Hatice
YILDIZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Gerilla
yoldaşları Anlatıyor:
"Kadın
işi, erkek işi olur mu? Hepimiz gerillayız.”
Müfrezemiz Çemişgezek bölgesinde faaliyet
yürütecekti. İlk defa Çemişgezek köylerini görecektim. Bu nedenle yeni bir
bölgeye girmenin heyacınını yaşıyordum. İlk
girdiğimiz köy Axtük Köyü'ydü.
Köpeklerin azgınca havlamaları arasında köye girdik. Köpek seslerini duyan ev
sahibimiz, bizi evin kapısında karşıladı. İçeri girdik, daha yerimize oturmadan
köylüler tek tek yanımıza gelmeye başladılar.
Yaşlısı, genci, erkeği, kadını, çocuğu herkes yanımızda toplandı. Müfrezemizde
çoğumuz yeniydik. Bundan olsa gerek; bizde de biraz merak vardı. Biz de
çevremizi gözetlemeye başladık.
Genç kızlardan biri sessizce yanımıza oturdu. 20-22
yaşlarında, uzun boylu, iri cüsseli... Bir elimizdeki silahı, bir bizi
süzdükten sonra; "başka bayan var mı"
dedi. Olduğunu söyledik. Birden elimdeki silahımı çekerek "hele ver, kleşine
bir bakayım" dedi. Doğal konuşuyordu ve sanki kırk yıllık dostmuşuz
gibi rahattı. Silahımı elinden yavaşça alarak "ver bana sana göstereyim" dedim. Kısaca da olsa silahımı
kaba taslak tanıtmaya başladım. Gülümseyerek "Cemal
bana öğretti, biraz biliyorum" deyince, biraz sıkıldığımı farketmiş olacak ki, "bir şey olmaz. Sen de anlat.
Fazla mal göz çıkarmaz. İyice öğrenirim" dedi. Sıkılsam da silahı
anlatmaya devam ettim. Sonra kendinden bahsetti; "Adım Hatice. Babam öldü. Anam hasta. Kardeşlerime ben bakıyorum.
Hem davar otarıyorum, hem de ev işlerini yapıyorum" dedi. Hatice 20
yaşlarındaydı fakat daha küçük yaşta hayatın zorluklarını görmüş,
ve ağır işler omuzlamıştı. Ben bunları düşünürüken O
parlayan gözleriyle "Anamı da
kardeşlerimi de çok seviyorum. Bu işler bana hiç zor gelmiyor. Severek yapıyorum"
dedi ve elimdeki silaha bakarak, "benim de bir gün böyle bir silahım
olacak" dedi. Peki nasıl olacak demeden,
"ben de gerilla olacağım" diye ekledi. Biraz şaşırdım. Daha bir kaç
dakika önce ailesini çok sevdiğini, onlara reislik yaptığını söylemişi! Oysa
şimdi gerilla olmaktan bahsediyordu.
Yanımdaki arkadaş; "ailen seni etkilemez mi?" diye sorunca, "yoookk! Niye etkilesin ki? Milyonlarca insan var, zor
durumda olan. Sadece benim ailem zor durumda değil. Onlar başlarının çaresine
bakarlar. Ben hepsini kurtarmak istiyorum. Bunun için de savaşacağım"
dedi. Komutanımızın "hazırlanın, çıkıyoruz" komutuyla yerimizden
kalktık. Hatice sımsıkı bir toka yaptı. Bir an parmaklarım kırılacakmış gibi
hissettim. Güçlüydü, halkımızın deyimiyle "babayiğit" bir kızdı. Bir
yandan da "erken gelin ha! Sizi bekliyorum" dedi. Oradan ayrıldık.
Yürüyüş kolunda aklım Hatice'deydi.
Araziye gittiğimizde komutanımız Cemal'e (Nazım
Karaca) Hatice ile olan konuşmalarımızı anlattım. Gülümseyerek "uzun
zamandır bize katılma talebi var. Düşünmesini söyledik. Biraz daha bekleyecek.
Bu arada kendisiyle sık sık konuşun, yaşamımızı
anlatın" dedi. Axtük köyü sık uğradığımız bir
köydü. Her gittigimizde Hatice de hemen yanımıza
gelirdi. Bir gün "daha ne kadar bekleyecem? Ben
karar verdim, bir an önce alın" diyerek sabırsızlığını dile getirdi. Komutanımız
"hazırlan, bugün seninle Asuman'ı alacağız" dedi. İşimiz bittikten
sonra köy çıkışına giderek beklemeye başladık. Cemal komutan bir yoldaşla
köydeydi. Biraz bekledikten sonra Hatice ve Asuman'ı alarak yanımıza geldi.
Komutan Hatice’nin ismi artık
Behiye ve Asuman’ın ki de Makbule olacak. Yürüyüş kolunun ortalarında
yürüsünler. Çünkü silahlarını ancak birliğin yanına gittiğimizde alacaklar"
dedi.
Yeni katılım vardı. Bu nedenle bölgeyi terketmemiz gerekiyordu. Aceleyle yola çıktık. Behiye
önümde yürüyordu. Özlemle beklediği güne kavuşmuştu. O heyecan ve coşkuyla öyle
bir yürüyordu ki, bir an ona yetişmek için nefesim kesilecek zannettim. Behiye
küçüklüğünden beri davar otarmıştı. Dağda, yabanda gezmişti. Bu nedenle yollar,
yokuşlar ona vız geliyordu. Sanki asfaltta yürüyormuş gibi rahattı. Bir ara ona
yetişeyim diye ayağım taşa takıldı, düştüm. Kolumdan tuttuğu gibi ayağa
kaldırdı. "Hadi, kalk. Çabuk yürüyek ki, bir an
önce birliğin yanına gidip silahımızı alalım. Hiç silahsız gerilla olur mu?"
dedi. Daha katılalı bir saat bile olmamıştı. Ama o deneyimli bir savaşçı gibiydi.
Bir kaç saatlik yolculuktan sonra konaklayacağımız araziye ulaştık. Behiye
hemen komutan Cemal'in yanına giderek silahını ne zaman alacağını sordu. Ertesi
sabah alacaktı. Sabırsızlıkla sabaha kadar uyku tutmadı.
Sabah komutanımız yeni katılan arkadaşların
silahlarını verdikten sonra askeri eğitime başladık. Atış biçimleri, mevzilenme,
sürünme çeşitleriyle hareketlerimiz başladı. Behiye ilk etapta yapamayınca
kızardı. "Tamam tamam, acele etmeyin yapacağım"
diyerek bir daha denedi. Başarmıştı fakat o arka arkaya yapmaya devam etti.
Cemal yorulduklarını görünce "yeter bu kadar, yarın devam ederiz" dedi.
Behiye bırakmak istemiyordu. "Hele durun, iyice öğrenek. Nolur n'olmaz" diyerek
yapmaya devam etti. Gerçekten yorulmuş, yorgunluktan kıpkırmızı olmuş, nefes
nefese kalmıştı. Ama o bir türlü vazgeçmiyor, hareketleri yapmaya devam
ediyordu. Behiye sabırsız bir şekilde içtenlikle öğrenmeye başlamıştı.
Hoşumuza giden en güzel yanı doğal ve rahat
konuşmasıydı. Bir gün bu konuda kendisine "Behiye biraz düzgün konuş. Niye
bu kadar kaba konuşuyorsun?" diyen bir arkadaşa, "gerillaya katıldım
diye dil mi kıvıracam. İçimden geldiği gibi konuşuyorum.
N'olmuş sanki" diye cevap verdi. Evet, Behiye
içinden geldiği gibi konuşuyordu; süssüz, yalın, dobra dobra.
Ailesinin yoksulluğundan dolayı ilkokulu üçüncü sınıfa kadar okumuştu. Bu
nedenle heceleyerek okuyor, eksik yazıyordu. Gerillaya katıldıktan sonra heceleyerek
de olsa sürekli yayınlarımızı okuyor, yazmaya çalışıyordu. Diyebilirim ki, tam
olarak okuma yazmayı gerillaya katıldıktan sonra kendi azmiyle söktü.
Daha sonraki karargah
sürecimizde eğitim gruplarımız vardı. Behiye'nin olduğu grup diyalektiği
çalışıyordu. Bir gün sobanın etrafında oturmuş sohbet ediyorduk. Behiye dik dik kendine güvenli bir şekilde yürüyerek yanımıza yaklaştı.
"Değişmeyen tek şey nedir biliyor musunuz?..
Değişim değişim" dedi. Değişmeyen tek şey değişimdi
ve Behiye de gün geçtikçe değişiyor, yenileniyordu. "Erkek gibi kız"
diyordu köylüler. Uzun boylu, uzun saçlı, iri yapılıydı. Yürüdü mü, yer titrerdi.
Kendi yöresinin dili olan Zazacayı konuşması, O'nu
köylülerle daha da kaynaştırmıştı. Köylülerin neden hoşlanıp, neden
hoşlanmadıklarını tahmin etmek onun için hiç de zor değildi. Birgün yeni bir köye girecektik. Behiye, komutana
yaklaşarak, "komutan yoldaş, verin roketi ben taşıyayım" diyerek
roketi aldı. Köydeki evlere girdiğimizde gerçekten de köylülerin ilk dikkatini
çeken bir kadın gerillanın roket taşıması olmuştu. Gençlerin hepsi Behiye'nin
çevresini sarmış, O'na sorular soruyorlardı.
O, gerilla yaşantısıyla bütünleşmişti. Gerektiğinde
eline kazma alır, mevzi kazardı. Gerektiğinde koca bir çukurun içindeki hamuru
ekmek yapmak için saatlerce ateşin karşısında otururdu. Bazı kadın yoldaşlarda
"ben nasıl mevzi kazarım, kazma sallayamam" mantığı vardı. Behiye ise
"kadın
işi, erkek işi olur mu? Hepimiz gerillayız. Gerekirse ben mevzi kazarım, erkek arkadaş
ekmek yapar" derdi. Her an her işte Behiye'yi görmek mümkündü.
Dobra dobra konuşuyordu
dedim ya, eleştirileri de öyleydi. Yani acımasızdı. Bir gün ateş yakmak için
odun toplamamız gerekiyordu. Herkes odun toplamaya çıktı. Ben montuma sıkı sıkı sarılarak öylece ateşin yakılmasını beklemeye başladım.
Bir kaç gündür tembelliğim tutmuştu. Odun toplamak istemiyordum. Behiye
kucağında odunla tepemde dikildi; "Niye oturuyorsun, hadi kalk! Neye uğradığımı şaşırdım. Sert
bir tokat yemiş gibi oldum. Sessizce kalkarak odun toplamaya gittim. Sarsılmıştım.
Bir daha da o tür bir tembelliğe yeltenmedim. İşte böyleydi Behiye. Yanlış
eksik gördüğünü affetmez, hemen kendine has üslubuyla eleştirirdi.
1994 Ekim ayında Ovacık-Emirgan'da
şehit düşen 13 yoldaşımızdan biri oldu. Çatışmanın başında soğukkanlı bir
şekilde çatıştı. Mevzi değiştirirken başından aldığı bir kurşunla şehit düştü.
Parmağı çok sevdiği silahının tetiğindeydi. Behiye bizlere çok şey öğretti.
Onlardan öğrenmeye devam ediyoruz.
(Bu anlatım, Malatya Hapishanesi’ndeki
DHKP-C’li tutsaklar tarafından çıkarılan Başak
Dergisinin 29. Sayısından alınmıştır.)
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Behiye yoldaşımız da oldukça yoksul bir ailenin
kızıydı. O, bu durumlarının sorumlularını biliyordu. '38 katliamından Koçuşağı ayaklanmasına ve günümüze kadar bölgede yaşanan
yoksulluğun sefaletin tek sorumlusunun devlet olduğunu ve bunun da düşmanı
olduğunu söylüyordu. Düşman oydu. O ve askerleri. Bunun için de baş kaldırmak,
ölmemek için öldürmek gerek diyordu. Ve yoldaşımız bu düşünceleriyle daha iyi
ve onurlu yaşayabilmek için yapması gerekeni yapmış, kendisine ilk ulaşan
müfrezemize katılarak payına düşeni yapmaya çalışmıştır.
Behiye yoldaşın güçlü bir inadı vardı. Bu inadı,
yaşamın genel kuralları için değildi, ancak bunun dışında yoldaşın kafasının
yatmadığı bir işi kimse ona yaptıramazdı. Onu tek harekete geçirecek olan şey
ikna edilmesiydi. Ve iknayla yaklaşıldığında ise
ondan istenilenin dışında çok daha yararlı yönlerini ortaya koyabiliyordu. Bu
yaklaşımlarla ortaya güzel şeyler çıkarırdı. Çok şeyler öğrenmesi gerekmesine
ve bunun için birçok zorluklarla karşılaşıyor olmasına rağmen o, hep inadına
zorlukları adım adım aşarak, kararlı bir şekilde sevgi
ve coşkuyla silahına sarılmasını bilmiştir.