Hamide
ÖZTÜRK
Şehit Düştüğü Tarih: 10 Eylül 2002
Şehit Düştüğü Yer: İstanbul, Bakırköy Devlet
Hastahanesi
Doğduğu Tarih: 1970
Doğduğu Yer: Antakya
Mezar Yeri: Harbiye, Hatay
3 Haziran 2001’de ölüm orucuna
başlayan Hamide Öztürk, direnme savaşımızın 97.
Şehidi, devrimci iradenin yenilmezliğinin anıtı olarak 10 Eylül’de
ölümsüzleşti.
5. Ölüm Orucu Ekibi’ndeydi
Hamide Öztürk...
19 Aralık 2000’de, 6 bayan
tutsağın diri diri yakıldığı Bayrampaşa C-1 koğuşunda’ydı Hamide Öztürk. O da
diri diri yakılan 6 yoldaşımızdan biri olabilirdi o
gün... Hamide Öztürk, 19 Aralık katliamını halkımıza
anlatan tanıklardan biriydi.
Hamide
Öztürk yoldaşımız, 1970 Antakya doğumludur. Arap alevidir.
Anadili Arapçadır. Antakya Meslek Yüksek Okulu Muhasebe Bölümü’nden mezun
olmuştur.
Devrimcilikle, ağabeyi
Ahmet Öztürk vesilesiyle tanıştı.
1990’da meslek yüksek
okulundayken gençliğin akademik-demokratik mücadelesi içinde yer aldı. Daha ilk
eyleminde, 6 Kasım boykot çalışmalarında gözaltına alındı, işkencecilerle,
zulmün asıl yüzüyle tanıştı.
Daha sonra Adana’da
haklar ve özgürlükler mücadelesi içinde yer aldı. Özgür-Der içinde, Haklar ve
Özgürlükler Platformu (HÖP) içinde mücadelesini sürdürdü. Özgür-Der başkanlığı,
HÖP sözcülüğü yaptı. Hapishanelere veya halkın çeşitli kesimlerine yönelik
saldırılar karşısında protesto eylemlerinde yer aldı. Giderek kendini daha çok
verdi bu mücadeleye. Eylemlerde yeralan olmanın
ötesine geçip, onların örgütleyicisi olmaya başladı. 11 kez gözaltına alındı bu
mücadeleleri boyunca.
26 Ekim 1994’te Ağabeyi Ahmet
Öztürk, Mersin’in Erdemli ilçesi Arpaçbahşiş
beldesinde polis tarafından infaz edildi.
Bu da yıldırmadı,
korkutmadı onu. Tersine, düşmana karşı daha büyük bir hırsla sarıldı
mücadeleye. Devrimci idealleri, hedefleri netleşti. Artık tüm zamanı ve varlığı
mücadeleye aitti. Akdeniz çapında görevler üstlendi.
11 Nisan 1996’da İstanbul’da
tutuklandı. İstanbul 2 No'lu DGM tarafından, hiçbir
kanıt, belge olmaksızın, 12,5 yıl ceza verildi.
Tutsak düşmesinden kısa bir
süre sonra, 1996 ölüm orucu gündeme geldi. O da gönüllülerden biriydi. “96 Ölüm
Orucunda üçüncü ekipte yeraldı. 2000’de yine ölüm
orucu gönüllüsü olurken şöyle diyordu: “Özellikle
'96 Ölüm Orucu eylemi, bu eylemde 3. Ekipte yer almam ve Berdan'ın
katafalkının başında ona verdiğim söz benim için önemlidir. “Bayrağı sizden
devraldık ve asla yere düşürmeyeceğiz’ demiştim.” (3 Ağustos 2000)
Bayrağı asla yere
düşürmedi.
Fedakâr, direngen,
partiye, yoldaşlarına, halkına karşı sevgi ve bağlılığıyla yaşayan, mütevazı, emekçi,
her zaman coşkulu yoldaşımız Hamide Öztürk, Berdanlar’dan aldığı bayrağı yoldaşlarına devrederek
ölümsüzleşti.
(Yukarıdaki özgeçmiş
bilgileri Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın Bürosu’nun 10 Eylül 2002
tarihli, 273 nolu Açıklamasından alınmıştır.)
Hamide
Öztürk’ün Partiye Gönüllülük yazısı:
3 Ağustos 2000
PARTİME MERHABA,
Ölüm
Orucu eylemine ilişkin duygu ve düşüncelerimi, heyecanımı tarif etmekte güçlük
çekiyorum. Şöyle ifade edeyim; Ölüm Orucu adayı olduğum söylendiğinden bu yana,
öncesinde yaptığım değerlendirmelerde bugün de aynı şeyleri düşünüyor ve
hissediyorum. Hatta gün geçtikçe her an kendimi daha hazır ve güçlü
hissediyorum. Çok mutlu, huzurlu ve güvenli hissediyorum kendimi. Yaşadığım her
andan, geçmişimizden, tarihimizden, şehitlerimizden, halktan, Partimden ve
Önderimden daha da güç alıyorum. Her şeyimle kendimi halkım için, Partim için
feda etmeye hazırım.
Şu
an bu satırları yazarken bile içim içime sığmıyor. Ölüm Orucu gönüllüsü olarak,
Ölüm Orucu adayı olarak Partimin bu görevi bana layık görmesi benim için büyük
bir şeref olacaktır. Bu şerefe, namusa, değere layık olacağım. Bundan emin
olabilirsiniz. Ölümü gülerek kucaklamak için hiçbir tereddüdüm, kaygım yoktur.
Tek kaygım, Partimin bana bu görevi vermemesi ihtimalidir. Partimin kararına
saygım sonsuzdur. Bu görevi yerine getirmek için en ön safta yer almak
istiyorum ve layık olacak, en ufak bir tereddüt göstermenin, bunun düşünmenin
bile ihanet olacağını bilerek hareket edeceğim. Partimin bana olan güveni benim
güvenimdir, şerefimdir.
Ayrıca
şunu belirtmek istiyorum. Kendimi şehitlerimize çok yakın hissediyorum. Onların
gözlerinin üzerimde olduğunu biliyorum. Özellikle abime,
İdil'e, Ölüm Orucu şehitleri ve tüm şehitlerimize yakın hissediyorum kendimi.
Bu duygu bana ayrı bir güç veriyor. Ben bu gücümü zafere kadar taşıyacağıma
inanıyorum.
Partime,
Önderime, yoldaşlarıma layık olacağım ve hep yanımda hissedeceğim. Güveninizi,
emeğinizi ve bana verilen değeri boşa çıkarmayacağım.
Şehitlerimize
layık olacak, uğruna canlarını feda ettikleri değerlerimizi daha ileriye
taşıyacak ve koruyacağım.
Halklarımıza,
Arap halkına böylesine onurlu bir görevle zaferi armağan etmek boynumun
borcudur. Büyük bir şereftir benim için.
Partimi,
şehitlerimizi, Önderimi, halkımı ve yoldaşlarımı çok seviyorum. Sevdiklerim
için ölmeye hazırım. Ben Parti-Cephe ile doğdum, Parti-Cepheli olarak şehit
düşeceğim.
Zaferimizin
coşkusuyla devrimci selamlar...
YA
ZAFER YA ÖLÜM
YAŞASIN
ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ
YAŞASIN
ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ
YAŞASIN
DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
Hamide
Öztürk
***
Hamide
Öztürk'ün 19 Aralık Katliamını Anlatan
Mektubu
Sayın
Behiç Aşçı,
Merhaba,
19
Aralık günü sabah saat 05.00'te Sağmalcılar Hapishanesi’ni özel tim, komando ve
askerlerle, çeviklerle, robocoplarla kuşattılar.
Duvarları delmeye çalışırlarken hepimizin kalktığını görünce ateş etmeye
başladılar.
Arkasından
yoğun bombardımana tuttular. Bildiğimiz her türlü bombayı attılar üzerimize.
Sis, ses bombası, sinir gazı, biber gazı attılar. Biz onlara sürekli
sloganlarımızla ve zılgıtlarımızla cevap veriyorduk. Onlar bize sürekli “Teslim olun yoksa hepinizi öldüreceğiz”
dediler. “Gelin hepimizi öldürün ama bizi asla teslim alamayacaksınız, asıl siz
bize teslim olun, halkın adaletine teslim olun” dedik. “teslim ol”
çağrıları, hakaretler, küfürler, tacizler arasında biz sürekli sloganlarımız,
marşlarımız ve zılgıtlarımızla cevap verdik. Belli aralıklarla bizi yoğun bomba
bombardımanına tutarak bizi etkisiz hale getirmeye çalıştılar. Zaten çatışma
başladığında biz yatakhanedeydik. Tavanı delmeye başladılar. Tavan
deliklerinden, mazgallarından, çatıdan, havalandırmaya bakan mazgallardan bize
sürekli ateş ediyorlardı. Bombaları silahlarla sıktılar. Tavanı deldiklerinde
çekildiğimiz her yöne doğru tavanı milim milim
delmeye devam ederek bomba atıyorlardı. Özellikle ranza boşlukları ve tavanın
her tarafını deldiler. Bombalar kafamıza sırtımızı ve ayaklarımıza geliyordu.
Yüzümüzü ıslak havlularla kapatıp birbirimizin üzerine siper almaya çalıştık.
Özellikle Ölüm Orucu savaşçılarını korumaya çalıştık. Onları ne tarafa
çektiysek herkesin üzerine bomba atıyorlardı. Bu şekilde öğlene doğru saat 12,
12.30'a kadar sürdü. En son yoğun gaz bombalarından sonra o yoğun gaz içine
yangın bombaları sıktılar. Hepimiz kendimizden geçmiş, kimimiz bayılmıştık.
Aynı anda alevlerin içinden kendilerine gelen arkadaşlar bizi kapıya yöneltti.
Çıkabilenler geri gelip diğer arkadaşları kurtarmaya çalıştılar. En son çıktığımızda artık alevlerden
hiçbir şey görünmüyordu.
Gülser
kapının ağzında alev alev yanmıştı. Gülseren Yazgül
Güder, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel,
Seyhan Doğan, Nilüfer Alcan ve Gülser
Tuzcu alevler içinde diri diri yandılar. Hepimizi yakmaya
çalıştılar.
Biz
aşağıya inince bu sefer yemekhaneye yoğun bomba attılar. Hepimiz
havalandırmanın ortasına geçtik ve halay çekmeye başladık. Gelin hepimizi
tarayın ama hiçbirimizi teslim alamazsınız diye bağırdık onlara. Çok
korkuyorlardı. Biz o gaz bombalarının altında “Mitralyöz”le halayımızı çektik,
sloganlarımızı attık.
Sürekli
tazyikli su sıkıyorlardı bombalarla beraber. Gaz bombalarının yoğunluğu bütün
havalandırmayı kapladı. Biz havalandırmaya çıkınca diğer siyasetlerden
arkadaşlar da dışarı çıkıp yanımıza geldiler. Ropokoplar
sürekli “Teslim olun” diyordu. Biz de her seferinde cevabını verdik. Sürekli “Şehitlerimizin hesabını soracağız. Bizi
diri diri yaktınız, 6 tane canımızı diri diri yaktınız, gelin bizi de tarayın ama asla bizi teslim
alamayacaksınız” dedik. “Hepimiz idiller’in Sabolar’ın, Sibeller’in yanına gideceğiz” dedik. “Biz zaten 54 gündür ölümü bekliyoruz, biz ölümü çoktan göze aldık”, “Ölüm
Hoş Geldi, Sefa geldi” sloganı temel şiarımızdı.
Havalandırmada
böyle saat 3'e doğru sürdü. En son kapıları kırıp karşılıklı iki koğuşa
girdiler. Çatılardan da bizi kuşatmışlardı zaten. Sonra havalandırmaya girdik,
1 metre yakınımıza kadar geldiler ama asla yaklaşmaya cesaret edemediler. “Teslim
olun, tek tek gelin” diyorlardı. “Yaralılarınızı
hastaneye götüreceğiz, kimsenin başına bir şey gelmesini istemiyoruz”
diyorlardı. Biz havalandırmanın ortasındayız. “Siz 6 tane canımızı yaktınız.
Hepimiz ölmeye hazırız, katiller, it sürüleri” diye cevap verdik. Operasyonu
sürekli çatıdan kameraya çekiyorlardı. Havalandırmaya girdiklerinde de
kamerayla çekiyorlardı. “Çekin çekin” dedik. “Bayramımızı böyle kutluyorsunuz,
gidin karınıza çocuğunuza insan eti yediğinizi, insan kanı içtiğinizi anlatın”
dedik. Sonra etrafımızı iyice kuşattılar ve vahşice saldırıp işkencelerle bizi maltadan sürükleyerek dışarı çıkarıp askeriyenin bir salonuna
aldılar. Bizi ikişer üçer kişi hastaneye (Sağmalcılar Hastahanesi)
götürdüler. Ben Aydan'la birlikteydim. Hastanede
askerler, subaylar üzerimize çullanıp üstümüzü aramaya çalıştılar. Sloganlarla
cevap verdik. Yerlerde sürükleyip bize işkence yaparak acil servis kapısına
attılar. Benim kafamda, bacağımda yanıklar vardı. 5 dakika sonra bizi geri
götürüp askeriyenin bekleme salonuna aldılar. Oradan hepimizi ringlere bindirip
bekletmeye başladılar. Ağır yaralı arkadaşlarımızdan 12 kişiyi hastaneye
kaldırdılar. Birsen, Hacer, Ebru, Gamze, Gülperi, Songül (çatışma sırasında açılan ateşle kolundan
yaralandı), Mine, Alev, Özgül, Hülya, Funda ve Gülizar toplam 12 kişi
hastanedeler. Hepsinde ağır yanık yaraları vardı.
Onları
yatakhaneden yanarlarken aşağıya sürükleyerek indirebilmiştik. Bizi de ben,
Münevver, Filiz, Nursel, Ayla, Suna, Mesude, Fatma, Aydan diğer siyasetlerin bayanlarıyla
birlikte (10 kişiler) ringde 5-6 saat beklettiler.
Oradan
da Bakırköy Hapishanesi’ne getirdiler. Şehit düşen yoldaşlarımız Gülser Yazgül Güder
Ölüm orucu savaşçısı, 5’4 gündür Ölüm orucundaydılar.
Sürekli
slogan atıyor, marş söylüyor ve katillere onlardan hesap soracağımızı,
halkımızın, yoldaşlarımızın hesap soracağını söylüyorduk.
Seyhan;
sürekli atılan bombaları dışarı fırlatmaya çalışıyor, oradan oraya kurşun
yağmurları altında koşuyordu. Şefinur yine aynı
şekilde. En son Şefinur
yanarken ayağa kalkmış ve zafer işareti yaparak el sallıyormuş.
Karşı
koğuştaki siper yoldaşlarımız anlatıyorlar. Seyhan yine yanarken zafer işareti yapıyormuş. Özlem sürekli ölüm orucu savaşçılarını korumaya çalışıyor,
bombaları dışarı atıyor veya üzerine ıslak battaniye atıyordu.
Gülser
çatışmada emekçiliğiyle yine en öndeydi. Bizi dışarı çıkarmaya çalışırken
kapının ağzındaki dolapları çekmiş. En son kapıda sıkışmıştı.
Nilüfer'i
çok göremedim. Sürekli bir yerden bir yere koşturuyordu. Ben de Ölüm Orucu
savaşçılarının yanındaydım. Bir yandan onları korumaya çalışırken bir yandan
gelen bombaları atıyor bir yandan bir yere siper alıyorduk. Bütün yoldaşlarımız
ve kahraman şehitlerimiz yoldaş sıcaklığıyla büyük bir fedakârlık örneği
gösterdiler. Feda ruhumuz şehitlerimizle doruğa çıktı.
Bizi
buraya getirdiklerinde hücrelere önce tek tek attılar.
Sonra ikişerli aldılar. Bir gün sonrada hücre kapılarını açtırdık. Şimdi üçer
kişi kalıyoruz. Buraya geldiğimiz andan itibaren hepimiz Ölüm Orucuna başladık.
Bu
hücre uygulamasıdır dedik. Direnişimiz büyük bir kararlılıkla sürüyor.
22 Aralık 2000
Hamide Öztürk
***
Avukat
Behiç Aşçı'ya
Merhaba,
Sayın Behiç Aşçı Merhaba,
Size
19 Aralık 2000 günü sabah 05.00'de yaşadığımız operasyonu anlatmak istiyorum.
20
hapishaneye birden 19 Aralık sabahı 05.00'de katliam amaçlı bir operasyon
yapıldı. Saat 05.00'de duvarlara vurulan balyoz sesleri, silah sesleri ve
bombalarla uyandık. Hemen üstümüzü giyinip kendimizi korumaya çalıştık.
Üzerimize yoğun ateş ediyorlardı. Aynı anda gaz bombaları atmaya başladılar.
Bize çatılardan ve havalandırmaya bakan mazgallardan ateş ediyor, bomba
atıyorlardı. Bu arada yatakhanenin tamamını delmeye başlamışlardı. Açtıkları
her delikten yoğun ve bir çok çeşit birden bomba
atıyorlardı. Ranza boşluklarına denk gelen yerleri birkaç yerden deldiler. Biz
de pencere kenarlarına dizilerek yüzümüzü ancak ıslak havluyla kapatabildik. Bu
sefer pencere kenarlarının üzerindeki boşluklardan tavanı deldiler. Bizim
dizildiğimiz her yer kısa aralıklarla delinmişti. Buralardan çok sık aralıklarla
kafamızdan, sırtımızdan aşağıya ayaklarımıza bomba yağmaya başladı. Bu şekilde
saatlerce sürdü.
Ben,
sürekli Gülseren'in ve ölüm orucu 1. ekipten Ayla ve Suna'nın yanındaydım. Kimi
zaman yer değiştiriyorduk. Bir yandan atılan bombaların üzerine ıslak bez
atıyor ya da geri fırlatıyordum. Ama 20-30 bomba birden attıklarında artık
nefes alamaz hale geliyorduk. Gazlar bütün vücudumuzu ve iç organlarımızı
yakıyor, parçalanıyormuş gibi bir etki yaratıyordu. Her slogan atışımızda, her
konuşmamızda, her marş söylememizde bomba yağdırıyorlardı.
Bu
şekilde sanıyorum saat 12'ye kadar sürdü. En son yine yoğun gaz bulutu
içindeyken yangın bombaları atmaya başladılar. Yatakhane arka taraftan yanmaya
başlamıştı. Bir kaç arkadaş (Nursel, Fatma, Gülser) kapıyı açmaya çalışmışlar. Yatakhanenin kapısına
sadece 2 dolap çekmiştik. Önce dolapları çekememişler. Bize "kapı
açılmıyor" diye seslendiler. Bunu askerler de duydu. Ve üzerimize hortumla
yanıcı gaz püskürttüler. Sonradan kapı açıldı dediler. Ben Gülseren'i kucaklayıp
kapıya yöneldim. Etrafta göz gözü görmüyordu. Bayılmak üzereydik. Gülseren'in
ondan önce "artık hareket edemiyorum" dediğini hatırlıyorum. Hepimiz
birden kapıya yönelince Gülseren'in ne zaman elimden koptuğunu bilmiyorum.
Kendimi yerde en altta buldum. Herkes üst üste yığılmıştı. Çoğu arkadaş
baygındı herhalde. Çünkü bu bir süre sürdü. Ben yerdeyken arkadaşlara "çıkın,
çabuk çıkın" dediğimi hatırlıyorum. İnsanların üzerimden geçerek
çıktıklarını hissettim. Sonra bayılmışım herhalde. Bir ara kendime geldim.
Gözümü açınca etraf daha da karanlıktı. Hiçbir şey göremedim. Vücudum
tutmuyordu. Bacaklarımın üzerinde birinin bacağı vardı. Bacaklarımı çektiğimi
hatırlıyorum. Yine kendimi toparlamaya çalışarak yerde sürünerek kapıya
çıktığımı hatırlıyorum. Merdivende Birsen'e rastladım. Yanmıştı. Merdivenin
kenarlarına tutunarak onu aşağıya indirdim. Münevver'e verdim. O da hemen
banyoya suyun altına soktu. Bu arada Gülseren nerde, herkes indi mi diye
bağırıyordum. Bana Gülseren mutfakta dediler. Bunları bağırarak öğrenmeye
çalışırken merdivene döndüm. Orada Gülizar'ı yanmış halde buldum. Onu da
aşağıya kadar sürükledim. Suyun altına tuttular. Sonra yemekhaneye yöneldim.
Kimlerin eksik olduğunu da algılayamıyordum. Sürekli Gülseren diye bağırıyorum.
Ardadaşlara hadi yukarı çıkıp kalanları çıkaralım
dedim. Aslında bu arada durumu iyi olan arkadaşlar yukarı çıkıp iniyor,
çıkarabildikleri arkadaşları çıkarıyorlarmış. Çünkü Birsen'i, Gülizar'ı
birileri indiriyor, ben merdivenin ortasından alıp aşağıya ulaştırıyordum. Yemekhanede
gördüğüm arkadaşların çoğu ağır yaralıydı. Birçoğu da arkadaşları kurtarmaya
çalışırken yanmış. Benim yatakhaneyken bir ara saçımın yandığını hissettim. (Sonradan da Bakırköy'e geldikten sonra bacağımın yanık
olduğunu gördüm. Yani pantolon yanmadan içten gazla ya da isabet eden bombayla
yanmış) Ben tekrar yukarı çıkıp yatakhaneye geçmek
istedim. Gülseren'le birlikte kimlerin kaldığını bilmiyordum. Yatakhanenin
kapısında Gülser'i yanmış, kapıya sıkışmış halde
gördüm. Elbiselerinin bir bölümünden tanıyabildim. O an çok kötü oldum ve olduğum
yerde kalakaldım. Koğuş kapısından içerisi görünmüyordu. O halde Gülseren ve Gülser diye bağırarak aşağıya indim. Aşağıda arkadaşlar Şefinur'u, Özlem'i, Nilüfer'i ve Seyhan'ı da söylüyorlardı.
6 isim duyunca sloganlarla sürekli onların isimlerini haykırıyorduk. Bir yandan
da yanan arkadaşları üzerlerine su dökerek rahatlatmaya çalıştık. Hacer'i yemekhanede gördüm. Yerde yatıyor, sürekli üzerine
su döküyorduk. Birsen, Ebru, Gülizar, Funda ve daha pek çok arkadaş yanmıştı.
Yemekhaneye
de bomba atılmaya başlandı. Hepimiz havalandırmaya çıkalım, hepimizi
tarıyorlarsa tarasınlar dedik. Yaralılarımızı tutarak havalandırmaya çıktık.
Oradan diğer solun bayanlarının pencerelerine yönelip şehitlerimizi söyledik.
Üzerimize bomba atmaya devam ediyorlardı. Diğer solun bayanları hemen
havalandırmaya çıktılar. Yaralılarınızı verecek misiniz diyorlardı. Biz de
hayır dedik. Bir yandan halay çekmeye başladık. Mitralyöz'le halay çektik. Durumu en ağır olan
arkadaşlarımızla birlikte. Soldan da birkaç kişi halayımıza katıldılar.
Daha sonra gardiyanların odasına geçtik. Burada yaralılarımıza bakmaya
çalıştık. Askerler malta kapısından teslim olun demeye devam ediyorlardı. ...
Biz sürekli şehitlerimizin isimlerini anons ederek slogan atıyorduk.
Gardiyanların odasına da yoğun bomba attılar. Oradan tekrar solun bayanlarıyla
birlikte havalandırmaya çıktık. Burada bizi sürekli tazyikli suya tuttular.
Yine bomba attılar. Havalandırmanın köşesinde birlikteydik. Yanmış olan
arkadaşları tazyikli suya karşı korumaya çalışıyorduk. Bir süre böyle devam
edince ben arkadaşlara tekrar içeri girelim dedim. Yaralı arkadaşlarımızın
durumu çok kötüydü çünkü. Birkaç kişi niye girelim demiş, ben duymadım. Birisi
de "içerde gaz bombası atıyorlar
girmeyelim" dedi. Ben de kendimize sürekli hareket alanı yaratalım
düşüncesiyle ve yaralı arkadaşları koruma isteğiyle "gardiyanların odasına
girelim" dedim. Hepimiz içeri girmeye yöneldik ama tazyikli suyun
yoğunluğundan, bir kısmı da girmeyelim dediği için herhalde, ikiye bölündük.
Ben tazyikli suya sırtımı verip yaralı birkaç arkadaşı tutarak içeri çektim.
Gardiyanların odasına girdik. Oradan tekrar havalandırmaya geçerek kendi
koğuşumuzun girişine geçtik. Burada Ben, Ebru, Gülizar, Birsen, Alev, Mine, Nursel ve birkaç arkadaş daha vardık. Geriye kalan
arkadaşlar havalandırmanın köşesinde kalmışlar. Onlara tazyikli su
sıkıyorlardı. Biz de yemekhane kapısından havalandırmaya kafamızı
çıkardığımızda ateş ediyorlardı. İçerden pencereden arkadaşlara seslendik.
Gelemediler. Bunun üzerine birleşmek için tekrar havalandırmaya çıktık.
Tazyikli su ve gaz bombalarının altında arkadaşların yanına ulaştık. Ve hep
birlikte havalandırmanın ortasına yöneldik. Orada kenetlendik. Bu arada
askerler bize bomba atmaya devam ettiler. Aynı zamanda biz havalandırmanın
ortasındayken sağda ve solda koğuşlara asker doluştu. Bizim koğuşun maltaya açılan kapısını kullanıyoruz. O kapıyı kesip askerler
içeri girdiler. Bizim yemekhaneden, karşı koğuşun alt katından bize sürekli
bomba attılar. Bir kısmı da havalandırmaya doluşup etrafımızı sardılar. Kameraları
başından sonuna kadar çekim yapıyordu zaten. Ön tarafta askerlerle aramızda
yaklaşık 1-2 metre vardı sadece. "Tek tek gelin, teslim olun" diyorlardı.
Biz de "hepimizi öldürebilirsiniz ama asla teslim alamazsınız"
diyor, şehitlerimizi, sloganlarımızı haykırıyorduk. Bu arada solun
bayanlarından birkaç kişi askerle muhatap olmaya kalkıştı. Biz hiçbir yere
gitmiyoruz dedik. Artık bunun üzerine hepsi üzerimize saldırıp tek tek götürmeye başladılar. Kenetlendik, çoğumuz en az 2 kişi
birbirimizden ayrılmadık. Sürükleyerek, döverek koridordan geçirdiler.
Koridorun görüntüsü benim gözümün önünde Ulucanlar'ı
canlandırdı. Yerler su dolu, cam kırıkları ve itfaiye gaz hortumlarıyla
doluydu.
Bizi
sürükleyerek idare kapısına kadar getirdiklerinde isimlerimizi sordular. Her
birimiz şehidimizin ismini söyleyerek "ben Gülseren, ben Şefinur,
ben Özlem'im..." dedik. Oradan da bizi sürüklemeye devam ettiler.
Askeriyenin yemekhanesine getirdiler. Durumu ağır olan arkadaşları hemen
hastaneye kaldırmışlar. Bizi de ikişer kişi yemekhaneden hastaneye götürdüler.
Gittiğimiz, geçtiğimiz her yerde şehitlerimizin isimlerini söylüyorduk.
Sloganlarımızı atıyorduk. Hastaneye ben Aydan ile birlikte gittim. İkimizin
durumu hafifti. Burada asker üzerimizi aramaya kalkınca slogan attık. Bizi
yerde sürükleyerek dövdüler. Acil servis odasına öylece attılar. Acil serviste Hacer'e ilk müdahaleyi yapıyorlardı. Hacer'le
konuştuk. Sonra onu Cerrahpaşa'ya götürdüler. Bana ve Aydan'a
5-10 dakika oksijen verip geri gönderdiler. Askerler bizi yemekhaneye geri
götürdü. Burada hastaneye yatırılan arkadaşların dışında bir aradaydık. Ben,
Suna, Ayla, Münevver, Filiz, Aydan, Fatma, Mesude, Nursel ve diğer solun bayanları 10 kişi birlikteydik. Orada
kayıt işlemleri yapıp bizi ringe bindirdiler. Burada da 5-6 saat beklettikten
sonra Bakırköy Hapishanesine getirdiler. Girişte kayıt işlemlerimiz yapıldı.
Ben işlemler için içeri girdiğimde benden önce de birçok arkadaşın işlemi
bitmiş onları götürmüşlerdi. ... Bizi tek tek hücreye
attılar. Beni çıkardıklarında baktım arkadaşları tek tek
hücrelere atmışlar. Ben önce girmedim. Önce arkadaşların yanına gidip onları
tek tek dolaştım. Arkadaşlar da aşağıda olanlar
hepimiz getirildiğimizde bizleri yan yana koyacaklar dedi. Bunun üzerine girdim
ve bekledim. Arkadaşlar gelince (Münevver ve Nursel)
bizi 3'er kişilik yerleştirdiler.
Sonuçta
kısa sürede bir araya geldik ve bir gün sonra kapıları da açtırdık. Ben, buraya
ilişkin çok fazla bir şey yazmayacağım.
Direnişimiz
ve yaşadığımız katliam üzerine değerlendirme yapacak olursam; 19 Aralık
direnişimiz, Sağmalcılar direnişimiz büyük bir kahramanlıktır. Direnişimiz
görkemliydi. Şehitlerimizin her biri fedakârlık, kahramanlık örneğiydi.
Elimizde kendimizi savunacak veya koruyacak bir şey yoktu. Barikat kurmadık. O
bombardıman içinde saatlerce direndik. Ben şöyle de düşündüm; direnişimizin
görkemi gerçekten çok büyük. Koğuşumuzda yaşanan vahşet de çok büyük. 6
yoldaşımızı diri diri yaktılar. Ben kendi açımdan
keşke ben de şehit düşseydim diyorum. Çatışma sürerken Gülseren'e söz
vermiştim. Ona sarılıp öpmüş ve "Hepimizi öldürebilirler ama bizi asla
teslim alamazlar" demiştim. Bana bakıp gülümsemişti. Birlikte son sigaralarımızı
içmiştik. Ama ben sağ kurtuldum ve bunun acısını yaşadım. Sözümü yerine
getiremedim. Direniş boyunca, son ana kadar şehit düşebileceğimizi düşündüm.
Yerde yatarken de içimden ne olur arkadaşlar çıkabilsin ben nasıl olsa kaldım
"şehit düşeceğim" demiştim. Ama kendime geldim ve dışarı çıktım. Bu
bana çok ağır geliyor. Acaba kalan arkadaşları da kurtarabilir miydik diye çok
düşündüm. Bilemiyorum. Aklıma sadece şu geliyor. Her çıkardığımız arkadaşı
belki yatakhane kapısından çıkarıp oradaki araya toplayabilirdik. Ama kaç
kişiyi nasıl çıkarabilirdik bilmiyorum. Arkadaşları çıkarır çıkarmaz
yemekhaneye indirip hemen müdahale etmiştik. Ben en son tekrar yukarı
çıkmıştım. Gülser'i kapıda o halde görünce kendimi
çok çaresiz hissettim. Bu korkunç bir duyguydu. Elimden bir şey gelmedi ve o
halde aşağı indim. Koğuştan çıktığımızda da, askerler bizi sürükleyip
götürürken de yukarıda şehitlerimizin olması bana çok ağır geldi.
...
Biz havalandırmanın ortasındayken askerler bize
"tek tek gelin, teslim olun, üzerinizi arayacağız, bomba olabilir" diyordu.
Ben o anda öne fırlayıp onların ortasında patlayan bir bomba olmayı o kadar çok
isterdim ki...
Bizden,
cüretimizden çok korktular. Ama elimizde bir şey yoktu.
Şehitlerimizin
yakılarak katledilmesi, onların şehit düşerken ki anlarında yanımızda
olmamaları bana çok ağır geliyor. ... Artık şunu diyorum. Eğer yaşıyorsam
şehitlerimizin intikamı için yaşıyorum. Bire karşı on diyerek hesap sormadan
şehit düşmeyeceğim diyorum. Bunu havalandırmanın ortasında askerlere, halk
düşmanlarına karşı da haykırmıştım. Bire karşı on hesap vereceksiniz dedim.
Sürekli içim dolup kabarıyor.
Benim
tek istediğim her an ve gündeme gelebilecek herhangi bir eylemde kendimi bomba
yaparak düşmanın beyninde patlamak. Kendimi yakma dahil
her biçim de bunu düşmana zarar vererek yapmaya hazırım.
Kahraman
şehitlerimizin anısı önünde saygıyla eğiliyor, sizleri selamlıyorum.
Selamlar.
24 Ocak 2001
Hamide Öztürk
***
HAMİDE
ÖZTÜRK’ÜN
ANADOLUNUN
SESİ RADYOSU’NA MEKTUBU
İNSANLIĞIMIZ
MEKTUPLAR
MERHABA
ANADOLUNUN SESİ RADYOSU
Öncelikle
Anadolunun Sesi çalışanlarına ve tüm dinleyicilere
merhaba diyorum.
Size
uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Yayınlarınızı ilgiyle dinliyorum.
Hapishanede radyo, televizyon, basın vb. bizim dışarıya açılan kapılarımız, dış
dünyayı bize taşıyan, bizim de sesimizi dışarıya taşıyan araçlarımız oluyor.
Radyo da bu anlamda önemli bir yayın aracı.
Anadolunun
Sesi Radyosu bana ilk olarak Anadolu halklarının tarihini, halklar mozaiğini,
kültürünü, değer ve geleneklerini hatırlatıyor. Nitekim yayınlarınızda çoğu
zaman bunları işlediğinizi görebiliyoruz. İşlediğiniz konulardan bir tanesi de
güncele ilişkin yaptığınız programlar. Tabii bugün gündemde ağırlıklı olarak hapishaneler
var. Bir yanda hapishanelerde yaşanan saldırılar, bunun karşısında gelişen
direnişler var. Diğer yandan F tipi hücre hapishanelerin inşasıyla birlikte
bunların hayata geçirilmeye çalışılması...
Bizim
açımızdan burada veya diğer hapishanelerde olsun yaşadığımız toplu yaşam
ortamı, dayanışma, paylaşım ve bunların yarattığı ortak duygu ve ruh
şekillenmesi çok güzel. Asıl olarak bunların ortadan kaldırılmak istenmesiyle
hücre tipi hapishaneler gündeme getiriliyor. Burada birimizin başı ağrısa hemen
yanımızda "nasılsın" diyen bir arkadaşımızı buluyoruz. Canım
sıkıldığında gelip benimle dertleşen, sohbet eden birini bulabiliyorum. Burada
bir ekmeği kırk parçaya bölüyor, birimizin derdini kırk kişi çekiyor veya kırk
kişi için birimiz canını dişine katıyor. Böylesi güzel, ortak bir yaşamın
yarattığı güzellikleri yok etmek istiyorlar. Dalından koparılmış çiçek nasıl hemen
solarsa, bizi de öyle soldurmak istiyorlar.
Oysa
çiçeği soldurmak için güneşi batırmak gerek. Ancak güneş akşam batsa da sabah
yine doğar. Çiçeği soldurmak için yağmuru yağdırmamak gerek. Oysa
ne mümkün. Güneş yine doğar, yağmur yine yağar ve bitimsiz güzelliği ve
renkleriyle Gökkuşağı dünyamızı ve insanlığı sarar. Umut aşılar. Bizim
maceramız da buna benzer işte...
Evet
sevgili dostlar, bizi insanlıktan çıkarmak için yine işbaşındalar. Şimdiye kadar
onlarcamız öldürüldü, yüzlercemiz
yaralandı, sakat kaldı. Ama yine de umudumuzu yok edemediler. Biz yine kendi
beynimizle düşünüp, kendi yüreğimizle hissettik halkımızın acılarını,
sevinçlerini, tasalarını, dertlerini...
Şimdi
yine gece hiç bitmesin, karanlık hep sürsün istiyorlar. Güneşsiz, havasız, insansız
yaşayalım istiyorlar... Oysa, insan sosyal bir
varlıktır öyle değil mi? Halkımız ne güzel demiş 'Yalnızlık sadece Allaha mahsustur'. Şöyle bir düşünün dostlar, tek
başınıza bir odada veya isterse büyük bir evde olsun ne kadar yaşayabilirsiniz?
Güneşin
sıcaklığını teninizde hissetmeden, rüzgârın saçlarınızı savuruşunu, yağmurun
sesini, kuşların cıvıltısını... Konuşmadan, paylaşmadan, bir dost sıcaklığı
hissetmeden...
Düşünmesi
bile insanı bunaltıyor, biliyorum. Bunun insanı diri diri
mezara gömmekten bir farkı yok...
Bir
insanı ayakta tutan en önemli şeylerden biri de sürekli düşünmesi ve üretmesi
değil mi? Ben de okuyorum, televizyon izliyor, radyo dinliyorum. Kafa yoruyor,
arkadaşlarımla tartışıyorum. Beynimi ve yüreğimi boş tutmuyorum. Tutuklu kaldığım
4 yıl boyunca halkıma duyduğum sevgi daha da büyüdü. Halkımın sorunlarına
duyarlı oldum, bu beni bilinçlendirdi.
Oysa
bizi götürmek istedikleri hücrelerde değil kitap okumak, hiçbir sesi duymadan
yaşamaya mahkûm edecekler. Böylesi de yaşam değildir zaten. Bugün buralarda
bile her an saldırı tehdidiyle yaşadığımıza göre, hücrelerde başımıza neler
geleceğini tahmin etmek zor değil. İşkence, baskı, yasaklar, tecrit
uygulamaları ve sonunda ölüm... Yıllardır bunları yaşadık...
Yani
diyeceğim şu ki, hücreleri hayata geçirmek için olmadık yalana başvuruyorlar.
Koğuş yaşamının, toplu yaşamın 'sakıncaları' çeşitli yalanlarla anlatılmaya
çalışılırken, amaçlanan saldırı zemini hazırlamaktır. Yok sağlık nedenleriymiş,
yok kurulan ortak komünlerin sakıncaları ve orada örgüt liderlerinin rant elde etmesiymiş... Kimse inanmıyor bu yalanlara. Ortak
yaşamayalım mı? Peki, ne yapalım? Yaşadığımız ortak komün hayatı, birimizin
hepimiz, hepimizin birimiz için yaşamasından başka bir şey değildir. Hasta olan
bir arkadaşımızın ihtiyacını karşılamak en doğal görevimizdir. Birbirimize
karşı sorumlulukla davrandığımız doğal yaşam tarzımızdır bu. Bir işyerinde bile
insanlar birbirlerine karşı sorumlu davranırlar. Toplumun en küçük birimi olan
ailede bile her şey bir kişinin geleceği, bir kişinin geleceği de o ailenin
geleceği içindir. Yani halkımızın sahip olduğu kültürden farklı değil bizim
yaşamımız. Toplu yaşam halklarımızın genel alışkanlığı ve yaşam biçimidir.
Yaşam biçimimizde aramızdaki ilişki karşılıklı sevgiye, saygıya ve sorumluluğa dayalıdır.
Koğuşta rahatsız ya da uyuyan arkadaşlarımız varsa orada gürültü yapmayız.
Hasta olan bir arkadaşımız varsa var olan sütü içmez, ona bırakırız. Bir
arkadaşımız kitap okuyorsa, rahatsız etmemek için müziğin sesini çok fazla açmayız.
Birbirimizin isteğini gözeterek, isteğine saygı duyarak, sorumlulukla hareket
ederiz. Biz yaşamımızı yasaklara göre değil, birbirimize karşı duyduğumuz
sorumluluğa, saygı ve sevgiye göre şekillendiririz.
Bunların
neresi yanlış?
İşte
bu güzelliklerin, ortak yaşamın, paylaşımın, doğrunun, güzelin karşısında 'katı örgüt disiplini', 'bireysel
özgürlükler önündeki engeller' denilerek hücreler meşrulaştırılmaya
çalışılıyor. Bu demagojilerle halklar nezdinde bizleri
teslim almak isteyenler, aslında halkın da kültürüne, değerlerine,
geleneklerine saldırmaktadırlar. Bu nedenle kendine insanım diyen herkes, kendi
onuruna, namusuna, geleceğine sahip çıkan herkes, hücrelere karşı çıkıyor,
Adalet Bakanı açık açık kamuoyu yaratmak istediğini
söylüyor. Çünkü yanında kendisi gibi düşünenlerin dışında hiçbir destek
göremiyor. Hücrelerin uzun zamana yayılan işkence olduğunu, tecrit, baskı ve
ölüm demek olduğunu herkes biliyor ve bunlar bilimsel araştırmalarla açığa
çıkmıştır. Yaşanan deneyimler bunu göstermiştir. Biz ölürüz de hücrelere
girmeyiz diyoruz.
Sevgili
Anadolunun Sesi Radyosu ve çalışanlarını tüm
sıcaklığımla kucaklıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Sevgili Anadolunun Sesi dinleyicilerine de tüm sıcaklığımızı
iletiyorum.
Sevgiyle kalın... Selamlar...
Hamide
ÖZTÜRK
Sağmalcılar
Hapishanesi
C-1 Koğuşu
Bayrampaşa-İSTANBUL
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
31 Mayıs 2002
Merhaba Canım Ortağım,
Size tam yazmaya
başlarken radyoda "Derdim çoktur
hangisine yanayım... efendim efendim
canım efendim" diye devam eden türkü çalmaya başladı. Ali Ateş
söylemişti bunu ve ben hep onun sesiyle dinliyorum.
Bu sabah gönderdiğiniz
bir poşet eşyayı ve faksınızı aldım. Ama biz Bayrampaşa'dan getirilirken
yanımda olan eşyaları henüz vermediler. 3 gündür söylüyorum, değişen bir şey
yok. Belki bugün getirirler.
Ne mi yapıyorum şimdi...
Satırlarınızı okudukça nasıl olduğunu tahmin edersin. Kaç kez okudum
bilmiyorum. Az önce yine okudum. Sonra elime kâğıt kalemi aldım. Yanımda radyo açık. Gazetelerin bulmacalarını çözüp, okudum.
Arada bir ağzıma küp şeker atıyor, suyumu yudumluyorum. Eşyalarım gelmeyince bu
durumda böyle gidiyor. Yine bildiğiniz gibiyim canım.
Ama, ama canım ortağım o ayrıldığımız
anın sıcaklığı hala içimde yanıyor. Hala o anları yaşıyorum. Ve senin dediğin
gibi yine TV odasında oturuyor, satranç rövanşlarımızı yapıyorum. En son ben
seni yenmiştim değil mi... Şengül'le pata kalmıştık. Bahar'ı da yenmiştim.
Görüyor musun o gün final gecesi gibi bir şeymiş oysa. Gerçi hepimiz hissediyorduk.
Ama böylesini ben de beklemiyordum. Baharım, Zeliham,
Semram; orada bırakıp ayrılırken o halleriyle gözümün
önündeler. İçim içime sığmıyor. Çok merak ediyorum onları. Ne yaptılar. Şimdi
ne durumdalar, nasıllar ve daha pek çok soru...
İki gündür ne güzel
yağmur yağıyor değil mi... Ben yine daha önce kaldığım odadayım. Karşı oda boş. Ben yatağımda oturduğum yerden pencereye
bakıyor, sizleri düşünüyorum şimdi. Ağaçların her salınışında, parlayan her
yaprakta sizleri görüyorum. Meryem'i, Gülseren'i, Fıratları görüyorum. Şefomuz... Ah Gülizarım onun yeri
apayrı zaten. Bir bilsen nasıl özledim sizi. Tek tek
gözümde tutuyorsunuz. Hele seninle daha paylaşacak o kadar çok şeyimiz vardı
ki. Benim için bunları sözlere dökmek çok zor oldu. Daha çok gözlerimizle
anlatıyorduk birbirimize. Hani Gülseren'le son günlerimiz vardı ya, geceleri
onunla otururdum belki saatlerce, ama bazen hiç konuşmazdık. Ayrılmakta
istemezdim. İşte öyle bir şey...
Şengülüm...
Yazarken şimdi senin
sigaralığından bir sigara çıkarıp yaktım. Birlikte içelim, olur mu? Tabii eğer
tıkanık değilsen. Biliyor musun, her sigara yakışımda o sigaralığı elime
alışımda senin el emeği göz nurunu düşünüyorum. Ve bugüne kadar harcadığın
emekleri, vefanı, özverini... Canım
benim seninle son andaki kucaklaşmamız, sıcaklığını hiç kaybetmeyecek inan
bana. Ve ben her sözünü ettiğimde yaşıyorum o anı. Diyorum ki, kalleşler
bırakmadılar ki son anlarımıza kadar sen ve ortağım olasınız. Bunu öyle çok
istiyordum ki... Sonuçta fiziki ayrılık dışında değişen hiçbir şey yok bizim
için. Bunu biliyorum. Biz kendi gücümüzle yola çıkmadık mı, bizim gibi olamayanlara rağmen bu yolun
sonunu da biz getireceğiz değil mi... Bak şimdi de Grup Çığ çıktı. "Elma
attım yuvarlandı..."yı söylüyor Mustafa. Burada
Anadolu'nun Sesi çekmiyor maalesef. Orada dinleyebiliyorsunuz değil mi...
Sağlığını ihmal etme olur mu canım. Aynı sıcaklıkla kucaklıyor, öpüyorum seni.
Nurselciğim, bak iki adımlık
yerdeyiz ama ne diyelim. Bu mesafenin ne önemi var ki... Bak ne diyeceğim.
Resmi (abim ve Gülseren'in) tekrar aldın değil mi.
Demek böyle gönderecekmişim sana geri. Kem gözler değmesin istedim, en iyisi
sende olması. Benden istediğin diğer fotoğrafımı da Gülizarım
sana dışarıdan çoğaltıp gönderir olur mu? O bitmek bilmeyen sohbetlerimizle
dolu gecelerimiz... İyi ki paylaşmışız diyorum. Pek çok şey yarım kalmasına
rağmen iyi ki yaşamışız o anları diyorum. Daha pek çok şey için öyle zaten.
Elbette buna rağmen bizim için yarım kalan şeyler vardır. Onları da bizden
sonra gelenler tamamlayacaktır değil mi. O güven ve huzur güç veriyor.
Henüz gelen giden olmadı.
Ben daha çok Baharları, Zelişleri merak ediyorum.
Umarım iyilerdir. Bugün sizin ziyaret gününüz. Belki bu saatlerde annenle
görüşmüşsündür. Onu da öyle çok özledim ki... Onun, Fadime Teyze'nin, Nadire
Anamızın ve tüm ailelerin elerinden öpüyorum. Selam ve sevgilerimi iletirsiniz.
Canım benim seni sımsıkı, tüm sıcaklığımla kucaklıyor öpüyorum. Ayrıca C'deki tüm canlarımızı ayrı ayrı
kucaklıyor, Şengül'ü ayrıca parıldayan alnından öpüyorum. Seni, sizleri çok
seviyorum.
Filiz canım benim bana
yazdığın o satırlar var ya, beni derinden etkiledi. Gülseren’e ayrıca ne kadar
bağlı olduğunu biliyorum. Biz de bir gün önce sizin sohbetinizi yapmıştık.
Senin Gülseren'le havalandırmadaki sohbet ederkenki resminiz bir sembol haline
geldi demişim ben. Seni çok özledim biliyor musun?...
Çok seviyorum seni... Gülizar size tek tek benim için
sarılıp öpmüştür değil mi, Şengül de öyle. Tamam ben
de bir daha aynısından sarılıp öpüyorum seni.
Birsenciğim, hadi bu
sigaramı da seninle içelim olur mu?... Biliyor musun,
şimdi her şey dupduru, yalın ve berrak ve ben daha çok huzurlu, güçlüyüm. Her
geçen gün artıyor bunlar. Son an'a kadar...
Senin el emeği göz nurun
o kadar güzel ki... Yanımdan ayırmıyorum. Baş köşemde ve
boynumda duruyor. Hep seninleyim canım, sen hep bendesin.
Mineciğim, geldik
yolculuğumuzun yeni bir evresine daha... Biliyor musun canım, yaşanan her
zorluk, bu onurlu yolculuğumuzu daha da güzelleştiriyor. Ben bu yolun sonunu
görebiliyorum. Bizim için önemli olan da bu değil mi... Eminim bir gün bir
yerlerde yeniden buluşacak ve kucaklaşacağız. O büyük günün inancı ve
coşkusuyla ilk günkü gibiyim ben de... Seni çok seviyorum canım benim.
Mesudeciğim, umarım sana yaptığım
tokayı almışsındır. Eminim çok yakışmıştır sana. Bak ne diyeceğim, yine
birazcık zayıfladın galiba, lütfen sağlığını ihmal etme olur mu?... Biz her zaman hep birlikteyiz. Senin emeğini, coşkunu,
vefanı asla unutamam.
Aysuu... yine
havalandırmada hılı hızlı volta mı atıyorsun. Biraz da benimle birlikte voltalarsın olur mu? Burada benim volta attığım sadece 3
adımlık yer. Olsun yine de birlikteyiz değil mi?...
Ayfer, Funda oralarda
mısınız? Canım yazdıklarım hepiniz içindir. Daha da uzun yazmak isterdim. Ama
sizi çok çok sevdiğimi bilmenizi isterim. Sımsıkı kucaklıyor,
öpüyorum.
Canım ortağım, şimdilik
hal ve gidişat böyle. "Du bakalım ne
olacak..." di mi? Neyse, bugünlük bu kadar
diyeyim. Hani sana demiştim ya, artık seni mahvedecek bir şey yapmam diye. Ama
böylesi ayrılığı düşünmemiştim. Oysa son ana kadar seninle, senin ellerinde
olmayı çok isterdim. Yine yanımdasın, yine yanımdasınız... "Tanrım, yarabbim", bu güçlü sevgi, bu bağlılık daha başka
nasıl tarif edilir ki... Seni her gece o sıcaklık ve bağlılıkla öpüyorum canım.
Umut bizim ellerimizde... Yarınlar bizden sonra geleceklerin ellerinde olacak.
Sevgi ve bağlılıkla
Ortağın.
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
9 Haziran 2002
Merhaba Canım Ortağım ......
Radyoda Grup çığ "ömrüm"ü söylemeye başlayınca ben de hemen sana yazmaya
başladım... Sigaramı yeni söndürmüştüm ama şimdi yenisini yakıyorum. Bir de çay
içiyorum şu an...
Bugün hava o kadar güzel
ki, sıcak ama hafif esiyor... Ağaçlar yine pırıl pırıl
ve yan pencereden ıhlamur ağacının kokusu geliyor. Bu koku geceleri çok daha
güzel yayılıyor biliyor musun?
Mektubuna iliştirdiğin,
benim için çok değerli ve özel anlamı olan hediyeni ne yaptım bil bakalım. Onu
oradan hemen çıkarıp bileğimdeki hani Serdar'ın hediyesi olan bileklik var ya,
ona geçirdim. Sürekli bileğimde olacak yani. Çok teşekkür ediyorum canım benim.
Zeliha'da da aynı olması beni ayrıca duygulandırdı.
Onları öyle çok merak ediyorum ki... Gelen giden de olmadı. Bekliyorum umarım
yakında onlardan haber alabilirim.
... Aynı gün akşamüstü
Fatma teyzeden selamını alınca nasıl mutlu olduğumu anlatamam... Pencereden
onlara el sallarken sizin o güzel gözleriniz için bin defa ölünür dedim kendi
kendime...
... Orada bir türlü
kendine gelemediğini tahmin edebiliyorum. Benim için de kolay olmuyor inan ki.
Ama diyorum ki, mekân değişikliği, fiziki ayrılıklar yaşandığında önceki
birlikteliği sürekli yaşamak bizim en doğal ve en güzel yanlarımızdan biri
değil mi?
Meryem'le Tülay'ın
bardaklarını arkadaşlara hediye etmeniz çok güzel... Ben de sana fincanımı
göndermek istiyorum. Sende kalır olur mu... Bu
mektuplar ve göndereceğim çamaşır poşetiyle birlikte gönderiyorum. (Hangi gün
olur belli değil de)
Ben yine bildiğin
gibiyim. Zamanım dolu dolu geçiyor diyebilirim. Gazete,
bulmaca, kitap vs. derken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bazen. Bir de
radyo bazen özel zamanlar ayırıp dalıyorum; geliyorum yanınıza, sizi davet
ediyorum, gidiyorum. Şefomuza, Gülümüze, Meryeme... Her an he yerde onlar var.
Sizinkiler bir daha
ziyarete gelir mi bilmiyorum ama, onlara tek tek selam ve sevgilerimi iletirsin. Nasıl
olsa sen çıkıyorsun en fazla bir defa daha gelirler değil mi...
Canım ortağım şimdilik
bitiriyorum. Seni çok ama çoook seviyorum. Her zamanki
usulümüzce kucaklayıp öpüyorum.
Görüşmek üzere... Ortağın
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
9 Haziran 2002
Merhaba Refikam ......,
Canım benim, Refikam, bir
tanem ve gecelerimin vazgeçilmez sohbet ortağı...
Annen çok güzeldi,
güçlüydü... Merakla, endişeyle bakıp bakıp durdu öylece.
Onu öyle özlemişim ki, Mutlu'yu da... gördüğüme çok sevindim. Belki onlar bir dahaki ziyarete
gelip size anlatmadan bu mektup elinize geçer.
Bana yazdığın mektubun
kapağı çok hoşuma gitti. Yaprak apayrı bir güzellik vermiş zaten. Mektubunu
olduğu gibi kart olarak başucuma, etejerimin köşesine
yerleştirdim. Yanında 19 Aralık'ta ayrıldığımız canlarımız var. Hepsi bana
bakıp gülümsüyorlar. Ben de her an, her saat onlarlayım, gözlerimi kapayana
kadar...
Senin bir parçan vardı
hani; "ya beni de götür ya sen de gitme" diye. Belki inanmayacaksın
ama şimdi de radyoda bu çalmaya başladı. Senin için dinliyorum. Ne oldu biliyor
musun? Radyoda bazen değişik kanalları açıyorum, yakaladığım güzel bir şey
olunca dinliyorum. Az önce de başka bir kanaldaydı. Tabii ben yazmaya dalınca
baktım ilahiler çalmaya başlamış, ben farkında değilim. Elimi uzattım
değiştireyim dedim, ilk bu senin parçan çıktı işte... Ah bir de Anadolu'nun
Sesi’ni dinleyebilseydim. Hiç fena olmazdı gerçekten. Ne yapalım biz
aradığımızı bir yerlerden buluruz işte... Gülizar şu lafı iyi bilir "Allah
c...mızı verecek" değil mi Gülizar. Bak bu da hastanedeki TV dizilerinden
dilimize yerleşen sözlerden biriydi. Mesela bazı anlarımız oluyordu, çok
duygusallaştığımız anlar. Bir yerlerden bir konu açılmış oluyor. Fazla derine
dalınca birimiz mutlaka bu beylik laflardan birini söyleyip kahkahayı
patlatıyorduk. Ortağım size belki defalarca anlattıklarını bir de burada
anlatıyorum görüyor musun?
Dün yine ufak tefek
temizlik yaptım, saçlarımı yıkadım. Ortalığı toparladım. Hoş her şey yerli
yerinde düzenli ya, olsun. Ben yine de elden geçirip ufak tefek yer değişikliği
yapıyorum bazen. O arada çay suyu ısınmış oluyor, oturup bir çay içerken
sigaramı tüttürüyorum. Sigara içme performansım da hala yerinde. Henüz bir
değişiklik yok. Bazen azalıyor, ama çok da fazlalaştırmıyorum.
Geçen gün ne yaptım, yine
dayanamayıp elime el işi aldım. O da bir yazmanın kenarını diktim. Daha önce
yaptığım gibi zevk aldım yani.
Bir şey daha anlatayım
unutmadan. Hani şu sıcaklar bastırmadan önce bir iki gün yağmur yağmıştı ya.
İşte o gecenin birinde yaklaşık saat 11.00'e geliyor. Hava çok güzel esiyor,
ağaçlar pırıl pırıl... Birden çok hızlı bir yağmur
bastırdı. O sırada masanın başında birşeyler içerken
bulmaca çözüyordum. Kalktım, bir sigara yaktım. Camın hizasında 3 adımlık yerde
volta attım. sonra cama iyice yanaşıp sigaramı
yağmurun altında içtim. O kadar güzeldi ki, dışarıdaymışım gibi ıslandım
diyebilirim. Camla dış demir parmaklık arasındaki yere kafamı dayadım,
dirseklerime dayandım ve güzel güzel sigaramı içerken
sizinle sohbet ettim o gece... O sırada size mutlaka yazarım bunu demiştim.
Şimdi aklıma gelince kaçırmayayım yazayım dedim.
Bu arada 19 Aralık
mahkemesine gittiniz mi, kimler geldi, kimleri gördünüz. Bir türlü öğrenemedim.
Mahkeme haberini gazetede kısacık vermişti, onda da sizi götürüp
götürmediklerini yazmamış zaten. Yahu bana elinize son geçen fotoğraflardan
gönderseniz ne iyi olur. Dışarıda çoğalttırabilirsiniz de... olmaz
mı? Bir de son çıkan kitaplardan yazmıştım gerçi ama Yaşar Kemal'in son
kitabını da ekleyeyim.
Canım benim, Asur
halkının tek dişi kalmış canavarı; sana başka ne yazayım diye düşünüyorum.
Birden aklıma bu söz geldi. Aslında her ne kadar her şey yarım kalıyor olsa da,
biz seninle konuşacaklarımızı iyi ki zamanında konuştuk diyorum. Değil mi...
Artık bu saatten sonra fazla söze gerek kalmıyor. Bak, mektubunun
kapağına yazdığın sözleri okuyorum sürekli... elbette
bir gün bir şekilde seninle, Şefomuzla, Gülümüzle ve
tüm canlarımızla kucaklaşacağız. Buna inanıyorum. Bekliyorum. Sabır, sabır,
sabır diyorum sadece. Bu dünyada bizim gibi sabretmesini hiç kimse bilmiyor
değil mi?
Seni seviyorum canım.
Doya doya öpüyor, hasretle, özlemle, bağlılığımla,
inancım, coşkum ve canlarımızın sıcaklığıyla kucaklıyorum. Görüşmek üzere...
Refikam.
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
10 Haziran
2002
......
Belki inanmayacaksın ama
bugün (10 Haziran/ saat 20.30) hepinize yazdım, bitirdim. Öyle mutlu ve
huzurluyum ki... Ve sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum inan... Bir şey dememe gerek var mı... Sadece öpüyor, öpüyor,
öpüyorum. Hiç bırakmamacasına. Hiç kopmayacakmış gibi. Daha daha
ne diyeyim. inan çok onore
oldum. Bu onurla son nefesimi de rahat ve huzurla vereceğim...
Bu veda mektubu değil
canım... Biz hiç ayrılmadık zaten. Hiçbir zaman da ayrılmayacağım. SENİ ÇOK
SEVİYORUM. SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM...
Hamide.
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
29 Haziran
2002
Merhaba Canım Ortağım ......,
Ortak çakmaklığını aldım.
Çok teşekkür ederim. Ortaklarımızla birlikte yüreğimdesiniz, ilk sigaramı
kalite yaktım hemen. Birazdan kendime bir de kahve ısmarlarım. Seni çok
seviyorum, çok özlüyorum. Beni merak etmeyin olur mu... İyiyim, iyiyim ama artık bir an önce
menzile varmak istiyorum. Başka bir şey de istemiyorum. Beni buradan götürmeye
niyetleri yok. Başhekim görüşmeye gelmedi, soruyorum hemşire bunun bizimle
ilgisi yok diyor. Zaten ben taburcu olmak istiyorum demeye başladığımdan beri
doktorlar da doğru dürüst uğramaz oldular. En son Çarşamba günü sizin oranın
müdürü Ahmet ..... geldi. O
da yetkinin ellerinde olmadığını söyledi. Dün de cevap yazılı geldi cezaevi
idaresinden.
Dün Fadime Teyzeyi
görünce yine tutamadım kendimi. Öylece bakıştık durduk. Kahretsin, bu sefer
çamaşırları göndermeme izin vermediler. Komutan yazılı kağıt
getirsin deyip durdu. Ben de Müdürle görüştüğümüzü söyledim, işe yaramadı. Bana
para bırakmasına da izin vermediler. Pencereden haftaya yine gelmesini
söyledim. Ama kahretsin akşamüstü ziyaret sonrası saatlerde pencerede değildim.
Eğer gelmişlerse Fadime teyzeyi, Fatma teyzeyi, Nadire ana ve Niyazi abiyi göremedim. Sizden öğrenince içim yandı doğrusu. Çok çok selam ve sevgilerimi iletirsiniz. Seni çok ama çok
seviyorum, usulümüzce kucaklayıp, öpüyorum. Biz kazanacağız.
Ortağın.
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
Merhaba sevgili Fevzi,
Ne zamandır iki satır da
olsa bir şeyler yazmamızı istiyordun. Senin bütün yazdıklarını, faks vb. aldık.
Şimdi yazacak bir ben kaldım biliyor musun... Seni
selamsız bırakır mıyım hiç. Her ne kadar sık yazmasam da senin, sizlerin yüreğimdeki
yerinizi ve o sonsuz ............... bilmeni isterim. O
son üç günümüzü ben de hiç unutmuyorum. Burada ortağınla sohbetini yaptık yine.
İşte diyorum her şeyimiz birlikte yaşadığımız ve paylaştığımız güzellikler
üzerine kurulu değil mi... Ben de seni sizleri çok özledim ve seviyorum. Evet,
günlerimiz ilerledi ve sevdiklerimizin yolunda ..........
seni sevgi ve.......... kucaklıyorum...
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
Merhaba Veysel,
Sonunda el yazını
görebildik mi desem ne desem... Şaka bir yana tanışmak için birbirimizi görmek
gerekmiyor tabi... Biz birbirimizi yürekten tanıyoruz. Bana yazmana çok
sevindim gerçekten. Abimle paylaşımlarınızı,
yaşadıklarınızı az çok biliyordum. Seni çok anlatıyorlardı. Abime
Gülserenimiz’e, sevdiklerimize sizin de sevgi ve ......... taşıyacağımdan,
ileteceğinden emin olabilirsin. Sevgiyle...
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
Merhaba Sadık, seni tüm çoşku ve .................... kucaklıyorum. Seni sizleri çok seviyoruz bunu biliyorsunuz.
Tüm Edirne ahalisine selam ve sevgilerimizi iletiyorum...
***
Hamide Öztürk’ün
Mektuplarından
23 Nisan 2001
Merhaba sevgili Yoldaşım,
Sana uzun zamandır
yazamadım. Mektubunu da cevapsız bıraktım biliyorum sen de yazdığın her
mektupta, her faksta beni soruyorsun. Bunun üzerine sana yazmak gittikçe daha
zor gelmeye başladı nedense. Beni anlayacağını umuyorum.
Çok doluyum sevgili
yoldaşım, çok. Aslında sadece sana değil hemen hiç kimseye yazamıyorum ne
zamandır. Çünkü neyi nasıl anlatsam, nasıl ifade etsem diyorum ve yüreğim
buruk, vicdanım elvermese de kalkıyorum kâğıdın başından. Böyle günlerce elime
kâğıdı kalemi alıp bir türlü yazamadığım oldu. İşte böyle sevgili
yoldaşım kusura bakma olur mu.
Oysa senin ve senin gibi
yüzlerce yoldaşımın sıcak bir merhabayla yalnızlığını paylaşmak istemez miydim
sanıyorsun. İşte bunları düşündükçe dayanamıyorum. Ama inancımız, sevdamız,
coşkumuz, öfkemiz, kinimiz bir. Bunları hissetmek daha da güç veriyor insana.
Abim nasıl ona yazmıştım,
mektubu ve fotoğrafı aldığını yazmış bana. Çok sevindim. Ona da yazacağım. Bir de Savaş’a. Ona henüz hiç yazmadım biliyor musun. Bugün
ona da yazacağım.
Bugün 23 Nisan sevgili
yoldaşım. Çocuklarımıza gülmenin, geleceğe umutla bakmanın
nice zulümlerle yasaklandığı gün bugün. Sinan’ı düşünüyorum. Erdem’i, Pınar’ı.. Gülsüman abla, Şenayımız büyük bir inançla ölümsüzleşerek çocuklarının
göreceği güzel günler umuduna ayrıldılar aramızdan. Dün pazar günüydü ve dört
şehit haberiyle doldu günümüz, kabardı yüreğigmiz,
taştı öfkemiz, kinimiz. O Erdem’in güzel gözlerini, hayat dolu gülüşünü
gözlerimin önünde görüyorum sürekli. Evet, erken büyüyor çocuklarımız. O
küçücük yüreklerine dünyayı sığdırıyorlar. Biliyor musun, Gülsuman
ablamız şehit düştükten sonra TV'de Armutlu’daki evde
görüntülerini izledik. Şenay’ı gösteriyorlar. Ölüme çok yakın yavaşça
konuşabiliyordu. Gözleri ışıl ışıl.
Diyor ki "Dün Erdem geldi
yanıma. Elimi tuttu. Beni tanıdın mı anne bu kaç diye parmağını zafer işareti
yaparak göstermiş. Beni muayene etti." Şenay Erdem'den bahsederken
gözleri doluyordu. Ama ne Şenay ne de Gülsüman abla
bizim çocuklarımız var deyip vazgeçmediler yollarından. Çünkü bu yola inanmış,
sevmişlerdi. Bu uğurda ölümü gülerek karşılamanın yüceliğini yaşattılar bize.
Başkaları gibi benim şuyum var buyum var demediler. Tercih netti. Ya onurlu bir ölüm ya da onursuz bir hayat.
İşte bunlar beni
dolduruyor sevgili yoldaşım. Yaşadıklarımızla daha da büyürken, kimi şeyler de
küçülüyor gözümüzde. Öfkemiz kinimiz daha da artıyor.
Seyhan ne çok istemişti
Boran olmayı. Olamadığında da ne kadar üzülmüştü. Seninle bir sohbetimiz vardı
hatırlarsın. Onun ne kadar üzüldüğünü anlatmıştın. İşte Seyhan fedakârlığın
özverinin vefanın en büyük örneğini bize yaşatarak gitti. Onunla herşeyi dolu dolu yaşadığım için
mutluyum, huzurluyum. Ama keşke onun yerinde ben olsaydım diyorum. Ya da onların yanına gidebilsem. Ben de Boran olmayı çok
istemiştim ve kahrediyordum beni de alın beni de alın diye. İşte şimdi daha çok
kahrediyorum boran olmadığıma. Keşke, keşke bende olsaydım diyorum. Sürekli 19
Aralık kahramanlarımızı boran olup kanatlananlarımızı düşünüyorum. Ne mutlu, ne
mutlu size diyorum. Onlarla sohbet ediyorum. Hiç ayrılmıyoruz. Hele Gülseren’i
bir yandan keşke burada olsaydı diyorum. Belki pek çok şey farklı olurdu
diyorum. Ama bir yandan iyi ki bu günleri görmedi diyorum. Hepsi için. Çünkü
onlar sadece bütün güzelliklere layıklar. Dünyada insanoğlunun yarattığı nice
güzellik varsa onlara layıklar.
İşte sevgili yoldaşım,
iki duygu doldu mu insanın yüreği kabarıp duruyor, taşacak boşalacak yer
arıyor. Ama onların beyinlerinde bir gün mutlaka biz de patlayacağız. Bizim de
sıramız gelecek bunu biliyorum.
Sevgili yoldaşım, sana bu
satırları yazarken bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu dışarıda. İşte
bende böyle dolup taşıyorum diyebilirim. O yüzden belki sonra, belki sonra
yazarım diye diye bırakıyordum. Çünkü anlatacak, paylaşacak
o kadar çok şey var ki. Az kaldı az kaldı diyorum. Birbirimizle doya doya sohbet edeceğimiz yaşadıklarımızın acısını
çıkaracağımız günler uzak değil diyorum. Biz bunu biliyor, buna inanıyoruz.
Bu
bir destan sarsıntısı
gecelerin
koynunda bir yiğitlik şarkısı
türkmen
kilimleri gibi ilmek ilmek dokunan
her
ilmeğinde demir
her
ilmeğinde ateş
her
ilmeğinde kan
bu
bir zafer muştusu
seher
uykularından ter içinde uyanan.
Bugünlerde nasılız
biliyor musun sevgili yoldaşım, etraf bir türlü yazamıyorum diyenlerle dolu.
Hele yazabilen bir oldu mu havalara uçuyor. Öylesi bir duygu yoğunluğu
içindeyiz.
Az önce 5 dakika
mektubunun başından kalktım. Ben gelene kadar baktım Songül de Savaş’a yazıyor.
Yukarıdaki şiiri sana yazınca o da Savaş’a umudun öyküsünü yazmak bize düştü
şiirini yazmış... Ben de tutturdum aynısını Kenan’a yazayım diye. N’olur yazma diyor, onlar nasıl olsa okuyorlar aynı
olmasın, diyor. Ben de olsun diyorum ve aynısını sana da yazıyorum
Umudun
öyküsünü yazmak bize düştü
bize
düştü
sunmak
hayata ömrün baharını
acıları
tas tas içmek
kan
tükürmek ihanete
direnci
resmetmek bize düştü
bize
düştü
gözyaşsız
ağlamak genç ölümlere
yetim
şafaklara kardeş olmak
alayla
gülümsemek karanlıklara
özgürlüğü
fethetmek bize düştü
hasret
vurgunuyla yanmak
vedalaşmadan
yürümek sonsuzluğa
geleceğe
köprü kurmak bize düştü
tarih
payıdır kaçınılmaz
vurun
kanatlarınızı dostlarım...
Hani bir yere kadar
yazınca insan tıkanır ya ben de öyleyim, araya duygularımı ifade eden şiirler
giriyorum. Her ne kadar bu mektubum istediğim gibi olmasa da en azından seni
sıcak bir merhabasız bırakmak istemedim. Seni sizleri çok seviyorum sevgili
yoldaşım.
Görüşmek üzere seni tüm
sevgim, inancım, coşkumla kucaklıyorum. Abime de sevgilerimi
iletiyorum. Ulaşabildiğin herkese.
'Zafer
bize mahkûm, yenilgi düşmana'
Hamide.
***
20 Temmuz
Merhaba
sevgili Ercan abi,
Biliyorum uzun zaman oldu
sana gelmeyeli. Şu an önümde 25 Haziran tarihli bana ve Aydan'a
yazdığın mektubun duruyor. Ben bu mektubu onlarca mektup içinde her gece elime
alıyor sonra bırakıp bir sonraki güne erteliyorum. Bu arada daha çok... ve onlardan gelen mektuplara kartlara cevap yazıyorum. Bu gece
ilk senin mektubunla başlıyorum Ercan abi. Önce seni
şöyle sımsıkı özlemle kucaklayayım. Mesajın kutlaman için sağ olasın Ercan Abi. Zaten her daim içimizde yanı başımızdasın. Bizim de
yüreğimiz hep seni, sevdiklerimizde. Özlemimiz, hasretimiz birbirimize olan
sevgimizi bağlılığımızı daha da büyütüyor. Yüreğimizde duyguda düşüncede
bilinçte biriz ya, dediğin gibi çok yoğun duygularla doluyum. Gülserenimiz’e, abime
ulaşabilmenin heyecanı coşkusu içindeyim. Yüreğinden akıttığın o güzel anlamlı
şiirinde yüreğimizin dili oldun Ercan Abi. Bazan burada anma vb yaptığımızda senin şiirlerini de
okuyoruz. Her sözün her satırın tıpkı karşılıklı
sohbetlerimizdeki gibi dolu dolu. Gün geçtikçe
özlemimiz hasretimiz büyüyor ve paylaşılacak çok şey oluyor. Toprağa düşen her
karanfilimiz Anadolumuzun dört bir yanında boy
veriyor çoğalıyor.
Ve Sevgi ablamız...
Giderken bize öyle yoğun duygular yaşattı ki, hepimiz aynı şeyleri hissettik.
Sevgili ablamız yoldaşımız canımız... adanmış bir
yaşam. O kocaman gülen gözleriyle, kahkahasıyla hep içimizde yüreğimizde.
Randevusunu 12 Temmuz’a ayarlamış bir şekilde kilitlenmişti... herkese bir şeyler öğreterek ölümsüzleşti Sevgi ablamız. Ne
mutlu ona ne mutlu ailemize. Ve ne mutlu bize ki yüzlerce yürek o görkemli
zaferimizin yollunda canımızı feda etmeye hazırız. Ben de, ben de diyerek
yolumuzun başından beri bizimle olan zaferimizi büyütüyoruz.
Sevgili Ercan abi bizler çok iyiyiz. Ben de Aydan da öyle. Emin adımlarla
hedefimizden şaşmadan ilerliyoruz. Sana Aydan’ın
selam ve sevgilerini iletiyorum. Yazma konusunda senin dediğin gibi o
yapabileceğini düşündüğü zaman yazar diyorum ben.
Sen nasılsın Ercan Abi? Sağlık olarak yani. İyisin
değil mi? Birbirimizi merak etmeden duramayız işte. Ama biliriz ki hep aynı
duygularla çarpar yüreğimiz. Aynı hedefe kilitlidir beynimiz.
Bak bizimkiler yine
satranç başına geçtiler. Sık sık satranç oynuyoruz.
Arada bulmaca çözüyoruz, TV, radyo, gazeteler, sohbet, voltalar
derkken günlerimiz dolu dolu geçiyor. Bu aralar
bizim... bizim 399 başvurularıyla ilgili işlemler
sürüyor Hacer’den sonra bakalım. Tabii son
süreçteki... yönelik tahliye politikaları da tutmadı.
İnsanlarımız içerde ve dışarıda inançla kararlılıkla bu onurlu yolculuğu devam
ediyorlar, ediyoruz. En son sizin oradan ..... tahliye olmuş. Selamlarını aldık mektup yazıyorduk onlara.
Yüreklerindeki sevgiyi silemezler hiçbir zaman. Dün yani önceki gün arkadaşlar
bizim için 45. gün kutlaması yaptılar. Şiirlerimizle türkülerimizle
marşlarımızla bütün hapishaneleri, dışarıları dolaştık. Her anımızda sevdiklerimiz
yine yanımızdaydı. Özellikle ölümsüzleşen...
şiirlerini okuduk. Yaşamlarını anlattık, paylaştık.
Akşam saat 18.30 şu an havalandırma kapanana kadar, 20.45’e kadar sürdü
programımız. Tam havalandırma kapısının kapanma saatine yakın her gün gökyüzünde
martıların geçişini kanat çırpışlarını izliyoruz. Size sevdiklerimize el
sallıyoruz onlarla birlikte. Selamlarımızı alıyorsunuz değil mi?
Ben şimdilik burada
bitireyim olur mu? Seni sizleri çok seviyoruz. Buradan yanındaki boranlarımıza
selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Kendinize iyi bakın...
Tüm coşkumuzla özlemle
sımsıkı kucaklıyorum
selam ve sevgilerimle
Hamide
***
17 Haziran
2001
Sevgili Ercan Abi merhaba,
Faksını Cuma aldık. O
sevgi dolu satırlar kutlaman için teşekkür ediyoruz. Yazdığın
kısacık bir kutlama mesajıydı ama ondan geriye sadece birkaç kelime kalmıştı
biliyor musun. Buna bile tahammülleri yok yani. Aydan ve Afet iyiler. Şu
an yanımda Songül ve Aydan var. Aysu Birsen var. masamız
dolu olduğu için Gülizar da TV odasına geçip bir sıranın başında yazıyor.
Herkes bir yerlere yazıyor yani. Bir baktım ki Gülizar eşyalarını toplayıp
karşıma geçmiş. Aysu az önce kalktı. Gülizar diyor ki, hayat boşlukları
affetmiyor. Gerçekten de öyle ama Biz böyleyiz işte... Bir yanımız en
sevdiklerimizde, bir yanımız sizde. Gidenlerimizin yeri hiç boş kalmıyor.
Şimdide öylesi bir yarış içindeyiz. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersin
Ercan abi. Sonunda muradıma erdim. Ne kadar çok
istediğimi bilirsin. Artık bu onurlu görevi yerine getirecek olmanın huzuru
içindeyim.
Baktım ki sana ne
zamandır yazmıyorum. En son 24 Mayıs’ta bizim toplu fotoğrafımızla birlikte
mektup göndermiştim. Sonrasında Songül’ün, Gülizar’ın mektuplarına ve en son
Mine’nin faksına not düştüm. Nedense o mektubu alırsın diye bekledim bu sefer.
Oysa sana bayrağı devraldığımız günden bu yana hep yazmayı diye düşündüm ama
olmadı işte. Sana o günümüzü görkemini coşkumuzu anlatmak isterdim. En çok seni
aradım yanımda. Sonra bantlarımız kuşanırken elin sarıldın kutladın bizi. O gün
türkülerimizi marşlarımızı hep birlikte söyledik sizlerle. En sevdiklerimiz yanıbaşımızdaydı. O gün Bayrampaşayı
herşeyiyle yeniden yaşadık. İçimiz doldu yeri geldi
hüzünlendik ağladık kimi zaman güldük eğlendik coştuk. Her an içimizde olan ve
bizden hiç ayrılmayan sevdiklerimize çok daha yakınız artık. Onlarla daha çok
sohbet ediyorum. Yani nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama çok çok
coşkulu mutlu ve huzurluyum. İstediğim oldu. Geriye sonunu getirmek kalıyor.
Bunu da yapacağım, başaracağım. Yaşadıklarımız çok şey öğretti bize, Ercan abi. Bu yüzden her seferinde keşke bende olsam derdim. Bu
bizim en büyük özlemimiz. Burda günlerimiz
gecelerimiz mektup yazmakla sevdiklerimize hediyeler yapmakla geçiyor.
Sohbetler voltalarda söylediğimiz türkülerle dolu dolu geçiyor. Bazen mektupların başına oturuyoruz yazalım
diye başlıyor koyu bir sohbet. Saatler geçiyor kimi zaman yeni günü böyle
karşılıyoruz.
Sevgili abim, Aydan sana yazacak ama yazabileceği bir günde yazmak istiyor.
Sana en son yazdığım mektup var ya, sanırım alamamışsın o gün gece oturdu yazdı
yazdı sonra da kağıdı yırtıp
kalktı başından. Az önce bunun sohbebitini yaptık
onunla. Bakalım eminim dolu dolu yazacaktır sana... kendisi çok iyi selam ve sevgilerinin iletiyor. Herkes çok
iyi coşkulu... Hacer de sana yazmış. Bu gece bir
baktık tam 13 yere yazmış. Bu gün Veli dayımızın ölümsüzlüğe kavuşmasıyla
karşıladık günü... Karanfillerimiz bir bir tohum olup
düşüyor Anadolu topraklarına. Hepsi bire bin edip filizleniyor umudumuzu
büyütüyorlar. Akşam Veli dayımızın anmasını yaptık. Anmada Nazım’dan okuduğumuz
şiiri sana da yazzmak istiyorum. Belki senin yazdığın
o güzzel anlamlı dizeler gibi değildir ama ne yapayım
Ercan Abi, ben şiir falan yazamıyorum. Sadece bazan anlatmak istediklerime denk düşen bir şiir okuduğumda
onu paylaşmak istiyorumm.
Rüzgâr
yıldızlar
ve su
Bir Afrika rüyasının
uykusu
düşmüş dalgalara
Işıltılı kara
bir yelken gibi gece
direğinde geminin
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar
aleminin
yıldızlar
rüzgar
ve su
Başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgar gibi,
yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgar gibi, su gibi bir türkü
bir türkü diyor ki
"korkumuz yok"
inmedi bir gün ile gözlerimize
bir kış akşamı gibi
karanlığı korkunun
bir türkü
diyor ki,
"bir gülüşün
ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı."
Bir türkü diyor ki
"çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
gıcırtısıyla düşmanın
dişlerinin"
Bir türkü diyor ki
dövüşmek
bir türkü diyor ki ışıklı
büyük
ışıklı geniş ve sınırsız bir
limana
dümen suyumuzda sürüklemekk denizi"
bir türkü diyor ki "yıldızlar
rüzgar ve
su"
Başüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor
yıldızlar gibi
rüzgar gibi su gibi bir türkü
Sevgili abim seni tüm sevgimle coşkulya
sımsıkı kucaklıyorum. Sana biraz daha uzun yazarım diye düşünüyordum ama
istediğim gibi olmadı. Beni anlayacağını biliyorum. Sadece şunu çok istedim
böylesi bir anda seninle karşılıklı oturup doya doya
sohbet edebilmek, sevdiklerimizle hasret giderebilmek..
Belki böyle bir şey
olmayacak ama biz yüreğimizle söylemek istediklerimizi yine aktarmaya devam
edeceğiz bir birimize.
Seni çok özledik Ercen abi. Seni çok seviyoruz
tekrar kucaklıyor görüşmek üzere diyorum...
Hoşçakal yüreğimde sevginizi
umudunuzu özlemlerinizi taşıyıp gideceğim sevdiklerimizin yanına.
Sevgilerimle
Hamide
***
HAMİDE ÖZTÜRK'ÜN VASİYETİDİR
Sayın Behiç Aşçı
Merhabalar,
Vekilim olarak şehit
düştüğümde cenaze işlemleri ile ilgilenmenizi ve vasiyetimin yerine
getirilmesini isterim.
Ben bir Ölüm Orucu
Savaşçısı olarak şehit düştüğümde cenazemin bizim geleneklerimize uygun; alın
bandım ve bayraklarımızla kaldırılmasını isterim. Üzerimde bayrağımız ve alın bandım
olacak şekilde gömülmek isterim. Aynı zamanda Arap milliyetinden olduğum için
Arap halklarının geleneklerine de uygun olmalı. Halkların kardeşlerinin ifadesi
olarak Arapça ve Kürtçe sloganlarla; Arapça türküler, zılgıtlar ve alkışlar
eşliğinde gömülmek isterim.
Mezarımın Harbiye'deki Gülserenimiz’in yanında, abime de
yakın olmasını istiyorum. Ailem cenazemi sahiplenecektir. Aynı zamanda tüm
yetki size aittir. Arkadaşlarla birlikte cenazemin mutlaka önce evimize
götürülmesini istiyorum. Saçlarıma ve ellerime (amblemimizin olacağı) kına
yakılmasını, saçlarımın üzerine defne yaprakları
serpiştirilmesini isterim. Saçlarımdan birer tutam abimin
ve Gülserenimiz’in mezarına konulmasını, onların
mezarlarından da üzerime toprak atılmasını isterim. Mezarıma defne dikilmesini
istiyorum. Bir defne ağacı olsun istiyorum. Uygun şartlara göre cenazemin
kitlesel ve meşaleli olmasını isterim.
Kulağımdaki küpeler bana
Partimin hediyesi ve Gülserenimiz’in kendi elleriyle taktığı
küpelerdir. Küpelerimin kız kardeşim, yoldaşım Ayten'e verilmesini istiyorum.
Şimdiden teşekkür ediyor,
çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
6 Eylül 2001
Hamide Öztürk
(İmza)
Hakkında
Daha Geniş Bilgi İçin...
Yoldaşları, yakınları Hamide Öztürk’ü Anlatıyor: