Hüsniye AYDINı Yoldaşları, Yakınları Anlatıyor:

 

                                                                       

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

DERSİM'İN ASİ KIZI

 

Hatırlıyor musun? Seninle ilk olarak Dersim Devlet Hastanesi'nde çalışırken tanışmıştık. İlk paylaştığımız şey Yorum'un kasetini dinlemekti. Defalarca çevirip çevirip dinlemiştik. Sen, Yorum'u yakından tanıyıp konuşmak istediğini söylemiştin kaseti dinledikten sonra. Birbirimize çok çabuk ısınmıştık, hemen bir grup oluşturduk. Grubumuzun ismini "dost grup" koymuşlardı. Bu beraberliğimiz uzun sürmedi. Sen geçici olarak İstanbul'a kurs görmeye gittin. Kavgamızın şehrine.

Duyarlılığın, girişkenliğinden dolayı hemen TAYAD ve THD'ye gittiğini bildirmiştin. Gelişmeleri hemen aynı gün bildirmiştin bize. Birgün yine telefonda, o gün "Grup Yorum'un konserine gittim ve ilk copu yedim." demiştin. Kahkahalarla nasıl coplandığını anlatıyordun. Faşizmin olduğu bir ülkede mücadele etmek kolay değil tabii. Bugün cop yarın gözaltı, sürgün ve katliamların yaşanacağını söylemiştin. Bunları söylerken kararlılıkla "ben artık bir devrimciyim" diyordun. Niçin devrimci olduğunu anlatıyordun. Olgunluğunla, konuşmalarınla, yaratıcı ve zeki oluşunla çevredeki insanlara güven veriyordun.

Okuldaki öğrencinin, mahalledeki ananın, fabrikadaki işçinin sorunlarını dinliyor nasıl ve ne yapılması gerektiğini anlatıyordun. Her defasında "oturmanın zamanı değil, zaferi kazanmak için çalışmak gerek" diye anlatıyordun. Bunun için Tüm Sağlık-Sen'e tepti gösteriyordun."Bizim ayak bağımızsınız. Kitlenin mücadele ruhunu köreltiyorsunuz" diyordun.

Hani birgün oportünistlerden biri Sağlık-Sen'e gelmişti. Duvarda bulunan şehitlerimizin resimlerine bakarak "burası sendika değil, Mücadele bürosuna benziyor" demişti. Bunu söylerken insanların kafasında çelişki yaratmaktı amacı. Sen de o kişiyi sendikadan kovmuştun. "Devrimci Solcu olan gelsin " demiştin.

Biz yaptığını doğru bulmamıştık. "Oysa o kişinin amacı farklıdır" demiştin bize. Bizde sana hak vermiştik.

Hatırlıyor musun, grup olarak kendi aramızda hep şakalaşırdık. Hangimiz ilk şehit olacağız diye. Herkes atılıyordu "ben olacağım" diye. Sen de şunu demiştin "içime doğmuş ben hepinizden erken şehit olacağım".

'92'de tutuklandığımızda çok üzülmüştün. "Gerilla olma sürem uzadı" diyordun. Çünkü dağlara sevdalıydın. Çıktıktan sonra tereddüt etmeden verdiğin sözde durdun. Seninle onur duyuyoruz. Şehit olmanla onur duyuyoruz.

Sen bir taraftan kendini dağlara hazırlarken, bir taraftan da kardeşini hazırlıyordun. Onun içinde bulunduğu yoz, gerici ortamdan çekmek için gece gündüz onunla uğraşıyordun. Onun defalarca seni dövmesine karşın sen büyük bir sabırla onu devrimcileştirmek için emek harcıyordun. Ve emeğinin karşılığını aldın da. Çünkü bu emeği harcar-ken çok kararlıydın. Kardeşin Haydar senden önce şehit düşmüştü. Sen onunla gurur duyuyordun. Evet, hepimiz onunla gurur duyuyoruz. Haydar'ın kararlılığı, savaşçılığı bizleri şaşırtmadı. O artık birçok şeyin bilincindeydi. "Keşke devrimcilerle daha önce tanışsaydım" diyordu. Evet, Haydar bizlere çektirdi ama O en kısa zamanda yaptığı yanlışların farkına vardı. Evet, Haydar'a verdiğimiz emek boşuna gitmedi, Haydar artık bir emekçiydi ve gerillaydı. Halkı için savaşıyordu Dersim dağlarında.

Sen O'nun şehit düştüğünü öğrenince çok soğukkanlıydın. Çevrendekileri sakinleştirmeye çalışıyordun. O gün bütün Dersimliler ayaktaydılar. Haydar'ı ve Cihan'ı son olarak uğurluyorlardı. "Bayraklarla gömün beni" diyordu Haydar. Sen rahat uyu Haydar, sen kavga neferi...

Evet! En büyük arzun DEVRİMCİ SOL'cu olmak ve böyle şehit düşmekti ve sen sözünde durdun. Senin kararlı tavırların bizlere örnek oldu. Sana söz veriyoruz uğruna savaşarak şehit düştüğünüz toprakları özgürleştirinceye kadar savaşacağız.

Bu kararlılıkla Haydar'ın silahını sen taşıyordun. Gerillaya gitmeden önce ailenle geride bıraktığın emekçi halkımızla tek tek vedalaşıyordun. Gözlerin ışıl ışıl parlıyordu. "Birgün dönersem farklı biri olarak dönerim" diyordun. Peşinden ağıt yakıp ağlayan analara "silin gözyaşlarınızı, gözyaşlarına dayanamam" diyordun. Bu yüzden sana sulugöz diyorduk. "Ben halkımı seviyorum, gözyaşlarım bunun için durmuyor." diyordun... O gün sokaklar bomboştu sanki. Her sokakta, her parkta senin oturduğun yerleri boş bırakmadık. Bizlere öğrettiğin kavga daha da büyüyor şimdi. Şimdi daha çok kararlıyız. Sizin gibi olmaktan onur duyuyoruz. Sen rahat uyu Dersim'in Asi Kızı!..

 

***

 

Bir yoldaşından:

 

Gül Tenli Kardelen Çiçeği Yoldaşa

 

Hüsniye Aydın, bütün şehitlerimizi olduğu gibi anlatmak, onların insani ve savaşkan, politik ve askeri vasıflarını aksettirmekte ne kadar eksik kalıyorsak, Hüsniye'yi de o değer taşıyan erdemlerini bir bütün olarak anlatmakta eksik kalacağımı sanıyorum.

Evet, duygusallığın gerisinde, sarsılmaz bir savaşçının katı yüreği, pratik bir zekânın, cüretin, öfkenin simgesidir SABO...

Bir sağlık emekçisiydi o. İnsan güzeli bir emekçi. Yurdun birçok yerinde görev yaptı, sürgünler, gözaltılar, baskılar yıldırmadı onu. Tehditkârdı, yaşamı yasaklayanlara karşı. Polise kendi ininde yumruk atacak "Siz benim elime düşerseniz ameliyat masasından kalkamayacaksınız" diyecek kadar düşmana kinli.

Onunla birlikte alındığımız bir gözaltını anımsıyorum. Korkuyordu işkenceciler ondan. Kardeşine saldırarak "Hüsniye Aydın'ın kardeşi olmak suçtur" diyecek kadar korkuyorlardı. '92 de tutuklanmıştı. Ama Hüsniye 2,5 aylık tutukluluğu bittikten sonra da hiç düşünmeden işlerine sarıldı. Sadece Dersim'le sınırlı değildi faaliyetleri. Ulaşabildiği her yere hareketimizin soluğunu taşıyordu. Dersim örgütlülüğümüzde onun büyük çabaları vardır. Liseliler, mahalleliler, memurlar, işçiler onu iyi tanır ve çok sever, çünkü o sevilmeyecek insan değildir. En çok kadınlar hayrandı. Gülüşüne, sohbetine hayrandılar. Kadınlarla çok çabuk yakınlıklar kurabilen, onlara onların dilinden, binlerce yıllık ezilmişliğin, eşitsizliğin kurtuluş yolunu öğreten bir devrimci. Araştırmacı, okuyan bir aydın, özverili. Yoldaşlarına olan sevgisi ve bağlılığı, yüreğine sığdıramadığı bir dünya gibi.

Tunceli polisi en son onu Malatya Arapgir'e sürgün ettirdiğinde: "Gitmeyeceğim, Dersim dağlarında onların korkulu rüyası olacağım" derdi. Ve nihayet Dersim dağlarında kuşanarak mavzerini, sona erdirdi gerilla hasretini.

Kardeşi Haydar'ın silahını devralmıştı. Dağlar ona, o dağlara sevdalı olmuştu. Sevdasını orda bulmuştu. Belki alanlarda eylem pankartı taşımıyordu ama emekçilerin alınterini silahıyla koruyordu. Kısa sürede köylülerin çok sevdiği Kara kızı Sabo oluvermişti. Sağlık emekçisi Sabo çocukları çok seven, onların sağlıklarıyla ilgilenen, zaman zaman köylerde sağlık taraması yapan hemşireleri de olmuştu. Neşesi, bitimsiz kahkahaları gerilla birliği içinde en sevilen özelliği olmuştu.

13 Eylül Dersim direnişimizde yaralanmıştı. Fakat o yoldaşlarıyla birlikte göğüslediği bir çatışmada birlikte şehit olmayı istemişti. Hüsniye daha yaralıyken bir çatışma daha geçirmiş, bu çatışmadan sonra gereken bir uzun yürüyüşten sonra ise beli kırılmıştı. Yine ağız dolusu gülebiliyordu. İnancı ve inatçılığı güldürebiliyordu onu. Gerillaya ilk katıldığında kendisine Sabo ismi verildiğinde, ilk anda almak istememişti. Layık olamam demişti. Rahat uyu Sabo yoldaş. 6 Aralık günü Çiftehavuzlar'da dalgalanan kızıl yıldızlı bayrağımız ellerinizde, yeni bir direniş eklediniz Dersim'den direniş tarihimize.

 

***

 

Bir gerilla yoldaşı anlatıyor:

 

"Hemşire ve savaşçılık" insanları sevmenin en güzel ifadelerinden bu iki özelliği bir arada yaşayan yoldaşlarımızdan Sabo, sevgi dolu oluşu, cana yakınlığı, paylaşımı ve kin dolu özellikleriyle tanınır. Kinini hemşire olarak çalıştığı sürecindeki çelişkilerinden dolayı güçlendirmesinin yanında, kardeşi Haydar'ın 23 Nisan'da yine Dersim'de katledilmesinden sonra daha da kabına sığmaz hale getirmişti. Ve bunu en iyi ifade ettiği gerillacılığa taşıyarak sürdürmesini de bildi.

Faaliyetlerimizde çok yönlülükleriyle hayli yararlılıklarda bulundu. Köylülerimizin sağlıklarıyla ilgili oluşturulan ekibin emektarlarından biri olarak insanlarla kurduğu çok yönlü ilişkileriyle sağlık sorunlarına çözüm arayışının yanı sıra onlara bilinç de taşıma gibi bir misyonun sahibiydi. Yoldaşımız örgütleme yeteneği sayesinde, ayrıca yine köy çalışmalarındaki kadınlarımıza ilişkin programları uygulamada da verimli olmaktaydı. Toplantılarımıza ya da bulunduğumuz yere gelemeyen ev kadınlarımızın bulunduğu odalara minder atarak onlarla çalışmasını orada da sürdürmekteydi.

Gerilla yaşamını, idealize ederek tercih etmemişti. Yoldaşımız bu tercihini, öfkesini en iyi göstereceği bir alan olarak görmesinin yanı sıra, bu savaşın en etkili politik aracını kullanmak için tercih etmişti. Ve onu çeken asıl odak buydu. Bunun için de gerillacılıkta karşılaştığı her türlü zorluğun üzerine kararlılıkla yürümesini bilenlerimizdendi.

Sabo yoldaş, şehit düştüğü çatışmaya, yine bir çatışmadan ve sonrasında geçirdiği talihsiz bir kazadan dolayı ağır yaralı olarak girmiş, buna rağmen çatışarak şehit düşmüştür...

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Devrimcinin coşku inanç kararlılıkla parlamalı

gözleri, Hüsniye gibi...

 

Sokaklarını yürüyoruz Dersim'in. Yanımda Hüsniye var. Küçük bir şehir Dersim. On dakikada, iki turda gezersin tüm merkezi. O gün ne çok yorulmuştuk. Bir daha seninle çıkmayacağım diye espri yapmıştım. Her adımda yeni insanlarla karşılaşıyor, her adım on dakika sohbetle uzuyor... Ama işin gerçeği imrenmiştim sana. Küçük bir yerdir. Devrimci çalışma açısından bakarsak; bir devrimci çok insan tanıyabilmeli, ulaşabilmeli birçok insana. Sadece tanımak da önemli değil. Coşku inanç kararlılıkla parlamalı gözleri. Aslında buydu, seni tanıdıkça etrafında çoğalan insanların nedeni.

Beni de, ilk tanıştığımızda sana bağlayan gülerken çok şey anlatan gözlerindi. Ben sessizliğimle sana bir şeyler anlattım, sen güleç gözlerinle çok şey anlattın bana. Seni tanıdığımda senin ismin çoktan delirtmeye başlamıştı polisi. '92 gözaltında seni fazla tanımamama rağmen senin için açlık grevindeydim. İlk iki gün duymamıştım. Duyar duymaz koşmuştum açlık grevinin başladığı binaya. Açlık grevinde sevdiğin türküler söyleniyor, O da şimdi AG'dedir deniliyor. Herkes şubeden çıkmanı bekliyor. Ama tutuklanıyorsun. Deli dolu yüreğin. Aman çekiyorsun kelepçeye. Çok mu önemli sanki. Duvarlarla alay ediyor kahkahaların.

Polis seni etkisizleştirmek için elinden geleni yapıyor. Zaten bunun için tutuklanmıştın. Ama başarılı olamamıştı, yine dikilmiştin karşısına. Görevden uzaklaştırdı, sürgün etti, yine dikildin karşısına. Bir gözaltına birlikte alınmıştık. Sigara içmeni engelleyen, sigaranı kıran polisin omzuna nasıl da yumruk sallamıştın. Kalabalıktı sayımız. Birine sorulan soruya sen yanıt verdiğinde it gibi saldırıyorlardı "sen avukatı mısın" diye. Daha alınmamıştık o kan kokan hücrelere. Daha işkencehanenin dış kapısında bekliyoruz. İlk tavrı birlikte sergiliyoruz. Arkamızı dönmüyoruz. Sonra bir özel tim silahını havaya kaldırıp "seni öldüreceğim. Seni öldüreceğim" diye hırlayarak üstüne yürümüştü de "artistlik yapma, çıkar üstündekini, bırak silahını da bu şekilde bir daha gelebiliyor musun?" İt cevabını aldığında daha da azmış, saldırmıştı. En son bu özelliğin geldi aklıma. Düşmana olan öfke. Sonradan bir film gibi düşünürdüm polisle aranızdaki tartışma, çatışmaları.

'92 Newroz'unda polis izin vermemesine karşın "ateşi yakacağız, kutlayacağız" dedin ve en fazla sekiz on kişiyle başlattık Newroz'u. İlk alkışı sen çaldın, ilk sloganı attın ve sonra, salonlara tıkılmaya çalışılan halk akın akın akmıştı yanımıza. HEP'le daha önce onca tartışmasını yaptığınız Newroz kutlamasını "biz Newrozu salonlara hapsetmeyiz demişsin ve o gün geldiğinde, halk bizim etrafımızda toplandığında HEP salonu terketmiş, davulu zurnasıyla gerçek kutlama yerine doğru girmek istemişti. Hemen zekice bir sloganla müdahale ettin; Elbette zorluğunu biz çekelim, polisle biz çatışalım, halayını onlar çeksin. Olacak iş miydi? Tüm kitle katıldı sloganına. "HEP Salona, Halk Alana."

Evinizin hemen alt tarafında oturan arkadaşın ablasının düğünü olmuştu. Birlikte gitmiştik. Sonra da sizde kalmıştık. Annenle yine uzun bir tartışma yaşadınız. Tabii kavga biçiminde değil. Öyle olduğu da olurdu. Ama iki dakikada biterdi...  O gün de evlilikten açılmıştı tam. Annesi "Hep siz mi gideceksiniz, bir de siz düğün yapın, insanlar bize gelsin" demişti. Hem evlenirsen sana bütün evini verecekmiş. Uzun uzun kahkaha attın. “Artık savaş zamanıdır” şiirini okudun ardından. Sonra neyleyim evi barkı, bir dost, bir post yeter bana demiştin.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Anaların Karakızı

 

Hüsniye'yle, 23 Nisan'da şehit düşen 12'lerin kırkında tanıştım. Abdi Şeker'in mezarına gittiğimizde şehit aileleriyle konuşması insanları etkilemişti. Şehitleri anlatıyor, onların kişiliklerinden örnekler veriyordu. Ailelere, analara "Bizi tüketemezler sizin gibi analarımız, babalarımız olduğu sürece, halkımız varolduğu sürece bu mücadele sürecek" derken anaların daha çok sahiplenmeleri için "siz, düşmana inat ne kadar gözyaşı dökmezseniz, düşmana o kadar büyük darbe vurmuş olursunuz" diye konuşurdu. Analar da onu dinlemiş ve gözyaşlarını tutmuşlardı. Hüsniye mutlu olmuştu, "böyle olmalıyız" diye haykırmıştı. "Düşmana bir darbe daha vurduk. Asla üzülmeyecek analarımız, şehitlerimizin resimleriyle, alnında kızıl bantla kitlenin önünde yürüyecekler" diye haykırırken kitlenin önünde şehitlerin resimleriyle yürüyen, slogan atan anaları gördüğünde gözlerinde mutluluk okunuyordu. Coşkuyla türkülerimizi söyleyip analarla birlikte zafer işaretleriyle yürüyen kitleyi seyredip, var gücüyle slogan attırıyordu.

Analar "Karakız" diye hitap ederlerdi. "Karakız ne diyorsa onu yapacağız" sözlerine ondan gelen cevap "Biz Devrimci Sol'cular nerede varsak hepimiz böyleyiz"di. Analar da "Bizde Devrimci Solcuyuz, her zaman yanınızdayız. Bunların hesabını soracağınıza inanıyoruz" demeleri Hüsniye'yi etkilemişti. "Halk var, biz bunların içinde niye daha da güç kazanmayıp, daha da güçlü vuruşlar yapmayalım. Bu analara, şehitlere verdiğimiz sözü yerine getireceğiz." diyordu.

Cengiz Kala'nın köyüne, mezarını ziyaret için gittik. 60'a yakın bir kitle vardı, onlarla birlikte köyden katılanlar da oldu. Kalabalık bir şekilde mezarlığa yürüdük. Mezara vardığımızda köyün çocukları kırmızı, sarı çiçekler toplayıp getirmişlerdi mezara. Hüsniye çocukları teker teker kucaklayarak, sıkı sıkıya sarılınca "hepiniz yarın birer savaşçı olacaksınız" dedi. Bir de baktık çocuklarla birlikte ufak beyaz taşlar toplayıp getirerek mezarın yanına Devrimci Sol yazmaya başladılar. Daha yazı bitmeden jandarmalar etrafımızı sardılar ve saldırmaya çalıştılar. Başaramayınca "arkanızı dönün, yatın" diye bağırıp çağırdılar. Hüsniye hemen öne çıkıp askerlere "kimse dağılmasın oturuyoruz" diye bağırırken, astsubay tekmeyle vurmaya çalıştı. Oradaki kitle toplanarak Hüsniyeyi aralarına alıp korudular. Hüsniye "Biz halkın içinden geldik, şehit yoldaşlarımız da. Halkın içinden gelen bu insanları katletseniz bunun hesabını da halk size soracaktır. Katletmeyle bizi hiçbir zaman tüketemezsiniz. Mücadelemiz halkın değerlerinin içinde yer edinmiş. Bu değerlere dokunanın cezasız kalmayacaktır, bunun hesabını da soracağız." deyip "kahrolsun faşizm" sloganını attığında bizde hep birlikte slogan attık. Köydeki insanlarda sloganlarla toplanıp mezarlığa gelmeye başladılar. 70 yaşında bir ana "Siz bizi 38 de kırmaya çalıştınız, yine bizi bitiremediniz. Şimdi de çocuklarımızı öldürüyorsunuz. Biz bunları şimdiye kadar unutmadık, bundan sonrada unutmayız" dedi. Hüsniye bu ananın boynuna sarılıp "katliamlar bizi ne bitirir, ne de bu haklı mücadelemizden ayırabilir, mücadelemiz devam edecektir" diye bağırıyordu. Yaşlı ana "siz slogan atıyorsunuz bana söyleyin ben de atayım" dedi. Daha sonra köydeki insanlar da gelince askerler bizi bıraktılar ve o gece sabaha kadar kimse yatmadı. Karakolun karşısında köyün içinde sabaha kadar halay çekip türkü söyledik. Hüsniye tüm köylülerin evini ziyaret ettikten sonra köyden ayrıldı. Hüsniye bir süre sonra çok özlediği gerillaya katıldı. Ve şehit düştüğünü öğrendik bir Devrimci Sol gerillasına yaraşır şekilde.

Cengiz Kala'nın köyüne uğradığımızda köylüler hep sorardı "Karakız nerede buraya gelmeyecek mi?" diye. Onun o cesaretli tavırları halk ta olumlu bir etki bırakmıştı. Onurlu bir yaşam için mücadele verdi. Halkına bağlılığı, cesaretiyle bir savaşçı olarak onurlu bir şekilde şehit düştü.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Dağlara gittin, yaralara merhem olmak için.

 

Duvarlarında hastalıklara ilişkin birkaç pano, paravan ve muayene masası, birkaç sandalye ve büro masasından ibaret koskoca bir muayene odası... Sen, kendisi de kamu emekçisi olan bir hemşire arkadaşın babasına heyecanlı, coşkulu, hararetli bir şekilde Sağlık-Sen'i, sendikalaşmanın gereğini vb. anlatıyorsun. Üstelik aynı yerde çalışmamanıza, bir kaç saat sonra başka bir ile hareket edeceğini bile bile...

O zamanlar sendikayı açmak için çalışmalar tüm yoğunluğuyla sürerken düşmandan çok oportünistler karşınıza çıkıyor. Daha bir inatçı sarılıyorsunuz mücadeleye; nerede bir kamu emekçisi varsa ulaşılmalı, örgütlenmeliydi.

Tahammül edemiyor düşman inancınıza, kararlılığınıza, hiç sönmeyen gözlerinizdeki ışıltıya. Kısa bir süre de olsa tutsak kalıyorsun, tutsaklıktan sonraki ilk görüşmemizde yaşadığınız süreci, tutsaklık koşullarını öyle bir coşkulu anlatıyorsun ki cezaevinde olma isteği oluşuyor bizde.

Kalabalıkça evimize geldiğiniz bir günü hatırlıyorum. En çok duyulan senin şen kahkahalarındı. En çok da yeni insanlarla ilgileniyorsun. O gün bir komşumuzun oğlu olmuştu, doğumuna yardım ettiğimizden oğlunun adını, "SİNAN veya FAZIL" koyacağına söz vermişti. Bunu duyar duymaz gözlerin ışıl ışıl parlamıştı. Tekrar geleceğin sözünü vererek hava kararırken çıkıp gitmiştin, sımsıkı sıcacık kucaklayışını bırakarak.

Evdeki herkesi çok severdin. En çok da yeğenin Umut ve kardeşin Haydar'la uğraştın. Umut, senin için çok önemli ve vazgeçilmezdi. Haydar'la ise devrimcileştirebilmek için çok uğraştın ve hedefine ulaştın. Haydar, Cihan'dan hemen sonra dağlarda almıştı soluğu. Kısa bir süre sonra şehit düştüğünü öğrendiğinde ağlamadın, karamsarlığa kapılmadın. O gün senden duyulan tek haykırış; "Haydar'ın yerini ben alacağım, silahını ben omuzlayacağım" oldu.

Dağlara gittin, umudu ulaşılmazdan kurtarmak, yaralara merhem olmak için. Sen, ameliyathane de çalışırken çok daha iyi görmüştün yaraya kökünden neşter vurmadan iyileşmez. Neşterin artık kesindi. Dağların sevdalı gelini, sen en şanslılarımızdansın, kıskandık seni... Nice sevdalı, seninle ve senden sonra kuşandı mavzeri, patikaları adımlamaya, dağları aşmaya gitti.

And olsun ki, vatanımız özgürleşecek, bayrağımız özgürce dalgalanacak!

Merhaba sana asi kız!

 

***

 

Bir gerilla anlatıyor:

 

Bir gece evimizin kapısı çalındı ve içeriye Hüsniye girdi. Bu Hüsniye'yi ilk görüşümdü ve ilk tanışmamızdı. Tanıştıktan sonra sohbetimiz daha da sıcaklaşmıştı. Bu tanışmadan sonra Hüsniye'yle kısa aralıklarla görüşüyorduk.

Bir kez daha gelişinde biz yemek yapmak için uğraşıyorduk ki Hüsniye durun size havuç tatlısı yapayım demişti. Biz de mutfağın soğuk olduğunu, bunu göze alıyorsa yapmasını söyledik. Hüsniye hemen yapmaya koyuldu. Soğuk yüzünden dizleri tutulmuştu. Hüsniye sobanın yanında durup dizlerini ısıtmaya çalışırken bir taraftan da kendi kendine kızıyor, "Kahretsin hiçbir şeye kızmıyorum. Gerillaya almayacaklar ona kızıyorum" diyordu...      

Hüsniye'yle birlikte gerillalarla ilk buluşmaya gittiğimizde uzunca bir yolu yürümemiz gerekmişti. Hüsniye bütün gayretiyle yürüyordu. Zaman zaman yorulup biraz dinlenelim dediğinde ona "Ooo daha ne kadar yol yürüdük ki daha bir dağı geçtik." diyordu. Gerillaların yanlarına vardığımızda Hüsniye bütün yorgunluğunu unutmuştu.

Bir başka zaman, yine Hüsniye'yle birlikte gerillalarla buluşmaya gittik. Yine uzun bir yolu yürümemiz gerekti. Bu sefer yürüyeceğimiz yol öncekinden daha uzundu. Hüsniye ilk yürüyüşümüzden dolayı daha hızlı yürümeye çalışıyordu. Ama zaman zaman yoruluyordu. Bunu belirtmek zorunda kalıyordu. Gerillaların yanına vardığımızda Komutanla konuşup silahını aldığında ilk ürpertisi gitmiş, silahına yâri gibi sarılmış, hiç bırakmamacasına kavramıştı ve artık adı Sabo'ydu. O zaman sanki bütün dünyalar onun olmuştu. Sevinci gözlerinden okunuyordu.

Gerillaya ilk katıldığımda Sabo'yla aynı müfrezedeydim. Bir defasında sol içi çatışma yüzünden TDKP'lilerin iki yaralısını bulundukları yerden aldığımızda Sabo bunların tedavisini yapmış, yaralıların bizimle kaldığı dönemde yaralarını hep Sabo sarmış ve bunları tedavi etmişti.

Bağcılar savaşçıları şehit düştüğünde onları çok kıskanmıştı. Kendisi de şehit düşerken tilili çekeceğini söylüyordu. Bir gelenek yaratacağım şehit düştüğümde... diyordu.

Şehit düşerken kırlarda ölümün tilililerle, halaylarla, marşlarla ıslıklarla karşılanacağının geleneğini yarattılar.

 

***

 

Bir arkadaşı Hüsniye Aydın'ı anlatıyor:

 

"Sıcak teninin düştüğü toprakta filizlenecek bahar"

 

Hüsniye'nin devlet hastahanesinde çalıştığı dönemdi. '92 21 Mart'ı yaklaşırken hepimiz heyecanlıydık. Newroz'u kitlesel bir biçimde ve alanda kutlama kararı almıştık. Bu eylem Dersim'de 80 sonrası ilk kitlesel kutlama olacaktı. Ancak HEP dahil, diğer DKÖ'lerin salonda kutlama yapma kararını değiştirememiştik. Onlar salonda ısrarlıydı.

O gün geldiğinde hiçbir hareketlilik olmaması moralimizi bozmuştu. O sırada Hüsniye büyük bir cesaret ve kararlılık örneği sergileyerek ayağa kalktı ve "Üç-beş kişi bile olsak, kutlamayı biz yaparız" diyerek yürüdü. Bizim alana varmamızdan kısa süre sonra halk akın etti ve umduğumuzdan da fazla bir kalabalıkla bayramımızı coşkulu bir şekilde kutlamaya başladık. Bu kitlesellikten şaşıran HEP yöneticileri halkı salona çağırdılar. Hüsniye o pratik zekasıyla hemen inisiyatif koydu ve "HEP Salona Halk Alana" sloganını başlattı. Newroz'u salona hapsetmeye çalışanlara, herkesin katıldığı bu slogan iyi bir cevap oldu.

Erkesi gün HEP yöneticilerini, eylemimizi kırma girişimi nedeniyle eleştirdiğimizde, "Siz ne hakla Kürdistan'dan söz ediyorsunuz, siz kimsiniz?" diyen HEP'liye Hüsniye tavizsiz bir kararlılıkla “Türkiye ve Kürdistan'da mücadele eden, halklarımızı zafere götürecek bir devrim hareketi" olduğumuzu söylemişti ve bu cevap yeterli olmuştu.

1993 23 Nisan'ında canından çok sevdiği kardeşi Haydar Aydın şehit düşünce çok etkilenmişti. Yine de üzüntüsünü içine attı ve olanca metanetiyle annesini, babasını teselli etmeye çalıştı.

Şehit düşen diğer yoldaşlarınki de dahil, onlara yakışır törenler yapabilmek için koşturdu durdu.

Halkımızın mutluluğu için kavgaya sevdalı çingenem -bilirsin sana hep çingenem derdim- o inci gibi dişlerinle gülümseyişini, kahkahalarını, coşkunu unutmam mümkün değil. Bir de en çok sevdiğin "Sevdamızı bıraktık kadife tenli zamanlara" şiirini söyleyişini... Bir tanem, o şiiri yaşayan değerli, unutulmazlar kervanına sen de katıldın. Yüreklerimizde hep yaşayacaksın. Karlı dağlarımızda, sıcak teninin düştüğü toprakta filizlenecek bahar. Sen rahat uyu.

 

 

Geri