İmdat Bulut'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

Yarım kalmaz senin yaşam öykün...

 

 

İHTİYAR'A

seni nasıl anlatmalı şimdi...

sen en dik yokuşların yorulmaz koşucusu,

bitti denilen noktada

yeniden yaratmasını bilen kendini,

dinle

mavi kefenini sarınıp

uçsuz bucaksız diyara giden

yer yok mu kanatlarının altında?

insan ömrüne sığar mı

yaşadıklarımızı anlatması

kalemin tekeri takılıp kalmaz mı

ilk eylemin heyecanını anlatırken

anlatılır mı

yüreğin o şiddetle sarsılması

canımın can ustası

20 Kasım 2002

 

İmdat Abi’yi bundan beş yıl önce tanıdım. Kırdan daha yeni gelmişti o zamanlar. Yani yeni dediysem geldikten sonra beklemek dışında birşey yapmadığından diyorum. Şehre alışık değildi. Şehre alışık olmamasının dışında kültürel olarak da uyumsuzluğu vardı. Bize çok doğal gelen davranışlar tavırlar onuna çok anlamsız gelebiliyordu. Bu onun "taşralı"lığından değil bizim "kentli"leşmemizden kaynaklanıyordu aslında.

Bir yanıyla kısa zamanda kaynaştık, öyle bir sıcaklığı vardı çünkü. Ama öte yandan sürekli didişip dururduk birbirimizle. Farklı kültürlerden geliyor olmamız bunun bahanesi değildi. O zamanlar bunu bilmiyorduk ikimiz de belki. Ama daha sonra... birbirimizi anlamaya başladıktan sonra hangi kültürden geldiğimizin değil hangi kültürde buluştuğumuzun önemli olduğunu da anladık. İşte o zaman gerçek anlamda yaşamaya başladık "yoldaşlık" denen şeyi.

Her şehidimiz için rahatlıkla söyleyebileceğimiz kimi özellikler vardır: emekçilik, fedakârlık, samimiyet, hesapsızlık... bunlara daha onlarcasını ekleyebiliriz. Ki zaten öyle olmasa kendi canlarına varıncaya kadar ortaya koyamazlar herşeylerini. İmdat abide de tüm bunların yanında en çok öne çıkan özelliğin saflık olduğunu söyleyebilirim. Kimi zaman kabalığa varacak kadar sade olması onun "kaba" biri olduğunu değil, bu düzenin pisliğine hiç bulaşmamış biri olduğunu ifade ediyor benim için.

Birlikte o kadar çok şey paylaştık ki gözlerimi kapayınca onun yaşam öyküsünü film şeridi gibi görebiliyorum. Kars'ta doğar İmdat abi. Yanlış hatırlamıyorsam beş kardeşlerdi. En büyüğü de kendisiydi herhalde. Okulla arası hiç iyi olamamış, kendi anlatımına göre. Küçük yaşta çalışmaya başlamış. Tarla vs. işleri derken bir terzinin yanında çalışmaya başlamış. Genç yaşlarda bu düzene karşı tepki göstermeye, kendi çapında karşı koymaya çalışmış. Mesela köyün zenginlerinden birinin arabasına pusu atıp taramış bir ahlaksızlık yaptığı için. Düzenin adaletinin onlara dokunmayacağını bildiği için yapmış bunu.

Sonra bir aralık kaçmış gelmiş İstanbul'a. Yaşı da küçükmüş ama iki arkadaş birbirlerine güç verip kalkmış gelmişler koca şehre. Burada da bir terzinin yanında çalışmış. Sonra yine memleket günleri. Sonra, yeniden İstanbul. Bahçeşehir tarafında sitelerde boyacılık yapmış. Büyük binaları boyuyorlarmış. Burada içinde biriken kini anlatırken gözlerinde rahatlıkla görebilirdiniz. Bir yanda safahat hüküm sürerken öbür yanda gecekondularda boylu boyunca uzanan yoksulluk çok etkilemiş onu. Kendi çaplarında buna bir çözüm bulmaya yemek yardımı vs. yapmaya çalışmışlar. Devrimcilerle ilk tanışması da burada olmuş bildiğim kadarıyla. Daha sonra yine memleket...

Kars'ta bulunan Mücadele Dergisi Temsilciliği sayesinde dergi okumaya başlamış. Daha sonra köyün gençlerini kendi çevresinde toplamayı başarmış ve kahve köşelerinden kurtarmış onları. Eh öyle küçük bir çevrede bunu yapınca dikkatli gözlerden kaçmayı başarmak da mümkün olmaz. Jandarmanın kulağına kadar ulaşmış sonunda yeni gelişen kıpırtılar. Baskılar da başlamış, ama onlar kendilerine ait bir lokal gibi kullandıkları kahvehanede okuma ve bilinçlenme faaliyetlerine devam etmişler. Kimi zaman babasını "konuk" etmiş jandarmalar, kimi zaman kendisini. Ama bir kez olsun korkutamamışlar gözünü. Bu dönemde şeker pancarı çiftçisinin çeşitli eylemlerine de önayak olmuş.

Bir aralık İzmir'e de düşmüş yolu. Burada bir otelde devam ettirmiş terzilik mesleğini. Yaşadığı boşluk içinde mafyavari ilişkilere de bulaşmış ama çok sürmeden çıkmış o tür ilişkilerden.

Aynı şekilde Zonguldak'ta da bulunmuş. Bunların hangi sırayla hangi tarihlerde olduğunu net olarak bilmiyorum. Hiç sormadım, o da söylemedi. Zonguldak'ta çalıştığı sürece aynı zamanda devrimcilik de yapıyor. Ve sürekli talep ettiği de bir şey var; Gerilla...

Gerillacılık İmdat Abinin iliklerine kadar işlemişti tanıştığımızda. Ne zaman konusu açılırsa açılsın gözlerinde o özlemi okuyabilirdiniz. Öyle açık yürekli bir insandı ki tüm duygularını gözlerinde yansıtırdı. Kimi zaman yaptığı şakalarda da o gözleri yüzünden ele verirdi kendini. Ali Haydar'ı, Bülent Pak'ı şehit vermişti silah arkadaşlarından. Ve Mete Nezihi Altınay, Cömert Özen, Dursun Ali ve diğerleri...

Dergide resimlerine bakarken ister istemez yaşarırdı gözleri. Şimdi ben onu anlatırken gözlerim nasıl doluyorsa öyle olurdu. Anlatması zor şeyler bunlar. Zorunda hissetmesem hiç elime kağıt kalemi almaz bir köşede sessizce düşünür anılara dalardım öylece. Sabah sıradan bir haber gibi "İmdat Bulut da şehit düştü haberin var mı?" diye aldığım haber öyle sıradan bir haber değildi oysa. Ölen benim can yoldaşım, silah arkadaşım... bizim ihtiyar, hayatını kaybeden, bir başkası değil O. Açlığımı ve tokluğumu paylaştığım, birlikte silah sıkıp birlikte şehitlerimiz için isyan türküleri söylediğim. Sıradan değil bu, hiç de sıradan değil. Yanımda, yanı başımda şehit düşen-kaybedilen yoldaşlarım oldu ama hiç böyle hissetmemiştim kendimi. O çok daha yakındı belki, çok daha fazla şey paylaşmıştık. Belki doğal böyle hissetmem şimdi. Bu kadarla bitmiyor ama. Duyduğum acının büyüklüğünde onun kendine has özelliklerinin de payı var, biliyorum.

*

Radyo çalıyor, "çocuklar inanın, inanın çocuklar, güzel günler göreceğiz güneşli günler, motorları maviliklere süreceğiz". Süreceğiz elbet. Hasret kaldığın o ormanları da zaptedeceğiz. Özlemin bize miras.

Gerilla deyip üç nokta koyduğum yerden devam edeyim: Gerilla olabilmek için oldukça ısrarlı davranıyor İmdat Abi. Bu konuda netleştiği zaman bir yol ayrımı çıkıyor karşısına. Ya nişanlısı olan bir hemşireyle birleştirecek hayatını, ya da devrime kıyacak nikahı... Tereddütsüz ikincisini seçiyor ve... Ver elini dağlar.

Bakmayın 500 günü devirdiğine siz. Öyle dağ gibi, iri yapılı falan değildir. Kilosu belki de hiç 50 olmamıştır, hep 46-47... Boy desen 1.55 civarı. Gerillalıkta bir santim geride kalmaz ama. Kim neyi ne kadar yapabiliyorsa, yolda, yükte, neyi varsa koyar ortaya ve başarır hepsini. Gözüpektir. Zalime kurşun yağdırırken de, binlerce askerle kuşatıldığında da soğukkanlılığını kaybetmez. Bilir ki bir canı vardır hepsi hepsi, bin kere ölmez ya insan...

İki yılımızın neredeyse her gününü birlikte geçirdik onunla. Bu benim devrimciliğe neredeyse yeni başladığım ve esas olarak olgunlaştığım süreçtir. Ve bunda onun tartışılmaz bir katkısı öğreticiliği vardır. Kitabi bilgi olarak belki verebileceği çok fazla şey yoktur ama ondan hayatı öğrenebilirsiniz rahatlıkla. Devrimciliği öğrenebilirsiniz. Ve daha sayılamayacak o kadar çok değer var ki değer biçilemez benim için. 

Daha sonra hapishanede de bir süre birlikte kalmışız, bu kısmı hatırlamıyorum ama hatırladığım dönemler kadar yoğun paylaşımlarımızın olduğundan da adım gibi eminim.

Kopuk kopuk anlatıyorum biliyorum ama şu anda sanırım kim olsa aynı şekilde yapardı. Bir yandan O'nu anlatmaya çalışırken bir yandan da ortak anılarımıza dalıp dalıp çıkıyorum.

Birebir paylaştığımız iki yılın büyük bölümü eğitim çalışmaları içinde geçti. Birbirimizin birçok zaafını, eksiğini gediğini deştik durduk o süre boyunca. Belki de en az tartıştığımız kişidir O. Her zaman en iyi koşar... O dönemi düşününce ilk aklıma gelenlerden biri bu. Bizim de daha hızlı, daha çok koştuğumuz hiç olmadı değil oldu tabii ama yine de her zaman en iyi ve hızlı o koşardı. Onun gelişmesi "yapamam edemem" diyenlere ders olarak anlatılabilecek kadar çarpıcıdır. Alfabeyi tam bilmez İmdat Abi, Çarpım tablosunu bilmez. Bizim eleştirilerimiz sonunda öyle bir noktaya gelir ki "kardeşim bana böyle şeyler söylemeyin, alır başımı giderim" diyecek kadar abartılı bir tepki gösterir. Ama birkaç ay içinde bilgisayar kullanmaya kadar öğrenir. Ve hiç kibirlenmez, kendini yüceltmez, olabildiğince doğal ve sade... Nasıl anlatılır ki bunlar? Onu anlatırken en güzel cümlelerle, en güçlü anlatımla yapmak isterim bunu. Hissettiklerimi tümüyle yansıtabilmek isterim. Son kucaklaşmamızdaki hüzünle karışık gururu nasıl anlatabilirim? Ayrılıp kavuşmalarımızdaki sevinci, Atlatılması güç badirelerden alnımızın akıyla çıkıp birbirimizin gözüne baktığımızda hissettiklerimizi. Ya da kavgalarımızı nasıl...

Eylem anında görmelisiniz ki onu anlayabilesiniz söylediklerimi. O küçücük adam bir anda dev kesilir elindeki namluyu düşmana doğrultunca. Yıkılmaz görünen engeller secdeye varır birdenbire. O an onun fotoğrafını çekebilmiş olmayı çok isterdim.

Anlatılacak çok şey var, işte aklıma takılıp kalan bir anı daha:

Akşamüstü kendimi çok iyi hissetmiyordum. Zaten yaralı oluşuma verdim ve öylece yattım yatağa. Kanepeyi bana bırakmış yerde yatıyor İmdat Abi. Sabah ezanı daha okunmamıştı. Birden midemin ayağa kalkmasıyla uyandım ve daha ne olduğunu dahi anlamadan akşam ne yediysem çıkarmaya başladım. Ağzımı tutmaya çalışsam da ne fayda her taraf battı. Bu arada uyanan İmdat Abinin de ne olduğunu anlayamadan battı üstü başı. Ben banyoya doğru koştum hemen. Geri döndüğümde sanki hiç birşey olmamış gibi ortalığı toparlamaya temizlemeye çalışıyordu O. Beraber ortalığa çekidüzen vermeye çalışırken benim bile midem bulanırken onun yüzünde en küçük bir tiksinti belirtisi yoktu. Şaşırdım. Onun yerinde ben olsaydım kesinlikle o kadar rahat olamazdım diye düşünüyorum. Çok ilginç bir anı değil belki anlattığım, ama benim için anlattıkları büyük. Ben yaralandığım zaman bir gece boyunca üç paket sigara içtiğini söylesem daha mı iyi anlatmış olurdum acaba?..

Sayfalar doldursam seninle doyar mıyım sanıyorsun anılarına? Yok be İhtiyar kolay değil öyle... Ama gözünün arkada kalmayacağından emin olsam da yine de söz sana, seni öyle bir anlatacağım-anlatacağız ki yüreğin soğuyacak. Bir tek ahın bile kalmayacak emin olasın bundan. Sen yoksan bile biz varız usta! Biz yaparız sen gönlünü hoş tut. Özlemin olan dağların yolunu da tutarız, o dağları zalime dar da ederiz. Ve her adımda sen de bizimle olursun, bizim içimizde bizimle vurursun.

Yazarız seni usta, hiç merak etme yazacağım, en güzel nasıl anlatılırsan sen, öyle anlatacağım. Öyle kitaplara, kağıt kalemle değil, daha kalıcı daha unutulmaz nasıl kazınırsa belleklere işte öyle...

Yarım kalmaz senin yaşam öykün, dağlara çıktığın gibi nasıl indiğini, nasıl şehirleri zulme dar ettiğini, vatan özlemini, savaş hasretini, hücrelere sığmayıp da özgürlüğe özgürlük için ölüme koştuğunu da anlatırız. Anlatacağız. Gönlünü hoş tut sen; dağları düz, acıyı tuz eden yoldaşım.

 

Geri