Hüseyin ÇUKURLUÖZ
Şehit
Düştüğü Tarih: 22
Haziran 2004
Şehit
Düştüğü Yer: Ankara
Doğduğu
Tarih: 24 Nisan 1962
Doğduğu
Yer: Çorum,
Sungurlu kazası, Çukurlu Köyü
F
Tiplerine, tecrit zulmüne karşı işkenceli ölüm hücrelerinde dört yıldır
direnişi sürdüren tutsaklardan 10. Ölüm Orucu Ekibi’nde yer alan iki Cepheli
direnişçi, 22 Haziran 2004 günü, ölüm oruçlarının 249. günündeyken tecrit,
sansür ve zorla müdahaleyi protesto ederek bedenlerini tutuşturdular.
Bedenlerini tutuşturan tutsaklardan Hüseyin
Çukurluöz
aynı
gün, Bekir Baturu ise 23 Haziran’da
şehit düştüler.
Hüseyin ÇUKURLUÖZ
- Halkın mücadelesinde 27 yıl!
Çorum'un
Sungurlu kazasının Çukurlu köyü’nde, 24 Nisan 1962’de
doğdu. Türk Alevi yoksul bir ailenin 7 çocuğundan biriydi. 1974'te, henüz 13
yaşındayken çalışmak için Ankara'ya geldi. 1977’ye kadar değişik işlerde
çalıştı. 1978 başında kaldığı bekar evlerinde Bedii
Cengiz’le tanıştı. Bu tanışmayı “Benim
yaşamımda yeni bir yolun açılacağı, dışarıda, hapishanede 13 yıllık bir
birlikteliğimizin olacağı tanışmam böyle başladı” diye anlatır. Bedii'yle
tanışması aynı zamanda devrimci düşüncelerle tanışmasının başlangıcı oldu. İlk
faaliyetleri Devrimci Yol içinde başladı. Devrimci Sol ayrılığında, tavrını
Devrimci Sol’dan yana belirledi.
Mahalli alanda
faaliyetlerini sürdürürken 1980 Nisanında yoldaşı Bedii Cengiz’le birlikte
gözaltına alındı; işkencelerden geçirilerek tutuklanıp Ankara Mamak Askeri
Hapishanesi’ne konuldu. 12 Eylül cuntasını hapishanede karşıladı. 81'de, 12
Eylül cuntasının hapishanelerdeki zulmünün en yoğun olduğu bir dönemde Mamak’ta
41 günlük açlık grevi yaptılar. Bu eylemin ardından Ankara Merkez
Hapishanesi’ne sürgün edildi. 1982’de yeni açılan Bartın Hapishanesi’ne,
1985’te de Gaziantep'te Özel Tip’e sürgün edildi.
Hapishane
yaşamında aylarca tek kişilik hücrelerde kaldı, bütün direnişlerin içinde yer
aldı. Gaziantep’te Devrimci Sol ve PKK tutsaklarının birlikte gerçekleştirdiği
tünel çalışmasının emekçilerindendi. ‘91’de tahliye oldu. Tahliyesinden sonra
bir süre mücadeleden fiziki olarak koptu. ‘93 sonlarında tekrar örgütümüzle
ilişkisi kuruldu. Gebze'de faaliyet yürütmeye başladı. ‘95 Martında yapılan bir
operasyonda tutuklandı. Kanıtsız, delilsiz bir yargılama sonucunda 12,5 yıl
hapis cezası verildi.
1996’da
Ümraniye'ye sevk edildi. 1996 ölüm orucunda Birinci Ölüm Orucu ekibinde yer aldı. Sonraki süreçte Sakarya ve
Çankırı’da kaldı, hapishane örgütlülüklerinde çeşitli sorumluluklar üstlendi.
19 Aralık operasyonunda Çankırı Hapishanesi’ndeydi. Yoldaşlarıyla omuz omuza
direndi. Yaralandı, geçirdiği beyin travması nedeniyle
hastahaneye kaldırıldı ve beyin ameliyatı geçirdi.
2001 başında Ankara Numune Hastahanesi’nden Sincan 1 Nolu F tipi Hapishanesi’ne sevk edildi. Sincan’a getirildiğinde
vücudunun yarısı felç durumundaydı.
20 Ekim
2003’de 10. Ölüm Orucu ekibinde yer alarak direnişin bayrağını omuzladı.
Tahliyesine az bir süre kalmıştı. Ama bu onun için önemli değildi; içeride veya
dışarıda 27 yıldır halkının bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin
içindeydi ve hep öyle kalacaktı. Direnişin bayrağını 249 gün boyunca
kararlılıkla taşıyarak bu mücadele içinde ölümsüzleşti.
(Yukarıdaki
özgeçmiş, Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın Bürosu’nun 24 Haziran 2004
tarihli, 334 Nolu Açıklamasından alınmıştır.)
***
Bekir Baturu
ve Hüseyin Çukurluöz’ün
ortak
mektupları:
Ne yaparlarsa yapsınlar,
eski-yeniye, yaşlı-gence bırakıyor yerini. Çünkü tarihin yasaları bunu
gerektiriyor. Eskiyen, çürüyen, yaşlanan emperyalizmdir. Tohuma duran, yeniyi,
geleceği temsil eden biziz, sosyalizmdir.
Her gelen yeni yıl sadece
dünyamızı yaşlandırmıyor. Her yeni yıl yaklaşan, tohuma duran genç bir dünyayı
müjdeliyor bize. Toplumların tarihi gösteriyor ki, dünyamıza o genç, onurun,
erdemin, coşkunun hakim olacağı o günler gelecek.
Nasıl nehirler kendi yatağında önüne çıkan tüm engelleri aşıp okyanuslara doğru
akmaya devam ediyorlarsa, tarih de kendi yatağında o özlenen genç dünyaya doğru
akmaya devam ediyor.
Genç, onurlu, özgür, eşit
sömürüsüz, zulmün, yoksulluğun olmadığı dünyayı ellerimizle yaratacağız.
Dünyamızın geleceği bizim ellerimizde. Bağımsız, demokratik, sosyalist bir
Türkiye’yi kurmanın inanç ve coşkusuyla halkımızın, dünya halklarının yeni
yılını kutluyoruz.
Günler akıyor zaman
ırmağında deryasına varmak isteyen “on”ların sevdasıyla. “On”lar Gültekince sevdalanmışlar yaşama. Gidenler dönmeyecek,
tıpkı güneşin ülkesine varmış olan kızıl bantlılar gibi... Hüzün, burukluk yok
bu yolculukta ölüme sevda diyenler için. Ama mutlaka yarım kalmış
yaşanmışlıklar vardır.
Evet
gider olduk. Çünkü tarihin çocuklarıyız. Bugüne kadar iyiye-güzele-yeniye
ebelik ettik. Şimdi de geleceğe tohum olmak için gidiyoruz. Geleceğimizde Gültekinler, Zehralar var. Tarihi olmayanların dünü yoktur,
bugünü de. İnanın yarınları da olmayacaktır.
Bizim tarihimizde kanla
yazılan bir destan var ve hala yazılmaya devam ediyor. Bu destanın köşe
taşları; 19-22 Aralık katliamı-direnişi, Gültekin Koç
feda eylemi, destanın ilk Ölüm orucu şehidi Cengiz Soydaş, Armutlu kalesi-barikatları
oldu... Şimdi yeni bir süreç ve yeni bir saldırı dalgasıyla karşı karşıyayız. Bayrak “on”ların ellerinde. Yürek pimleri çekildi 20 Ekim
2003’te. Ha patladı ha patlayacaklar. Belki birer birer,
belki de hep beraber muştulayacaklar ölümsüzleştiklerini. “On”lar ne ölümü
kutsayanlardır ne de ölüm karşısında diz çöküp el etek öpenlerdir.
“On”lar bu destanın sıra
neferleridir. Duygusal değil duygu yüklüdürler. Ne yaşanılan acıları-ihanetleri
unutturabilirler onlara, ne de yüz yedi ölümsüzün devrettiği mirası.
“On”lar görmezden
gelinebilir ama yok sayılamazlar. Çünkü kuşatılmışlıklara-sansüre-tecrite rağmen halkların yüreğine umudu işliyorlar
geleceğin ustaları olarak.
Uzamışsa süreç ve
kitlelerde “bıkkınlık” yaratılmışsa, “haklısınız ama kazanamayacaksınız”
deniliyorsa, ya da diyen varsa, dönüp aynaya baksınlar gölgesinden korkanlar,
yüreği küçük olup korkuyu büyütenler. Zaferler irili-ufaklı yüzlerce
çarpışmalar ve bu çarpışmalar içinde ödenen ağır bedeller, alınan yenilgiler ve
kazanımlarla gelecektir. Biz bu yolu çoktan aştık. Geldiğimiz süreç son
etaptır. Düşman son kozunu oynuyor. Ama son etap yakın zafer hayallerini
kuranları da yanıltabilir. Çünkü son etabın bedelleri ağır olacaktır, zamana
yayılacak ve uzun sürebilecektir. Biz kendimizi buna göre hazırladık. Biz bu
sürece irademiz olan hareketimizin yol göstericiliğinde, öngörüsünde,
komutanlığında hazırız. Ya dışımızda kalanlar, bayrağı “dışarıya devredenler”,
bizimle aynı mahalleden olmayanlar, bizi cepte keklik mi sandınız diyenler,
seyredenler, terkedenler, geçici yol arkadaşları
hazır mı? Bu süreç hazır olmayanları da, direnmeyenleri de vuracak ve direnme
tarihinden silecektir.
Pimi çekili olan sadece
“on”lar değil. Pimi çekili olan tüm özgür tutsak kitlesidir. İçten içe kavga
içinde yeni bir kavgaya hazırlanıyoruz. Bu süreç de bizim omuzlarımızda
aşılacaktır. Halkımızı utandırmayacak, onlara layık olacağız.
Güne “ben Zehrayım, ben Gültekinim, ben
direnişçiyim” diyerek başlıyoruz.
19 Aralık’ta çalınmak
istenen, yok edilmek istenen irademizdi, halkımızın iradesiydi. Tam 4 yıldır
irademizi koruduk, çelikleştirdik. Bugün halkımızın umudu biziz. Bugün halkın
geleceği bizimle harlanıyor, sınavdan geçiyor. Biz kazanırsak halkımızın
geleceğini, özgürlüğünü kazanmış olacağız. Biz kazanırsak zalimlerin
saltanatlarını yıkacağız ve döktükleri kanda boğacağız onları. Kazanmaktan
başka çaremiz yok, başka yolumuz, yönümüz yok. Çünkü kazanmak nakşedilmiştir
yüreklerimize.
Ne hayalperestiz, ne de
umut tacirleri. Biz tarihin çocuklarıyız. Spartakistler’den
Che Guevaralar’a, Bedreddinler’den Mahirler’e
taşınan geleneğin mirasçılarıyız. Misyonumuz büyük, utkumuz büyük. Çünkü biz
güneşin ülkesini istiyoruz. Çünkü tarih baba, yaşamda söz hakkına sadece ve
sadece direnenler sahiptir diyor. Biz geleceğimizde söz sahibi olmak için
direniyoruz. Zafere kadar da direneceğiz.
Biz tarihin çocuklarıyız.
Payımıza emperyalizm çağında bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde
emperyalizme karşı mücadele etmek düştü. Kabulümüzdür.
Payımıza yeni-sömürge
olan ülkemizde F tiplerinde tecrite-izolasyona karşı direnmek düştü. Çünkü teslim alınmak
istenen, izole edilmek istenen halkımızdı. Emperyalist güdümlü bu politikaya
dur demek boynumuzun borcuydu. Halkımıza dayatılan, irademizi teslim alma
politikası, dördüncü yılına giren destanımızla boşa çıkartıldı. Ama daha
bitmedi kavgamız, daha söylenmedi son sözlerimiz. Bundan sonra
içerisiyle-dışarısıyla vura öle yol alacağız.
Sağır sultanlar bilsin
ki, delinmez sanılan kayaları, damlaların sürekliliği deler. Şimdi birer damlayız.
Damlalarımız dört yıldır sürekli olarak delmeye devam ediyor zulmün
duvarlarını. O duvarlar vız gelir bize. Tarih bizi yazmaya devam ediyor ve
kazandığımızı da yazacak.
Şubat 2004
Hüseyin Çukurluöz, Bekir Baturu
Gültekin Koç Ölüm Orucu Ekibi
Direnişçileri
Sincan 1 No’lu FTipi
(Yukarıdaki mektup, Ekmek ve Adalet
dergisinin 8 Şubat 2004 tarihli
97.
Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Bekir Baturu ve Hüseyin Çukurluöz’ün
ortak bayram
kartları:
Kendi ellerimizle
yaratacağımız bayramlar
için!
Bir bayramı daha açlığımızla, hedefe kilitlenmiş
irademizle karşılıyor; bayram sevincinize sevincimizi, coşkunuza coşkumuzu
taşıyoruz.
Halklarımızın en güzel değerlerinden biri olan
bayramların ilişkilerimizde, yaşamımızda hakettiği
yeri bulması, onun coşkusunu, sevincini yaşamamızın yolu, sadece iyi bayramlar
temenni, umut etmekten geçmiyor. O temenniyi, umudu yaratmak için, tüm
sorunlarımız karşısında el ele, omuz omuza vermek; bizi köleliğe mahkum etmek, diri diri mezara
gömmek isteyenlerin karşısında gücümüzü birleştirerek, haklar ve özgürlükler
mücadelemizin etrafında bir araya gelerek temenni ve umutlarımıza kendi
ellerimizle, mücadelemizle ulaşmaktan başka yolumuz yok.
Bertolt Brecht’in
dediği gibi:
“Birleş sen
de yoksullarla, durma
Birleş
yarına bırakmayanlarla bu işi
Ya hep
beraber ya hiçbirimiz
Kurtulmak
yok tek başına yumruk ve zincirden
Ya hep
beraber ya hiçbirimiz...”
En güzel bayramları kendi ellerimizle
yaratacağımıza, bizim olacağına olan inancımızla selam ve sevgilerimizi
sunuyoruz...
13
Ocak 2004
Hüseyin
Çukurluöz, Bekir Baturu
1
No’lu F Tipi Hapishane C-5/80
Sincan
Ankara
(Yukarıdaki
mektup, Ekmek ve Adalet dergisinin 8 Şubat 2004 tarihli
97. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Hüseyin Çukurluöz’ün
bir mektubu:
Yaşamın öbür adı inanç
inanç; uğruna verilen can
Can; toprağa düşen tohum
Tohum; filize duran özgürlük
Özgürlük; kendini yeniden yaratan insan
yeni sen, yani ben, o, öbürü
özcesi yarına yürüyen HALK
Duygularınızı yağmur damlaları gibi sele dönüştürüp
ilmek ilmek işlediğiniz hediyelerinizi aldım.
Öncelikle; tüm ortaklarımızın ve özel olarak da, ören-işleyen can ortağımızın
düşüncesine, el emeğine, göz nuruna en derin saygılarımızı ifade ediyorum.
Hepinizi pırlanta yüreklerinizden öpüyorum. O, daim üzerimde olacak, benimle
eriyecek, nura dönüşeceksek birlikte dönüşeceğiz. Bana duygu, düşünce olarak
çok şey yaşattınız, teşekkürler.
Bilginin ve öğrenmenin sınırı yoktur denir. Öyle de.
Her süreç kendi zenginliğini önümüze bahçe gibi açıyor ve aradığın her şeyi sana
sunuyor. Bir de bildiğin şeylerin derinliğine inme var. Ki, her halde -öyledir-
bu derinliği en zengin sunan süreç, bu dönem oldu. Bilincimizdeki her kavram
derinliklerindeki zenginlikleriyle yeniden ve yeniden çıktı karşımıza. Bakıp
kendimizi göreceğimiz ayna oldu. Kendinizi donatacağımız hazine de bu aynanın sihirinde sanırım. Yeter ki, o sihiri
harekete geçiren “çubuğu” sürekli inancımızın ve irademizin odağında tutalım,
kullanalım.
Benim açımdan bu sürecin öğreticiliği ve
arındırıcılığı, diyebilirim ki, 26 yıllık ailemiz içindeki sürecimin en zengin
dönemi oldu. Yeterli mi? Kuşkusuz hayır! Süreçte yaşananlar ve yaşadıklarımız
yanıyla ele aldığımızda her dönüşüm gelişimde kendini tekrar sınava sokuyor,
değişimin, dönüştüreceği noktaların kapısını-penceresini görüyor, buluyor. Can
ortaklarım, sizlerin bu dokuduğunuz inanç, sevgi de beni tekrar bu aynanın
karşısına dikti. İlmekleriniz anlamlı havuzlara sokup çıkarttı. Beni, siz
canlarımda, sizi bende yeniden var etti. Fiziki yaşamın maddi dünyadaki son evresinin
halklarıma, vatanıma, canlarıma, aileme olan, güzele olan, insana olan borcumun
son taksidinin yolculuğunda bana yaşattıklarınız için
tekrar teşekkürler.
Yoksulluklarını bile paylaşan Anadolu’nun klasik
köylerinden biri olan -Sungurlu’nun- Çukurlu köyünde açtım yaşama gözlerimi.
Bilirsiniz, Osmanlı döneminden bu yana - ki Selçuklu döneminde de aynı- Çorum
bölgesinde yaşayan özellikle alevi inancından halkın yaşadığı zulüm ve uğradığı
kırım, düşünüş tarzları, kültürleri, yaşam biçimleri üzerinde derin etkiler
yaratmıştır. Bu etkinin kişiliklerde öne çıkarttığı en belirgini ise, Çorum
insanının tez canlılığıdır.
Köyümüzde, yoksul ama insana dair kalpleri düşünce
zenginliğini taşıyan, içe dönük yaşamıyla yardımlaşma kültürü gelişkin
insanların içinde büyüdüm. Zeytin denen nesneyle 9 yaşımda tanıştım. Bu küçük
Anadolu köyünde, yoksulluğu, yokluğun insanın önüne koyduğu zorlukları, deyim
yerindeyse iliklerime kadar yaşayarak gördüm. Bunun karşısında ise, cem
kültürünün getirdiği insanlar arasında dayanışma, kardeşlik duygularını
geliştiren, yaşatan, güçlendiren bir yaşam. Ki, beni, şehire
geldiğimiz 1977 sonlarında bu saflara çeken de bu yaşamın şekillendirdiği
düşünceler oldu.
Evet can ortaklarım, iyi ki şehrin
kapitalist ilişkileri, kozmopolit kültürü arasında bir çok insan gibi kaybolup
gitmeden bu aileyle tanıştım. 26 yıllık devrimci yaşamımda her şeyin ama her
şeyin en derinini, güzelini bu saflarda yaşadım. Her şey ağız dolusuydu.
Sıradan bir yaşamda bir insan yüz değil bin yıl da yaşasa bu güzellikleri
yaşayacağını sanmıyorum, imkansız. Her şeyden önce
düşünce yapısından uzak olacaktır ki, bu da yaşananların omurgası. Özcesi,
bahtiyar ayrılacağım kurulan halkanın içinden. Ve mutlu, huzurlu varacağım
kahramanlarımızın, 4’lerimizin kurduğu, 12’lerimizin genişlettiği, 10’larımızın
ise her tarafı sarsan bir güce dönüşen halayımızın halkasına...
Hüseyin Çukurluöz
(Yukarıdaki
mektup, Ekmek ve Adalet dergisinin 11 Temmuz 2004 tarihli
115. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Bekir Baturu ve Hüseyin Çukurluöz’ün
Güney Öğrener’e
yazdığı karttır:
Merhaba Günay; (Öğrener)
İnançlarıyla, cesaret ve cüretiyle zulmün ve ölümün
üstüne koşarak kahramanlaşanlara selam olsun...
Selam olsun Muharrem Karademir
canımıza!..
4 yıldır süren tarihi yürüyüşümüz, 107 canımızın
göklere yükselttiği inanç, irade ve sosyalizme, halka ve vatana bağlılık anıtı;
bugün tüm ezilen halklara direnme gücü ve yol gösteren ışıktır.
Bugün Kahramanlar Anıtı’na öğretmenlerimizden, yol
gösteren kahramanlarımızdan devraldığımız bayrağı, Gültekin
Koç yürüyüşçüleri, boranımız Muharrem canımız dikerek, anıta adını nakşetti.
Başınız-başımız sağ olsun. Halklarımızın, ailemizin başı sağ olsun...
Günay; Muharrem canımız, ortağımız Gültekin yürüyüşçülerimizin ilk muştusu oldu. Bu yanıyla
onurlandık, gururlandık; coşkumuz daha bir arttı; kinimiz daha bir bilendi,
inanç ve irademiz daha bir pekişti.
Muharrem canımızın muştusu, 107’lerimizden bugüne
geçen bir yılda ağırlaşan zulmün baskı ve sansürünü parçalamakla kalmadı,
çorbacıları da ezip geçti. İnançsızları sarstı, çorbacılar nedeniyle yorgunluk
belirtileri gösteren, rehavetin güvensizlik filizlerini kırdı attı.
Dün de, bugün de destanımız, kahramanlarımız
konuştu, konuşuyor, konuşturuyor. Ezilen, yıkılan, sinen ve korkaklaşan bir kez
daha zulüm oldu, buna hizmet edenler oldu. Buna eğilimli yanlarımız oldu.
Yücelen ve onurlandıran ise kahramanlarımız...
Muharrem canımızın anısı önünde saygı ve bağlılıkla
eğilirken, tekrar başımız sağ olsun diyor, tüm arkadaşları Muharrem canımızın
sıcaklığıyla kucaklıyoruz. Canımız, gururun en yücesini yaşattı bize, aynen
iade edecek ve onu fazla bekletmeyeceğiz. Sözümüzdür...
Bekir ve Hüseyin..
(Yukarıdaki
mektup, Ekmek ve Adalet dergisinin 11 Temmuz 2004 tarihli
115. Sayısında yayınlanmıştır.)
Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...
Yoldaşları, yakınları
Hüseyin Çukurluöz’ü Anlatıyor: