Hüsniye AYDINı Yoldaşları, Yakınları
Anlatıyor:
Bir
Yoldaşı Anlatıyor:
DERSİM'İN
ASİ KIZI
Hatırlıyor
musun? Seninle ilk olarak Dersim Devlet Hastanesi'nde çalışırken tanışmıştık. İlk
paylaştığımız şey Yorum'un kasetini dinlemekti. Defalarca çevirip çevirip dinlemiştik. Sen, Yorum'u yakından tanıyıp konuşmak
istediğini söylemiştin kaseti dinledikten sonra. Birbirimize çok çabuk
ısınmıştık, hemen bir grup oluşturduk. Grubumuzun ismini "dost grup" koymuşlardı.
Bu beraberliğimiz uzun sürmedi. Sen geçici olarak İstanbul'a kurs görmeye
gittin. Kavgamızın şehrine.
Duyarlılığın,
girişkenliğinden dolayı hemen TAYAD ve THD'ye
gittiğini bildirmiştin. Gelişmeleri hemen aynı gün bildirmiştin bize. Birgün yine telefonda, o gün "Grup Yorum'un konserine
gittim ve ilk copu yedim." demiştin. Kahkahalarla nasıl coplandığını
anlatıyordun. Faşizmin olduğu bir ülkede mücadele etmek kolay değil tabii.
Bugün cop yarın gözaltı, sürgün ve katliamların yaşanacağını söylemiştin.
Bunları söylerken kararlılıkla "ben artık bir devrimciyim" diyordun.
Niçin devrimci olduğunu anlatıyordun. Olgunluğunla, konuşmalarınla, yaratıcı ve
zeki oluşunla çevredeki insanlara güven veriyordun.
Okuldaki
öğrencinin, mahalledeki ananın, fabrikadaki işçinin sorunlarını dinliyor nasıl ve
ne yapılması gerektiğini anlatıyordun. Her defasında "oturmanın zamanı değil,
zaferi kazanmak için çalışmak gerek" diye anlatıyordun. Bunun için Tüm
Sağlık-Sen'e tepti gösteriyordun."Bizim ayak bağımızsınız. Kitlenin
mücadele ruhunu köreltiyorsunuz" diyordun.
Hani
birgün oportünistlerden biri
Sağlık-Sen'e gelmişti. Duvarda bulunan şehitlerimizin resimlerine bakarak
"burası sendika değil, Mücadele bürosuna benziyor" demişti. Bunu
söylerken insanların kafasında çelişki yaratmaktı amacı. Sen de o kişiyi sendikadan
kovmuştun. "Devrimci Solcu olan gelsin " demiştin.
Biz
yaptığını doğru bulmamıştık. "Oysa o kişinin amacı farklıdır" demiştin
bize. Bizde sana hak vermiştik.
Hatırlıyor
musun, grup olarak kendi aramızda hep şakalaşırdık. Hangimiz ilk şehit olacağız
diye. Herkes atılıyordu "ben olacağım" diye. Sen de şunu demiştin
"içime doğmuş ben hepinizden erken şehit olacağım".
'92'de
tutuklandığımızda çok üzülmüştün. "Gerilla olma sürem uzadı" diyordun.
Çünkü dağlara sevdalıydın. Çıktıktan sonra tereddüt etmeden verdiğin sözde durdun.
Seninle onur duyuyoruz. Şehit olmanla onur duyuyoruz.
Sen
bir taraftan kendini dağlara hazırlarken, bir taraftan da kardeşini
hazırlıyordun. Onun içinde bulunduğu yoz, gerici ortamdan çekmek için gece
gündüz onunla uğraşıyordun. Onun defalarca seni dövmesine karşın sen büyük bir
sabırla onu devrimcileştirmek için emek harcıyordun. Ve emeğinin karşılığını
aldın da. Çünkü bu emeği harcar-ken çok kararlıydın.
Kardeşin Haydar senden önce şehit düşmüştü. Sen onunla gurur duyuyordun. Evet,
hepimiz onunla gurur duyuyoruz. Haydar'ın kararlılığı, savaşçılığı bizleri
şaşırtmadı. O artık birçok şeyin bilincindeydi. "Keşke devrimcilerle daha
önce tanışsaydım" diyordu. Evet, Haydar bizlere çektirdi ama O en kısa
zamanda yaptığı yanlışların farkına vardı. Evet, Haydar'a verdiğimiz emek
boşuna gitmedi, Haydar artık bir emekçiydi ve gerillaydı. Halkı için
savaşıyordu Dersim dağlarında.
Sen
O'nun şehit düştüğünü öğrenince çok soğukkanlıydın. Çevrendekileri
sakinleştirmeye çalışıyordun. O gün bütün Dersimliler
ayaktaydılar. Haydar'ı ve Cihan'ı son olarak uğurluyorlardı. "Bayraklarla
gömün beni" diyordu Haydar. Sen rahat uyu Haydar, sen kavga neferi...
Evet!
En büyük arzun DEVRİMCİ SOL'cu olmak ve böyle şehit
düşmekti ve sen sözünde durdun. Senin kararlı tavırların bizlere örnek oldu.
Sana söz veriyoruz uğruna savaşarak şehit düştüğünüz toprakları
özgürleştirinceye kadar savaşacağız.
Bu
kararlılıkla Haydar'ın silahını sen taşıyordun. Gerillaya gitmeden önce ailenle
geride bıraktığın emekçi halkımızla tek tek
vedalaşıyordun. Gözlerin ışıl ışıl parlıyordu. "Birgün dönersem farklı biri olarak dönerim" diyordun. Peşinden
ağıt yakıp ağlayan analara "silin gözyaşlarınızı, gözyaşlarına
dayanamam" diyordun. Bu yüzden sana sulugöz
diyorduk. "Ben halkımı seviyorum, gözyaşlarım bunun için durmuyor."
diyordun... O gün sokaklar bomboştu sanki. Her sokakta, her parkta senin
oturduğun yerleri boş bırakmadık. Bizlere öğrettiğin kavga daha da büyüyor
şimdi. Şimdi daha çok kararlıyız. Sizin gibi olmaktan onur duyuyoruz. Sen rahat
uyu Dersim'in Asi Kızı!..
***
Bir
yoldaşından:
Gül
Tenli Kardelen Çiçeği Yoldaşa
Hüsniye Aydın, bütün şehitlerimizi olduğu gibi anlatmak,
onların insani ve savaşkan, politik ve askeri vasıflarını aksettirmekte ne
kadar eksik kalıyorsak, Hüsniye'yi de o değer taşıyan
erdemlerini bir bütün olarak anlatmakta eksik kalacağımı sanıyorum.
Evet,
duygusallığın gerisinde, sarsılmaz bir savaşçının katı yüreği, pratik bir zekânın,
cüretin, öfkenin simgesidir SABO...
Bir
sağlık emekçisiydi o. İnsan güzeli bir emekçi. Yurdun birçok yerinde görev
yaptı, sürgünler, gözaltılar, baskılar yıldırmadı onu. Tehditkârdı, yaşamı yasaklayanlara
karşı. Polise kendi ininde yumruk atacak "Siz benim elime düşerseniz
ameliyat masasından kalkamayacaksınız" diyecek kadar düşmana kinli.
Onunla
birlikte alındığımız bir gözaltını anımsıyorum. Korkuyordu işkenceciler ondan.
Kardeşine saldırarak "Hüsniye Aydın'ın kardeşi
olmak suçtur" diyecek kadar korkuyorlardı. '92 de tutuklanmıştı. Ama Hüsniye 2,5 aylık tutukluluğu bittikten sonra da hiç
düşünmeden işlerine sarıldı. Sadece Dersim'le sınırlı
değildi faaliyetleri. Ulaşabildiği her yere hareketimizin soluğunu taşıyordu. Dersim
örgütlülüğümüzde onun büyük çabaları vardır. Liseliler, mahalleliler, memurlar,
işçiler onu iyi tanır ve çok sever, çünkü o sevilmeyecek insan değildir. En çok
kadınlar hayrandı. Gülüşüne, sohbetine hayrandılar. Kadınlarla çok çabuk
yakınlıklar kurabilen, onlara onların dilinden, binlerce yıllık ezilmişliğin,
eşitsizliğin kurtuluş yolunu öğreten bir devrimci. Araştırmacı, okuyan bir
aydın, özverili. Yoldaşlarına olan sevgisi ve bağlılığı,
yüreğine sığdıramadığı bir dünya gibi.
Tunceli
polisi en son onu Malatya Arapgir'e sürgün ettirdiğinde:
"Gitmeyeceğim, Dersim dağlarında onların korkulu rüyası olacağım"
derdi. Ve nihayet Dersim dağlarında kuşanarak mavzerini, sona erdirdi gerilla
hasretini.
Kardeşi
Haydar'ın silahını devralmıştı. Dağlar ona, o dağlara sevdalı olmuştu. Sevdasını
orda bulmuştu. Belki alanlarda eylem pankartı taşımıyordu ama emekçilerin alınterini silahıyla koruyordu. Kısa sürede köylülerin çok
sevdiği Kara kızı Sabo oluvermişti. Sağlık emekçisi Sabo çocukları çok seven,
onların sağlıklarıyla ilgilenen, zaman zaman köylerde
sağlık taraması yapan hemşireleri de olmuştu. Neşesi, bitimsiz kahkahaları
gerilla birliği içinde en sevilen özelliği olmuştu.
13
Eylül Dersim direnişimizde yaralanmıştı. Fakat o yoldaşlarıyla birlikte
göğüslediği bir çatışmada birlikte şehit olmayı istemişti. Hüsniye
daha yaralıyken bir çatışma daha geçirmiş, bu çatışmadan sonra gereken bir uzun
yürüyüşten sonra ise beli kırılmıştı. Yine ağız dolusu gülebiliyordu. İnancı ve
inatçılığı güldürebiliyordu onu. Gerillaya ilk katıldığında kendisine Sabo ismi
verildiğinde, ilk anda almak istememişti. Layık olamam demişti. Rahat uyu Sabo yoldaş.
6 Aralık günü Çiftehavuzlar'da dalgalanan kızıl yıldızlı bayrağımız ellerinizde,
yeni bir direniş eklediniz Dersim'den direniş
tarihimize.
***
Bir
gerilla yoldaşı anlatıyor:
"Hemşire
ve savaşçılık" insanları sevmenin en güzel ifadelerinden bu iki özelliği bir
arada yaşayan yoldaşlarımızdan Sabo, sevgi dolu oluşu, cana yakınlığı, paylaşımı
ve kin dolu özellikleriyle tanınır. Kinini hemşire olarak çalıştığı sürecindeki
çelişkilerinden dolayı güçlendirmesinin yanında, kardeşi Haydar'ın 23 Nisan'da
yine Dersim'de katledilmesinden sonra daha da kabına
sığmaz hale getirmişti. Ve bunu en iyi ifade ettiği gerillacılığa taşıyarak
sürdürmesini de bildi.
Faaliyetlerimizde
çok yönlülükleriyle hayli yararlılıklarda bulundu. Köylülerimizin sağlıklarıyla
ilgili oluşturulan ekibin emektarlarından biri olarak insanlarla kurduğu çok yönlü
ilişkileriyle sağlık sorunlarına çözüm arayışının yanı sıra onlara bilinç de
taşıma gibi bir misyonun sahibiydi. Yoldaşımız
örgütleme yeteneği sayesinde, ayrıca yine köy çalışmalarındaki kadınlarımıza
ilişkin programları uygulamada da verimli olmaktaydı. Toplantılarımıza ya da
bulunduğumuz yere gelemeyen ev kadınlarımızın bulunduğu odalara minder atarak
onlarla çalışmasını orada da sürdürmekteydi.
Gerilla
yaşamını, idealize ederek tercih etmemişti. Yoldaşımız bu tercihini, öfkesini en
iyi göstereceği bir alan olarak görmesinin yanı sıra, bu savaşın en etkili politik
aracını kullanmak için tercih etmişti. Ve onu çeken asıl odak buydu. Bunun için
de gerillacılıkta karşılaştığı her türlü zorluğun üzerine kararlılıkla
yürümesini bilenlerimizdendi.
Sabo
yoldaş, şehit düştüğü çatışmaya, yine bir çatışmadan ve sonrasında geçirdiği talihsiz
bir kazadan dolayı ağır yaralı olarak girmiş, buna rağmen çatışarak şehit
düşmüştür...
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
Devrimcinin
coşku inanç kararlılıkla parlamalı
gözleri, Hüsniye gibi...
Sokaklarını
yürüyoruz Dersim'in. Yanımda Hüsniye
var. Küçük bir şehir Dersim. On dakikada, iki turda gezersin tüm merkezi. O gün
ne çok yorulmuştuk. Bir daha seninle çıkmayacağım diye espri yapmıştım. Her
adımda yeni insanlarla karşılaşıyor, her adım on dakika sohbetle uzuyor... Ama
işin gerçeği imrenmiştim sana. Küçük bir yerdir. Devrimci çalışma açısından
bakarsak; bir devrimci çok insan tanıyabilmeli, ulaşabilmeli birçok insana.
Sadece tanımak da önemli değil. Coşku inanç kararlılıkla parlamalı gözleri.
Aslında buydu, seni tanıdıkça etrafında çoğalan insanların nedeni.
Beni
de, ilk tanıştığımızda sana bağlayan gülerken çok şey anlatan gözlerindi. Ben sessizliğimle
sana bir şeyler anlattım, sen güleç gözlerinle çok şey anlattın bana. Seni
tanıdığımda senin ismin çoktan delirtmeye başlamıştı polisi. '92 gözaltında
seni fazla tanımamama rağmen senin için açlık grevindeydim. İlk iki gün
duymamıştım. Duyar duymaz koşmuştum açlık grevinin başladığı binaya. Açlık grevinde
sevdiğin türküler söyleniyor, O da şimdi AG'dedir
deniliyor. Herkes şubeden çıkmanı bekliyor. Ama tutuklanıyorsun. Deli dolu yüreğin. Aman çekiyorsun kelepçeye. Çok mu önemli sanki. Duvarlarla alay ediyor kahkahaların.
Polis
seni etkisizleştirmek için elinden geleni yapıyor. Zaten bunun için
tutuklanmıştın. Ama başarılı olamamıştı, yine dikilmiştin karşısına. Görevden
uzaklaştırdı, sürgün etti, yine dikildin karşısına. Bir gözaltına birlikte
alınmıştık. Sigara içmeni engelleyen, sigaranı kıran polisin omzuna nasıl da
yumruk sallamıştın. Kalabalıktı sayımız. Birine sorulan soruya sen yanıt
verdiğinde it gibi saldırıyorlardı "sen avukatı mısın" diye. Daha
alınmamıştık o kan kokan hücrelere. Daha işkencehanenin
dış kapısında bekliyoruz. İlk tavrı birlikte sergiliyoruz. Arkamızı dönmüyoruz.
Sonra bir özel tim silahını havaya kaldırıp "seni öldüreceğim. Seni
öldüreceğim" diye hırlayarak üstüne yürümüştü de "artistlik yapma, çıkar üstündekini, bırak silahını da bu şekilde
bir daha gelebiliyor musun?" İt cevabını aldığında daha da azmış,
saldırmıştı. En son bu özelliğin geldi aklıma. Düşmana olan
öfke. Sonradan bir film gibi düşünürdüm polisle aranızdaki tartışma,
çatışmaları.
'92
Newroz'unda polis izin vermemesine karşın "ateşi
yakacağız, kutlayacağız" dedin ve en fazla sekiz on kişiyle başlattık Newroz'u. İlk alkışı sen çaldın, ilk sloganı attın ve
sonra, salonlara tıkılmaya çalışılan halk akın akın
akmıştı yanımıza. HEP'le daha önce onca tartışmasını
yaptığınız Newroz kutlamasını "biz Newrozu salonlara hapsetmeyiz demişsin ve o gün geldiğinde, halk bizim
etrafımızda toplandığında HEP salonu terketmiş,
davulu zurnasıyla gerçek kutlama yerine doğru girmek istemişti. Hemen zekice
bir sloganla müdahale ettin; Elbette zorluğunu biz çekelim, polisle biz
çatışalım, halayını onlar çeksin. Olacak iş miydi? Tüm kitle katıldı sloganına.
"HEP Salona, Halk Alana."
Evinizin
hemen alt tarafında oturan arkadaşın ablasının düğünü olmuştu. Birlikte gitmiştik.
Sonra da sizde kalmıştık. Annenle yine uzun bir tartışma yaşadınız. Tabii kavga
biçiminde değil. Öyle olduğu da olurdu. Ama iki dakikada biterdi... O gün de evlilikten açılmıştı tam. Annesi "Hep siz mi gideceksiniz, bir de siz
düğün yapın, insanlar bize gelsin" demişti. Hem evlenirsen sana bütün
evini verecekmiş. Uzun uzun kahkaha attın. “Artık
savaş zamanıdır” şiirini okudun ardından. Sonra neyleyim evi barkı, bir
dost, bir post yeter bana demiştin.
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
Anaların
Karakızı
Hüsniye'yle, 23 Nisan'da şehit düşen
12'lerin kırkında tanıştım. Abdi Şeker'in mezarına gittiğimizde şehit aileleriyle
konuşması insanları etkilemişti. Şehitleri anlatıyor, onların kişiliklerinden
örnekler veriyordu. Ailelere, analara "Bizi tüketemezler sizin gibi
analarımız, babalarımız olduğu sürece, halkımız varolduğu
sürece bu mücadele sürecek" derken anaların daha çok sahiplenmeleri için
"siz, düşmana inat ne kadar gözyaşı dökmezseniz, düşmana o kadar büyük
darbe vurmuş olursunuz" diye konuşurdu. Analar da onu dinlemiş ve
gözyaşlarını tutmuşlardı. Hüsniye mutlu olmuştu,
"böyle olmalıyız" diye haykırmıştı. "Düşmana bir darbe daha
vurduk. Asla üzülmeyecek analarımız, şehitlerimizin resimleriyle, alnında kızıl
bantla kitlenin önünde yürüyecekler" diye haykırırken kitlenin önünde
şehitlerin resimleriyle yürüyen, slogan atan anaları gördüğünde gözlerinde
mutluluk okunuyordu. Coşkuyla türkülerimizi söyleyip analarla birlikte zafer işaretleriyle
yürüyen kitleyi seyredip, var gücüyle slogan attırıyordu.
Analar
"Karakız" diye hitap ederlerdi. "Karakız ne diyorsa onu yapacağız" sözlerine ondan
gelen cevap "Biz Devrimci Sol'cular nerede varsak hepimiz böyleyiz"di. Analar da "Bizde Devrimci Solcuyuz,
her zaman yanınızdayız. Bunların hesabını soracağınıza inanıyoruz"
demeleri Hüsniye'yi etkilemişti. "Halk var, biz
bunların içinde niye daha da güç kazanmayıp, daha da güçlü vuruşlar yapmayalım.
Bu analara, şehitlere verdiğimiz sözü yerine getireceğiz." diyordu.
Cengiz
Kala'nın köyüne, mezarını ziyaret için gittik. 60'a
yakın bir kitle vardı, onlarla birlikte köyden katılanlar da oldu. Kalabalık
bir şekilde mezarlığa yürüdük. Mezara vardığımızda köyün çocukları kırmızı, sarı çiçekler toplayıp getirmişlerdi mezara. Hüsniye çocukları teker teker
kucaklayarak, sıkı sıkıya sarılınca "hepiniz yarın birer savaşçı
olacaksınız" dedi. Bir de baktık çocuklarla birlikte ufak beyaz taşlar
toplayıp getirerek mezarın yanına Devrimci Sol yazmaya başladılar. Daha yazı
bitmeden jandarmalar etrafımızı sardılar ve saldırmaya çalıştılar.
Başaramayınca "arkanızı dönün, yatın" diye bağırıp çağırdılar. Hüsniye hemen öne çıkıp askerlere "kimse dağılmasın
oturuyoruz" diye bağırırken, astsubay tekmeyle vurmaya çalıştı. Oradaki
kitle toplanarak Hüsniyeyi aralarına alıp
korudular. Hüsniye "Biz halkın içinden geldik,
şehit yoldaşlarımız da. Halkın içinden gelen bu insanları katletseniz bunun
hesabını da halk size soracaktır. Katletmeyle bizi hiçbir zaman tüketemezsiniz.
Mücadelemiz halkın değerlerinin içinde yer edinmiş. Bu değerlere dokunanın
cezasız kalmayacaktır, bunun hesabını da soracağız." deyip "kahrolsun
faşizm" sloganını attığında bizde hep birlikte slogan attık. Köydeki
insanlarda sloganlarla toplanıp mezarlığa gelmeye başladılar. 70 yaşında bir
ana "Siz bizi 38 de kırmaya çalıştınız,
yine bizi bitiremediniz. Şimdi de çocuklarımızı öldürüyorsunuz. Biz bunları
şimdiye kadar unutmadık, bundan sonrada unutmayız" dedi. Hüsniye bu ananın boynuna sarılıp "katliamlar bizi ne
bitirir, ne de bu haklı mücadelemizden ayırabilir, mücadelemiz devam edecektir"
diye bağırıyordu. Yaşlı ana "siz slogan atıyorsunuz bana söyleyin ben de atayım"
dedi. Daha sonra köydeki insanlar da gelince askerler bizi bıraktılar ve o gece
sabaha kadar kimse yatmadı. Karakolun karşısında köyün içinde sabaha kadar
halay çekip türkü söyledik. Hüsniye tüm köylülerin
evini ziyaret ettikten sonra köyden ayrıldı. Hüsniye
bir süre sonra çok özlediği gerillaya katıldı. Ve şehit düştüğünü öğrendik bir
Devrimci Sol gerillasına yaraşır şekilde.
Cengiz
Kala'nın köyüne uğradığımızda köylüler hep sorardı
"Karakız nerede buraya gelmeyecek mi?" diye.
Onun o cesaretli tavırları halk ta olumlu bir etki bırakmıştı. Onurlu bir yaşam
için mücadele verdi. Halkına bağlılığı, cesaretiyle bir savaşçı olarak onurlu
bir şekilde şehit düştü.
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
Dağlara
gittin, yaralara merhem olmak için.
Duvarlarında
hastalıklara ilişkin birkaç pano, paravan ve muayene masası, birkaç sandalye ve
büro masasından ibaret koskoca bir muayene odası... Sen, kendisi de kamu emekçisi
olan bir hemşire arkadaşın babasına heyecanlı, coşkulu, hararetli bir şekilde
Sağlık-Sen'i, sendikalaşmanın gereğini vb. anlatıyorsun. Üstelik aynı yerde
çalışmamanıza, bir kaç saat sonra başka bir ile hareket edeceğini bile bile...
O
zamanlar sendikayı açmak için çalışmalar tüm yoğunluğuyla sürerken düşmandan
çok oportünistler karşınıza çıkıyor. Daha bir inatçı
sarılıyorsunuz mücadeleye; nerede bir kamu emekçisi varsa ulaşılmalı, örgütlenmeliydi.
Tahammül
edemiyor düşman inancınıza, kararlılığınıza, hiç sönmeyen gözlerinizdeki ışıltıya.
Kısa bir süre de olsa tutsak kalıyorsun, tutsaklıktan sonraki ilk görüşmemizde
yaşadığınız süreci, tutsaklık koşullarını öyle bir coşkulu anlatıyorsun ki
cezaevinde olma isteği oluşuyor bizde.
Kalabalıkça
evimize geldiğiniz bir günü hatırlıyorum. En çok duyulan senin şen kahkahalarındı.
En çok da yeni insanlarla ilgileniyorsun. O gün bir komşumuzun oğlu olmuştu,
doğumuna yardım ettiğimizden oğlunun adını, "SİNAN veya FAZIL" koyacağına
söz vermişti. Bunu duyar duymaz gözlerin ışıl ışıl parlamıştı.
Tekrar geleceğin sözünü vererek hava kararırken çıkıp gitmiştin, sımsıkı
sıcacık kucaklayışını bırakarak.
Evdeki
herkesi çok severdin. En çok da yeğenin Umut ve kardeşin Haydar'la uğraştın.
Umut, senin için çok önemli ve vazgeçilmezdi. Haydar'la ise devrimcileştirebilmek
için çok uğraştın ve hedefine ulaştın. Haydar, Cihan'dan hemen sonra dağlarda
almıştı soluğu. Kısa bir süre sonra şehit düştüğünü öğrendiğinde ağlamadın, karamsarlığa
kapılmadın. O gün senden duyulan tek haykırış; "Haydar'ın yerini ben
alacağım, silahını ben omuzlayacağım" oldu.
Dağlara
gittin, umudu ulaşılmazdan kurtarmak, yaralara merhem olmak için. Sen,
ameliyathane de çalışırken çok daha iyi görmüştün yaraya kökünden neşter vurmadan
iyileşmez. Neşterin artık kesindi. Dağların sevdalı gelini, sen en şanslılarımızdansın,
kıskandık seni... Nice sevdalı, seninle ve senden sonra kuşandı mavzeri, patikaları
adımlamaya, dağları aşmaya gitti.
And olsun ki, vatanımız özgürleşecek, bayrağımız
özgürce dalgalanacak!
Merhaba
sana asi kız!
***
Bir
gerilla anlatıyor:
Bir
gece evimizin kapısı çalındı ve içeriye Hüsniye
girdi. Bu Hüsniye'yi ilk görüşümdü ve ilk
tanışmamızdı. Tanıştıktan sonra sohbetimiz daha da sıcaklaşmıştı. Bu tanışmadan
sonra Hüsniye'yle kısa aralıklarla görüşüyorduk.
Bir
kez daha gelişinde biz yemek yapmak için uğraşıyorduk ki Hüsniye
durun size havuç tatlısı yapayım demişti. Biz de mutfağın soğuk olduğunu, bunu
göze alıyorsa yapmasını söyledik. Hüsniye hemen
yapmaya koyuldu. Soğuk yüzünden dizleri tutulmuştu. Hüsniye
sobanın yanında durup dizlerini ısıtmaya çalışırken bir taraftan da kendi
kendine kızıyor, "Kahretsin hiçbir
şeye kızmıyorum. Gerillaya almayacaklar ona kızıyorum" diyordu...
Hüsniye'yle birlikte gerillalarla ilk
buluşmaya gittiğimizde uzunca bir yolu yürümemiz gerekmişti. Hüsniye bütün gayretiyle yürüyordu. Zaman zaman yorulup biraz dinlenelim dediğinde ona "Ooo daha ne
kadar yol yürüdük ki daha bir dağı geçtik." diyordu. Gerillaların yanlarına
vardığımızda Hüsniye bütün yorgunluğunu unutmuştu.
Bir
başka zaman, yine Hüsniye'yle birlikte gerillalarla
buluşmaya gittik. Yine uzun bir yolu yürümemiz gerekti. Bu sefer yürüyeceğimiz
yol öncekinden daha uzundu. Hüsniye ilk
yürüyüşümüzden dolayı daha hızlı yürümeye çalışıyordu. Ama zaman zaman yoruluyordu. Bunu belirtmek zorunda kalıyordu.
Gerillaların yanına vardığımızda Komutanla konuşup silahını aldığında ilk
ürpertisi gitmiş, silahına yâri gibi sarılmış, hiç bırakmamacasına kavramıştı
ve artık adı Sabo'ydu. O zaman sanki bütün dünyalar onun olmuştu. Sevinci
gözlerinden okunuyordu.
Gerillaya
ilk katıldığımda Sabo'yla aynı müfrezedeydim. Bir defasında sol içi çatışma yüzünden
TDKP'lilerin iki yaralısını bulundukları yerden
aldığımızda Sabo bunların tedavisini yapmış, yaralıların bizimle kaldığı
dönemde yaralarını hep Sabo sarmış ve bunları tedavi etmişti.
Bağcılar
savaşçıları şehit düştüğünde onları çok kıskanmıştı. Kendisi de şehit düşerken tilili çekeceğini söylüyordu. Bir gelenek yaratacağım şehit
düştüğümde... diyordu.
Şehit
düşerken kırlarda ölümün tilililerle, halaylarla,
marşlarla ıslıklarla karşılanacağının geleneğini yarattılar.
***
Bir
arkadaşı Hüsniye Aydın'ı anlatıyor:
"Sıcak
teninin düştüğü toprakta filizlenecek bahar"
Hüsniye'nin
devlet hastahanesinde çalıştığı dönemdi. '92 21
Mart'ı yaklaşırken hepimiz heyecanlıydık. Newroz'u
kitlesel bir biçimde ve alanda kutlama kararı almıştık. Bu eylem Dersim'de 80 sonrası ilk kitlesel kutlama olacaktı. Ancak
HEP dahil, diğer DKÖ'lerin
salonda kutlama yapma kararını değiştirememiştik. Onlar salonda ısrarlıydı.
O gün geldiğinde hiçbir hareketlilik
olmaması moralimizi bozmuştu. O sırada Hüsniye büyük
bir cesaret ve kararlılık örneği sergileyerek ayağa kalktı ve "Üç-beş kişi
bile olsak, kutlamayı biz yaparız" diyerek yürüdü. Bizim alana varmamızdan
kısa süre sonra halk akın etti ve umduğumuzdan da fazla bir kalabalıkla
bayramımızı coşkulu bir şekilde kutlamaya başladık. Bu kitlesellikten şaşıran
HEP yöneticileri halkı salona çağırdılar. Hüsniye o pratik
zekasıyla hemen inisiyatif koydu ve "HEP Salona
Halk Alana" sloganını başlattı. Newroz'u salona
hapsetmeye çalışanlara, herkesin katıldığı bu slogan iyi bir cevap oldu.
Erkesi gün HEP yöneticilerini,
eylemimizi kırma girişimi nedeniyle eleştirdiğimizde, "Siz ne hakla Kürdistan'dan söz ediyorsunuz, siz kimsiniz?"
diyen HEP'liye Hüsniye
tavizsiz bir kararlılıkla “Türkiye ve Kürdistan'da mücadele eden,
halklarımızı zafere götürecek bir devrim hareketi" olduğumuzu
söylemişti ve bu cevap yeterli olmuştu.
1993 23 Nisan'ında canından çok sevdiği
kardeşi Haydar Aydın şehit düşünce çok etkilenmişti. Yine de üzüntüsünü içine
attı ve olanca metanetiyle annesini, babasını teselli etmeye çalıştı.
Şehit düşen diğer yoldaşlarınki de dahil, onlara yakışır törenler yapabilmek için koşturdu
durdu.
Halkımızın mutluluğu için kavgaya sevdalı çingenem -bilirsin sana hep çingenem
derdim- o inci gibi dişlerinle gülümseyişini, kahkahalarını, coşkunu unutmam
mümkün değil. Bir de en çok sevdiğin "Sevdamızı bıraktık
kadife tenli zamanlara" şiirini söyleyişini... Bir tanem, o şiiri yaşayan değerli,
unutulmazlar kervanına sen de katıldın. Yüreklerimizde hep yaşayacaksın. Karlı
dağlarımızda, sıcak teninin düştüğü toprakta filizlenecek bahar. Sen rahat uyu.