Hasan Güngörmez'i Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının anlatımından:

 

BANDI SEVDA ATEŞİYLE

BÜTÜNLEŞİYORDU ALNINDA

 

Bu gün günaydınsız uyanmıştık uykumuzdan. Beklemeye günlerdir başlamıştık. Uykunun en tatlı anında buluşacaktık, günler önce randevu vermiş olduğumuz ölüm ile... Ölüm soğuk da olsa biz onu güzel kılacaktık. Ne bir mendil isteyecektik gözlerimizin yaşını silmeye, ne de lanetler yağdıracaktık bu güne... Gece sabaha koşarken biz zafere koşuyorduk... Gece umudumuzu sırtlayıp giderken, biz ansızın yolunu kesip sevdamızın ateşiyle gündüzü doğuracaktık...

Bütün bakışlar, sizlerin içinden birbirine kenetlenmişti 19 Aralık günü. Gece demiyoruz, karanlıktı ama biz gündüzü yaşıyorduk. Acı bir tat sokuluyordu boğazımıza. Merdiven başına yükselen zehirli sisi engellemeye çalışıyorduk. Gazeteleri yakıp, sisi azaltmak için yığıyoruz merdivene; nöbet tutup yemek sonrası sohbet ettiğimiz merdivenin altına... Gemilerimizin ışıklarını kontrol edip yan yana dizdiğimiz kapı altı limanımız... Dolabı, yan yatırıp limanımızı kurmuştuk. Bir de "villalarımız" vardı, Hasan'ın küçük-burjuva özlemlerimizi geliştiriyor dediği villalarımız. Devrimden sonra sen köyde muhtar olacaksın ya Hasan, senin muhtar olduğun köye öyle bir villa yaptırırız artık deyişimizi o an hiç hatırlayan oldu mu bilmiyorum... Ama yarınlara yelken açtığımızı biliyorduk. Bu küçük limanlardan büyük denizlere açılan kaptanlarımız olacağını biliyorduk...

Ve "ateş" ve "teslim olun" çığlığı... inleyen bir sese... Korkunun sese yansıması, bu olsa gerek, hiç böyle bir sese tanık olmamıştık, tanık olduk bugün. Tadını çıkarırcasına dinlemek niyetinde olsak da şu anda zamanı değil deyip elimize ufacık şişesiyle sığan molotofumuzla karşılık veriyoruz. Ateşin gücünü, karşı cephede yaşanan korkuyu görmenin mutluluğu...

Hasan ateşi harlamak için hazırlanıyor. Malzemelerin yanında olmamasına kızıp "neden burada tutmadınız" diyerek hınçla dolaşıyor. Ve kolonya, ilaçlar getiriliyor, bütün Ölüm Oruççuların üzerine döküyor. Hasan ortada 1. Ekip etrafında, onun etrafını alan çembere 2. ekip, 2. Ekibin etrafına 3. ekip... Ateşleniyor ama bedenler yanmıyor, tutuşmuyor, yetersiz kalıyor kolonya. Tekrar isteniliyor, iple camdan alınıyor tiner... Yeniden ateşleniyor bedenler. Hasan, İrfan ve diğer savaşçılar üst üste kapanıp birbirinin ateşiyle tutuşmak istiyorlar. Yine olmuyor. Hasan'ın içindeki öfke öylece kalıyor. Gazın bitkin düşürmesiyle yerden kalkamıyorlar. Alt kata indiriyoruz. Hasan tekrar talimat bekliyor, ateş olup yakmak için bekliyor.

...

"Hasan gel bizim sektörde çalış, bak burada ihtiyaç var. Vallahi ne yapacaksak en kolayını sana yaptıracağız" diyerek dört bir yandan sesler gelirdi. "Sektör"ler harıl harıl çalışır. Bizim her uğraşımızın adı sektördür. Gemi sektörü, boncuk sektörü, çanta sektörü, abajur sektörü, pano sektörü vb. vb... Her pazar, sektör kendi dalında üretime başlardı. Hasan'ı çağırmamızın nedeni hem tatlı sohbeti, hem de denileni yapmasıydı. ...  Hasan'ın gülmesi bir başkaydı. Bir insan ancak bu kadar içten, saf ve temiz gülebilirdi... Saatlerce oturup boncukları sayar, dizerdi. Onun için ayrım yoktu, çalışma olsun yeterdi. Emekçiliği severdi ve her pazar günü el işine katılmak için çabalardı. Bazen takılırdık "yahu Hasan sen kolejde okumuşsun..." vb. deyince karşı çıkar, yine o bildik güzelliğiyle "arkadaşlar bakmayın ona siz, ben inşaat devrimciliği yapmış adamım" diyerek bizi ikna etmeye alışırdı. İşi olduğu, el işine katılmadığı günlerde içinde rahatsızlık hissederdi.

Mütevazi ve temizdi Hasanımız. Sımsıcaktı onunla konuşmak, onunla uğraşmak bizim hoşumuza giderdi. Bu saflığı, temizliği, alçak gönüllülüğü, içtenliği karşısında kimi zaman aşırı gidip olmaması gereken davranışlara girerdik. Bu tür davranışlarımız olduğunda çevredeki yoldaşların müdahalesi olurdu. Hasan ikinci defa da kendisi uyarma gereği duymazdı o an. Çünkü söylenmesi gereken söylenmişti. Kimi zaman toplu sohbetlerimizde, voltalarımızda bu tür konuları genel eğitim amaçlı gündeme getirirdi. Herkes alacağını alırdı. Hasan bizim yöneticimizdi, temsilcimizdi, kardeşimiz, abimizdi... Onun yanında rahattık, sıcaklığını hissederdik. Konuşurken öyle "usturuplu" sözler kullanmazdı, sevmezdi de. Mütevaziliği, içtenliği insana huzur verirdi, rahat hissederdin kendini onun yanında. Çoğumuza yansırdı onun davranışları. Örnek alırdık, kızmaz, alınmaz, somurtmaz, sert konuşarak değil, ikna ederek, dinleyerek sorun çözerdi. Bu özelliğinden dolayı bir çok insan ona açılır, sohbet eder, sorunlarını anlatırdı. Aynı zamanda karşısındaki insandan birşey öğrendiğinde aynı mütevaziliği gösterirdi, hiç kimseyi küçümsediği görülmemiştir Hasan'ın.

...

Günlerimizin bir çoğunu birlikte geçirdiğimiz, sohbetlerimizin, çalışmalarımızın yapıldığı 13. koğuşun yemekhanesi... sorsan duvarlara, anlatsa tanık olduklarını... Sabo'nun okulu... Sabo'nun gözleri üzerimizdeydi her an. "Sabahat Karataş Parti Okulu" diye yazmıştık, arkasında da Sabo'nun resmini çizmiştik. Karatahtanın üstünde asılıydı. Görüşmek için gelen heyetin en çok dikkatini çeken bu olmuştu, bir de şehitlerimizin panosu. Her duvarı şehitlerimizin resmiyle güzel kılmıştık. İdil'in kocaman resmi, İbrahim abinin silahlarıyla boydan boya duvarda duran resmi... Mahir'in içeri giren herkesi karşılayan sakin, içten bakışı. Önderimizin hedefi işaretleyen resmi daha canlıydı. Bir ayda yapmıştık bu resmi. Canlılığı her geleni şaşırtıyordu. Savcı "yani bu kadar büyük ve bu kadar canlı resim asmayın bizi rahatsız ediyor" deyince Hasan da "rahatsız oluyorsanız girmezsiniz içeri, onlar bizim değerlerimiz demişti. Yumuşak yüzünde ilk kez öfkenin bu denli çok olduğuna tanık olmuştuk.

Haftada bir gün elinde bezle resimleri silip, önüne dizdiğimiz çiçeklerin vazoların tozunu alırdı... Buradaydık işte o gün... Hasan bant törenini yaparken kürsüyü koyduğumuz yerde oturuyordu. Çatışan bütün yoldaşlarını bitkin haliyle izliyordu. Şiddetlenmişti çatışma. Ateş açılıp yaralanan yoldaşların tedavisini izliyordu Hasan... Ne kadar içi yanıyor kim bilir. Nasıl sarıp sarmalamak istiyor. Dayanamaz biliyoruz, tanıyoruz Hasanımızı...

Gözünü yaralı yoldaşlarına sabitlenmiş öylece bakakalıyor. Mahir'in resminin alt kısmı hafif bükülmüş, onu düzeltiyor eliyle. Dışarıdaki gaz bombalarının etkisi içerde hissediliyor, bütün yürekler Ölüm Oruççularının yanında atıyor. Parti-Cephe bayraklarını çıkarıp havalandırmaya asıyoruz. Bayrağı Hasan'ın oturduğu yerden alıp dışarıya, direniş kalesine dikiyoruz. 13. koğuşun altında eğitim yine sürüyor. Kapılar kırılmış. Son kapı burası. Bu kapıda kırılırsa göğüs-göğüse, diş-dişe, yürekle çatışılacak yer artık. Kapının altında bomba patlıyor, açık kalan yerden içeriye gaz sızıyor, orayı kapatıyoruz. Üst koğuş ise yanıyor, yan duvarlar dökülüyor, deliniyorlar, tavan deliniyor...

Parti'nin mesajı geliyor, "direnişçilerin alnından öpüyoruz" diyor. Bizlerle gurur duyduğunu söylüyor... O an duygular, heyecan, coşku birbirini tamamlıyor. Ekipler savaş yerlerinde daha bir hınçla çatışıyor, Parti yanımızda, yanıbaşımızda... Böyle bir mutluluğu, böyle bir anda yaşıyor olmak sevginin ve bağlılığın, kavganın gücü... Onun verdiği doyumsuz bağlılık... Hasan'ın öğrencileri hücumdalar. Türkülerle, marşlarla çatışma devam ediyor.

...

Tabaklar, bardaklar yığılmış lavabonun önünde, Hasan kollarını sıvamış bulaşık yıkayacak, "senin işin var, şimdi Hoca yine çağırır. Sen dur biz yıkarız" desek de "yok ben yıkarım, nerde o şans, Hoca (yani baş gardiyan) lüzumsuz yere çağırır. Bulaşık bitsin o zaman çağırır" deyip  kahkahayı patlatıyor. Ve gerçekten de öyle olurdu kimi zaman. Günde bir kez muhakkak bulaşığa girip yıkardı. Temizliğe düşkünlüğünün yanı sıra sürekli koğuş dışında olduğundan, gelir gelmez bir şeyler yapmak isterdi. Mutfak olarak kullandığımız, 12. koğuşun altına gelir, neşeli ve güler yüzlü o sıcak haliyle ellerini birbirine vurur ve "arkadaşlar ben geldim" diyerek bir işin ucundan tutardı. "Bunu böyle mi yapıyoruz, şu ne olacak" diye sorardı nöbet sorumlusuna. Bulaşık yıkarken, şakalarına, gülüşlerine diyecek yok zaten. Şenliklidir Hasan'ın gittiği her yer. Onunla yapılan her işten zevk alır insan, neşeyle yapar. Bazen de bizi toplar, başlardı anılarını anlatmaya. Bazılarını bir çok defa dinlemiş olsak da doyum olmaz onun anlatımına. Her defasında ayrı bir güzellik, ayrı bir sıcaklık yaşatırdı bize. Çalışmalarda pek fazla konuşmuyordu. Yayınları düzenli ve titiz okurdu. Sorumlu yoldaşlarımızdan biriydi. Bir insanın düşmesi onun omzundaki yükü ağırlaştırıyordu. Buna çözüm bulduğunda, düşen insanı ayağa kaldırdığında da onun güzelliğini yaşardı.

Uzun yıllar mücadele ettiği TKP(ML) saflarından ayrıldıktan sonra, Parti-Cepheli olarak dışarıda iki-üç ay kalsam bana yeter. Onun güzelliğini yaşamak isterim, diyordu. Bu büyük bir istekti onun için. Ölüm Orucu direnişçileri netleşince Hasan sen artık dışarı çıkamazsın... Biz de Hasan GÜNGÖRMEZ müfrezesi kurarız deyince gülerek "o zaman vay muhtarların haline, unutmayın ilk eyleminiz bir işbirlikçi muhtarı cezalandırmak olsun" demişti. Bu muhtar olayı da eskiye dayanıyordu. Tokat'ta kaç tane muhtar cezalandırılmışsa ister bizim eylemimiz, ister TKP(ML)’nin olsun, Hasan’a dava açıyorlardı. Üç tane olmalı, böyle bir mesele vardı. Onun için bütün olayların sorumluluğunu muhtarlara bağlardı. "Devrimden sonra muhtar olacağım" esprisi de buradan kaynaklanıyordu.

Hasan adli tutukluların en iyi sırdaşıydı. Bir sorun olduğunda hemen gelir çağırırlardı. Eylemlerinde, kendi içlerinde yaşadıkları sorunlarda hep Hasan'a danışırlardı. Severlerdi Hasan'ı. Onları aşağılamıyor, değer veriyordu, sorunlarını dinliyordu. Adlilerin bir rehin alma eyleminden hemen sonra 12 Kasım depremi olmuştu... Savcılar, müdürler gidip konuşmuşlar ama rehineleri bıraktıramamışlardı. Sonra müdür Hasan'ı çağırıp konuşmuş. Hasan da gidip adlilerle konuşmuş, rehineleri bıraktırmıştı.

Hapishane personeli de saygı duyardı. Hasan olur olmaz yerde laf söylemez, söylediğinde yapardı. Bu yüzden saygı duyuyorlardı Hasan'a. Kendi ailevi sorunlarını, sıkıntılarını anlatırlardı. Yaklaşımları, günlük sohbetleri personel üzerinde etkili oluyor, yakınlık hissediyorlardı. Taksitlerini ödeyemeyenler gelip borç para bile isteyebiliyordu Hasan'dan.

...

Çatışmanın doruğunda, içeride halayların en güzel anı. Sesler, seslerden yükselen melodiler. İçinde umut taşıyan bütün yürekler... Bir karış öteden bakan namlular... Gün yol alıp ilerliyor, saatler kendi ritmini yitirmemecesine devam ediyor bileklerimizde. Geceyi geri getirmek istiyor zebaniler, bombalar doluyor havalandırmaya. Sis duman kaplıyor her yanı. Gülüp halaylar çektiğimiz, sıcak yaz gecelerinde hapiste de olsa yataklarımızı alıp yıldızların altında yatmanın hazzını yaşadığımız havalandırma... Anmaların, kutlamaların süslediği havalandırma...

Şimdi kiremit yağmuruyla, bombaların ölüsüyle ve dirisiyle doluyor... Kapıyı kapatıyoruz, bayrakları koruyan sapancılar duruyor bir tek, ve o an geliyor. Bir sesle gözlerimiz Ölüm Oruççularına dönüyor, "kendini feda edecek var mı?" diyor yoldaşımız.

Feda kuşağının kahramanlarının son sözlerini kulaklarımıza fısıldayacakları an... Anaların ağıtlarının yükseleceği ve içimizde bir sevgi nehrinin akacağı an. Düşmana korku salacağımız, namluların ucuna tükürüp, suratlarına ateşi fırlatacağımız an... Hasan "ben hazırım" diyor. Elini kaldırıyor ve sorumlu yoldaşa bakıyor. Hepimiz içimizdeki çığlığı bastırıyoruz. Yoldaşımız hepimizin yerine alnından öpüyor, sarılıyor Hasanımız’a... Vedalaşmaya vakit yok. Sarılıp sıcak teninden öpmeye fırsat yok... Tanık olamayacak yoldaşlara üzülüyoruz. Görmeli bütün gözler bu anı. Hasanımız’ı, canımızı, ciğerimizi... görmeli diyoruz. hazırlıklarını yapıyor, usul usul çakmağı çıkarıyor. Ecel şerbeti döküyor üstüne... 13. koğuşun altı, şehitlerin dergahı orası. Şehitler panosunun önünde yer açıyoruz Hasan'a... Tokluk uğruna açlığı yaşıyoruz, yaşam uğruna ölüme koşuyoruz bu meydanda... Yollara düştük, türkü söyler gibi, su içer gibi, güneşi giyer gibi. Hasan şerbete bulanmış... Pos bıyıkları, sakalları şerbetle buluşuyor bizi öper gibi. Toprağa bereket yağar gibi yağacak...

Ateşliyor elindeki çakmağıyla... Yanan tenden alevler yükseliyor... Bir kandil yakıyor göğüs kafesinin üstünde... Bir dağ yanıyor Anadolu’nun göbeğinde... Ilgaz Dağı sen uyanmadın mı bugün... Hasan'la birlikte sen de yandın biliyoruz. Biliyoruz Çankırı'nın kıraç toprağı alev alev, halay-halay... Yoksul nasırlı elleriyle Çankırı halkı ve Anadolu alkışlıyor, uğurluyor. Çatlayan dudaklardan isimler birbirini izleyerek çıkıyor. Kanlı duvaklar, çatlak eller acıyı yaşıyor...

Gözlerimiz tutuşuyor içimiz tutuşuyor, Hasan'la birlikte bizler de yanıyoruz ateşler içinde... Ve acemice oynadığı figürler ve tatlı tatlı gülümseyen gözler... oturuyor bir çınar gibi toprağın bağrına... Elleri zafer, elleri umut...

Bandı sevda ateşiyle bütünleşiyor alnında. Koca bir dağ gibi dik duran başı, yaldızlı alnı ışıl ışıl. Bütünleşmiş. Öylece yapışmış bandı alnına, hiç bir güç çekip alamaz artık. Teniyle şekil almış alın bandı. Gözlerinden yaşlar süzülenler çoğalıyor. Kalkıp Hasan'ın ateş nehrine karışmak istiyor. Hasan bizde direnç, biz Hasan'da yanarız. Bu mekânda insan sesi değil, ateş sesi yükseliyor. Hasan közleşmiş ve uzanmış öylece... Kaldırıp yatırıyoruz tahta bir kapının üstüne. O ateşler içinde, biz üşür diye düşünüyoruz... Yüreğimizi alıp bu dağın etrafını kuşatıyoruz. Ve sol yumruklar havada "Bize Ölüm Yok" diyoruz. Saygı duruşunda bulunuyoruz. Havalandırmada nazlıca dalgalanan Parti bayrağını örtüyoruz Hasan'ın üstüne. Bayrak ve Hasan. Hasan'ın alnından öpüyor, önünde saygıyla eğiliyoruz. Bütün yoldaşlarımızın gözlerinden öpüyoruz...

Umut-Parti-Feda ve Hasan...

 

Geri