Hasan ELİUYGUN'u Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir SDB üyesi, Komutanı Hasanı Anlatıyor:

 

“YAŞAMIYLA ÖĞRETEN BİR KOMUTANDI”

 

Silahlı Devrimci Birlikler'in eylemleriyle düşmanın korku ve paniğinin iyice arttığı bir dönemdi. Eylemlerin niteliği ve kimseyi yakalayamamaları korkularını daha da büyütüyordu. Bu çaresizlik ve panik içinde TV'lerde, gazetelerde, sokak afişleriyle birçok Devrimci Sol'cuyu afişe ediyorlardı. Bunlardan biri de Hasan Eliuygun'du.

Hasan Eliuygun, Kürdistan kasabı Temel Cingöz'ün Adana'da cezalandırılmasından sonra afişe edilmişti. Bizim biriiğimize gelmesi de tam o günlere denk düşüyordu. '91 Mayıs ayıydı ve birliğimizin üst komutanı farklı bir görev için ayrılınca yerine o gelmişti. Günlerce koparılan yaygara, yayınlanan fotoğraflara ve bu konuda taşıdığımız duyarlılığa rağmen komutanımız olan kişiyle fotoğraflardakinin aynı kişi olduğunu anlayamamıştık. Giyimi-kuşamı ve yüzünde yaptığı tip değişikliğiyle orta yaşlı bir insan olmuştu. Afişe edip, katletmek için zemin hazırlayan düşman her yerde onu ararken, o alabildiğine kendine güvenli, doğal ve rahattı.

Hasan'ın birliğimize geldiği günlerde yeni bir eğitim çalışmasına başlamıştık. O gün konuyu anlatan arkadaş yeni bir komutanın yanında bu çalışmayı verdiği için oldukça heyecanlanmıştı. Bu yüzden anlatımı da eksik kalmıştı. Hasan, önce arkadaşın heyecanını görmezden gelerek anlatımı bitinceye kadar sessiz ve sakin dinlemiş, sonra da kısa, özlü cümlelerle konuyu toparlayıp arkadaşın eksiklerini tamamlamıştı. Benim dikkatimi çeken, Hasan'ın konuyu toparlarken, arkadaşın kendine güvenini sarsabilecek bir hava doğmamasına özen göstermesi olmuştu. Hasan'ın mütevazı, kendine güvenli, doğal anlatımı böylece arkadaşın heyecanının yatışmasını sağlamıştı. Diğer yandan bizim de yeni bir komutanın yanında olmaktan duyduğumuz çekingenlik ortadan kalkmış, rahatlamıştık.

Gösterişsiz ve sade bir kişiliği vardı. Bu kişilik onun görüntüsüne ve tavırlarına da yansıyordu. Hemen göze çarpan bu özelliği yeni yeni tanışıyor olmanın bizde yarattığı çekingenliği ve yabancılığı da kısa sürede ortadan kaldırmıştı.

Hasan Eliuygun, şehit düştüğü ana kadar, vaktinin büyük bir bölümünü bizlerle geçirdi. Birliğimizle kısa sürede yakınlaşmış, onunla aramızda sıcak, güçlü bir bağ oluşmuştu. Sıcakkanlı, emekçi, mütevazi bir kişiliği vardı. Birliğimizin bir savaşçısı gibi her işe koşuyor, bütün gün bizimle birlikte oluyordu. Sokakta, üste, randevuda, istihbaratta, yaşamımızın her anında bizimleydi. Böylece onu yakından tanımış ve çok sevmiştik.

Birlikte olduğumuz her anı eğitime dönüştürüyordu. Sokakta dolaşırken pek çok istihbarat yakalar, daha sonra kullanabileceğimiz randevu yerleri belirleyip bize anlatırdı. Sahip olduğu askeri bakış açısını pratikte bize de kazandırmaya çalışıyordu. Sokaklarda dolaşırken askeri konular, tarihimiz, gerilla kültürü gibi pek çok konuda kafamızı açar; biz yetkinleştirmek ve geliştirmek için büyük çaba harcardı. Hareketimizin gelişip, güçlenmesi en büyük hayaliydi. Bu yüzden kendimizi sınırlamamamız, hedeflerimizi daima daha büyük tutmamız gerektiğini anlatırdı. Her birimizin en kısa sürede komutan olması için büyük emek harcıyordu.

Önderliğe ve harekete güven, Hasan'ın bize kazandırmaya çalıştığı en temel özelliklerin başında geliyordu. Bu konuda özel bir ısrarı vardı. Önderimize karşı sarsılmaz bir güven duyuyordu. Bize de özellikle bu bilinci kazandırmak için uğraşırdı. En küçük bir sorunumuzu dahi örgüte açmak gerektiğini vurgulardı. Önderliğe güven konusunu kafamızda canlandırmamız için Çakırcalı Efe örneğini sürekli anlatırdı.

Zenginden alıp sürekli yoksula dağıtan, adaletsizliğe, haksızlığa aman vermeyen Çakırcalı Efe hem kızanları arasında hem de halkta bir güven yaratır. Çakırcalı'ya yataklık eden köylülerin ya da yanındaki kızanlarının başına bir şey geldiğinde, ucunda ölüm bile olsa Çakırcalı'nın mutlaka bunun hesabını soracağını halk bilir. Çakırcalı bu konuda öyle bir güven yaratmıştır ki, bu güveni sarsmak mümkün değildir. Bir gün Çakırcalı'nın kızanlarından biri bir baskın sonrası yaralanıp tutsak düşer. Ama bu baskında Çakırcalı'nın kendisi yoktur. Çünkü hasta yatmaktadır.Birinin tutsak düştüğünü,başına bir iş gelmemesi için Çakırcalı'ya özellikle söylemezler. Osmanlı askerleri yakaladıkları kızandan Çakırcalı'nın yerini söylemesi için çok uğraşırlar. Türlü işkenceler yapıp, konuşturmaya çalışırlar. Ama kızanın ağzından “Çakırcalı gelip beni kurtaracak, sizi yaptığınıza pişman edecek"ten başka söz çıkmaz. Kızanın önünde iki seçenek vardır; ya konuşacak ya asılacaktır. Ama o kararından ve sözünden vazgeçmez. Asılacağı an gelip çatmıştır. O yine “Çakırcalı gelip beni kurtaracak" demeyi sürdürür. Askerler alay etmeye başlarlar. İpi boynuna geçirirler, “Son şansın konuşacak mısın? Bak Çakırcalı gelmedi işte” derler. Kızan boynunu çaresiz ipe geçirip, “gelirdi, mutlaka gelirdi ama ya başında bir iş var ya da duymamıştır” cevabını verir.

Hasan hikayeyi anlattıktan sonra “Önderliğe duyduğumuz güven böyle güçlü, bu kadar saf ve temiz olmalı” demişti. İnancımızı güçlendirmek için anlattığı bu örnek gerçekten de kafamızda güvenin nasıl olması gerektiğini daha canlı kılmıştı. Hasan'ın kendi yaşamında önderliğe, harekete duyduğu güveni çok somut olarak hissederdik.

İnsanların olumluluklarını açığa çıkarma konusunda da örnek bir komutandı. Kurumlaşmada görevli bir bayan arkadaş vardı. Arkadaşın sağlık sorunları vardı. Bu durumunun üssün dışında arkadaşın faaliyet yürütmesini engelleyeceğini düşünüyorduk. Hasan bizim bu arkadaşa bakış açımızı değiştirmek için çok uğraştı. Çünkü biz bu düşüncelerle onunla hiç ilgilenmiyor, gelişmesi için hiçbir yardımda bulunmuyorduk. Bu arkadaş mütevazi, emekçi, fedakar tavırlarıyla evin içinde sürekli koşturuyor, ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyordu. Durumu gören Hasan bizim bu bayan arkadaş hakkındaki değerlendirmelerimizi eleştiriyor, onun da bir SDB savaşçısı, bir komutan olabileceğini, bizim böyle yaklaşmamız gerektiğini anlatıyordu. Sonuçta bizim de değerlendirmemiz, bakış açımız değişmişti. Diğerleri gibi onun da gelişmesi için ilgilenmeye aşladık.

Birlik içinde eleştiri-özeleştiri mekanizmasını pek işletmiyorduk. Birlik içinde gelişen liberal ilişkiler Hasan'ın gözünden kaçmamıştı. Hele hele savaşçı bir örgüt için bu affedilmez bir ilişki biçimiydi. Hasan eksik, zaaflarımıza prim vermememiz gerektiğini söyler, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını mutlaka çalıştırmamızı isterdi: “Eğer hata ve eksiklerimizi görmez, bunları eleştirmezsek ne kendimizi ne de hareketimizi geliştirebiliriz. Yanlış yapan, hata yapan kim olursa olsun cüretlice eleştirebilmeliyiz. Komutanlarımız dahi eksiklik gösterse biz mutlaka eleştirmeliyiz. Zaaflara kesinlikle prim vermemeliyiz. Yaptığımız her şeyden hareketimizi bilgilendirmeliyiz. Özellikie de işe önce eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işletme konusunda düştüğümüz hata, eksik ve zaaflardan başlamalı, öncelikle bunu aşmalıyız ki, hem kendimizi hem hareketimizi geliştirelim” diyor, bu yönü aşmamız konusunda ısrar ediyordu.

Hasan ilk dönemler Perihan Demirer'lerin kurumlaştığı üste kalıyordu. Perihan şehit düşmeden birkaç gün önceydi. Kapı çalındı. Elinde çantalarla ter içinde kalan Hasan karşımızda duruyordu. Çantalar tek bir insanın taşıyamayacağı kadar ağır; kalıplarla, dökümanlarla, malzemelerle ağzına kadar doluydu. Tüm bunları tek başına taşıdığı için hem yorulmuş hem de riske girmişti. “Bari bize haber verseydin bir yerlerde randevulaşır, taşırdık. Buraya kadar yalnız taşımasaydın keşke” deyince, bize şakayla karışık kızıp “bir siz kalmıştınız fırçalamadık, bir de siz fırçalayın. Ne olmuş yani kendi işimizi kendimiz yapamayacak mıyız. O işi yapma bu işi yapma biz hangi işi yapacağız?” demişti.

Perihan şehit düşmüştü. Önlem olarak bulunduğumuz yerlerin boşaltılması gerekiyordu. Ayrıca birliğin dağılmasını önlemek, malzemeleri aktarmak ve insanlara kalacak yeni yerler ayarlamak gerekiyordu. Hasan sağa sola koşturuyor, evler, dükkanlar ayarlıyor, birliğin derli toplu bir halde kalması için çok çabalıyordu. Aynı zamanda Bush'un Türkiye'ye geleceği bir süreçti. Kampanya hazırlığına başlamıştık. Hasan tüm kurumlaşması alt-üst olan birliği güvenli bir şekilde korumaya bir arada tutmaya çalışırken, diğer yandan da kampanyanın çalışmalarının aksamamasını sağlıyordu. Bir çok işi bir arada yürüten, moral ve motivasyonu sürekli ayakta tutan bir yöneticiydi.

Perihan'ın şehit düşmesinin ardından duyduğumuz acı ve öfke, operasyon sonucu girdiğimiz alarm durumu, ABD emperyalizminin efendisi Bush'u karşılamak üzere yaşadığımız yoğunluk içinde pek çok duygu ve düşünce iç içe geçmişti. Böylesi karışık ve yoğun bir ortamda Hasan gibi bir komutanın varlığı, hepimize güç ve enerji aşılıyor, pek çok şey sorun olmaktan çıkıyordu. O gerçek bir Devrimci Solcu olmanın yanında gerçek bir komutandı. Onun yönetme kapasitesi böyle zorlu bir süreçte bizlere kılavuz olmuştu.

İşte 12 Temmuz'u savaşı her yönüyle yakından soluduğumuz böylesi bir süreçte yaşadık. Komutanlarımızı kaybetmek ağır gelmişti. Atılımın yükünü omuzlamışken, bizlere ve harekete daha katacakları çok şey varken şehit düşmüşlerdi. Onlar hareketimiz tarihinde bir basamak oldular. Onları tanımaktan, onlardan öğrenmekten, onların savaşçısı olmaktan hep gurur duyduk.

Onların en büyük özlemi hareketimizin büyüyüp güçlenmesi, savaşın yaygınlaşmasıydı. Çünkü zaferi ancak bu şekilde kazanacaktık. İşte bugün savaşımız halka yayıldı, Parti-Cepheyle savaşı büyütmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Ve biliyoruz ki; Niyaziler, Cavitler, Hasanlar, İbrahimler Parti-Cephe varolduğu sürece yaşamaya, savaşmaya, özlemleri gerçekleşmeye devam edecek.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

'Coşkun, sabırsız, çalışkan ve üretken..."

 

"Bir daha böyle olmayacak anne. Bir dahaki seferde çatışarak şehit düşeceğim. DEVRİMCİ SOL'cular teslim olmazlar; çatışarak hareketime ve size layık olacağım."

Hasan 1988 yılındaki ikinci yakalanışında bunları söylüyordu. İşkencede, direniş türkülerinde işkencecileri dize getirirken, tutsaklık koşullarında kendini aşma, yenileme ve halklara bağlılığını bir kez daha haykırmış oluyordu. Hasan'ın hızlı konuşan, aldığı işi kısa sürede sonuçlandırmayı seven, coşkun, sabırsız bir kişiliği vardı. Bıktırıcı, uzun sohbetleri sevmezdi. Tutsaklığın en zor gelen yanı, dışarıda yarım kalan işleriydi. İlk andaki sessiz ve sakin görünümü yanıltır, gözlerinin parıltısıysa inancı yakalatırdı. Anlık siyasi inisiyatifini kullanmaktan kesinlikle kaçınmazdı.

Yeteneklerini, becerisini sunmayı severdi. Annesini, babasını, ailesini devrimci mücadelenin sıcaklığındaki bağlarla kucaklamıştı. Ailesi de onu. İlişkilerinin sıcaklığı devrimci bir evlat olma noktasındaydı. Tutsaklığı sırasında, bir gün itirafçının tebessümüne karşılık bu ihanet maskarasını gardiyanların arasından kurtularak dövmüş ve hücreye atılmıştı.

Hedef olmasına rağmen, tereddüt taşımadan sıradan bir insanın rahatlığıyla son görevini sürdürürken şehit düştü. Ferit'le yakaladıktan dostluk, halk düşmanlarına karşı verdikleri mücadelede de aynı onuru paylaşmalarını getirdi.

Mücadeleyi ve halka bağlılığı bir ilişkinin önünde tutardı. Çalışkan ve üretkendi. Dava adamı olma, görev adamı olma yanını hiçbir dönem unutmadı.

Yeğenlerini severdi. Ve onların kendi kişiliğindeki gelişimini de unutmadan devrimcileri sevmesini, tanımasını sağladı.

 

(Bu anlatım, Haziran Yayınevi tarafından yayınlanan «Bize Ölüm Yok» adlı kitapta yayınlanmıştır.)

 

***

 

Çukurova Bölgesinden Bir yoldaşı HASAN ELİUYGUN'u Anlatıyor

 

Ben, kendi bölgemizden ve Arap milliyetinden olmayan, ama bizim bölgemizde çok emeği geçmiş olan bir şehidimizi anlatacağım. Bu şehidimiz Hasan Eliuygun...

Ben bir anlamda onun öğrencisiyim, devrimci mücadeleyle tanışınca onunla tanışmış oldum. O bizlere hep hareketleriyle, davranışlarıyla bir şeyler öğretmeye çalışırdı. Ondan öğrenmek çok kolay gelirdi bize. Görünüşüyle, giyimiyle, insanlara bakışlarıyla, mimikleriyle, konuşmadan 'da yüzünde bir çok şeyi anlatabilirdi. Birgün kendisini tanıyan bir aile ile karşılaştım, bana hemen Hasan'ı sordular ve ardından onu anlatmaya başladılar. Kendilerine gelirmiş, sıcak sohbetler ve espirileriyle, davranışı ve pırıl pırıl parlayan gözleriyle gülerek, arkasından sürüklermiş kendilerini. Sanki büyülenir gibi olurlarmış onu görünce, onun yanında olunca ölüme gitmek bile kendilerini korkutmaz, bazı işleri yaparlarmış beraber, bu işleri yapıp Hasan'dan ayrılınca bu işleri ben mi yaptım diye kendi kendilerine şaşırıp dururlarmış.

Evet, Hasan kurumak üzere olan bir dalı yeniden yeşertip, güneşle buluştururdu. Bazen bakışlarıyla hedefini bilmeyen bir oku, tam he- defin kalbine vurması için onun bir mimiğiyle eğri olan şaşan herşey düzelirdi.

Bir gün geniş bir korsan gösteri yapılacaktı. Bu o günlerde daha çok yeni insanların dönüşümlerini hızlandıracaktı. Bölge açısından büyük önem taşımaktadır... Her kesimden halkın gelmesinin iyi olacağını anlatmıştı, ama daha çok gençlik vardı. Eylem üç grubun gelmesiyle başlayacak. Bizim grup eylemi başlatacak grup. Bizim grubun çoğu bayan, üç bayan yola inip slogan atarak eylemi başlattılar, karşıdan gelen grup pankartı açamıyor eğri büğrü getiriyorlar, diğerleri benzini dökemiyor... Bu arada slogan atan bayanlardan birinin üstüne doğru hızla bir araba geliyor, eylemi bozmaya çalışıyor. Arkadaşlarımız kararlı, çekilmiyorlar bulunduğu yerden. Ama diğer insanlar panikliyor, işte tam bu noktada hiç ortalıkta görünmeyen bir insan nasıl, nerden bu kadar hızlı, nasıl oldu da taksinin yanında bitti. Bakışlarıyla araba hemen durdu arkadaşımızı ezmedi. İşte tam bu noktada öncülüğünü, Devrimci Solcu ruhunu insanlara taşıdı Hasan. Sonra insanlar bunun coşkusuyla ateşi yaktı. Ateşler en az beş metreye ulaştı ve artık kimse kimseyi görmüyor. Yere düşen pankart yerden kaldırılıp koşarak slogan atılarak asılıyor. Kimse gitmek istemiyor artık. Siren sesleri insanlara vız geliyor. Sonra Hasan yaklaşıyor ve bizi uyarıyor "hadi çocuklar, sen bu taraftan sen şu taraftan çabuk uzaklaşın durmayın", en son kendisi gidiyor...

Bizlere bu davranışlarıyla ülkemizin koşullarını ve halkımızın neyi istediğini çok iyi anlatıyordu.

O geldikten sonra bölgemiz canlandı. Çünkü Hasan, gece gündüz demeden, yayından fırlayan bir ok gibi tüm insanların sorunlarına koşar. En ufak bir detayı bile dikkate alır ve hiç üşenmeden bunu çözmeye çalışırdı.

Bir defa bir arkadaş, bir alanda sorunlar yaşıyordu ve bu sorunları yeni olduğu için pek fazla anlatamıyordu. Hasan'ı gördüğü zaman hemen onunla konuştu. Hasan'ın kendisini kendisinden daha iyi tanıdığını, anladığını, anlatmak istediklerini Hasan'ın nasıl anladığını anlatır ve ona karşı olan hayranlığını gizlemezdi. Hasan'ı daha bir çok yanıyla anlatmak mümkün fakat, Hasanlarımızın bizlere bıraktığı bu değerler, insana ait en temiz duyguları ve paylaşımı ancak biz hayata geçirip geliştirdiğimizde Hasan'lara şehitlerimize layık oluruz...

Onlar bizlere kendileri açken önce yoldaşlarını doyurmayı düşünen. Kendileri her yerde aranırken yep yeni aranmayan, bilinmeyen insanları korumak için hiç çekinmeden göğsünü siper edip, öncülük eden; Onlar canımız sıkılmışsa, kendilerinin binbir sorun, iş ve zorlukları karşısında bizim can sıkıntımızı öğrenmek için saatler ayıran, bize çözüm yolları bulmak için yanıp tutuşan; Onlar küçük çocukların yüreklerinde taht kurup, risk taşısa bile bu insanlara da zaman ayıran, onlar ki yoksul halkımızın düşmanlarına elleri titremeden, gözlerini kırpmadan düşmanın beynini kurşunlarıyla dağıtan, Halkın Adaletinin öncüleri; Onlar ki, “Bir gün gelecek ölüm sıradanlaşacak, ama önemli, olan bugün ölebilmek” diyen feda kuşağının şahinleri...

İşte bize düşen görev, yoldaşlarımız gibi yaşamak, yaşamımızda yoldaşlarımız gibi devrimci kültürü içselleştirmektir. Bu bizim için artık zor değil yeter ki her saniyemizin farkında olup devrimci olduğumuzu unutmadan yaşayalım. Devrim için sarf edilmeyen her saniye, bizi devrimci ruhtan uzaklaştıracaktır. Bizi şehitlerimizden, yoldaşlarımızdan ayıracaktır. Şehitlerimizin de eksik ve zaafları olanlar vardı. Ama buna karşı her saniye devrim için çarpan yürekleri ve bilinçleriyle zaferi hep elde tuttular, zafer devrim şehidi olabilmekti gerektiğinde oldular. Zafer zaafına karşı savaşmaktı. Nasıl? Yapılması gereken işi yapıp gerekçeler sunmamaktı. Yapacağı bir çok şeyi yapamam dememekti. Yoldaşlarımız yaşamın her saniyesinde mücadele eden insanlar olarak bize örnek oldular.

Belki Hasan yoldaşımız benim büyüdüğüm bölgeden çok uzak bir bölgenin insanıydı. Ama biz birbirimize o kadar çok yakındık ki, ne annem, ne babam, ne de hiç bir kardeşim hatta Arap olan yoldaşlarım, aynı bölgeden olan yoldaşlarım bile, beni bizi Hasan kadar iyi çabuk anlayamıyorlardı. Neden bu kadar yakındı, nasıl anlıyordu. Çünkü bir öncünün halkıyla birlikte nefes alacak kadar, iç içeydi halkını tanıyordu. Hasan işte annemin, babamın, akrabalarımın yaklaşamadığı anlayamadığı ve bana bu kadar yakın olamadığı şey, Devrimci Sol ruhuydu. Şimdi Parti-Cephe ruhuyla daha da büyük miras bıraktı. ŞEHİTLERİMİZ BİZLERLE...

 

 

Geri