İrfan Ortakçı'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının İrfan Hakkındaki Ortak Yazısıdır:

 

"HALA YAŞIYORSAM DEMEK Kİ İYİ DEĞİLİM"

 

Siniri, göz yaşartıcısı, sisi... envai çeşit gaz bombalarının dumanları göklere yükseliyor, ses bombaları ve silah sesleri hiç kesilmiyordu. Havalandırmadan içeriye taşıyalı bir dakika bile olmamıştı. "Nasılsın yoldaş" diye sorduğumuzda "Hala yaşıyorsam demek ki iyi değilim" cevabını almıştık İrfan'ımızdan.

Kendini ateş topuna çevirerek feda eylemi yapmış ama şehit düşmemişti. Yaralıydı, sağ göğsü yanıktan kararmıştı. Vücudu yanık, derileri soyulmuştu... Ama İrfan'ımız bunların acılarını duymuyor, sağ kalmasının üzüntüsünü yaşıyor, bunun acısını duyuyordu.

Randevusu vardı ranzasında resimlerini hiç ayırmadığı Hüssam'la, Özlem'le. Söz vermişti Ölüm Orucuna yatarken, bir an önce geleceğim yanınıza diyordu. Biliyordu, şehit düşmeliydi zaferin kazanılması için. Devlet altın tepside sunmayacaktı zaferi. Fedakârlıklarla, dişe diş bir mücadeleyle, şehit bedenlerle koparılıp alınacaktı düşmanın elinden ve halkımıza armağan edilecekti.

Sevdalanmıştı zafer demek olan ölüme. Şehit düşmemek işte bu yüzden onun için dayanılmazdı.

 

Görev Adamıydı...

 

Devletin F tipi hapishanelerle amacı; biz tutsakları inançlarından soyundurarak, teslim alarak, örgütlülüğümüzü dağıtarak devrimci hareketi tasfiye etmekti. Aynı zamanda halka da gözdağı vermiş olacak ve "bana karşı gelirseniz böyle tecrit ederim" diyecekti. Bu amaçlarını biliyorduk. Bizi teslim alamayacaklarını ve amaçlarına ulaşamayacaklarını bir kez daha göstermek için Ölüm Orucu direnişimize başladık... Bu direniş uzun ve zorlu olacak, önceki direnişlere benzemeyecekti. Bunu öngörüyorduk. Devletin her türlü katliamına, vahşetine, pervasızlığına, oyunlarına beyin olarak, irade olarak, yürek olarak hazırlıklıydık.

Direnişimizi kırmak için bizleri öldürmekle tehdit ediyordu. Öldürebilirlerdi, ama irademizi asla kıramayacaklar, teslim alamayacaklardı. Yaşamı, yaşamayı herkesten fazla savunmamıza, sevmemize, hak etmemize rağmen, canımızı vermekte pervasız olacaktık. Cüretliydik... Saldırıya cevabımız da cüretli olacaktı. Ölüm Orucu savaşçılarımız ölüm orucuna yatmakla yetinmeyip, karar alarak söz vermişlerdi: "herhangi bir hapishaneye saldırı olduğunda kendilerini ateş topuna çevirecek"lerdi. Saldırı olmuştu, hem de tüm hapishanelere. İrfan görev adamıydı, bedenini tutuşturarak ölmeliydi. Yoldaşları için, halkı için, devrimci hareketin geleceği için. Bu yüzden "hala yaşıyorsam demek ki iyi değilim" diyordu İrfan'ımız.

Çankırı'daki Ölüm Orucu direnişçilerimiz saldırı olduğunda toplu olarak bedenlerini tutuşturmuş ama ateş, atılan gazların ve havasızlığın etkisiyle sönmüştü. Daha sonra Hasan kendini ateş topuna çevirmişti. Hasan'dan sonra İrfan da kendimi yakacağını söyledi. Herkesle tek tek kucaklaşıp vedalaştıktan sonra, elde kalan sıvı yağ ve benzini vücuduna boca etti. Havalandırmaya çıktı. Çatılarda, 13. koğuşun üst katında bulunan katiller güruhuna seslenmişti önce. Direniş konuşuyordu, direniş adına, lüm orucu savaşçısı İrfan, Cepheli İrfan konuşuyordu: "Hiçbirimiz teslim olmayacağız. Bizi teslim alamayacaksınız. Sizler emperyalizmin uşaklarısınız. Ben kendimi feda edeceğim, halkım için, vatanım için öleceğim. Sizler halk için, vatan için ölemezsiniz." Çıtları çıkmıyordu zebanilerin. Şaşkındılar, suskundular. Cevap veremiyordu savcısı, müdürü, katillerin komutanları, özel timler. Kameraya çekmekle yetiniyorlardı sinsice.

 

Semah Dönüyordu İrfan...

 

Yunan halkının gururunu, haklı olduklarına inandıkları noktada ölüme halaylar çekerek gittiklerini duymuş, okumuşuzdur. Deliorman'da Şeyh Bedreddin'le birlikteyken, 2. Paylaşım savaşı sırasında, Yunan İç Savaşı sırasında, Haydari Kampında... bu geleneklerini yüzyıllardır yaşatmışlardır. Sadece Yunan halkı değil, İrlandalılardan Sovyet Halklarına, Türk ve Kürt halklarına kadar, her yere uzanmıştır bu gelenek. Ulucanlar'da yoldaşlarımız da ölümü halaylarla karşılamışlardı. Ve bu gelenek19-22 Aralık katliamında birçok hapishanede kurşun yağmurları altında, ateş ortasında toplu halaylar çekerek devam ettirilmiştir.

İrfan'ımız bedenini tutuşturduğunda "Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz", "Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi", "Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş" sloganlarını atarak semah dönüyordu. Bizler de o görkemli feda eylemi karşısında İrfan'ımıza sloganlarımızla ve Ölüm Oruççularımıza yazdığımız şiirlerimizle veda ediyorduk. Semah dönmek alevi halkımızın yüzyıllardan günümüze gelen bir geleneğidir. Semah içten dönülür. Bağlılığın, inancın simgesidir. İrfan'ımız içinde büyüdüğü kültürünü, kendi halkının geleneğini feda eylemiyle bütünleştirdi, vatanına, halkına, yoldaşlarına, partisine bağlılığını, zafere olan inancını kendini ateş topuna çevirip semah dönerek de ifade etti.

Fedakârlığı, yoldaşları için öne atılması yeni değildi. Yoldaşlarını her zaman kendinden önce düşünürdü. Yoldaşlarının annesi, babası gibiydi. Yoldaşlarına, devrimci harekete saldırıyordu devlet, nasıl durabilirdi İrfan. Öne atılmalıydı. Daha önce de çokça yapmıştı. Bir defasında, iki yoldaşının mahkeme dönüşü dövüldüğünü ve kaçırılmak istendiğini öğrenir öğrenmez hiç yanından ayırmadığı, özenerek kendi yaptığı malzemelerden biriyle kapıları birer birer aşarak dış güvenlikten sorumlu jandarmayla yüz yüze gelmişti. Sıkılan kurşunlar onu durduramamış, geri çekiliyoruz talimatıyla geri çekilmişti. İlerlerken bir başgardiyan engel olmaya çalışmış, İrfan'ımızın haklı öfkesinden nasibini alarak kolu kırılmıştı.

İrfan, kendini feda etmiş ama hala yaşıyordu. Görevini tamamlamadığını düşünüyordu, O'nun devrimciliğinde görevin yarıda kalması gibi bir durum olamazdı. Kabullenemiyordu. Operasyon sonrası hastaneye kaldırılırken ambulansta ve hastanede kendisine serum vermek isteyen doktorlara itiraz  ediyordu. Bilinci kapanmışken takılan serumu kendine geldiğinde çıkarıp atmıştı. 20 Aralık 2000 tarihinde saat 12.15'de huzurluydu artık İrfan. Görevini yerine getirmişti. Şehit düşmüş kahramanlarımız arasına katılmıştı. Ölüm Orucuna başlarken vasiyetinde, hapishaneden naaşı çıkarılırken molotoflarla uğurlanmak istemişti. Vasiyetinin yerine getirildiğini daha şehit düşmeden görmüştü. Tüm hapishanelerde olduğu gibi Çankırı hapishanesi de molotoflarla aydınlandı... Henüz şehit düşmemişti ama yoldaşlarının her şart altında teslim olmayacağını sonuna kadar savaşacağını ve mutlaka zaferi kazanacağını bilmenin, huzurunu yaşıyordu.

 

***

 

Yoldaşları anlatıyor: ATEŞİ VE SEMAHI BİRLEŞTİREN SESSİZ,

MÜTEVAZİ, EMEKÇİ BİR KAHRAMAN: İRFAN ORTAKÇI

 

Devrimin sessiz emekçilerini anlatmak zordur. Zorluğu onların o sadeliğini yansıtırken başka özelliklerini eksik bırakma kaygısından ileri gelir. Sessiz sedasız işlerini, görevlerini yaparlar. Emek, sabır vefa... Her şey vardır ama kendini açığa vurmaz, belli etmez... İrfan da bu sesiz emekçilerimizdendir.

İrfan Çankırı Hapishanesinde kısa bir dönem hariç hep komüncüydü. Sessiz ve sakince görevini yapardı. Bu sessizliğinden dolayı onun ne yaptığını çoğumuz göremezdik bile. Hatta dikkate almayı bırakın kimimiz küçümserdik. "İrfan işte yine gereksiz bir şeylerle uğraşıyor" derdik. Ama bir şeyi yaratmanın peşinde olurdu ya da işe yaramaz dediğimiz bir malzemeyi kullanılır hale getirmeye uğraşırdı.

Komüncülük hapishanede zorlu görevlerden biridir. Ne yaparsan yap kimseyi memnun edemezsin. Eli açık olursun olmaz, kısarsın tepki alırsın. İrfan'ı hep "cimri" biri olarak görürdük, "çürüteceksin bu malzemeyi" derdik. Yani ne olursa olsun eleştiri okları hep üzerine dönük olurdu. İrfan da çok tartışan biri değildi. Eğer kafasına koymuş ve doğru biliyorsa, kim ne derse desin yapardı. Partinin olanaklarını korumaya yönelikse, Partinin doğruları ve kararları ise, kim ne derse desin İrfan söyleneni yapar, kararı yaşamda somutlardı. En küçük bir şeyi değerlendirmek isterdi. Boş anını bulamazdık İrfan'ın. Herkes yatağına uzanıp kitap okurken ya da uyurken o çalışırdı. Bir bakmışsın elinde süpürge yerleri süpürüyor, bir bakmışsın bir metal parçasını almış sağını-solunu düzeltip salata bıçağı yapıyor, bir bakmışsın eski bir bez parçasını kesip biçip malzeme torbası yapıyor. Günlerce bıkmadan usanmadan uğraşır, kullanılacak bir şeyler çıkarırdı. Sakindi, sabırlıydı, sessizdi. Bu her işine yansırdı.

Elişi günlerimizin daimi elemanlarındandı. Her pazar bir gemiye başlardı ve hafta içi de çalışıp onu bitirir ve görüş gününe yetiştirirdi. Eğer cuma gününe kadar yetişmezse o gece sabaha kadar çalışırdı. Biz pazar günü ne yaptıysak yaptık, ondan sonra diğer pazara kalırdı. Ama İrfan öyle değildi. İşinin yarım kalmasını istemezdi, muhakkak bitirmeliydi, onun için de sürekli uğraşırdı. Öyle ki ders aralarını bile farklı işler yaparak doldururdu. Herkes ders arasında çay içer, İrfan elinde bir gemi direği, onu zımbalar, ya da hemen mutfağa koşar yemek işini halleder, kantine gider alışverişini yapar. Gece en son uyuyanlardandı. Komünün hesap kitap işleriyle uğraşır, onu bitirir bitirmez komün nöbetçilerine yardım ederdi, sağı-solu yıkardı, bir sonraki günün kahvaltılıklarını çıkarır gece nöbetçilerine bırakır, gider uyurdu. Yani ne olursa olsun muhakkak kendine bir iş bulur onunla uğraşırdı. Tabi bu geç uyuması bizim hiç işimize gelmezdi. Çay demleyeceğiz İrfan var. "İrfan yoruldun git yat" desek de yok. Biz de çaysız kalırdık. Bizim gece kurtlarımız vardı, bunların başında da Hasan gelirdi. Bir gün kavurma yapmış İrfan, ama nasıl olduysa İrfan erkenden yattı. Hasan'la biz birkaç kişi kavurma arıyoruz. Bulamadık tabi. Sabah kapılar açıldı baktık ki İrfan bidonu havalandırmaya bırakmış "Ya, gece aradınız değil mi kavurmayı" diyor gülüyordu bize.

Dıştan baktığında sessizliği hemen göze çarpardı. Konuşup paylaşımlara girdiğinde ise her şeyini açardı. Bunu belki birçoğumuz yakalayamadık ama İrfanın içindeki sevgiye şöyle ya da böyle tanık oluyor biliyorduk, görüyorduk. Kimseyi kırmak istemezdi. İmam hatipe gittiği için köyde hep İmam, Hoca derlermiş, buna büyük bir tepki gösterirmiş. Bir ara koğuşta kimi arkadaşlar takılmak için böyle çağırıyorlardı İrfan'ı. Bu oldukça zoruna gitmesine rağmen hiçbir şey söylememiş, kırmak istememiş, en son yönetici yoldaşlara anlatmıştı. Ve bunun üzerine yoldaşlar uyarıldı, bir daha da kimse söylemedi. İrfan böyleydi, kendisi kırılırdı ama bir başkasını kırmak istemezdi.

Duygu doluydu İrfanımız. Bu açıktan fark edilmezdi ama yazdığı şiirlerden, şehit anlatımlarından, yüz ifadelerinden, bir olay ya da eylem karşısındaki sevincinden, üzüntüsünden çıkarırdık. Özlem yoldaşı anlatırken gözlerinin parıldaması, Hüsam'ı (Hüsamettin Cineri) anlatıp, yazarkenki doluluğu, içtenliği duygu yüklü sözleri bunu gösteriyordu. İçindeki yoldaş sevgisini, bağlılığını görürdük. Sadeydi ve içtendi İrfan. Ölüm Orucu ekiplerine seçildiğinde ona Özlem'in bir resmini büyütüp hediye etmiştik. Buna çok sevinmiş duygulanmıştı. Yatağının başucuna asmıştı, bazen gözlerini sabitler belli belirsiz gülümserdi. Sanki resimle koyu bir sohbete girmiş gibiydi.

Bir yoldaşının eksiği olduğunda hemen gidermeye çalışırdı. Bu konuda oldukça gözlemciydi. Gözünden, mümkün değil, kaçmazdı. Dikkat ederdi ve eksiğini giderirdi. Giyimine dikkat etmeyene, hor kullanana da engel olurdu. Günlük giydiğimiz ayakkabılarla, mümkün değil, bir kez topa vuramazdık. Bazen oynamaya kalkmışız, bir bakardık İrfan ters ters bakıyor ve "babalarınız çok zengin herhalde" diyor.

Ailesi gelmeyen arkadaşlara karşı daha da hassastı. Onların hiçbir şeyi eksik olmasın istiyordu. Her elbiseyi de vermek istemezdi. Ailesi gelen yoldaşlara düzenli elbise gelirdi, yeniler gelip de eskiler komüne verilince İrfan hem alır, hem de kızardı. Bunları sen giymiyorsan başka yoldaşlarına nasıl layık görüyorsun derdi. Bu nedenle de bir çok yoldaşla da tartışmıştı. İnceydi, hassastı, yoldaş sevgisiyle doluydu. Yoldaşlarının en iyisine layık olduğunu düşünerek hep özenle yaklaşırdı.

İrfan birçok şeyi lazım olur diye saklardı. Her taraf tenekelerle, eski ayakkabılarla, elbiselerle doluydu. Newrozda genelde elbise, ayakkabı yakardık. Ama İrfan bir kaç hafta öncesinden elişinden artan talaşı torbalara doldurur, biriktirirdi. Birinci neden bunların çöpe gitmesini engellemek, ikincisi de elbiseleri kurtarmaktı. Her taraf doluydu. Ama bize yetmiyordu, biz yine onun özel zulalarını patlatırdık. Newroz günü kültür sanatçıları özel takibe alırdı. Gönüllü ateşe attığı tek şey bir yoldaşımızın 4-5 yıldır giydiği ceketti. İrfan başka ceket vermesine rağmen bu yoldaşımız eski ceket giymekte ısrar ediyordu. En sonunda İrfan da dayanamayıp Newroz günü üstünden zorla çıkartıp ateşe attı. O eski ceketi layık görmüyordu yoldaşımıza. En son çare olarak bunu bulmuştu. Bak ceketinin sonu güzel bir güne denk geldi. İşe yaradı. Newroz ateşinde yandı. Bu güzel bir törendi, deyip yeni bir ceket vermişti.

Soğukkanlı ve sakindi İrfan. Eylemlerde barikat başlarında onun sakinliği ve soğukkanlı yaklaşımı, kendine güveni çerçevesinde, yanında görev alan yoldaşlara da yansırdı. Arka barikat İrfan'ın denetimindeydi. Mutfakla içli dışlı olduğundan hapishanenin o kısmını en iyi bilen oydu ve mutfağa giderken de kimin neler yapacağını tasarlardı. Bu nedenle görev yeri orasıydı. Yönlendirmesi, düşmanın hareketlerini denetlemesi, sakin sakin barikat kurması, yanında bir an önce rastgele barikat kurmaya çalışan yoldaşlarını da rahatlatır, sakinleştirirdi. Ve temiz düzenli barikatını kurardı. Takılırdık kendisine "yahu İrfan eylemlerde bile mutfağı kendi denetimine alıyorsun, kimseyi sokmuyorsun buraya" derdik. O da adeta gözleriyle güler "Bütün savaşlar bundan kaynaklı çıktığına göre yemek ve mutfak da önem kazanıyor. Onun için önemli bir nokta" derdi.

Kuralları esnetmeden uygulardı. Bu nedenle birçok yoldaşımız rahatsız olurdu. Komün toplantılarında aldığımız kararları uygulardı İrfan. Ama biz bu kuralları yine kendimiz esnetmeye çalışınca karşı çıkardı. Böyle olunca da mekanik, şabloncu vb. vb. birçok şeyi yakıştırırdık ona. Bu eleştiriler İrfanı epey bir rahatsız ederdi, tepki olarak değil kendini sorgular, mekanik olup olmadığını değerlendirir, hatasını, eksiğini çıkarırdı. Bu eleştiriler karşısında sesini çıkarmaz dinlerdi. Ve sadece dinlemeyle yetinmeyip nerede hatalı davrandığının muhasebesini de yapardı. Eleştiri ne olursa olsun alır, değerlendirirdi. Söz verdi mi de onu harfiyen yerine getirirdi. Sözünün eriydi derler ya, İrfan da öyleydi. Ben bunu yapacağım dedi mi, ya da İrfan senin görevin bu, dendi mi, o aynen yapardı. Hiçbir şeyi söyleyip geçmezdi. Söz ağzından çıktı mı pratikte yaşam bulurdu.

Partiye, halkına, yoldaşlarına ne denli güçlü bağlarla bağlı olduğunu feda eylemiyle gösterdi İrfan. Bir görev üstlenmişti ve yapacağım demişti. Bunu onurlu bir şekilde yaptı. İrfan bir Ölüm Orucu savaşçısıydı ve ona yakışır şekilde üstlendiği görevini yerine getirdi. Görevimi layıkıyla yapacağım ve şehit düşeceğim demişti konuşmalarında. Aynı kararlılıkla şehit düştü. Semah çekerek ölümün üstüne yürüdü. İrfan ateşi ve semahı birleştirdi. Değerlere, geleneklere yeni bir gelenek halkası ekleyerek bizlere büyük bir miras bıraktı. Değerlerimizi, halkımızın değerleriyle birleştirdi. Ateşi Kawa'dan, semahı Pir sultan'dan, Fedayı Parti Cepheden, bağlılığı şehitlerimizden alıp bizlere devretti.

Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

Geri