listesine, şeref listesine
Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahçupça”
*
Teori ve pratik içiçedir
Mahir’de. Faşist saldırılar giderek artmaktadır.
9 Nisan 1969’da, DTCF’deki boykotu kırmak için yüze
yakın faşist okula saldırır. Öğrenciler, ilk saldırıyı püskürtüp SBF’ye haber gönderirler. “Aralarında Yusuf Küpeli, Mahir
Çayan, Mustafa Kemal Çamkıran, Atıl Ant, Oral
Çalışlar, İlhami Aras’ın bulunduğu on-onbeş kişilik
bir grup, DTCF’ye gider... Çatışma gericilerin kaçmasıyla sona erer...”
Bu tablo gerçekte çok sıklıkla yaşanan olaylardan
bir örnektir.
işte bu olaydan yalnızca 20 gün sonra
yaşanan bir başkası:
“İlahiyat Fakültesi öğrencileri, Komünizmle Mücadele
Derneği üyeleri ve bir gurup AP’li, Anayasa mahkemesi
Başkanı İmran Öktem’in cenaze törenine katılanlara
saldırırlar. 4 Mayıs akşamı, Gazi Eğitim Enstitüsü kantininde bu olayın
tartışılması sırasında faşistler yine saldırırlar.
Saldırıya uğrayan öğrenciler, SBF’ye
haber verirler. SBF’liler, “giderken yanlarına molotof kokteyli de almak isterler, ama bir tane bile
yoktur. Mahir Çayan ve Dayı Veysel olarak anılan Veysel Doğruyusever,
‘biz
bir yere uğrayarak molotof kokteyli alıp gelelim’
derler... (SBF’liler Gazi’ye giderler, büyük bir
kavga çıkar) devrimci öğrenciler dövüşerek geri çekilip, tam kapıdan çıkmak
üzereyken kapı aralanır ve Dayı Veysel ile Mahir, arkadaşlarına,
- geriye çekilin dedikten sonra ellerindeki molotof kokteyllerini saldırganların üzerine atarlar..” (Mahir, s.128)
Bu olaydan sonra kısa bir süre “Bombacı Mahir” diye
anılır. Ama o pratikte olduğu gibi, teoride de en ön safta döğüşür:
*
Teorisyendir artık. Arkadaşları artık onun için bu
sıfatı kullanmaya başlarlar.
“Teori yanıyla bizi temsil eden ve bizim etkili
olmamızda önemli bir arkadaştı. Yanlış bir şey de olsa, o dönem, teoriyle
uğraşan kişiler biraz küçümsenirdi. Militan çoktu, ama teoriyle uğraşan çok
kimse yoktu. Mahir, Ankara’da anti-faşist mücadelede gezici kuvvet gibi
herhangi bir olaya hemen fırlayıp giden grubun içerisinde teori yanıyla öne
çıkmış birisidir. Teori konusunda... o günün en
gelişkinleriyle boy ölçüşebilen bir arkadaştı...” (İlhami Aras, aktaran Mahir,
s.194)
*
Ama o yeni türde bir “teorisyen”dir. Geçmişin TKP’li, TİP’li teorisyenlerine
benzemez.
Gençliğin önderleri, bir yandan tartışıyor, bir
yandan kavganın pratik görevlerini omuzluyorlardı. Bu sonraki dönemde de
sürecektir. Gençliğin, reformizmden, revizyonizmden
kopuşunun en önemli halkalarından biri de önderliğe bakış açısıydı.
Önderlik konusunda gelişen bu yeni devrimci tarz,
masa başında oturmayan, savaşın içinde, önünde olan bir liderlikti. Mahir, daha
sonra bunu şu sözlerle özetleyecekti: “Liderler devrim savaşında masa başında
oturmazlar, bu savaşta en ön safta savaşırlar...”
*
Bu farklı tarzı, o dönemin tanıklıkları içindeki
bazen bulandırılmış da olan anlatımlarda bulabiliyoruz yine de:
“Mahir, gözü çok kara, çok cesur ve yapmak istediği
şeyde çok kararlı birisiydi. Mahir’in çok dürüst olduğunu gösteren şey,
yazılarıdır. Yazılarında söyleyeceği şeyi hiç saklamaz, dolandırmaz. Mahir’in
hiç gizli yanı yoktur. Bu o kadar nettir ki, bir çok
insanın çok değişik şekilde saklayarak yazacağı, yazdığı şeyleri Mahir, çok net
ve direkt yazmıştır... Mahir, hiç bir zaman, söylediği şey için ‘Ben öyle değil de böyle
söyledim’ demedi...” (Kamil Dede, aktaran Mahir, s. 195)
*
Bu açıklığı, onun ayrılıklar, birlikler konusundaki
yaklaşımının da belirleyicisidir.
“Ayrılmaların, bölünmelerin hoş olduğunu iddia
edecek değiliz. ne var ki, bütün gayretlerimize
rağmen, birlik amacı ile birlik-eleştiri-birlik mekanizmasını kullanarak,
Aydınlık Sosyalist Dergi’deki sağcı ideolojiyi bertaraf edemedik... iki ideolojinin ortasının bulunmayacağına göre, ayrılık
zorunlu olmuştur. Çünkü, gerçek anlamda birlik,
bilimsel sosyalizmin temeli üzerinde kurulabilir. Birlik şu veya bu kişinin
etrafında kümelenme değildir. Ve bu uzlaşmaz durumdan dolayı Aydınlık sosyalist
dergiyi bıraktık. unutmayalım ki, bugün için kötü olan
yarın için iyi bir şey olabilir. Ve bugün, devrimci ilkeler üzerinde kurmaya
başladığımız birlik, onun üzüntü ve endişelerini memnuniyete çevirecek kadar
güçlüdür...
Görüş ayrılıkları karşısındaki devrimci tutum, bazı
arkadaşların yaptığı gibi, bu ayrılıkları örtbas etmek değil üstüne üstüne gitmektir.
Biz daima ikinci yolu tercih ettik...
Hareket bölünmesin diye, proletaryanın devrimci
ilkelerinin çiğnenmesine, Leninizm bayrağının oportünizm
batağına sokulmasına göz yumacak mıydık?
Hayır, bin kere hayır!
Biz mutlaka barış ve birlik aracı değiliz... Biz
mutlaka, ayrılıkçı ve nifakçı da değiliz... Sapıtmaları yola getirmek,
doğrulamak için kullandığımız bütün imkanlar tükenirse,
dünyanın en uzlaşmazlarıyız.” (THKP-C Dava dosyası, s. 219)
*
ilk yıllarında bir “kız arkadaşı”
vardır Mahir’in. Siyasi olarak aynı konumda değildir. Ondan ayrılır.
Ayrılığının nedenini şöyle açıklar ona: “Ben bu davaya kafamı koydum. Onun için
seni yanımda sürüklemek istemedim. Bir gün gazetelerden benim öldüğümü
okuyacaksın”...
İşçilerle, köylülerle konuşurken de, belki en önce
öleceklerini sık sık vurgular.
Her konudaki yaklaşımı, kendini davasına adamış bir
insanın tavrıdır.
Bu netlik, onun çevresinde etki bırakan en önemli
yanıdır belki.
Karşı-devrimciler bile onun bu yanını görmezlikten
gelememiştir.
*
SBF öğrencileri, 24 Mart 1969’da Mülkiye’ye yönelik
baskıları protesto etmek için İçişleri Bakanlığı önüne kadar bir yürüyüş
yaparlar. Yürüyüşün sonunda bir gurup öğrenci İçişleri Bakanı Faruk Sükan’la görüşür. Faruk Sükan’la
görüşen öğrenci temsilcilerinin içinde Marut Koğacıoğlu, Muharrem Kılıç, Oral Çalışlar, Tuncay Artun ve Mahir Çayan da vardır.
Mahir’in görüştüğü isimlerden biri de 12 Mart’tan
sonra Nihat erim hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev yapacak olan Sadi
Koçaş’tır. 1970’de öğrencilerin sorunlarını ve
taleplerini aktarmak için TBMM’ye gelen bir gurup öğrenci, Koçaş’la
da görüşür. Gelen gurubun sözcüsü Mahir Çayan’dır. Koçaş
bu görüşmeye ilişkin daha sonra şunları anlatacaktır:
“Konuşma isteğinde bulunan üniversitelilerden
çoğunluğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndendi. Sözcüleri iyi yetişmiş, terbiyeli
ve sempatik etki yapan, enerji dolu, ama ölçülü bir gençti... konuşmuş, dinlemiş, olayları tartışmıştık... Genellikle bir
kişi konuşuyordu. İsimlerini en başta söyledikleri için hepsini aklımda
tutamıyor, sonra da -yanlış anlaşılmasın diye- sormuyor ve not etmiyordum. Ama
bu gurubun sözcüsünün yüzü ve konuşmaları unutulacak cinsten değildi...
Ama iki yıl sonra, bir gün o hiç unutamadığım yüzün
fotoğrafını bir gazetede gördüğüm zaman donup kalmıştım. Mahir Çayan’dı bu...”
(Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a anılar, C.4, s.
1910-1912)
*
Karşı devrim karşısında geleneklerin yaratıcısıdır.
Maltepe kuşatmasında rehin aldıkları Sibel
karşısındaki tavrı... kuşatma altında teslim olmayı
reddedip son mermisine kadar çatışma tavrı... hapishanede
özgürlük tutkusundan hiç vazgeçmeme tavrı... herkese
değer veren ama hiç kimseyi vazgeçilmez görmeyen kadro politikası... mülteciliği reddedişi...
*
Artık strateji netleşmiştir. Artık gereken bir
partidir. Kah Ege’de, kah Karadeniz’dedir. Tütün
üreticilerinin, çay üreticilerinin içindedir. Onlarla tartışmalar, konuşmalar
da yapar, bir mitingin örgütlenmesi için afiş asmaya da çıkar... Sendikacıyla
konuşur, aydınlarla buluşup tartışır, ordu içindeki subay çevreleriyle bir
araya gelir... Hep, yoğun bir ideolojik mücadele, yoğun bir örgütlenme çabası
içinde olur. Hiç kuşku yoktur ki, bu yoğun çaba, bu geniş ilişkiler ağı
içindeki koşturmacası olmasaydı, ne kadar doğru
olursa olsun, bir kaç yazı onu önder konumuna getirmezdi.
*
Kopuşların insanıdır Mahir. Ama bir kesintisizliği
de savunur.
Sözü Mahir’e verelim...
“Türkiye’de Marksist hareket şerefli bir mücadele
tarihine sahiptir. CHP ve DP yönetimlerinin karanlık yıllarında, siyasi irticanın en azgın olduğu yıllarda, Türkiyeli proleter
devrimciler yiğitçe ve mertçe mücadeleler vermişlerdir. Türkiye proleter
devrimci hareket içinde siyasi irticaya karşı baş
eğmez bir mücadele içinde olan arkadaşlarımız, daima biz genç proleter
devrimciler için örnek olmuşlar ve büyük değer taşımışlardır. Ama bu geçmişteki
mücadelenin hatalarını eleştirmeyeceğimiz anlamına gelmez. Bugün ve yarın için
doğru olan politika, dünün eleştirisinden çıkar.
Biz Türkiye’deki Marksist hareketin tarihine sonuna
kadar saygılıyız. Ve onun devamı olarak kendimizi görmekteyiz.
(...)
Bugün, kim Leninizmin yüce
bayrağını, hem teoride, hem sosyal pratikte emperyalizmin ve oportünizmin
saldırılarını göğüsleyerek yükseklerde tutuyorsa, Türkiye’deki Marksist
hareketin tarihi zincirinin haldeki halkası olur; devamı olur!..”
*
Yeni bir parti örgütler. Leninizm bayrağını onun
önderliğindeki parti yukarıda tutmaktadır artık. Türkiye devrimci hareketinin
tarihi zincirinin ana halkası o partidir artık.
*
Düşmanın Mahir’e saldırısı Maltepe, Kızıldere de dahil olmak üzere
fiziki yok etme üzerine kuruludur. Bunu bir yerde başarır. Ama “bir yerde”...
Sonra...
Kızıldere’nin yarattığı potansiyeli
gördüğünde Mahir’e karşı ideolojik saldırısını artırmıştır.
Saldırısının Mahir ve parti-cephe üzerinde
yoğunlaşması nedensiz değildir. Çünkü 1971 silahlı çıkışından bugüne
istikrarını, kesintisizliğini koruyabilen tek çizgi Parti Cephe çizgisidir. Bu
çizgi kendini yeniden üretme başarısını göstermiş, ve önderliğini de
yaratmıştır.
*
Denizleri anmıştır yıllarca burjuvazi... Ama
silahtan arındırılmış bir Deniz’dir bu. Gerçek Deniz değildir. Mahir’in adına
ise adeta yasak konulmuştur. Düşman da iyi bilir ki, Mahir’in düşüncelerinin
içinin boşaltılması mümkün değildir. Mahir, teorisiyle ve savaşıyla devrimin
önderi olarak yaşamaktadır.
(Bu yazı, Vatan dergisinin 3 Nisan 2000 tarihli 33. sayısında
yayınlanmıştır.)