Haydar
BAŞBAĞ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Yoldaşları
Anlatıyor:
HAYDAR BAŞBAĞ;
“DEVRİMCİ DEDİĞİNİZ İŞTE O’DUR”
Haydar Başbağ 1956 yılında Elazığ'da doğdu. Biri kız iki kardeştiler.
Anneleri daha onlar küçükken öldü. Ninesi ve babası büyüttü Haydar'ı. Ortaokul ve
liseyi Elazığ’da okudu Haydar. Devrimci mücadeleyle bu yıllarda tanıştı.
Yıl 1974. 12 Mart
cuntasının ve sivil-faşistlerin halka alabildiğine saldırdığı, terör estirdiği
yıllardır.
Kimileri daha Mahir'in
kanı yerde kurumadan teslimiyeti, uzlaşmayı seçer, THKP-C’yi
karalama teorileri üretmeye başlarlar.
Ama onlar hapishanelerde
harıl harıl tasfiye planlarını hazırlarken THKP-C
mirasını canı pahasına sahiplenen, coşkulu, kararlı, militan gençler, ülkenin
dört bir yanında, hareketi toparlamaya, çalışmaktadırlar. Bu gençlerden biri de
Haydar Başbağ'dır.
Elazığ'ın azgın
faşistleri, işkencecileri çok geçmeden tanıyacaktır Haydar’ı. Ve Elazığ’ın
yoksul halkı O’nu bağrına basacaktır.
Babası Haydar'ın devrimci
olduğunu öğrenir. Maddi durumu iyidir. Devrimcilikten alıkoymak için bu olanağı
kullanmak ister. “Sana araba alayım,
istediğin kızı isteyeyim, istersen yurt dışına göndereyim” der. Haydar
bütün bunları devrimciliğe tercih etmez. “Devrimciliğe
kendimi kurtarmak için değil, tüm insanlığı kurtarmak için başladım. Bu nedenle
bir daha bana böyle tekliflerle gelme” der babasına.
İşte böyle başladı
Haydar'ın 10 yıl, dolu dolu geçecek olan devrimci hayatı.
Elazığ sokaklarında,
faşizme karşı barikatları kendi elleriyle ördü. Kah mahallelerde
yoksul halkı bilinçlendirdi, örgütledi; onlarla bir tas çorbaya kaşık salladı. Kah liselileri etrafına toplayıp, onlara faşizmi,
emperyalizmi anlattı. Kimi zaman elinde sopa önlerine düşüp onları çatışmalara
taşıdı.
“İkna edemediği olmazmış”
diye anlatıyor onu bir yoldaşı. “Babamı
ikna edemedim” diye sızlandım Haydar abiye. Niye üzülüyorsun, ben gider ederim
dedi. Eve gittik beraberce. Daha babam kapıyı açar açmaz, gelme, içeri adımını
atarsan kırarım kemiklerini diye bağırdı. Haydar abi
Kırarsan kır, döversen döv. Elimiz kalkmaz bizim büyüklerimize deyip içeri
yürüdü... Biraz sonra babam, Haydar abiye Dersim ayaklanmasını anlatıyor,
hüngür hüngür ağlıyordu. Babamın yanlışına 'yanlış'
dedi. O konuda ikna etti. Doğrusuna 'doğru' deyip gönlünü aldı. O günden sonra
bizim ev Haydar abinin de evi oldu. Hep gelip gitti.
Babamla da sıkı bir dostluk kurdu”.
Yıldızbağları, Alamanbağları,
Fevziçakmak ve tüm gecekondu mahallelerinde 7'den
70'e herkes tanır Haydar'ı. Herkes sever, değer verir. Kadınlar camlardan
bağırır “Haydar hadi gel çayı çatlattım”,
karşılık verir Haydar, “Eğer çatlatmadınsa
içmem o çayı”, bulunduğu yerden kahkahalar yayılır mahalleye. Hele bir
aksatsın, gitmesin, “neredeydin”, “niye gelmedin” diye küserler O’na.
Esprili bir kişiliği
vardır Haydar'ın. Ama siyasi konuları espriyle yoğurup eğitici bir hale getirmesini
de bilen usta bir eğitmendir aynı zamanda.
Haydar, halkımızın
değerlerine çok önem veren biridir. Böyle olduğu için de halkıyla hep içiçedir. Yaşlılar asker arkadaşını bekler gibi bekler onu kahvede.
Onun da kahvenin kapısından girer girmez ilk uğradığı masa ihtiyarların masası
olurdu. Haydar onlara kavgasını, onlarsa Kurtuluş Savaşını, Dersim isyanını
anlatırlar. Hep dostça bir hava eser kahvede. İşte bu hava Haydar'ın olduğu her
yerde esen havadır.
O, Elazığlı’ların,
Dersimli’lerin “Haydo”sudur.
O, şehit düştükten yıllar sonra herkese “Haydo”larını
anlatırlar. En çok da onun esprili, militan ve soğukkanlı yanlarını anlatırlar.
“Devrimci dediğiniz işte odur” diye açıklarlar ona duydukları hayranlığı ve
sevgilerini.
Halkı Haydar'ı, o halkını
korur. Elazığ'ın sokaklarında kovalamaca oynar polislerle. “Bir gün yine polislerle kovalamaca oynuyor
Haydar. Biraz atlattığını anlayınca bir eve giriyor. Üzerinde iki silah var.
Birini hemen evin hanımına veriyor. 'Eğer bana bir şey olursa sendeki tabancayı
iyi koru ve onu harekete ulaştır. Gelirlerse çatışacağım. Ama sizi zor durumda
bırakabilirler. Bu nedenle onlara kapınızı dövdüğümü, açtığınızda tabanca
zoruyla içeri girdiğimi söyleyin' diyor. Polis kuşatmasına rağmen iki kadın onu
dışarı çıkarmayı başarıyor.”
Buna benzer onlarca olay
gelir onun başına. Hepsini cesareti ve soğukkanlılığıyla atlatmayı başarır.
Halkın önderi, halk adamı olma ve halkla bütünleşme, tam da Haydar'da anlamını
buluyor. Yıllar sonra birlikte omuz omuza savaştığı, hiçbir koşulda yalnız
bırakmadığı önder yoldaşı, Haydar şehit düştüğünde “Elazığ'da, ona kapısını açmayan var mıydı acaba” sözüyle
anlatmaktadır onun nasıl halkla kaynaştığını.
Haydar ilk kez faşist bir
saldırının engellenmesi için örgütlenen bir eylemde tutsak düşer. Elazığ'ın
işkencecileri, çok sevdiği halkı ve yoldaşları hakkında tek söz alamazlar
ağzından. Tutuklanır, Sinop Hapishanesi'ne sürülür.
Hapisten çıkar çıkmaz
tekrar kavgaya koşar. O tükenmez enerjisiyle yine en ön safta yer tutar
kendine. Adımlarını hep ileri atar.
Hareketine verdiği
güvenle ilerlemesine devam eder. İstanbul’da işçi sınıfı çalışması içinde
görevlendirilir. 12 Mart cuntasıyla başlayan ve gittikçe bilenen, militanlaşan
genç Haydar şimdi olgun, yetkinleşmiş önder bir kadrodur. Elazığlı’ların
ve Dersimli’lerin “Haydo”su
işçilerin öğretmenidir şimdi. O fabrika benim, bu fabrika senin, grevden greve
koşturur. 1979'da aynı zamanda Devrimci Sol yayınlarının yazı işleri müdürlüğü
görevini yürütür.
12 Eylül cuntası
geldiğinde pek çok önder kadro birbiri peşi sıra tutsak düşer. Geride kalanlar
cuntaya karşı canla başla mücadele eder. Ve bunlardan biri de yine Haydar'dır.
Tam da Haydar'a göre bir süreçtir bu. İhanetin kaçkınlığın kol gezdiği bu
günlerde o bir adım daha ileri atar. Daha büyük görevleri omuzlar.
1982 Haziran'ında bir
gece kaldığı ev kuşatılır. O hiç teslim olmamıştır. Bulunduğu evin üçüncü
katından atlayarak kuşatmayı yarmaya çalışır. Yaralı olarak tutsak düşer.
Şubede günlerce her tür işkenceden geçirilir. “Onurunu sat” der düşman, “beynini
teslim et”. Ama nafile, boyun eğdiremezler O’na.
Gayrettepe işkencehanesinden sonra Alemdağ,
Sultanahmet, Metris, Sağmalcılar’da sürdürür
direnişini.
TTE dayatmasına, onur
kırıcı aramalara, her türlü dayatmalara karşı o da yoldaşları gibi işkencelere
rağmen en önde tavır alanlar içindedir. Onun için içerisi dışarısı fark etmez.
Zulmün, zorbalığın olduğu her yerde direnir; emperyalizme ve faşizme karşı
savaşını sürdürür.
'84'te SAG'nin ardından Ölüm Orucu kararı alındığında, yine en
önde saf tutar Haydar. Hiç tereddüde yer yoktur onun kitabında. Hiçbir zaman
olmamıştır.
Şehit düşmeden birkaç gün
önce önderi Haydar'a seslenip nasıl olduğunu sormak ister. Ve aklından “Ama O hep iyidir. Onun kavgada kötüyüm
dediğini şimdiye kadar duyan olmadı ki” diye geçirir. Ama yine de seslenir:
“Günaydın! Bugün nasılsın?” der,
cevap “İyiyim”dir
yine. Oysa ses tonu ele verir Haydar'ı. Aslında Haydar iyi değildir. “İyi” olan
beyni ve yüreğidir. O beyni, o yüreği ki, ölümlerin en zorunu dize getirir...
Ve Elazığ'da başlayan bir
yaşam 17 Haziran 1984 günü ölümsüzlüğe ulaşır.