Kalender KAYAPINAR Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

“Halk kültürümüzle bütünleşmenin örneğiydi...”

 

Buca'dan Ümraniye'ye uzanan direniş günlerimizde Uğur, Turan, Yusuf, Mecit, Orhan, Rıza ve Gültekin vatan topraklarımızı özgürleştirme mücadelemizde şehit düşerken; Umit Doğan Gönül ve Kalender Kayapınar yoldaşlarımız da düşmanın bir başka "yok etme" politikasıyla öldürüldüler. Parti-Cephe'mize, halklarımıza, vatan topraklarımıza adanmış yaşamları, kişilikleri yol göstericimiz olacak.

Mücadeleyle tanışmadan önceki yaşamında ailesinin kendisine sunduğu olanaklar ve eğitimini gördüğü yer itibariyle düzenin sunduğu yaşamı, kişiliği tercih etmemiştir. Kendisi maddi olanakları iyi sayılabilecek bir Kürt-Alevi bir ailenin oğludur ve tıp eğitimi görmektedir.

Bugün gençlik olarak halklaşamamanın, halk kültürümüze yabancılaşmanın bizleri kavgadan alıkoyan ağır sonuçlarını hem yaşıyor, hem de yaşatıyoruz. Kalender Yoldaş'ın yaşamı ve kişiliği bu yanıyla örnektir bizlere. O, onca olanağa ve düzenin mesleğine biçtiği misyona rağmen tam bir halk çocuğudur. Mütevazıdır. Giyimi-kuşamı, oturması-kalkmasıyla, halklarımızın gelenek ve göreneklerine gösterdiği saygıyla dikkatleri üzerine çekerdi. Halka, halk kültürüne yabancılaşma, hor görme, kendine misyon biçme ona uzak olan özelliklerdir. Ve o, varolan bu olumlu özelliklerini daha da geliştirerek Parti'mizin tasarrufuna, halklarımızın hizmetine sunmuştur. Halklarımıza duyduğu saygı, sevgi ve bağlılığı Önderlikte, Parti-Cephe'de, yoldaşlık ilişkilerinde, aldığı görev ve sorumluluklarda somutlamıştır.

O, tamamlayamadığı öğrenimini Parti saflarında tamamlamaya çalışmış, mesleğine dair bilgi ve tecrübelerini yoldaşlarına sunmuştur. Kendimizden biliriz. Küçük burjuvazinin tembel, hantal, emek ve özveriden kaçan, zora gelemeyen yanlarımız çokçadır. "Rahatsızım, hastayım, şuram ağrıyor" türü bahaneleri görevlerimizi yapmamanın gerekçeleri olarak dile getirdiğimiz çok olmuştur. Yoldaşımız Kalender, mesleğinin bilgi ve tecrübesini Parti perspektifimizle bütünleştirerek sıkça günlük yaşamda dile getirilen "hastayım" sözüne "dert etmeyin, iyileşince geçer" diyerek emek ve çabanın her tür hastalığın en iyi ilaç olduğu bilincini bizlere vermeye çalışmıştır. Onun cezaevi direnişimizde hastalığının boyutuna, kendisine verdiği onca acıya rağmen "önce direnişimiz" demesi ya da ölüm döşeğinde son nefesine kadar Önder'imize, Parti ve yoldaşlarımıza olan bağlılığını haykırması örnektir ve bizlere ders olmaktadır.

Kalender Yoldaş, tüm yoldaşlarına karşı ölçülü, onların her tür sorunlarına karşı birçoğumuzun gözünden kaçan ufak ayrıntılara varıncaya kadar duyarlı ve hassas bir insanımızdı. Bu hassasiyet ve özen kadın yoldaşlarımıza karşı daha bir belirginleşirdi. Kadın yoldaşlarımızın gelişimine ayrı bir önem verir, destek olurdu. Kendisi Malatya Cezaevi'nden Amasya Cezaevi'ne sevk olduğunda tektir. Uzunca bir aradan sonra yanına gelen kadın yoldaşlarıyla ilk karşılaşmasında "verin elinizi öpeceğim" deyişinde yoldaşlarına olan derin bağlılığını ona özgü bir güzellikte görebilmek mümkündür.

Yine Amasya Cezaevi sürecinde hak alma eylemliliği içerisinde Ölüm Orucu da gündeme gelmiş, Ölüm Orucu ekibinde yer alması noktasında çok ısrarcı olunca "sen düşmanla olan görüşmeleri yapacaksın, talimat böyle" diyen kadın yoldaşına "talimata uyacağım" deyişi, ondaki örgüt disiplini ve terbiyesinin sayısız örneklerinden sadece birisidir. Direniş sonrası kazanımları hazmedemeyen cezaevi idaresi faşist yüzünü göstererek direniş içindeki tutsakları sürgün etmiştir. Yoldaşlarından ayrı düşen Kalender yoldaş, onların sağlığına dair bilgi alınca "artık ölsem de gam yemem, sizin iyi olduğunuza dair haber aldım ya!" demiştir.

O, "eski kafayla yeni insan yaratılmaz" deyişindeki özlü ifadede kısa sayılabilecek mücadele yaşamının özetini sunmuş ve hep yeninin peşinde koşmuştur. Duyarlılığı, özverisi, disiplini, sabrı, mütevazılığı, bağlılığı, halk sevgisi ve daha birçok özelliğiyle Kalender yoldaşımız şehitler kervanındaki yerini almıştır. Elindeki bayrak bayrağımız, savaşı savaşımızdır. Gidişi artan öfkemizdir. Rahat uyu yoldaş!...

 

***       

 

Bir Yoldaşı anlatıyor:

KALENDER KAYAPINAR: "DURU BİR SU GİBİ"

 

Kalender'i Çanakkale Cezaevinde tanımıştım. Antep cezaevinden sevk olmuşlardı. İki ay kadar süre beraber kaldık. Ancak aylarca, hatta yıllara sığdırılamayacak bir yaşamı, paylaşımı bu kısa süreye sığdırmıştık.

İnanç, kararlılık, sadelik ve yaşama bağlılık onun karakteriydi. Çünkü bu kısacık sürede bu özelliklerin hepsini onda gördüm. Kürt ve yoksul bir ailenin çocuğuydu. Yöresel şivesi ve ulusal özellikleri de yine onun karakteriydi. Genç yaşta babasını kaybetmesi onun annesine olan yakınlığını daha da artırmıştı. "Benim anam bir tanedir" derdi.

Tıp'ta okuyormuş tutuklanmadan önce. O'na takılırdık "sen de mi Che'ye özendin de tıbbı seçtin doktor" diye. Kızardı "doktor değil önce devrimciyim" derdi. Her zaman güleç ve espriliydi. Hatta bu tavrını yaşamının her anında görmek mümkündü. Yaşadıklarına bir yandan güler ama yandan da ondan öğrenirdi. Bir gün Amasya Cezaevine sürgün olur. Bu süreç 9 Eylül genelgesine karşı '93 genel direniş sürecidir. Sevk olduğu yerde haberleşme imkanları yok ve aynı zamanda mektupları da engellenir. Bu ara direnişe geçtiğini ve SAG'a başladığını gönderdiği faksta şöyle anlatıyordu;

"Ben Somali’ye gidiyorum. Dönmeyebilirim. Avukatlara da haber verin..." Faksı alan arkadaşlar ilk anda çözmekte epey zorlanmışlar. Somali’nin "açlık", dönmeyebilirim’in ise "süresiz" olduğu anlaşılmış sonunda.

Yine bir gün derslerin birinde kesintisiz devrimi anlatmaktadır. "Aslında söylenecek bir şey yok. Kesintisiz devrim duru bir su gibidir. Daha ne söyleyim" der ve bekler. İlk başta şaşırmıştım bu konu bu kadar mı anlatılır diye. Daha sonra neden duru bir su gibi olduğunu anlattığında hak vermiştim.

 

***       

 

Son günlerine tanık olan bir yoldaşının izlenimleri:

“Zafer umudu, direniş onuruyla şehit düştü”

 

Çanakkale E tipi hapishanesinde kaldığı zaman sağlığı iyice bozulduğu için Bayrampaşa hapishanesine nakledilen Kalender’in tam teşekküllü bir hastaneye sevki hapishane idaresi ve jandarmaların keyfi davranışlarıyla engellenmişti. Engeller nedeniyle prostat kanseri teşhisi geç koyulan Kalender’in kanser tüm vücuduna yayılmıştı. Kalender için dışarıdan girişimler başlatılmıştı, bu girişimler sonucu yirmi dokuz aralıkta İstanbul Adli Tıp Kurumu başkanlığınca oluşturulan kurulun düzenlediği raporda “hapishanede kalmasının hayatını tehdit edeceği”nin belirtilmesi üzerine Çanakkale infaz savcılığı Kalender’in infazını bir yıl ertelemişti ve Kalender tahliye olmuştu.

Tahliye edildikten sonra doktorla görüşülmüştü, ancak doktorlar Kalender’in tedavisi için yapılacak birşey kalmadığını, kanserin karaciğeri de tamamen tahrip ettiğini söylemişlerdi. Hastaneden dönerken arabada yaşamını yitirmişti.

Kalender tahliye edildikten sonra ancak dört gün yaşayabilmişti, böyle bir sonucu savcısı da, hapishane idaresi de, doktorlar da çok iyi biliyorlardı. O nedenle tahliye etmişlerdi. Kendileri de hapishanede daha fazla sorun çıkmasını istemiyorlardı. Düşündükleri kendi rahatlarının da bozulmamasıydı.

Kalender’in tahliye olduğu akşamdan itibaren dört gün boyunca onun yanına gitmiştik. O haliyle bile bizimle sohbet etmek çok hoşuna gidiyordu. Çanakkale hapishanesinde kalırken son olarak gittiği 45 günlük açlık grevinde rahatsızlanmasını anlatmıştı.

“Eylülün sekiziydi, karnımdaki sancılar artmıştı. Tıp öğrencisi olduğum için kendi hastalığımın ciddiyetinin bilincindeydim, buna rağmen hastalığımın ciddiyetini arkadaşlara açmadım, o koşullarda önemli olan direnişti, açlık grevine devam ettim... Rahatsızlandım tüm hastane başvurularımızı dinlemediler, hapishane beni bile bile ölüme terk etti. Hapishanede kontrgerillanın üç ayağı var: savcı, idare ve hastane. Her zaman kalaslarla ve coplarla saldırmıyorlar, hücre hücre öldürüyorlar, bazen bunu sistemli olarak yapıyorlar...” demişti.

Çok rahatsızdı, zor konuşuyordu ama anlatmak istiyordu. “Hastanede doktorlar tutsaklara bakmıyor, yine tutsaklar kendi arkadaşlarına bakıyorlar, aileler müdahale etsin, ailelere ihtiyacımız var, birlik olmalıyız” demişti ziyaret sırasında. Yanımızda TİYAD’lı bir anayı da götürmüştük, tanıştırmıştık, çok sevinmişti TİYAD’lı anayı görünce. Kendi ailesine, annesine dönerek örnek göstermişti onu.

Kalender’le sohbetimiz üç gün boyunca sürdü, konuşacak ve kıpırdayacak hali olmadığı halde bizi görünce canlanıyor ve bizimle zor günlerde birlikteliğin, bütünleşmenin, aynı ruh dalgasında erimenin yarattığı yoldaşlık ortamına zorla da olsa konuşarak katılıyordu. Gazetemizin son sayısını ve yıl başında çıkardığımız takvimi götürmüştük. Takvimin kapağını görünce birden canlandı, kapakta Dayı’nın fotoğrafı vardı, coşkuyla oyy dedi çok hoşuna gitmişti. Takvimi yatağının yanı başına astırmıştı, daha sonra bana gazetenin başlıklarını okur musun dedi, okudum, ama iki dakikadan fazla dikkatini toplayamıyordu. İki dakika sonra kendisi bile farkına varmadan kendinden geçiyordu, daha fazla uyanık kalamıyordu. Ona karanfil götürmüştüm, karanfilin üzerine de bir şiir yazmıştım, karanfili eline aldı ve zorlanmasına rağmen üzerine yazılı olan şiiri kendisi okumak istedi ve okudu: 

“Zulmün karanlığında

ak bir nişandır

direnmek düşmana

ölüm bir an

yaşam milyonlarca yıl bilene”

Çiçekleri abisine özenle vererek “abi bunlar sakın solmasın vazoya yanıma koy” demişti. Kişiliği adı ile özdeşleşmişti Kalender’in. Daha sonra abisi de bize Kalender’in nasıl bir insan olduğunu anlatmıştı. Kalender gösterişsiz, sade, alçak gönüllü, ziyaretine gelen insanları uğurlarken kalkamadığı için üzülür özür dilerdi. Çok zayıftı çok güçsüzdü, biz yanından ayrılırken tüm ısrarlarımıza rağmen bizi dinlemez, kendisi abisinin omuzlarında kapıya kadar gelir bizi öperek uğurlardı. Kalkacak hiç hali yoktu, kemiklerinin üzerinde bir deri tabakası kalmıştı, tüm rahatsızlıklarına rağmen yoldaşlarına özen ve değeri her zaman göstermişti.

Kırk beş günlük açlık grevinden sonra şehit olduğu güne kadar doğru dürüst hiç birşey yiyememişti, bir kaç kaşık birşey yerdi gün boyunca, yemek getirdiklerinde önce ailesine “arkadaşlara birşeyler getirin, siz birşeyler yiyin” derdi. İlk ziyaretimde Kalender’i bu şekilde görmek beni çok etkilemişti. Dört beş arkadaş gitmiştik, ben onu o halde görünce donup kalmıştım, oda adeta başıma yıkılıyordu, ne yapacağımı bilemiyordum. Onunla sohbet etmeyi de istiyor, ancak ağzımı açamıyordum. Kalender durumumun farkına varmıştı, beni bu atmosferden çıkarmaya çalıştı. Bazen biz susardık o bize sorular sorar yine konuşmayı başlatırdı. Kolları, şişen damarları nedeni ile kötüydü, abisi kolonya ile ovuyordu, benim üzgün olduğumun farkına varmış kolonyayı kollarıma sen sürebilir misin demişti bana. Kalkıp yanına gitmiştim, ben iyiyim üzülme demişti, çok etkilenmiş ve utanmıştım bu durumdan. O halde bana moral vermeye çalışyordu. Durumunu biliyordu ona rağmen yaşama isteği bitmemişti, en çok bir işe yaramamak beni üzüyor demişti.

Bir de Çanakkale’den Sağmalcılar hapishanesine getirildikten sonra tahliyesini anlatmıştı, “her halde Sağmalcılar hapishanesi böyle bir tahliye görmemiştir bu güne kadar, ben sedyedeyim, beni marşlarla türkülerle sloganlarla uğurladılar, ben de onlara katılmak istedim ancak benim sesim sinek vızıltısı kadar çıkıyordu ama asıl yüreğimle onlarla birikte söyledim...”

Bedeli ne kadar ağır olursa olsun direniş geleneği yok edilemezdi; edilmemeliydi Kalender şehit olduğu güne kadar moralini yitirmemişti, zafer umudu direniş onuru vardı.

 

Geri