Hüseyin CEVAHİR'i Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir yandan Türkiye solunun 50 yıllık revizyonist tezleri, reformist geleneklerini parçalayıp geçmişin olumsuzlukları üzerine bir çizgi çekerken, diğer yandan öğrenerek-öğreterek ilerleyecek, kavga içinde ustalaşacaklardı.

Kendilerine yol gösterecek, örnek olabilecek deney ve birikim yoktu önlerinde, fakat onlar tereddüt etmediler. 50 yıllık revizyonist geleneğe karşı bayrağı yükseltenler SBF'de Mahir ve Cevahirler, ODTÜ'de Ulaşlar'dır.

THKP-C'nin SBF kökenli önder kadrolarındandır Hüseyin Cevahir. Önce İstanbul Tıp Fakültesi'nde öğrenimine başlamıştır. Fakat SBF onun için daha çekicidir. Daha sonra okul değiştirip SBF'ye geçer. Okula gelir gelmez de Fikir Kulubü'ne üye olur.

Ankara Siyasal Yurdu'nda 1.5 yıl birlikte kaldığı bir arkadaşı şöyle anlatmaktadır Hüseyin Cevahir'i: "... Şair ruhlu olduğu için bütün hareketler görkemli, büyük olsun, gelişsin isterdi..."

...

Hüseyin Cevahir, Kürdistan'da Kürt yoksul köylülerin içindedir. Teorik, pratik çalışmalar yapar Kürt sorununa ilişkin.

Kürt halkının gördüğü zulmü, baskıyı, jandarma dipçiği altındaki yaşamını paylaşır. Halkın özlemlerini, acılarını, öfkesini yüreğinde yaşatır. O bilmektedir; mücadelenin, devrimin eninde sonunda kitleleri örgütlemek olduğunu... Onun yaşamı aynı zamanda mücadelenin salt okul hayatıyla sınırlı olmadığının da bir göstergesidir. Yalnızca yaz tatillerinde, boş zamanlarda değil, her an her dakika halkla içiçedir. Çok yönlü, ufku sınır tanımayan ve araştırmacıdır Cevahir.

Araştıran, inceleyen, üreten yanıyla devrimin, halkın sorunlarına eğilmiş, kafa yormuş, çözümler üretmiştir. Bu özelliğiyle de TİP nezdinde reformizme karşı yürütülen mücadelenin önde gelen teorisyenlerinden olmuştur.

"Doğu sorunu ancak devrimci yoldan çözüme bağlanabilir. Bu devrimci iktidar uğruna Türk ve Kürt devrimciler, bütün yurtseverler omuz omuza çalışmalıdırlar. Halkların varolan gerçek kadreşliği geliştirilmeli, baş düşman emperyalizme karşı mücadele edilmeli ve uyanık olunmalıdır. Tek doğru yol budur. Yoksa hangi saflarda olursu olsun burjuva şovenizmine düşmek, emperyalizmin oyununa gelmektir, bölücülüktür."

'70'li yıllarda Kürt ulusal sorunu üzerine yapılan tartışımaların içindedir. Kürt ulusal sorunu üzerine düşünen, konuyu gündeme taşıyan ve çözüm yöntemleri üreten ve bu doğrultuda mücadele edenlerin önde gelenlerindendir. Sosyal-şoven anlayışların savunulduğu süreçte, Kürt ulusal sorununa Marksist-Leninist tarzda çözüm getirenlerden biri de Hüseyin Cevahirdir.

...

Disiplinli yaşamı ve kararlı, yakınmayı bilmeyen kişiliği ile çevresinde hep dikkatini çekmiştir. Hiçbir şeyin mücadelenin ve örgütsel görevlerinin önüne geçmesine izin vermez. Önce örgüt demiştir Cevahir:

"Sağ elimde, işaret parmağımdaki uru göstererek; Bak şu sağ elimin kabiliyetini engelliyor. Ne kalem, ne de alet tutabiliyorum. PDK (Proleter Devrimci Kurultay)'a katılmama gerek yoktu aslında. Bu ortamda ameliyat olmak, bu süreçten istifade etmek niyetindeyim. Mahir'e çıtlattım; 'hele dur bakalım' dedi. Ama asla yakınmıyorum..."

SBF'de anti-faşist mücadeleyi omuzlayan ilk militan kadrolaşma içerisinde vardır Cevahir. Sonra adım adım THKP-C'nin oluşumu gelmiştir.

 

***

 

Cevahir'in Ardından

 

Yıl 1971. Mete Has'ın kaçırılması eylemi sırasında ev sahibi Hüseyin Cevahir'e "Bir daha karşılaşacak mıyız" diye sormuştu. Hüseyin Cevahir kesin bir cevap vermişti "Hayır" diye. "Sadece en sonunda bir de topyekün karşı karşıya geleceğiz..." Son randevuydu bu. Tarih kesilmemişti. Ama hedef belliydi. Son randevuya milyonlarla birlikte gelinecekti.

Tarih 1 Haziran'a döndüğünde bulutlar kadar dolmuştu halkın gözleri. Maltepe'de "yiğit iki Adalı" Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir kuşatılmışlardı. Siyonist İsrail'in başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırıp cezalandıran "terörist"lerdi onlar... Gece-gündüz birlikte savaşmışlardı ve şafak sökülünceye kadar birlikte savaşmaya and içmişlerdi. Yiğit iki yoldaştı onlar. "Asla teslim olmayacağız! Bizim buradan ancak ölümüz çıkar" diyordu Cevahir. Elbette şehitler verilecekti. Cevahir'im öğretecekti, nasıl yaşanacağını, nasıl ölüneceğini...

Gözleri sonsuz bir kin ve inançla yüklüydü. Gençti. Anadolu insanına yakışan bir yürekti göğüs kafesindeki. Daha 20'sinde gençlik önderlerinden biri olmuştu. Dünyayı değiştirmeye soyunmuştu yoldaşları gibi... Sade, alçakgönüllü, militan! "Erkek adam silahını bırakmaz" diyordu. Silah umuttu. Silah "son randevuya" götürecek tek yoldu. Çünkü düşman haindi, korkaktı. O büyük gün gelmeden boğmak istiyordu devrimi. Düşman silah kuşanmıştı. Gerekirse milyonların cesedini yığacaktı saltanatının önüne de vermeyecekti rahatını, sefasını... Bunu daha gencecik yaşında görmüştü Cevahir. Nitekim hayatını halkının kurtuluşuna adayarak yaşamıştı.

O büyük gün geldiğinde en önde olmalıydı. Bir tarih yaratılmalıydı. Bir tarih ki sözünden dönmeyenlerin, ölen ama yenilmeyenlerin tarihi. Bunun için ölüyordu Cevahir. Daha da yaşasaydık eğer kurtuluşa kadar savaşacaktık diyorlardı işte. Ölüm de olsa bizi yolumuzdan döndüremez diyorlardı.

O gün gözlerimiz bulutlar kadar doluydu. Boşanacaktı bulutlar gibi. Sağanak. Her damlası devrim andının bir mısrası. Boşanacaktı kına rengi topraklarımıza. Şehit düştüğünde 27 yaşındaydı Cevahir. SBF 3.sınıf öğrencisiydi. Dersim'in Mazgirt ilçesinde doğmuştu. Zazaydı.

Maltepe'de Mahir'in omuzbaşında çatışıyordu. "Karanlığın cüceleri" ile. "Karanlığın cüceleri" amcasını getirmişlerdi balkonun altına.

- Oğlum teslim ol, sana eziyet etmeyecekler.

- Sen karışma amca.

- Oğlum sen iyi çocuksun kızı bırak, yanındakini öldürüp teslim edersen o zaman seni affedecekler.

- Amcam, güzel amcam. Bu töreye sığar mı? İnsanlığa sığar mı? Biz ki namusu, şerefi, onuru, erdemi bayrak edinip çıkmadık mı düşmanın karşısına... Bu bayrağın rengi ihanetle kirletilir mi?

Kızgındı Cevahir, kendisine ihaneti teklif ediyordu amcası. Mahir anlamıştı durumu. Zazaca konuşuyorlardı ama anlamıştı. Cevahir'in öfkesinden anlamıştı. Yoldaşına baktı. Yüzünün kızardığını gördü. Böylesi bir teklifi duymaktan bile utanmıştı.

Mahir yaralı yakalanmıştı. Hücresinde çatışma anı gözlerinin önüne geliyordu. Cevahir'i hatırlıyordu. "Eller tetikte Tarrrr... ve de CEVAHİRİM'i kalbime gömer Dönerim hain hücreme" Maltepe'de 51 saat süren direnişin yaşandığı ev bir binbaşının eviydi. Evin kızı Sibel Erkan'ı rehin almışlardı. Yine Cevahir'in sesi geliyordu binadan. "Çocuğa dokunmayacağız. Çocuk ancak sizin ateşinizle ölür" diye. Direnişin ardından satılık kalemler "Sibel'in 51 saatlik esareti bitti", "Sibel korkunç macerayı anlattı" diye manşetler atarak kara çalmak istediler. Sevinçlerinden ne yapacaklarını bilemiyorlardı. "Ani ve başarılı bir baskınla eşkiyanın sığınağına girildi" diyorlardı.

Oysa Maltepe'nin ardından nice "başarılı bir baskın" yapacaklardı da yine de bitiremeyeceklerdi Cevahir yüreklileri. Yine her seferinde aynı manşetleri görecektik ve yine aynı yürek yalınlığıyla haykıracaktı bizimkiler "Asıl siz teslim olun!"

Hüseyin Cevahir'di adı. Eylemini yadigar bırakıp ayrılmıştı aramızdan.

Kini ve öfkeyi mayalıyorduk. Savaşta yalnız doğruların ve yanlışların değil, yüreklilik ve fedakarlığın da gerektiğini öğreterek ayrılmıştı aramızdan.

Gençti. Daha 20'sinda sevdalanmıştı Türkiye devriminin yoluna. Bu yolu namusu bellemişti. Öylesine inançlı. Bu yolu kendileri yaratacaktı. Öylesine güvenli. TİP üyesi olduğu günlerde başlamıştı kavgaya. İlkin devrim yolunun kırmızı halılarla döşeli olduğunu sananlarla mücadele etmişti. Hayır bu yol Mahir'in dediği gibiydi: Engebeliydi, sarptı, dolambaçlıydı. Ve kurtuluş bayrağı bu yolu tırmanan gerillaların ellerindeydi. Gerisi boş laftı.

THKP-C'nin on bir kişilik ilk genel komitesinde Hüseyin Cevahir de yerini almıştı. Görevi gereği Kürdistan illerini tek tek gezmiş, raporlar yazmıştı. "Halkların varolan gerçek kardeşliği politikleştirmeli, baş düşman emperyalizme karşı mücadele edilmeli ve uyanık olunmalıdır." diyordu raporlarının birinde.

Ve şair ruhludur diyorlardı Cevahir için. Şiir yazar gibi, bir destana kahraman yaratır gibi savaşır Cevahir... Onun gözünde sanatçı gizemli olmamalıdır, anlaşılmaz olmamalıdır. Fildişi saraylarda değil halkın içinde olmalıdır. Yani kendini halkın davasına sorunlarına adamalıdır. Yani her şey halk için olmalıydı. O bu halkın evladıydı. Ve bu halkın kurtuluşu için düşmüştü yola. Zulüm, açlık, yoksulluk, işkence bir yazgı değildi, olmamalıydı. Bunu göstereceklerdi. Bu düzen değişecekti. Yolunu kanlarıyla çizeceklerdi.

Cevahir ilk mısraları kendi kanıyla yazmıştı. Ve Kızıldereler'den, Çiftehavuzlar'dan, Balkıca'dan, Ulucanlar'a Cevahir yürekliler hep aynı inançla, güvenle haykıracaklardı. "Asıl Siz Teslim Olun!"

 

***

 

Adalı Cevahir

 

“Tam 51 saat sürdü çatışma. 51 saate bütün duygularını, hayatlarını sığdırdılar. 51 saat koskoca bir orduya meydan okudular. 51 saat kuşatmada, katıksız bir sevgi ve güvenle yaslandılar birbirlerine.

Adalılar korkusuz, cüretkar, gözükaraydılar. Tereddüt etmediler. Namlulara, tehditlere, gözdağlarına, akrabalarının yalvarışlarına kulaklarını tıkayıp gelecek güzel günlerin inancına sarıldılar. Ve gelecek güzel günlerin mert, tok sesiyle seslendiler Türkiye halklarına... 'Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye'" (Kızıldere, Adalıların Türküsü, Boran Yayınevi; syf. 38)

1 Haziran 1971 Salı sabahı 51 saat tamamlanmak üzereydi. Düşman hala "Teslim ol" diyordu. Mahir ve Cevahir 51 saati doldurmak üzedeydiler. Ama hala capcanlı, hala dipdiri ve ellerindeki silahlar sımsıcaktı. Düşman teslim alamayınca yoketmek istedi iki Adalı'yı. Sesleri kesilmeliydi, bitirilmeliydi onlar. Ve öğleye doğru Cevahir; pencereden evdeki 14 yaşındaki Sibel'i, 51 saattir düşman kurşunlarından korudukları Sibel'i bırakacaklarını açıklarken vuruldu. Ölüm dayanmıştı kapıya. 51 saattir kovaladığı iki Adalı'yı yere sermek istiyordu. Ama zalimler, zulmedenler, sömürenler, asalaklar çoktan kaybetmişlerdi. Bu ilk yere serilişleri olmayacaktı, son da olmayacaktı. Bir kez Türkiye halkları Parti-Cephe silahına kavuşmuştu. Soluk soluğa başlayan kavgada, Maltepe'deki bu durakta emperyalizme ve oligarşiye unutamayacakları bir ders veriliyordu. Halkın öncüsü devrimciler teslim olmuyordu...

30 yıldır öyle çok filiz yetişti ve yetişmeye devam ediyor ki, dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanını tüketemiyor düşman.

Adalı'ydı Cevahir. Yüreği ve bilinciyle savaşıyordu. Emperyalizm ve oligarşiye karşı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde, "Devrim İçin Savaşmayana Sosyalist  Denmez" yemini ile ateşin ortasındaydı. Adalı'ydı Cevahir. Erdemin güneşi 24 saat aydınlatır Ada'mı, diyorlardı. Güneş olup aydınlık oldular tam 30 yıldır. Ve tükenmeyecek enerjileriyle devam edecekler ışık saçmaya.

 

***

 

Kurtuluş Dergisi’nde Cevahir’in Teorik Çalışmaları

Üzerine Bir Yazı:

 

DERSİM’Lİ CEVAHİR’İN

30 YIL ÖNCE YAZDIKLARI

 

1960’lı yılların ikinci yarısında gelişen gençlik hareketinin önderlerinden birisidir. SBF-DER Başkanlığı yaptı. TİP içerisindeki ayrışmada Mahir Çayan'la birlikte tavır aldı.  THKP-C’nin önder kadrolarından birisi oldu.

Bu dönemdeki mücadele içerisinde Karadeniz'den Dersim’e, Diyarbakır'a kadar bir çok alanda görev ve sorumluluklar üstlendi. O'nu Fatsa'da köy faaliyetleri yürütürken görürüz. Örneğin Karadeniz'i neredeyse bir baştan bir başa dolaşmıştır. Yine başka bir defasında Aliağa'da işçilerin grev çadırındadır. Sonra Diyarbakır'da Bismil ve Silvan köylüleriyle birliktedir. Bir başka zaman yoksul Dersim köylüleriyle omuz omuzadır. Onların öğretmeni ve öğrencisidir.

Mücadelenin içinde öğrenmiş halka gitmiş, halktan öğrenmiş ve halka öğretmiştir. Önderlik vasıflarını bu mücadelenin içinde kazanmıştır.

Hüseyin Cevahir partinin Genel Komite üyesidir. Komitede yapılan iş bölümüne göre Kürdistan'dan sorumluydu. Bu nedenle Kürdistan'ın değişik bölgelerine gidip geldi. Örgütlenmeler yaptı, araştırmalarda bulundu ve Kürt sorununa ilişkin çeşitli yazılar da yazdı.

O günkü koşullarda gerilla savaşına şehirden başlanması nedeniyle İstanbul'a geçip şehir gerilla eylemlerinde yer almasına rağmen doğduğu topraklarla siyasi, örgütsel bağını da koparmadı.

Cevahir Kürt milliyetindendir. Çocukluğu Dersim’in Mazgirt ilçesinde geçti. Kürt halkının acılarını çocukluğunda yaşadı, gördü ve dinledi. 38’in anılarıyla büyüdü.

Doğduğu ve yaşadığı topraklara en çok duyarlılık taşıyan Cephelilerden birisiydi. Parti-Cephenin Kürt sorununa bakış açısının oluşmasında Cevahir'in önemli yeri vardır.

Parti-Cephenin isabetli tahlilleriyle ulusal soruna yaklaşımını bütünleştirmiş ve doğru sonuçlar çıkarmıştır.

Mayıs 1970 tarihli Aydınlık Sosyalist Dergi'nin 19. sayısında Cevahir imzasıyla yayınlanan Diyarbakır, Bismil, Silvan izlenimleri, O'nun bu konuda ki ilk inceleme ürünlerinden birisidir.

Cevahir izlenimlerinin başlarında Bismil köylülerini ve toprak sorununu anlatır.

Köylüler iki bölüme ayrılabilir: Dağ köylüleri ve ova köylüleri. Halk geçimini tahıl üretiminden sağlamaktadır. Ekilebilir toprak miktarı 2 milyon dönümün üstündedir. Toprakların bir kısmı ağaların elinde. Obaya traktör ve diğer tarım aletlerinin girmesine rağmen ağa ve Şeyh baskısı devam etmekte."

O yıllarda daha hemen hiçbir grubun Kürt sorununu tanımlayamadığı koşullarda Kürt halkının çelişkileri ortaya konur.

“Yine Bismil'deki kavgaların adam vurmaları, bir tek nedeni var: TOPRAK. Bir yanda ağa toprakları 10 binlerce dönümü bulurken, bir yanda ağalar hazine topraklarına el atmışlar,. 2 milyon dönümü aşan toprağın yüzde 80'ni ihtilaflı. Bu ihtilaflı durumu da şimdilik bir tek şey çözümlüyor; YILDIRMAK..."

Halk l970'lerde de yoksul, topraksız ve açtır. Çelişkiler ağa ve jandarma zulmüyle bastırılmaktadır.

Cevahir yazısında yer yer de köylülerin anlatımlarını aktarır.

"Komandolar bizim köye geldiler. Hepimizi içtima ettiler. Sonra, koşturup güldüler. Ardından da başladılar dayak atmaya. Anlamıyorum bir türlü bu nasıl iş, bu nasıl hükümet, bu nasıl düzen? Komandolar bekçiden su istediler. Bekçi suyu getirince başından aşağı döküp gülüştüler."

Cevahir köylülere yönelik baskıları çok çeşitli yönleriyle anlatır. Özellikle "silah toplama" gerekçesiyle halk üzerinde sürdürülen baskıya işaret eder. O dönem su istedikleri bekçiden aldıkları suyu bekçiye dökenlerle, bugün halka dışkı yediren, Mardin'de, Şırnak'ta, Van'da halkı kaçırıp katledenler aynıdır, değişmemiştir. Kürtçülük “bölücülük” suçlamaları, demagojileri o zaman da vardır; buna ilişkin olarak da Cevahir şunları yazar:

"Hangi taraftan tutulursa tutulsun, bir bozukluk, bir kokuşmuşluk ve bir yolsuzlukla karşılaşmaktasınız. İktidar bu durumu iyi bildiği için dikkatleri bilinçli bir biçimde başka tarafa çekmekte; yoğun bir 'Kürtçülük' olduğunu yaymaktadır. Oysa Kürtçülük yoktur. Olan kendi ana dilini kullanma hakkına sahip eşit vatandaş olma özlemidir. Ve ancak, gerçek eşitlik şartlarında Türkiye halklarının gerçek birliğinin ve kardeşliğinin inancıdır."

Türkiye halklarının birliği ve kardeşliği ve gerçek eşitlik Kürt sorununda 29 yıl önce doğru olarak yakalanan temel halkalardır.

Cevahir baskı ve işkenceleri ve baskının sosyal temellerini ortaya koymaya devam ediyor:

"...Bunlar birkaç örnek. Bismil'de bunlardan daha kötü, daha akla hayale sığmaz işkenceler yapılmıştır. Bunları yapanlar bu memleketin askerleri. Yaptıranlar da emperyalizmin işbirlikçileri ve toprak ağaları, işkence yapılanlarsa ülkenin halkı..."

Yıllardır baskı ve zulmün sorumluları tüm açık kimlikleriyle ortadadır. Baskı ve zulüm uygulayanlar politikalarından vazgeçmemişlerdir. Epreryalizm ve oligarşinin politikalarının değiştiğini ummak ve onlarla barışmaya çalışmak körlüktür.

Parti-Cephe'nin bu konudaki yaklaşımlarını tahrif ederek yıllardır Parti-Cepheyi ve önderlerini "Kemalist", "sosyal şoven" olarak niteleyen Kürt milliyetçiliği emperyalizm konusunda nerelere savrulduklarına bakıp, yıllarca önce Parti-Cephe'nin bu konuda hangi tespitler yaptığını, sosyal şovenlere karşı nasıl ideolojik mücadele yürüttüğünü sorunu özü itibarıyla nasıl doğru biçimiyle ortaya koyduğunu bir kez daha görmek zorundadır.

Cevahir, Bismil'deki gözlemlerinden sonra, Silvan'a geçmiştir.

"Silvan'ın merkezinde 8 Nisan 1970 günü, sabah saat üç sularında üç bine yakın jandarma, komando birlikleri 6 helikopter ve topçu, keşif uçaklarının desteğiyle etrafı kuşattılar. Görenler sanki bir düşman kalesi muhasara altına alınmışda düşürülecek sanırdı. Gürültülerden uyanıp evinden çıkaran herkesi istisnasız belli bir toplama yerine götürüyorlar. Toplanma yeri Tekel işletmesi meydanı Çalakorte Şador'un yukarı kısmı idi. Olup-bitenleri öğrenmek için başını dışarıya çıkaran herkes bu toplama yerlerine aktarıldı. Toplama yerlerinde halka, sürün, yat, kalk, yuvarlan emirleri ile toplu halde işkence edildi ve halkı sürtüstü-yüzükoyun yere yatırıyor, üzerinde tepiniyorlardı."

Cevahir arama ve işkencelerin tüm bölgede sürdüğünü, işkencelerin en yoğununun ise Derik, Eruh ve Siirt taraflarında yapıldığını yazar. İşkencelere, operasyonlara ilişkin örnekler verir.

Gözlemlerinin, incelemelerinin ışığında sorunu tahlil eder.

"Ülkemizin emperyalizmden, işbirlikçilerinden ve toprak ağalarından temizlenip halkımızın kurtuluşu ve mutluluğunu istiyorsak, yüzyıllardır Türk halkıyla kader birliği yapmış, düşmana karşı omuz-omuza dövüşmüş bir Kürt halkı var. Bu halkın Türk halkı gibi çözümlenmemiş binlerce sorunu ortada duruyor. Ağa baskısı, açlık, zulüm, işbirlikçi iktidarın terörü Doğu'da kol geziyor."

Cevahir ayrıca emperyalizmin Ortadoğu'da halklar arasına düşmanlık sokup emperyalizme karşı verilen mücadeleyi hafifletmeye çalıştığına işaret ederek tarihsel bir uyarı yapar:

"İşte durumun can alıcı noktası burası. Türkiye devrimcileri uyanık davranıp bu oyunu şimdiden bozmaya çalışmazlarsa ileride çok büyük açmazlara düşebilirler."

Emperyalizmin 1970'lerde yoğunlaşan Ortadoğu'ya yönelik manevraları, karşımıza işbirlikçi kukla bir Kürt yönetimi ve emperyalizmden icazet dilenen Kürt milliyetçilerini çıkarmıştır.

Sorunun çözümüne ilişkin olarak da Cevahir, şunları belirtir:

"Doğu sorunu ancak devrimci yoldan çözüme bağlanabilir. Bu devrimci iktidar uğruna Kürt ve Türk devrimcileri, bütün yurtseverler omuz omuza çalışmalıdırlar. Halkları var olan, gerçek kardeşliği pekiştirilmeli, baş düşman emperyalizme karşı mücadele edilmeli ve uyanık olunmalıdır. Tek doğru yol budur. Yoksa hangi saflarda olursa olsun burjuva şovenizmine düşmek emperyalizmin oyununa gelmektir, bölücülüktür."

Cevahir bunları yazdığında yıl 1970'dir. O dönem Kürt milliyetçiliğinin, sömürgecilik tespiti yapanların, ayrı örgütlenmeyi savunanların esamesi bile okunmamaktadır. Bu paragrafta herşey, sorunun devrimci çözümü vardır.

 

(Yukarıdaki yazı, Bağımsızlık Demokrasi Yolunda Kurtuluş dergisinin 28 Mayıs 1999 tarihli 32. Sayısında yayınlanmıştır)

 

 

***

 

Ali Kamber (Amcası) Anlatıyor:

«"7 yıl hiç kimsenin düğününde davul çalınmadı bu köyde."

 

-Sizleri biraz yıllar öncesine götürmek istiyoruz. Sizinle beraber biz de o zamanı tekrar yaşamayı ve bu vesileyle dergimizin okurlarına o dönemi hatırlatmayı istiyoruz. Hüseyin, bildiğiniz gibi devrimcilerin çok değer verdikleri, örnek aldıkları bir önderdir. Hüseyin’i sizlerin anlatımıyla da öğrenmek ve tanımak isteriz. Nasıl biriydi? Devrimci olduğu zamanlarda size yönelik yaklaşımı, konuşmaları nasıldı?

 

İyi bir insandı. İnsanı çok severdi, yardım ederdi. Fakirdi ama yardım ederdi. O zaman hiç kimse üniversite okumuyordu, üniversite nedir bilmiyordu. İstanbul’da doktorluğu kazanmıştı. 3 sene okudu İstanbul’da, sonra eve geldi. Doktorluk bana göre değil, doktorluğu ben yapamam’ dedi. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Meğerse siyasalda ilişkisi varmış. Biz bilmiyorduk tabi nerden bilelim. Çok kitap okurdu. Kapıyı kapatıp yazı yazıyordu. Odadan çıkmıyordu yazı yazıyordu. Sayfalar dolusu yazıları vardı. (Sehpanın boyunu gösterip BN) Ha bu kadar yazıları vardı. O yazılara sonra ne oldu bilmiyorum. Anası oğlum biraz çık gez diyor. O’da ben buraya gezmeye gelmedim’ diyordu. Çok okurdu. Anasını çok severdi. Anasını, kardeşlerini çok severdi. Biz böyle olacağını, böyle gideceğini bilmiyorduk. O zaman hiç kimse bilmiyordu. Şimdiki gibi devrimcilik çok fazla bilinmiyordu. O zaman binde bir vardı. Hüseyin’de binde birdi. Bir gün askerler geldi. Demek ki arandığı zaman aramaya geldiler eve. Anası niye evimi arıyorsunuz’ dedi askerlere. Askerler de, senin oğlun kız kaçırmış o yüzden geldik burada mı diye.’ Anası da keşke öyle olsa ikisi de burada olsalardı’ dedi askerlere. Uğraşıyordu ama biz bilmiyorduk.

 

- Aranmaya başlandığı zamanı hatırlıyor musunuz? Daha doğrusu o gelişmelerden haberiniz olmuş muydu?

Ali Kamber (Amcası): Aranma döneminde amcası Keban’da çalışıyordu, oradan alıp götürdüler. Anası tutsak olduğunda onu görmeyi çok istiyordu. Ama göstermezler diye gitmedi. Amcası gidip Ankara’da hapishanede gördü.

 

- İstanbul Maltepe’de şehit düştüğü çatışmayı nasıl öğrendiniz, ondan sonra ki gelişmeler nasıl oldu?

 

Ali Kamber(Amcası): Şehit düşmeden önce çağırıyorlar amcasını. Amcası Keban barajında çalışıyordu o zaman, alıp götürüyorlar. En yakın ailesinden kim var diye düşünüyorlar. Gelsin ikna etsin. Uçağa bindiriyorlar, senin yeğenin bir evde, polisler, askerler tarafından sarılmış, gel ikna et ölmesin, yanında bir kız var ellerinde kötülük yapmasınlar’ diye konuşuyorlar götürürlerken. Uçakla alıp çatışmanın olduğu evin önüne götürüyorlar. (Burada yine röportaja başlamadan önce söylediklerini tekrar etti yengesi, aman yanlış yazılmasın. Amcası Ona bizden böyle insan çıkmadı diye bir şey söylemedi. Başka yerlerde yanlış yazıldı. Bak iyi dinleyin böyle dedi böyle yazın’ diye bizi uyarıyor.) Amcası, Maltepe’deki çatışmanın olduğu evin önünde oğlum teslim ol’ diyor. Hüseyin’de amca sen git, benim buradan cenazemi alırsın ancak, sen git’ diyor. Sonra amcası Kürtçe konuşuyor. Hüseyin o yanınızdaki kızı bırakın senin de kız kardeşin var. Bak senin de kız kardeşin var bize yakışmıyor kızı bırakın, kızı incitmeyin’ diyor amcası. Hüseyin’de amca biz bir şey yapmıyoruz, sen git buradan’ diyor. Bazı kitaplarda ise bu sözler çarpıtıldı, ben özellikle onu düzeltmek istiyorum. Böyle insan haşa bizden böyle kötü bir insan çıkmadı bu nasıl iş’ diye bir şey dememiş. Adamada yazık, Hüseyin’e çok emeği var. Kendi elleriyle büyüttü onu. Onları söylerken de onu çok seviyordu o yüzden söyledi. Onu çok seviyorduk, amcası da çok seviyordu. Çok emeği vardı. Elimizde büyüdü. İlk önce yaşadıklarını amcası anlatmıyordu. Sonra anlatmaya başladı. Biz içimizde yaşadık bu acıyı.

Bu acı ne kitaba sığar ne de konuşmaya sığar ben böyle anlatıyorum ama yetmiyor. Onu anlatıyorum ama yetmiyor anlattıklarım. O büyük bir devrimciydi. Hissettiklerimizi, yaşadıklarımızı anlatamıyorum.

 

- Cenazesini siz mi almaya gittiniz, Cenazesi alınırken, toprağa verilirken engellemeler veya başka sorunlar, nasıl oldu?

 

Ali Kamber (Amcası): Cenazeyi amcası aldı. Gel yeğeninin cenazesini al dediler. Cenazeyi getirirlerken yolda küçük bir kaza da geçiriyorlar. Cenazeye sac tabut yaptırmıştı amcası, onun içine koymuştu. O kazada biraz hasar görüyor o sac tabut. Yalnız getirdi cenazeyi. Gece bir değirmende bekletiyor. Sabah köye getiriyor. Bir daha öyle biri dünyaya gelmez, benim herkese saygım var ama O farklıydı. Binbaşı cenazeyi veriyor Hüseyin’in. Asker, polis gelmez olur mu?

 

-Sonraki yıllarda Hüseyin Cevahir’in yakınları olarak bunun hayatınıza etkisi nasıl oldu? Devletin size davranışı nasıldı? Hüseyin’in yıkını olarak baskılar, farklı uygulamalarla karşılaştınız mı?

 

Ali Kamber (Amcası): Kardeşleri küçüktü. 5 Kardeşi vardı. Biri öğretmendi ama oradan oraya sürgün ettiler. Sürekli bu tür uygulamalarla karşılaştılar. O kız neler çekti neler. Oradan oraya sürüldü durdu. Biz neler çektik nelerÖyle büyük bir devrimcinin ismini taşıyoruz kolay değil

 

-Hüseyin’in şehit düşmesinden itibaren köylülerinizin size yaklaşımı nasıl oldu?

 

Ali Kamber (Amcası): Onlar iyilerdi çok destek gördük. 7 yıl hiç kimsenin düğününde davul çalınmadı bu köyde. Bir genç evlenecek, amcası ailenin yanına gidiyor. O gencin düğününde davul çalın yazıktır’ diyor. Gencin babası ise Hüseyin senin yeğenin, kanındır ama bizim içinde bir dünyadır’ diyor. Davul çaldırmıyor düğünde. Bu köyde hep ona böyle saygı gösterdiler. 7 yıl hiç kimse davul çaldırmadı düğününde.

Resimleri yok. Arkadaşlarıyla çekilen resimleri vardı, onları gördük sonrasında. O resimlerdekilerin arkadaşları Mahirler olduğunu anladık. Birkaç kişiyle çekilen resimleri vardı. Bir çocuk geldi o resimleri aldı, ben çoğaltıp getiririm dedi. Ama sonra o çocuğunda öldürüldüğünü duyduk. Ne kendi geldi ne de resimler geldi. Ne yazdıkları, ne resimleri var. Bir tane amcasının yanında duruyor sürekli. O resmi sürekli karşısındadır. Amcası hiçbir zaman mezarına bakmayı ihmal etmedi. Buraya geldiğimizde yürüyerek mezarlığa gidip, çiçeklere sürekli o bakıyordu. Bakmayın şimdi bunu yapamıyor. Önceden amcası hiç ihmal etmezdi. İki senedir sağlığı kötü olduğu için gidemiyor.

 

- Son olarak Hüseyin Cevahir’le ilgili söylemek istediğiniz, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Ali Kamber (Amcası): Hiç kimseyi kırmadı, ezmedi. Çok iyi bir insandı. Ama halk için yaşadı, halk için öldü. Hüseyin gibi bir insan olmaz demiyorum haşa bir çok insan var. Ama iyi bir insandı.

Hüseyin Cevahir’in köyü Şöbek’teyiz. Cevahir’in köylüleriyle sohbet ediyoruz. Bir çoğu onu hiç görmemiş ama ondan büyük bir saygıyla bahsediyorlar. “Onun gibi bir insan bir daha zor gelir” diyorlar. Gördükleri baskıları, polisin, MİT’çilerin çeşitli kılık ve isimler altında gelip-gittiklerini anlatıyorlar. Bir köylü maskeli kişiler tarafından “Sen polise laf söylemişsin” diye kaçırılıp, dövüldüğünü ve tehdit edildiğini anlatıp sözlerini şöyle tamamlıyordu: “Bizim ağzımızdan laf almak istiyorlar. Biz değerlerimize, Hüseyin’e sahip çıkıyoruz. Buna pek tahammül edemedikleri için bunları yapıyorlar...”

 

(Yukarıdaki röportaj Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 24 Mayıs 2009 tarihli 181. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Hüseyin Cevahir (Hüseyin Cevahir’in aynı ismi taşıyan kardeşi) Anlatıyor:

 

“Herkes benim yerimde olmak ister.”

 

Erkek kardeşi, Cevahir’i hiç görmemişti, ve biraz da çekingendi; yine de bizimle paylaştı ağabeyi hakkındaki düşüncelerini:

“Önder olması gurur verici bir şey. Herkes bu duyguyu yaşamak ister. Benim yerimde olmak ister. Hüseyin Ağabeyimin en çok beğendiğim yönü çok iyi bir insan olması. Ben de bu yönümle ağabeyime benzemek istiyorum. 15 yaşlarımda anlamaya başladım ağabeyimin bir devrimci olduğunu. Büyük bir devrimcinin kardeşi olduğumu anladım. Ağabeyimin devrimciliğine saygı duyuyorum.”

 

(Yukarıdaki anlatım Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 31 Mayıs 2009 tarihli 182. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Sakine Cevahir (Hüseyin Cevahir’in amcasının kızı) Anlatıyor:

 

“Onun düşüncesini savunanlar unutmazlar.”

 

Ben çocuk olduğum için ne yazık ki Hüseyin ağabeyi tanımıyordum. Ne yazık ki diyorum çünkü böyle birini tanımak isterdim. Devrimci olduğunu bilmiyordum. Sonra öğrendim, amacının ne olduğunu, düşlerini. 1971 yılından beri onu unutmadık. Onunla ilgili tek anım, cenazesinde annesinin, askerin gelmesini istememesiydi. Cenazesinde annesinin askerleri kovması, köye koymamasıdır. Askerlere “Oğlumu siz öldürdünüz onun ölüsünü getirdiniz.” diye feryat ediyordu. O zaman ben köydeydim. Cenaze çok kalabalıktı, adım atılamıyordu. Biz çocuktuk diye bizi “ezilirsiniz” diye uyarıyorlardı. O derecede kalabalıktı. Ömrümde böyle kalabalık görmedim. Köylülerin hepsi, çevre köylerdeki insanlar hepsi geldi cenazeye. Herkes çok severdi. Her taraftan insanlar gelmişti. Marşlarla, türkülerle gömdük onu. Gençler hiç ağlamadılar. Ama yaşlılarımız hep ağlayıp, ağıt yaktılar. Her görüşten de insanlar vardı.

Bir o kadar da asker ve polis vardı. Ama köylüler onları almadılar köye. Sadece köyün etrafını çevirmişlerdi.

O zamanlar 14 yaşındaydım. Hiçbir şeyin bilincinde, farkında değildik. Amcamın gidip Hüseyin ağabeyden geri dönmesini istemesini ve Hüseyin ağabeyin de “ölmek var dönmek yok” diye bir cevap verdiğini biliyorum. Vazgeçmedi düşüncesinden, dönmedi yolundan.

... Düşünün mezarını yaptığımızda o zamanlar köyde yol yoktu. Gençler, sevenleri, devrimciler herkes bir araya gelip kazmalarla, küreklerle yol yaptılar. 1976 yılıydı, yolu kazıp mezara kadar götürdük, bu şekilde mezarını yaptık. 1 ay sürdü mezar yapımı. Geçen sene 2 kere mezarına gittik.

Askere giden ağabeylerimiz amca çocuklarımız aynı soy isimden dolayı baskı gördüler. Onunla aynı soy ismi taşımak gurur verici. Onun amcasının kızı olmaktan mutluyum, gururluyum. Düşüncesinden dolayı bu şekilde katledilmesi insana çok acı veriyor. Sevilenler unutulmaz. Biz onu çok seviyoruz. Onun düşüncesini savunanlar unutmazlar. Bizim toplumumuz her zaman Cevahir ailesine çok saygılıdır. Bu güne kadar hiç ters bir şey yaşanmadı. Bizim aile hep saygı gördü. Bu da Hüseyin Cevahir’den kaynaklıdır. Hüseyin’in ölümünden dolayı köyde uzun bir süre düğünlerde hiç davul ve zurna çalınmadı. Bunu köylüler kendileri yaptılar. Bizim isteğimizle değil yani.

Kaybımız büyük. Keşke hiçbir gencimizi kaybetmesek, çok iyi gençlerimiz gidiyor.

 

(Yukarıdaki anlatım Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 31 Mayıs 2009 tarihli 182. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

Hüseyin Cevahir (Amcasının torunu, 50 yaşında)

Anlatıyor:

 

“Türkiye’nin bağımsızlığı için bedel ödemiş herkes bizim için Hüseyin Cevahir’dir.”

 

Hüseyin Cevahir üniversitedeyken çocuktum. Beni de çok severdi Çocukları çok severdi, onlarla oyunlar oynardı. Ben hastayken bana iğne yapmıştı. Köye geldiği zamanlarda herkesi bir araya toplar, onlarla konuşurdu. Bir çok insanın şimdilerde dillendirdiği şeyleri O ve Onlar gibi olanlar o dönemden söylüyorlardı. Amerika’yı onun politikalarını ve mücadele etmek gerektiğini o günlerde söylüyor.

İlkokuldan sonra kendisini bir daha görmedim. Ancak bir takım haberlerden sonra Maltepe’de kuşatıldıklarını duyduk. Radyodan vurulduğunu duyduğumuzda ben ortaokuldaydım.

Hüseyin’in babası Düzgün Amcam çok sosyal bir insandı. Çokta bilgiliydi, bilgeydi. Bizim soyumuz ocak soyundan Baba Mansurluyuz. Bu nedenle ailemiz de sevilen, sayılan bir ailedir. 

İlk vurulduğunu öğrendiğimizde herkes çok üzüldü. Köy halkı kendi acısı gibi içinde hissetti. 6 ay boyunca köyümüz hiç boşalmadı. Sürekli taziye ziyaretine geliyorlardı. Mezarını ziyaret ediyorlardı. Köy dolup boşalıyordu. Halk her zaman bu acımıza sahip çıktı ve yanımızda yer aldı. Cenazesine her taraftan insanlar akın akın geldi.

1976 yılında mezarı yapıldı. Hep birlikte yapıldı mezarı. Şimdi tüm devrimcilerin mezarı anıt mezar şeklinde olacakmış. 2-3 yıl önce Hüseyin Cevahir’in de mezarı öyle yapılmış.

O canını verdi, daha ne diyelim ki. Bir düşüncesi vardı. Devrimci düşünceyi kararlılıklarıyla geliştirdiler. Yaşadığım sürece de onu yaşatmaya devam edeceğim. Onlar sadece bağımsızlık istediler. Bugün de temelde bağımsızlık sorunu var değil mi? Türkiye’nin bağımsızlığı için bedel ödemiş herkes bizim için Hüseyin Cevahir’dir. İnsanın canını ortaya koymasından daha büyük ne fedakarlık olabilir mi? Bu insanlara saygı duyuyorum onları yaşatmak bir onurdur diyorum.

 

(Yukarıdaki anlatım Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin 31 Mayıs 2009 tarihli 182. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri