Hüseyin
DENİZ'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir arkadaşı anlatıyor:
Birlikte şehit düştüğü Refik tarafından hareketle
tanıştırılan bir arkadaşımızdı. Daha önce TÖDEF'li
insanların yurttaki arayışları, yaşayışları, mücadelesi Hüseyin üzerinde büyük
bir etkiye sahiptir. Bir defasında odada huzursuzluk çıkaran, örgütlü insanımız
olmayan birisine "ben bu odada yaşayanları gördükçe hayran kaldım. Bu oda
sıradan bir oda değil, değerini bil" diyerek tepkisini ve devrimci yaşamın
kendisi üzerindeki etkisini ortaya koymuştu.
Güleryüzlü oluşu ve esprili
kişiliği Hüseyin'in en önemli özelliğidir. Yaptığı esprilerle bulunduğu ortamı
neşelendirmeyi bilirdi. Hüseyin'in bu sıcakkanlı yapısı onun insanlarla ilişki
kurmasında büyük kolaylıklar sağlamıştır.
Hüseyin'in atılganlığını, militan yapısını görenler
onu hedef seçip katletmekten çekinmediler.
***
Kurtuluş Dergisi ‘Yoldaşlar Bizi Aşın’
Köşesinden:
AMED'DE DÖRT
GENÇ...
DÖRT YOLDAŞ,
DÖRT KARDEŞ...
Dört
TÖDEF'liydi onlar. Selim, Refik, Reyhan ve Hüseyin...
1995’in 12 Ocak'ını 13 Ocak'a bağlayan gece katledildiler. Aslında bu dörtlü ve
onların şehadeti halkımızın, devrimimizin, ülkemizin
pek çok karakteristik yanına tanıklık ediyorlar adeta...
Onların
katledilişi Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki yüzlerce kontrgerilla cinayetinden
herhangi biri belki. Ama
yine de onların Kürdistan TÖDEF'ten olmaları, sahip
oldukları ulusal kimlikler, kişilikleri oldukça çok şey söylüyor bize. Bu
katliamda ayrıştırmamız gereken yanlar olduğunu söylüyor:
Amed'deki
dört şehit ne söylüyorlar bize? Şehadetleri ne gösteriyor?
Halklarımızın Kardeşliğini
Gösteriyorlar Bize:
Refik, Maraş Katliamının protestosunda gözaltına alınmış ve mahkemeye çıkarılmıştı.
Hakim "Oğlum sen Arapsın, ne işin var
Kürtlerin arasında?" diye soruyordu ona... Selim de Arap'tı... Reyhan ise bir Zaza kızı.
Hüseyin bir Kürt'tü... Ulusal
değerlerine bağlıydılar. Örneğin Selim'in normalde son derece sakin, sessiz bir
yapısı vardı, ama Arapça konuştuğunda o sakinliğinden pek eser kalmaz, ateşli
bir konuşmacı oluverirdi... Diğerleri de en az onun Arap olduğu kadar Kürt'tü, Zaza'ydı. Ama onlar halkların kardeşliğine, kardeşlikten öte, birlikte savaşması
gerektiğine inanıyorlardı. İşte bu yüzdendi ki, halkların kardeşliğine yakılmış
bir türküydü onların şehadetleri.
Bazı
sekter, çarpık yaklaşımlarla da karşılaşmıyor değillerdi elbette. Refik'e
Diyarbakır'da bir Arap olarak mücadele etmeyi "yakıştıramayan" sorgu hakimi gibi, Reyhan’a da bazıları "sen Kürtsün, Kürt halkına
ihanet ediyorsun, TÖDEF'lilerle dolaşma" diyorlardı.
Ama onlar bu ülke gerçeğini bir ucundan yakalamışlardı. Onun için mücadele
içindeydiler. Onun için TÖDEF içindeydiler. Onun için, onların ışığı
Parti-Cephe ışığıydı.
Gençliğimizin Fedakarlığını
Gösteriyorlar; Reyhan'ın
babası bir aşiret reisiydi. Annesi de bir aşiret reisinin kızı. Bu düzen içinde
çok rahat yaşayabilecek koşullara sahipti. Ama o aşiret ağalarına karşı yoksul
köylüsünün, halkının yanında yer almayı tercih etti... Yani kendi sınıfına
karşı halkının yanında... O halkını tercih ederken, mücadelenin saflarına
gelirken ailesinin "aşiret" soyundan gelen herhangi bir burnu
büyüklüğü de yanında taşımamıştı. Tam tersine halkını tercih ederken, halk olmayı,
halkının özellikleriyle donanmayı da başarmış, bu yolda epeyce mesafe katetmişti. Herhangi bir şeye ihtiyaç olduğunda onun
ağzından çıkan sözler hep "ben bulurum",
"ben yaparım", "ben giderim" olmuştur... Refik de
düzen içinde aynı olanaklara sahipti... Selim tam tersine, maddi durumu pek de
iyi olmayan orta halli bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Fedakardı,
okulundan arta kalan zamanda pazarlarda birşeyler satıp
okumaya çalışıyordu. Ve onlar tüm bu aynılık ve ayrılıklarına karşı kavgada
birlikteydiler: Aslında hepsi düzen içinde istedikleri gibi bir yere sahip
olabilirlerdi. Fizik, Matematik, Biyoloji bölümlerinde 3.,4.
sınıf öğrencisiydiler...
Ne
var ki, onların hayatının “kendini kurtarmaktan” öte amaçları vardı... İşte
onlar Amed'de devrimci olmayı, Amed'de
demokratik mücadele yürütmeyi böyle bir amacın parçası olarak kavramışlardı. Dicle
Üniversitesinde boykotlarda hep onların emeği, çabası, fedakarlığı,
kahramanlığı vardı.
Kontrgerilla'yı Gösteriyorlar; Türk,
Kürt, Arap, Çerkes, Laz, Gürcü tüm ulus ve
milliyetlerden gençliğin örgütlülüğü olan TÖDEF çatısı altında demokratik üniversite
mücadelesi yürütüyorlardı. Kaldıkları evde açıkça infaz edilmişlerdi. Ne
çatışma vardı, ne birşey. Yalnızca bu olayı
hatırlamak bile bugün ortalıkta "temiz
siyaset" diye, "hukuk
devleti" diye dolaşanların ikiyüzlülüğünü görmek için yeter. İnsanın
midesini bulandıran, öfkesini beynine sıçratan bir ikiyüzlülüktür hem de bu.
Tipik
bir kontrgerilla katliamında yitirdik onları. Bugün "hukuk devleti"
falan diyenlerin hiç biri o gün bu katliam karşısında ses çıkartmamışlardı.
Çıkartmasınlar.
Biz "katilleri kontrgerilladır" diye haykırmayı sürdürdük. Bizim
haykırışlarımız olmasaydı, kuşkusuz Susurluk da Susurluk olmazdı.
Yıllardır
ölen bizdik. Katledilen bizdik. Ölen Refik’ler, Selim’lerdi. Onların yerdeki
kanı temizlenmeden, o kanın hesabı sorulmadan hiç birşey
temiz olmayacaktır bu düzende.
Birleşerek Savaşmanın Gereğini,
Yani Kazanmanın Yolunu Gösteriyorlar: Onların
ilham kaynağı kurtuluşun yıldızıydı. Cephenin yıldızıydı. Cephe yıldızı halkları
birleşip savaşıp kazanmaya çağırıyordu. Onlar bu çağrıya kulak vermişlerdi. Ne
diyordu sorgu yargıcı; oğlum sen Arapsın Kürtlerin içinde ne işin var? Bir
başkasına aynı şey, sen Türksün, Van'da niye ortalığı karıştırıyorsun diye
söylenir. Bir başkasına İstanbul'da bak işte buraya da gelmişsin, bırak artık
Kürtlüğü, Kürdistan'ı falan diye ifade edilir... Mesele halklar birbirinden
ayrı dursun, mücadeleden uzak dursundur. Bu, elbette
ki oligarşinin meselesidir.
Bizim
meselemizse, Reyhan, Selim, Hüseyin, Refik gibi yan yana gelmektir. Amed şehitleri işte bu meseleyi çözmüşlerdir. Yanyana kavga etmiş, yanyana
şehit düşmüşlerdir. Halklarının gençliğine kurtuluşun ışığını, yolunu
göstermişlerdir.
(Bu yazı, Halkın Sesi Kurtuluş dergisinin 11 Ocak 1997 tarihli 1.
Sayısında “Yoldaşlar Bizi Aşın” köşesinde yayınlanmıştır.)