Kemal ASKERİ'yi Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

DHKP MERKEZ KOMİTESİ Açıklamasından

 

Kemal'in yaşamı, devrimci mücadelesi, hareketimizin tüm tarihi kesitlerini kapsar. Hareketimizin oluşumundan şehit olduğu güne kadar hemen tüm mücadele biçimleriyle, tutsaklık koşullarındaki direnişleriyle, O'nu, bulunduğu her alanın yorulmaz bir emekçisi olarak görürüz. Hareketin tarihi oluşumunda O'nun katkıları unutulmayacaktır. Özgeçmişinde hareketi şöyle değerlendirir: "Devrimci Sol benim herşeyimdir. O'nun içinde yeraldığım günden beri gerçek ailem olmuştur. Kendimi hareketimizle bütünleşmiş biri olarak görüyorum. Devrimci Sol'un dışında bir yaşam düşünemiyorum. Bu hareketin bir üyesi olmak benim için büyük bir onurdur, gurur kaynağıdır. Yaşamım dahil herşeyimle O'na bağlı kalmayı, O'nun emirleriyle ölüm dahil herşeyi yapabilmeyi anlıyorum. Kısacası hareketin her isteği benim için bir emirdir..."

Kemal her zaman düşündüğü ve inandığı gibi yaşadı, 19 yıllık devrimci yaşamı boyunca gerçek ailem dediği örgütüne ve tertemiz ideallerine bağlı kalarak şehit düştü.

 

RAHAT UYU ARAP OĞLU,

SEN KÜRDİSTAN DAĞLARINDA

KÜRT YOLDAŞLARINLA OMUZ OMUZA ÇARPIŞTIN

ÇARPIŞTIĞIN TEPELERE KIZIL BAYRAK DİKECEĞİZ

SÖZ VERİYORUZ!

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

Halk adamıydı

 

Ekrem abiyle çok kısa bir tanışıklığım oldu. Onunla yürürken içim kıpır kıpır ediyordu. Şehitlerimizle ilgili anlatılara baktığımızda hep mütevazı, emekçi yönleri ön plana çıkar. Ekrem abide de tüm bu özellikler vardı. Birgün dışarıda yemek yememiz gerekti. Bir büfeden ayak üstü bir şeyler atıştırdık. O hemen şunu düşünmüş ve şöyle demişti; "bu yemek hem pratik, hem ucuz, her zaman ucuz şeyler yersek paramızın çoğunu daha önemli işler için kullanırız" demişti. Bu küçük sohbetimizin altında çok büyük şeyler yatıyordu aslında. İşte hep anlatılan veya duyduğumuz "yönetici insan yer, zaman tanımadan her şeyi eğitime çevirebilendir" deyişi somutlanıyordu. Ekrem abi bana bir şeyler kavratmaya çalışırken kesinlikle "ben sorumluyum", "ben komutanım" diye hissettirmedi. Halk adamıydı.

Şehit düştükten sonra onun Komutan olduğunu, adsız bir kahraman olduğunu ve Arap olduğunu öğrendim. Üzülmüştüm, çünkü daha çok şeyi paylaşmak isterdim. Gururluydum çünkü, "Dersim Faşizme Mezar Olacak" sloganlarıyla çatışarak destan yazanların Komutanıyla tanışmıştım. Gururluydum çünkü, Arap halkının yiğidi Dersim'in kartalı olmuştu.

 

***

 

Gerilla birliğindeki savaşçılar anlatıyor:

BİR KOMUTAN

 

 

(Aşağıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi’ndeki DHKP-C’li tutsakların yayınladığı Başak Dergisinin Eylül 1998’de çıkardıkları 7. sayısından alınmıştır.)

 

9 Ekim 1994 tarihinde Dersim Ovacık Emirgan Deresi Mevkiinde, onbinlerce devlet gücüyle birliğimiz çatışmaya girmiş, Kemal Askeri (Gerilladaki kod adı Ekrem idi) komutasındaki elliye yakın savaşçımız, devlet güçlerinin yoğun saldırısına rağmen kahramanlık yaratarak çatışmıştı. Çatışmaya başından sonuna kadar komuta eden Kemal Askeri, gerillaların aleyhlerine olan bir çok durumu lehlerine çevirmiştir. Onun soğukkanlı ve cüretli yönlendirmesi, gerilla birliğimizi imhadan kurtararak kuşatmadan çıkarmıştır. Bu direnişte 13 de şehidimiz vardır. Fakat devlet güçlerinin birliğimizi tamamen imha etmek için saldırdığı koşullarda yeni gelenekler ve kahramanlıklar yaratılarak devlet güçlerine ağır kayıplar verdirilmiştir.

Bu direnişin yıldönümünde, Emirgan şehitlerini, Emirgan'ın komutanı Kemal Askeri'yi anlatarak anmak istedik. Çünkü, o, sadece, bu çatışmanın komutanı değil, kahramanca şehit düşen savaşçıların komutanı, abisi, öğretmeni, hatta babasıydı.

Tabii şehitlerimizi anlatırken amacımız sadece onları hatırlamak, yad etmek değil, asıl olarak onlardan öğrenmektir. Aslında her bir şehit anlatımının, anının ardından örnek alınacak, dersler çıkarılacak onlarca da yan vardır. Şehitlerimizin yaşamları, nasıl yaşayacağımızı, nasıl direnip, günü geldiğinde nasıl şehit düşeceğimizi gösteren ışıklı bir yol gibidir.

İşte Kemal Askeri'yi anlatırken de ondan öğrendiklerimizi ve ondan öğrenmemiz gerekenleri anlatmaya çalışacağız. Yani, yönetici-komutan Kemal Askeri'yi anlatacağız.

Kemal Askeri'nin Dersim'e gelişi birçok şeyin değişmesini de beraberinde getirdi. Çünkü Ekrem abi Dersim'e geldiğinde Parti müjdesiyle gelmişti. Ve bizler, "Partili kişilik" sözünü ilk onun ağzından duymuştuk. Ekrem abinin yaptığı ilk değişiklik, askeri ve siyasi çalışmaları programlamak oldu. Özellikle siyasi eğitimimiz arttı. Çalışmalarımız soyut gereksiz bilgilerden arındırılmış, partimizi öğrenme temeline oturuyordu. Evet, partimizi öğrenmeliydik. İdelojimizi, geleneklerimizi, değerlerimizi... Ekrem abi, anlatımlarla, sık sık, bize, partiyi öğrendikçe partiyle bütünleşeceğimizi, önümüzdeki engelleri aşarak misyonumuzu yerine getireceğimizi söylüyordu. Biz, bu çalışmaların her aşamasında komutanımızı da yanımızda görüyorduk. Anlatıyor, tartışıyor, eğitmenlerimizi denetliyor, tekrar tekrar eğitiyordu.

Çalışmalarımızın birinde, devrimci iç savaş nedir, diye bir soru soruldu. Herkes değişik cevaplar verdi. Bu cevaplardan biri de "kişinin kendi kendine yürüttüğü savaştır" olunca, çalışmayı yöneten yoldaş güldü. Ekrem abi tatlı sert bir şekilde eğitmen arkadaşı uyararak; "sen öğretmediysen tabii ki bu cevap verilir" dedi. Sadece anlatmanın, kavratmak için yeterli olmadığını, onun için kafa yormak, değişik yöntemler bulmak, hatta tartışmayı günlük yaşama yaymak gerektiğini anlatıyordu. Tabii eğitim tek başına partimizin tarihini öğrenmekle de sınırlı değildi. Önemli olan P-C kişiliğini, kendimizde somutlamak, P-C'ye layık gerillalar olmaktı. İşte Ekrem abinin bizimle aslı savaşı burada başlıyordu. Daha doğrusu, bizim dayattığımız kişiliklerle savaş...

"Yapamam, edemem, olamaz" gibi her türlü dayatmanın karşısında artık Kemal abi vardı. Kendine güvensizlikler taşıyan genç bir yoldaşımızı birgün yanına çağırmış, artık müfrezenin komüncüsü olduğunu söylemişti. Savaşçı şaşkın ve kendine güvensiz "yapmayacağım" demişti. Gelen tüm gerekçelere rağmen Ekrem abi gülerek ve tüm gerekçeleri tek tek çürüterek onu ikna etmişti. Fakat iş burada bitmemişti. Neyi nasıl yapacağını programlamış, yol göstermiş, denetlemiş, yeri geldiğinde eleştirmişti. Artık bu yoldaşımız görev almaya hazır, kendine güven noktasında gelişmiş bir savaşçıydı. Komutanımızın sabrı, ısrarı, bürokratizmden uzak kişiliğiyle savaşçıları eleştiren, dönüştürendi. "Yapamam, edemem"lere karşı ikna edici, eğiticiydi. Ve biz onu sadece talimatlarında tanımıyorduk. O, verdiği her talimatın nasıl yerine getirileceğini de gösteren ve geliştiren komutandı. Kemal Askeri, bizim yanına yaklaşamadığımız bir komutan değil, aksine, dertlerimizi paylaştığımız, sıkıntılı anlarımızda akıl danıştığımız biriydi. Çok mütevazıydı. Yeri geldiğinde savaşçılarından da öğrenmesini bilirdi. En kritik anlarda dahi, savaşçıların görüşlerini almaktan çekinmemiş, onların yaratıcılıklarına güvenmişti. Bir keresinde Ekrem abinin bilmediği bir arazide konaklamıştık. Nöbetçi yoldaş, devlet güçlerinin araziyi kuşatma altına aldığının haberini verdi. Ekrem abinin "toparlanın" talimatıyla hepimiz yanına gittik. Bizimle, arazinin durumu, kuşatmadan nasıl çekileceğimizi tartıştı. Bizim de düşüncelerimizi alarak bir çekilme hattı belirledi. Mesafeli bir şekilde birbirimizin güvenliğini alarak çekildik. Kayıp vermeden kuşatmayı boşa çıkartmıştık. Bu ve bunun gibi birçok örnek güven ağını da örüyordu.

 Ekrem abi Dersim'e yeni gelmişti. Ama kısa bir zamanda bölge insanı olan bizler kadar halkla sıcak ilişkiler yakalamayı başarmıştı. Çünkü, savaşçılarına gösterdiği emek ve sabrı halka da göstermesini biliyordu. Ekrem abinin kim olduğunu, konumunu bilmeseler de ondan saygıyla bahsediyorlardı. Bölge halkının alevi olmasından kaynaklı, Ekrem abi, alevi kültürünü araştıran kitapları elinden düşürmüyordu. Köylülerle sohbet ederken '38 isyanından, aleviliğin olumlu geleneklerinden, düşmanın son dönem uyguladığı politikalardan bahseder, nasıl boşa çıkartılacağını anlatırdı. Hatta kitleyle daha rahat iletişim kurmak için Zazaca öğrenmeye çalışırdı. Yanından ayırmadığı not defterine Zazaca kelimeler yazıyor, köylere her gittiğinde, defterini çıkarıp notlarına bakarak, köylülerle selamlaşır, hal-hatır sorardı. Öyle ki onun bu çabaları köylüler tarafından sevgi-saygı ile karşılanırdı. Komutanımızla birkez sohbet eden, hep ondan bahsediyordu. Yine birgün faaliyet yürüttüğümüz müfrezeden ayrılınca, yaşlı bir amca, hangi bölgede olduğunu öğrenip, Ekrem abiyi görmeye gelmiş. Ekrem abiye, neden uzun süredir gelmiyorsun, diye sitem etmişti. Komutanımız halkın insanı olmuştu. Kendisi Arap olmasına rağmen kısa sürede Dersim halkının kültürünü ve geleneklerini öğrenmiş ve onlarla kaynaşmıştı.

Kemal Askeri, fedakardı. Bu fedakarlığıyla özverisiyle savaşçılarına örnek olurdu. Ayağının çıkık olmasına rağmen saatlerce yol yürür, komutanlar çanta taşımaz, yük taşımaz mantığını yıkarak, bizimle beraber yük taşırdı. Yani her an her yerde bizimleydi. O, bizden biriydi. Yaşamımızın her anını bizimle paylaşırdı. Bizim için hangi kurallar geçerliyse, o kendisi için de bu kuralları geçerli kılardı. Gerektiğinde günün komüncüsüyle sofrayı hazırlar, gerektiğinde kaynaktan su taşırdı. Gece geç saatlere kadar faaliyette olmasına rağmen, ayakta olur, içtimayı denetler, günün proğramını uygulamaya geçerdi. Dinlenme saatlerinde bile çalışırdı. Örgütsel işi yoksa, ya müfreze komutanlarını toplar, değerlendirme yapar, ya da savaşçıların özel problemleriyle ilgilenirdi.

Komutan olduğu için kendisine ayrıcalıklı davranılmasına müsaade etmezdi. Bizimle aynı sayıda sigara alırdı. Birgün, birliğimize birkaç tane kaliteli ayakkabı gelmişti. Komutanımızın ise ayağında Ankara lastiği denilen kara lastik vardı. Komüncüyle birlikte bu ayakkabılardan bir tane, kendisine götürmüştük. "Çocuklar niye böyle yapıyorsunuz. Acil durumlarda başka yoldaşlarınız giyer" diyerek mahçup olmuştu. Israrlarımız sonucu ayakkabıyı zorla giydirmiştik. Ama ayakkabıyı çıkartarak, "başka durumlarda giyilir" diyerek kara lastiklerini giymişti.

Sıcaklığı, dostça yaklaşımının yanında, eksikliğimizin üstüne acımasızca gidişi vardı. Zaaflarımızın, eksiklerimizin devrimi geciktirdiğini, bu nedenle kendimizi geliştirmemiz gerektiğini söylerdi. Bu yönüne güzel bir örnek de, başka bir faaliyetimiz sırasında yaşandı. Karakola yakın bir yerden geçiş yapacaktık. Ay ışığının olmasından dolayı, öncü yoldaş geçiş yapamayacağımızı belirtti. Fakat geçmemiz gerekiyordu. Ekrem abi, "neden daha önce bu durumu belirtmediniz" diye eleştiriyordu. Herkes geçilmeyeceği noktasında hemfikirdi. Ancak bir gerilla risksiz ve kolay hareketleri hedeflememeliydi. İşte gerilla için hayati önem taşıyan bir dersi Ekrem abinin pratiğinden öğrenecektik. Ekrem abi, ayağı çıkık olduğu halde öne geçti. "Gerillalar riskleri göze almalıdır. Alışmışsınız hep aynı patikalarda gitmeye" demiş, hiç bilmediği bir araziden birliğimizi geçirmişti. Daha önce iki, üç günde geçtiğimiz bu araziyi, bir günde geçmeyi başarmıştık. Kafamızdaki statüler yıkılmış, daha kendine güvenli olmuştuk.

Statülerimize karşı geldiğinden beri savaştı. Gerilla hareketimizin açılım sorunu vardı. Yıllardır faaliyetimizi sınırlı bölgelere hapsetmiştik. Fakat Ekrem abi geldiğinden beri bunu geliştirmenin yolunu tartışıyor, önce bunun, kafamızda yıkılması gerektiğini söylüyordu. Artık onun yönlendirmesiyle, nereye nasıl açılınabileceğini tartışıyor, bu yönde bilgi topluyorduk. Evet, statülerimiz yıkılacak, olmazlarımız yok olacaktı. Çünkü, bir gerilla bunlarla belki savaşmayı ve varlığını devam ettirmeyi başarabilirdi ama asla zaferi kazanamazdı. Her anı, her düşüncesi devrim hedefiyle dolu komutanımızın savaşçıları olarak biz de daha büyük düşünmeye, geçmişimizi sorgulamaya başlamıştık.

Komutanımızda, bizi etkileyen bir başka yön de, partiye ve önderliğe olan sarsılmaz inancıydı. Düzenli olarak parti ile görüşmeler yapıyordu... Onunla birlikte olduğumuz zamanlar önderliğimiz sık sık sohbet konumuz olurdu. Yine birgün, o sohbetlerden birinde, müfrezemizin, Ekrem abi gelmeden önceki başından geçen bir olayı anlatmıştık. Savaşçılardan Kadir Güven'in de içinde bulunduğu müfreze, Ovacık'ın bir köyünde dost bir hareketle karşılaşır. Sohbet sırasında dost hareketin komutanlarından biri önderimizden "Dursun" diye bahsedince Kadir Güven, "terbiyeli konuş, önderimiz senin okul arkadaşın mı" diyerek müdahale eder. Bu anımız Ekrem abinin çok hoşuna gitmişti. "DHKC savaşçıları her yerde önderimize saygılarını göstermelidir" demişti. Önderimizin, bizim için ne anlama geldiğini de yine komutanımızdan öğrenmiştik.

 Kemal Askeri, bizim komutanımızdı. Fakat sadece komutanımız değil, sıkıntımız olduğunda, sıkıntımızı paylaşacağımız babamız, abimiz gibiydi. Her sorunumuza eğilir, çözüm bulur ve nerede olursa olsun, hangi eksikliğe düşmüş olursak olalım, bizi ayağa kaldırıp devrime kanalize ederdi. Komutanımızın bizim için ne anlam taşıdığını daha sonra şehit düşmüş olan yoldaşımız Necla Çavumirza'nın şu sözlerinde somutlamak mümkün. Necla parti müjdesini aldığında çok sevinmişti. Ve sevincini şöyle ifade etmişti:

"Şimdi çok daha güçlü bir aileyiz. Belki bugüne kadar ailemizin büyüklüğünü anlayamamış, eksikliğe düşerek anamı, babamı çok özlemiştim. Fakat Ekrem abi geldikten sonra gözlük sorunumdan diğer özel sorunlarıma kadar her sorunumla ilgilendi ve çözdü. Demek ki, partimiz bize bu kadar çok değer veriyor. Her türlü sorunumuzla ilgileniyor. Bu benim için çok büyük bir mutluluk."  Yine bir başka olayda, komutanımızın savaşçılarına verdiği değer şöyle somutlanıyordu:

Karargaha yakın müfrezemiz kuşatma altındaydı. Karargahımızda ise kalabalık bir şekilde rahatsız olan yoldaşlarımız bulunuyordu. Ekrem abi, çekilme hattı belirlerken karargahımızın ve hasta yoldaşlarımızın zarar görmeyeceği bir plan yaptı.

"Çocuklar, ne olursa olsun, düşmanı karargaha gidecek hattan uzak tutmalıyız. Kendimizden çok karargahta bulunan yoldaşlarımızın güvenliğini almalıyız. Bu bizim ilk görevimizdir" demişti. Evet, o her koşulda savaşçılarının güvenliğini düşünüyordu.

Komutanımıza dair anlatacağımız son anı da Çaytaşı çatışmasıdır. Çaytaşı Dersim'de küçük bir mezradır. 6 Aralık 94'de de artık başeğmez Parti-Cephe direnişinin adı oldu. Yine komutan Ekrem'in önderliğinde büyüyen bir direnişti. Yanında sekiz savaşçı vardı. İçinde bulundukları köy evi askerlerce sarılmıştı. Adeta bir Kızıldere daha yaşanıyordu. Devlet güçlerinin, "teslim olun" çağrılarına sloganlarla marşlarla cevap veriliyordu. Bir süre sonra da kurşun ve bombadan harabeye dönmüş bu köy evinin penceresinden Parti-Cephe bayrağı dalgalanmaya başlamıştı. "Yaşasın DHKP-C! Kürdistan Faşizme Mezar Olacak!" sloganları çatışma boyunca duyuldu. Saatler süren çatışmanın sonunda binlerce devlet gücü sadece yoldaşlarımızın cenazelerini teslim alabildi. Tarihimizde yeni bir kahramanlık daha yaratılmış, Dersim bir kahramanlığa daha tanık olmuştu. Çatışmanın dışında kalan savaşçılar düşmandan hınç alma duygusunu yaşarken, hala komutanımızın "Çocuklar, devrimi yalnız Dersim'de yapmayacağız, devrimimiz Ortadoğu'yu, hatta dünyayı sarsan bir devrim olacak. Oysa siz küçük sorunlarla kafanızı meşgul ediyorsunuz. Devrime tüm duygu ve düşüncelerinizle kilitlenmelisiniz" sözleri kulaklarımızda çınlıyordu.

Kemal Askeri ve Çaytaşı, yıllarca bölge halkı arasında dolaşarak anlatılan bir efsane olacaktı. Bizler onun yetiştirdiği savaşçılar olarak, hiç eksikliğe düşmedik değil, düştük. Hatta ona layık olamadığımız durumlar da yaşadık. Fakat her seferinde onun inanç dolu sözleri, sevecen, sıcak yoldaşlık ilişkileri bizi tekrar ayağa kaldırıp, devrim saflarına çekti. Komutanımızdan öğrenmeye devam ediyoruz.

 

ÇAYTAŞI

 

Dersim'in Çaytaşı'nda

Günün ilk sabahında

Yağan karın ortasında

Yatar oldu dokuz can

Sevdalı yürekleriyle

Buz tutan elleriyle

İnanç ile öfke ile

Direnç oldu dokuz can

 

Aralık '97

 

***

 

Anı: KEMAL'E

 

Düştü bir yiğit

bir ala gün içinde

İstiridye gibi saklarken incisini haramilerden

Elinde filintası

ve asılı flamasıyla

törensiz bırakmadı sevdasını

Yüreği gelin havasının son demindeyken

.....

Soğuktu bir metreye yaklaşan kar, her tarafta beyaz bir örtü gibi serilmişti. Zaman zaman yağan kar ve tipi toprak damlı evin içine kadar işliyordu. Köyün dışında dümdüz bir arazide tarlaların içindeydi evi. Çocukları işsizliğe, yoksulluğa, baskıya daha fazla dayanamamış İstanbul'a göçmüşlerdi. Kendisini de götürmek istemişlerdi oysa. Evini, barkını, köyünü, topraklarını bırakıp gitmemişti. Kaç kuşaktır bu topraklarda yaşıyorlardı, köyün bereketli toprakları nice yiğitleri beslemişti. Nasıl bırakıp giderdi, gitmedi de.

Tek başına yaşıyordu. İşlerini bitirmiş yatmaya hazırlanıyordu. Birden bir sesle irkildi. Seslerin sahibi kapıda görününce rahatladı. Köyünün bereketli topraklarının beslediği yiğitlerdi gelenler. Hemen tanıdı, gelenler Komutan Ekrem'le yoldaşlarıydı. Yanlarında yaralı bir kız vardı. İçeri aldı büyük bir mutlulukla, ne zaman yolları köye düşse arada ona da uğrar halini-hatırını sorarlardı. Gerillaların evine gelmesini, onlarla konuşup sohbetler etmeyi seviyordu. Kendi çocuklarıydı onlar, bir ananın çocuklarına duyduğu sevgiyi doyasıya onlara vermişti.

Havanın kararmaya yüztutmasıyla birlikte gerilla köye gelirdi. Çoğu kez gelişlerini kapıda beklerdi. Her zamanki gibi değillerdi; yoldaşları yaralıydı. Birlirlerine olan bağları o kadar güçlüydü ki hep birden acı çeker, hep birden neşeyle türkü söyler, sohbetler ederlerdi. Birazda bu yüzden gerillayı sever, güvenir, korur kollardı.

Sabah olmak üzereydi. Hava iyice aydınlanmaya, gün yüzünü göstermeye başlamıştı. Ekrem bir ara elinde silahıyla dışarı çıktı. Evin etrafında dolaşıp tekrar içeri girdi. Ne olduysa hepsi birden silahlarını alıp kapıyı, pencereyi tuttular. Ekrem; "yoldaşlar etrafımızı sarabilirler" dediğinde ilk kez gerillaların yanında korkmuştu. Kendisi için değildi korkusu, onu korur gözetirlerdi. Korkusu onlar içindi. Zalim düşman nasıl kendilerine baskı yapıp, işkenceler yapıyorsa, yiğitlere de saldıracaktı. Kendisini çıkarmak istediklerinde önce karşı koydu. Halbuki ne vardı sanki kaybedeceğim diye düşündü. Bizlere birşey olsun istemezlerdi, mertlikleri bundandı. Evden çıkıp köye doğru ilerledi. Daha köye varmamıştı ki silah seslerini duydu. Tüm köylü dışarı çıktı. Düşman etrafı sarmış kimseyi bırakmıyordu. Silah seslerine slogan sesleri karşıyordu. Gözleri artık dayanamadı, içindeki acıyı dışarı vurmak için sabırsız ama sessizce gözyaşları akmaya başladı.

Etraf askerlerle dolmuştu. Köyün muhtarı kendisini gerillaların yanına "teslim olmalarını" söylemesi için göndermek isteyenlere "ben gitmem, gidemem" diyerek kabul etmedi. Biliyordu gerillalar asla teslim olmazdı. Silah, bomba sesleri sloganlara karışırken evin penceresinde bir bayrağın dalgalandığını gördüler. Sesiz bir öfkeyle, kinle, buruk bir acıyla seyretmek ne de zordu.

Gerillaları tek tek hatırladı, buruk bir gururla.

Köyün girişi yamaçtaydı, düz olduğundan gelenler uzaktan görülürdü. Gerillalar köye yaklaşırken özellikle de çocuklar alkışlarla karşılarlardı. "Sarı kırmızı Dersim'in yılıdızı, gurban olak bizim gerillalara" sözleri duyulurdu. Hep ilk çocuklar giderdi yanlarına, sessizce, usul usul silahlara dokunmak için fırsat kollarlardı. Kimiyle şakalaşır, kimiyle boğuşurlardı. Onların her gelişi bir bayramdı köylü için. Saatlerce saz çalınır, türküler söylenir, sohbetler koyulaştırılırdı. Sorunlarını bir gerillaya açarlardı. Zaten başka kime gideceklerdi ki? Bunca eziyeti, bunca baskıyı reva görenlere mi? Askerini, bombasını, silahını gönderirdi devlet; okul, yol, su, yiyecek diye.

Hepsi ana derdi ona. Kimini çocukluğundan tanırdı. Kimisi de akrabasıydı ama hepsi kızları, oğulları, yiğitleriydi.

Silah sesleri artmıştı, tıpkı söyledikleri gibi bayrak camın önünde inançla, cesaretle dalgalanıyordu. Zordu dayanmak. Zordu onlar için üzülmemek, onlara kızmak.

Silah sesleri durduğunda evden çıkan dumanlar gökyüzünü sarmıştı. Gün doğarken yüzünü gösteren güneş yiğitler karşısında utanırcasına kaybolmuştu. Çaytaşı'nın başını kapkara duman kaplamıştı. Bomba ve roketlerden ev delik deşik olmuş hala içten içe yanıyordu. O an evi aklına bile gelmiyordu. Orada geçen anılarını, umutlarını, yaşadıklarını, yiğitlerini düşünüyordu.

Bu ateş ki, niceleri için umuttu. Geleceğin umudu. Ölümle yaşamın birleşmesiydi. Hepsinin hayali gözlerinin önünde dönüyor, sesleri kulaklarında çınlıyordu. Eve yaklaşmak istedi ama bırakmadı onu askerler. "Vatan hainlerini evine alıyorsun, sende vatan hainisin" dediler. Vatan... kimbilir onlar için vatan neydi? Ama onun için yiğitlerin uğruna öldükleri bereketli topraklardı. Yoksa onların vatanı başka mıydı, bilmiyordu. Bilmekte istemiyordu. Şimdi önemli olan onlara güzel bir tören yapmaktı. Hep birlikte selamlayacaklardı hepsini.

Hepsinin acısını içine akıtıp, başını iki elinin arasına alıp, evin karşısındaki kara bulutlar hafif hafif dağılırken yavaşça yere çöktü. Yakılan ağıtlar, dökülen gözyaşları hepsi evlatları içindi.

"Ağlama ana, acını hafifletme" derlerdi görseler, ama olsun onun acısı hafiflemezdi. Hangisinin acısı hafiflerdi... Bıraktı gözyaşlarını, saldı ağıdının sözlerini isyan edercesine.

 

***

 

Kemal ASKERİ'ye ait bir şiir:

 

"Gelirlerse ilk vuran biz olmalıyız"

Işığa varmak için

Taşı parçalayarak çıkan

Sabır motorları gibiyiz.

Yan yana, dizi dizi

Betona veriyoruz akça tenimizi

Göğü, göğüs ateşini özümseyerek seyrediyoruz.

Ötemizde ekmeğin ve tuzun tutsaklığı

Cıvıltılı ormanlar

Ve sarmaşıkların ucunda

Kayalara tırmanarak büyüyen

Şule çiçekleri var

Ah gülüm ah

Ötemizde ne güzel

Ne güzel dövüşüyorlar

 

           (Kemal Askeri)

 

Geri