Hamide ÖZTÜRK

 

 

Şehit Düştüğü Tarih: 10 Eylül 2002

 

Şehit Düştüğü Yer: İstanbul, Bakırköy Devlet Hastahanesi

 

Doğduğu Tarih: 1970

 

Doğduğu Yer: Antakya

 

Mezar Yeri: Harbiye, Hatay

 

 

3 Haziran 2001’de ölüm orucuna başlayan Hamide Öztürk, direnme savaşımızın 97. Şehidi, devrimci iradenin yenilmezliğinin anıtı olarak 10 Eylül’de ölümsüzleşti.

5. Ölüm Orucu Ekibi’ndeydi Hamide Öztürk...

19 Aralık 2000’de, 6 bayan tutsağın diri diri yakıldığı Bayrampaşa C-1 koğuşunda’ydı Hamide Öztürk. O da diri diri yakılan 6 yoldaşımızdan biri olabilirdi o gün... Hamide Öztürk, 19 Aralık katliamını halkımıza anlatan tanıklardan biriydi.

 

Hamide Öztürk yoldaşımız, 1970 Antakya doğumludur. Arap alevidir. Anadili Arapçadır. Antakya Meslek Yüksek Okulu Muhasebe Bölümü’nden mezun olmuştur.

Devrimcilikle, ağabeyi Ahmet Öztürk vesilesiyle tanıştı.

1990’da meslek yüksek okulundayken gençliğin akademik-demokratik mücadelesi içinde yer aldı. Daha ilk eyleminde, 6 Kasım boykot çalışmalarında gözaltına alındı, işkencecilerle, zulmün asıl yüzüyle tanıştı.

Daha sonra Adana’da haklar ve özgürlükler mücadelesi içinde yer aldı. Özgür-Der içinde, Haklar ve Özgürlükler Platformu (HÖP) içinde mücadelesini sürdürdü. Özgür-Der başkanlığı, HÖP sözcülüğü yaptı. Hapishanelere veya halkın çeşitli kesimlerine yönelik saldırılar karşısında protesto eylemlerinde yer aldı. Giderek kendini daha çok verdi bu mücadeleye. Eylemlerde yeralan olmanın ötesine geçip, onların örgütleyicisi olmaya başladı. 11 kez gözaltına alındı bu mücadeleleri boyunca.

26 Ekim 1994’te Ağabeyi Ahmet Öztürk, Mersin’in Erdemli ilçesi Arpaçbahşiş beldesinde polis tarafından infaz edildi.

Bu da yıldırmadı, korkutmadı onu. Tersine, düşmana karşı daha büyük bir hırsla sarıldı mücadeleye. Devrimci idealleri, hedefleri netleşti. Artık tüm zamanı ve varlığı mücadeleye aitti. Akdeniz çapında görevler üstlendi.

11 Nisan 1996’da İstanbul’da tutuklandı. İstanbul 2 No'lu DGM tarafından, hiçbir kanıt, belge olmaksızın, 12,5 yıl ceza verildi.

Tutsak düşmesinden kısa bir süre sonra, 1996 ölüm orucu gündeme geldi. O da gönüllülerden biriydi. “96 Ölüm Orucunda üçüncü ekipte yeraldı. 2000’de yine ölüm orucu gönüllüsü olurken şöyle diyordu: “Özellikle '96 Ölüm Orucu eylemi, bu eylemde 3. Ekipte yer almam ve Berdan'ın katafalkının başında ona verdiğim söz benim için önemlidir. “Bayrağı sizden devraldık ve asla yere düşürmeyeceğiz’ demiştim.” (3 Ağustos 2000)

Bayrağı asla yere düşürmedi.

Fedakâr, direngen, partiye, yoldaşlarına, halkına karşı sevgi ve bağlılığıyla yaşayan, mütevazı, emekçi, her zaman coşkulu yoldaşımız Hamide Öztürk, Berdanlar’dan aldığı bayrağı yoldaşlarına devrederek ölümsüzleşti.

 

(Yukarıdaki özgeçmiş bilgileri Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın Bürosu’nun 10 Eylül 2002 tarihli, 273 nolu Açıklamasından alınmıştır.)

 

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Partiye Gönüllülük yazısı:

 

3 Ağustos 2000

PARTİME MERHABA,

 

Ölüm Orucu eylemine ilişkin duygu ve düşüncelerimi, heyecanımı tarif etmekte güçlük çekiyorum. Şöyle ifade edeyim; Ölüm Orucu adayı olduğum söylendiğinden bu yana, öncesinde yaptığım değerlendirmelerde bugün de aynı şeyleri düşünüyor ve hissediyorum. Hatta gün geçtikçe her an kendimi daha hazır ve güçlü hissediyorum. Çok mutlu, huzurlu ve güvenli hissediyorum kendimi. Yaşadığım her andan, geçmişimizden, tarihimizden, şehitlerimizden, halktan, Partimden ve Önderimden daha da güç alıyorum. Her şeyimle kendimi halkım için, Partim için feda etmeye hazırım.

Şu an bu satırları yazarken bile içim içime sığmıyor. Ölüm Orucu gönüllüsü olarak, Ölüm Orucu adayı olarak Partimin bu görevi bana layık görmesi benim için büyük bir şeref olacaktır. Bu şerefe, namusa, değere layık olacağım. Bundan emin olabilirsiniz. Ölümü gülerek kucaklamak için hiçbir tereddüdüm, kaygım yoktur. Tek kaygım, Partimin bana bu görevi vermemesi ihtimalidir. Partimin kararına saygım sonsuzdur. Bu görevi yerine getirmek için en ön safta yer almak istiyorum ve layık olacak, en ufak bir tereddüt göstermenin, bunun düşünmenin bile ihanet olacağını bilerek hareket edeceğim. Partimin bana olan güveni benim güvenimdir, şerefimdir.

Ayrıca şunu belirtmek istiyorum. Kendimi şehitlerimize çok yakın hissediyorum. Onların gözlerinin üzerimde olduğunu biliyorum. Özellikle abime, İdil'e, Ölüm Orucu şehitleri ve tüm şehitlerimize yakın hissediyorum kendimi. Bu duygu bana ayrı bir güç veriyor. Ben bu gücümü zafere kadar taşıyacağıma inanıyorum.

Partime, Önderime, yoldaşlarıma layık olacağım ve hep yanımda hissedeceğim. Güveninizi, emeğinizi ve bana verilen değeri boşa çıkarmayacağım.

Şehitlerimize layık olacak, uğruna canlarını feda ettikleri değerlerimizi daha ileriye taşıyacak ve koruyacağım.

Halklarımıza, Arap halkına böylesine onurlu bir görevle zaferi armağan etmek boynumun borcudur. Büyük bir şereftir benim için.

Partimi, şehitlerimizi, Önderimi, halkımı ve yoldaşlarımı çok seviyorum. Sevdiklerim için ölmeye hazırım. Ben Parti-Cephe ile doğdum, Parti-Cepheli olarak şehit düşeceğim.

Zaferimizin coşkusuyla devrimci selamlar...

YA ZAFER YA ÖLÜM

YAŞASIN ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ

YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ

YAŞASIN DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ

Hamide Öztürk

 

***

 

Hamide Öztürk'ün 19 Aralık Katliamını Anlatan

Mektubu

 

Sayın Behiç Aşçı,

Merhaba,

19 Aralık günü sabah saat 05.00'te Sağmalcılar Hapishanesi’ni özel tim, komando ve askerlerle, çeviklerle, robocoplarla kuşattılar. Duvarları delmeye çalışırlarken hepimizin kalktığını görünce ateş etmeye başladılar.

Arkasından yoğun bombardımana tuttular. Bildiğimiz her türlü bombayı attılar üzerimize. Sis, ses bombası, sinir gazı, biber gazı attılar. Biz onlara sürekli sloganlarımızla ve zılgıtlarımızla cevap veriyorduk. Onlar bize sürekli “Teslim olun yoksa hepinizi öldüreceğiz” dediler. “Gelin hepimizi öldürün ama bizi asla teslim alamayacaksınız, asıl siz bize teslim olun, halkın adaletine teslim olun” dedik. “teslim ol” çağrıları, hakaretler, küfürler, tacizler arasında biz sürekli sloganlarımız, marşlarımız ve zılgıtlarımızla cevap verdik. Belli aralıklarla bizi yoğun bomba bombardımanına tutarak bizi etkisiz hale getirmeye çalıştılar. Zaten çatışma başladığında biz yatakhanedeydik. Tavanı delmeye başladılar. Tavan deliklerinden, mazgallarından, çatıdan, havalandırmaya bakan mazgallardan bize sürekli ateş ediyorlardı. Bombaları silahlarla sıktılar. Tavanı deldiklerinde çekildiğimiz her yöne doğru tavanı milim milim delmeye devam ederek bomba atıyorlardı. Özellikle ranza boşlukları ve tavanın her tarafını deldiler. Bombalar kafamıza sırtımızı ve ayaklarımıza geliyordu. Yüzümüzü ıslak havlularla kapatıp birbirimizin üzerine siper almaya çalıştık. Özellikle Ölüm Orucu savaşçılarını korumaya çalıştık. Onları ne tarafa çektiysek herkesin üzerine bomba atıyorlardı. Bu şekilde öğlene doğru saat 12, 12.30'a kadar sürdü. En son yoğun gaz bombalarından sonra o yoğun gaz içine yangın bombaları sıktılar. Hepimiz kendimizden geçmiş, kimimiz bayılmıştık. Aynı anda alevlerin içinden kendilerine gelen arkadaşlar bizi kapıya yöneltti. Çıkabilenler geri gelip diğer arkadaşları kurtarmaya  çalıştılar. En son çıktığımızda artık alevlerden hiçbir şey görünmüyordu.

Gülser kapının ağzında alev alev yanmıştı. Gülseren Yazgül Güder, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel, Seyhan Doğan, Nilüfer Alcan ve Gülser Tuzcu alevler içinde diri diri yandılar. Hepimizi yakmaya çalıştılar.

Biz aşağıya inince bu sefer yemekhaneye yoğun bomba attılar. Hepimiz havalandırmanın ortasına geçtik ve halay çekmeye başladık. Gelin hepimizi tarayın ama hiçbirimizi teslim alamazsınız diye bağırdık onlara. Çok korkuyorlardı. Biz o gaz bombalarının altında “Mitralyöz”le halayımızı çektik, sloganlarımızı attık.

Sürekli tazyikli su sıkıyorlardı bombalarla beraber. Gaz bombalarının yoğunluğu bütün havalandırmayı kapladı. Biz havalandırmaya çıkınca diğer siyasetlerden arkadaşlar da dışarı çıkıp yanımıza geldiler. Ropokoplar sürekli “Teslim olun” diyordu. Biz de her seferinde cevabını verdik. Sürekli “Şehitlerimizin hesabını soracağız. Bizi diri diri yaktınız, 6 tane canımızı diri diri yaktınız, gelin bizi de tarayın ama asla bizi teslim alamayacaksınız” dedik. “Hepimiz idiller’in Sabolar’ın, Sibeller’in yanına gideceğiz” dedik. “Biz zaten 54 gündür ölümü bekliyoruz, biz ölümü çoktan göze aldık”, “Ölüm Hoş Geldi, Sefa geldi” sloganı temel şiarımızdı.

Havalandırmada böyle saat 3'e doğru sürdü. En son kapıları kırıp karşılıklı iki koğuşa girdiler. Çatılardan da bizi kuşatmışlardı zaten. Sonra havalandırmaya girdik, 1 metre yakınımıza kadar geldiler ama asla yaklaşmaya cesaret edemediler. “Teslim olun, tek tek gelin” diyorlardı. “Yaralılarınızı hastaneye götüreceğiz, kimsenin başına bir şey gelmesini istemiyoruz” diyorlardı. Biz havalandırmanın ortasındayız. “Siz 6 tane canımızı yaktınız. Hepimiz ölmeye hazırız, katiller, it sürüleri” diye cevap verdik. Operasyonu sürekli çatıdan kameraya çekiyorlardı. Havalandırmaya girdiklerinde de kamerayla çekiyorlardı. “Çekin çekin” dedik. “Bayramımızı böyle kutluyorsunuz, gidin karınıza çocuğunuza insan eti yediğinizi, insan kanı içtiğinizi anlatın” dedik. Sonra etrafımızı iyice kuşattılar ve vahşice saldırıp işkencelerle bizi maltadan sürükleyerek dışarı çıkarıp askeriyenin bir salonuna aldılar. Bizi ikişer üçer kişi hastaneye (Sağmalcılar Hastahanesi) götürdüler. Ben Aydan'la birlikteydim. Hastanede askerler, subaylar üzerimize çullanıp üstümüzü aramaya çalıştılar. Sloganlarla cevap verdik. Yerlerde sürükleyip bize işkence yaparak acil servis kapısına attılar. Benim kafamda, bacağımda yanıklar vardı. 5 dakika sonra bizi geri götürüp askeriyenin bekleme salonuna aldılar. Oradan hepimizi ringlere bindirip bekletmeye başladılar. Ağır yaralı arkadaşlarımızdan 12 kişiyi hastaneye kaldırdılar. Birsen, Hacer, Ebru, Gamze, Gülperi, Songül (çatışma sırasında açılan ateşle kolundan yaralandı), Mine, Alev, Özgül, Hülya, Funda ve Gülizar toplam 12 kişi hastanedeler. Hepsinde ağır yanık yaraları vardı.

Onları yatakhaneden yanarlarken aşağıya sürükleyerek indirebilmiştik. Bizi de ben, Münevver, Filiz, Nursel, Ayla, Suna, Mesude, Fatma, Aydan diğer siyasetlerin bayanlarıyla birlikte (10 kişiler) ringde 5-6 saat beklettiler.

Oradan da Bakırköy Hapishanesi’ne getirdiler. Şehit düşen yoldaşlarımız Gülser Yazgül Güder Ölüm orucu savaşçısı, 5’4 gündür Ölüm orucundaydılar.

Sürekli slogan atıyor, marş söylüyor ve katillere onlardan hesap soracağımızı, halkımızın, yoldaşlarımızın hesap soracağını söylüyorduk.

Seyhan; sürekli atılan bombaları dışarı fırlatmaya çalışıyor, oradan oraya kurşun yağmurları altında koşuyordu. Şefinur yine aynı şekilde. En son Şefinur yanarken ayağa kalkmış ve zafer işareti yaparak el sallıyormuş.

Karşı koğuştaki siper yoldaşlarımız anlatıyorlar. Seyhan yine yanarken zafer işareti yapıyormuş. Özlem sürekli ölüm orucu savaşçılarını korumaya çalışıyor, bombaları dışarı atıyor veya üzerine ıslak battaniye atıyordu.

Gülser çatışmada emekçiliğiyle yine en öndeydi. Bizi dışarı çıkarmaya çalışırken kapının ağzındaki dolapları çekmiş. En son kapıda sıkışmıştı.

Nilüfer'i çok göremedim. Sürekli bir yerden bir yere koşturuyordu. Ben de Ölüm Orucu savaşçılarının yanındaydım. Bir yandan onları korumaya çalışırken bir yandan gelen bombaları atıyor bir yandan bir yere siper alıyorduk. Bütün yoldaşlarımız ve kahraman şehitlerimiz yoldaş sıcaklığıyla büyük bir fedakârlık örneği gösterdiler. Feda ruhumuz şehitlerimizle doruğa çıktı.

Bizi buraya getirdiklerinde hücrelere önce tek tek attılar. Sonra ikişerli aldılar. Bir gün sonrada hücre kapılarını açtırdık. Şimdi üçer kişi kalıyoruz. Buraya geldiğimiz andan itibaren hepimiz Ölüm Orucuna başladık.

Bu hücre uygulamasıdır dedik. Direnişimiz büyük bir kararlılıkla sürüyor.

 

22 Aralık 2000

Hamide Öztürk

 

***

 

Avukat Behiç Aşçı'ya

 

Merhaba,

Sayın Behiç Aşçı Merhaba,

 

Size 19 Aralık 2000 günü sabah 05.00'de yaşadığımız operasyonu anlatmak istiyorum.

20 hapishaneye birden 19 Aralık sabahı 05.00'de katliam amaçlı bir operasyon yapıldı. Saat 05.00'de duvarlara vurulan balyoz sesleri, silah sesleri ve bombalarla uyandık. Hemen üstümüzü giyinip kendimizi korumaya çalıştık. Üzerimize yoğun ateş ediyorlardı. Aynı anda gaz bombaları atmaya başladılar. Bize çatılardan ve havalandırmaya bakan mazgallardan ateş ediyor, bomba atıyorlardı. Bu arada yatakhanenin tamamını delmeye başlamışlardı. Açtıkları her delikten yoğun ve bir çok çeşit birden bomba atıyorlardı. Ranza boşluklarına denk gelen yerleri birkaç yerden deldiler. Biz de pencere kenarlarına dizilerek yüzümüzü ancak ıslak havluyla kapatabildik. Bu sefer pencere kenarlarının üzerindeki boşluklardan tavanı deldiler. Bizim dizildiğimiz her yer kısa aralıklarla delinmişti. Buralardan çok sık aralıklarla kafamızdan, sırtımızdan aşağıya ayaklarımıza bomba yağmaya başladı. Bu şekilde saatlerce sürdü.

Ben, sürekli Gülseren'in ve ölüm orucu 1. ekipten Ayla ve Suna'nın yanındaydım. Kimi zaman yer değiştiriyorduk. Bir yandan atılan bombaların üzerine ıslak bez atıyor ya da geri fırlatıyordum. Ama 20-30 bomba birden attıklarında artık nefes alamaz hale geliyorduk. Gazlar bütün vücudumuzu ve iç organlarımızı yakıyor, parçalanıyormuş gibi bir etki yaratıyordu. Her slogan atışımızda, her konuşmamızda, her marş söylememizde bomba yağdırıyorlardı.

Bu şekilde sanıyorum saat 12'ye kadar sürdü. En son yine yoğun gaz bulutu içindeyken yangın bombaları atmaya başladılar. Yatakhane arka taraftan yanmaya başlamıştı. Bir kaç arkadaş (Nursel, Fatma, Gülser) kapıyı açmaya çalışmışlar. Yatakhanenin kapısına sadece 2 dolap çekmiştik. Önce dolapları çekememişler. Bize "kapı açılmıyor" diye seslendiler. Bunu askerler de duydu. Ve üzerimize hortumla yanıcı gaz püskürttüler. Sonradan kapı açıldı dediler. Ben Gülseren'i kucaklayıp kapıya yöneldim. Etrafta göz gözü görmüyordu. Bayılmak üzereydik. Gülseren'in ondan önce "artık hareket edemiyorum" dediğini hatırlıyorum. Hepimiz birden kapıya yönelince Gülseren'in ne zaman elimden koptuğunu bilmiyorum. Kendimi yerde en altta buldum. Herkes üst üste yığılmıştı. Çoğu arkadaş baygındı herhalde. Çünkü bu bir süre sürdü. Ben yerdeyken arkadaşlara "çıkın, çabuk çıkın" dediğimi hatırlıyorum. İnsanların üzerimden geçerek çıktıklarını hissettim. Sonra bayılmışım herhalde. Bir ara kendime geldim. Gözümü açınca etraf daha da karanlıktı. Hiçbir şey göremedim. Vücudum tutmuyordu. Bacaklarımın üzerinde birinin bacağı vardı. Bacaklarımı çektiğimi hatırlıyorum. Yine kendimi toparlamaya çalışarak yerde sürünerek kapıya çıktığımı hatırlıyorum. Merdivende Birsen'e rastladım. Yanmıştı. Merdivenin kenarlarına tutunarak onu aşağıya indirdim. Münevver'e verdim. O da hemen banyoya suyun altına soktu. Bu arada Gülseren nerde, herkes indi mi diye bağırıyordum. Bana Gülseren mutfakta dediler. Bunları bağırarak öğrenmeye çalışırken merdivene döndüm. Orada Gülizar'ı yanmış halde buldum. Onu da aşağıya kadar sürükledim. Suyun altına tuttular. Sonra yemekhaneye yöneldim. Kimlerin eksik olduğunu da algılayamıyordum. Sürekli Gülseren diye bağırıyorum. Ardadaşlara hadi yukarı çıkıp kalanları çıkaralım dedim. Aslında bu arada durumu iyi olan arkadaşlar yukarı çıkıp iniyor, çıkarabildikleri arkadaşları çıkarıyorlarmış. Çünkü Birsen'i, Gülizar'ı birileri indiriyor, ben merdivenin ortasından alıp aşağıya ulaştırıyordum. Yemekhanede gördüğüm arkadaşların çoğu ağır yaralıydı. Birçoğu da arkadaşları kurtarmaya çalışırken yanmış. Benim yatakhaneyken bir ara saçımın yandığını hissettim. (Sonradan da Bakırköy'e geldikten sonra bacağımın yanık olduğunu gördüm. Yani pantolon yanmadan içten gazla ya da isabet eden bombayla yanmış) Ben tekrar yukarı çıkıp yatakhaneye geçmek istedim. Gülseren'le birlikte kimlerin kaldığını bilmiyordum. Yatakhanenin kapısında Gülser'i yanmış, kapıya sıkışmış halde gördüm. Elbiselerinin bir bölümünden tanıyabildim. O an çok kötü oldum ve olduğum yerde kalakaldım. Koğuş kapısından içerisi görünmüyordu. O halde Gülseren ve Gülser diye bağırarak aşağıya indim. Aşağıda arkadaşlar Şefinur'u, Özlem'i, Nilüfer'i ve Seyhan'ı da söylüyorlardı. 6 isim duyunca sloganlarla sürekli onların isimlerini haykırıyorduk. Bir yandan da yanan arkadaşları üzerlerine su dökerek rahatlatmaya çalıştık. Hacer'i yemekhanede gördüm. Yerde yatıyor, sürekli üzerine su döküyorduk. Birsen, Ebru, Gülizar, Funda ve daha pek çok arkadaş yanmıştı.

Yemekhaneye de bomba atılmaya başlandı. Hepimiz havalandırmaya çıkalım, hepimizi tarıyorlarsa tarasınlar dedik. Yaralılarımızı tutarak havalandırmaya çıktık. Oradan diğer solun bayanlarının pencerelerine yönelip şehitlerimizi söyledik. Üzerimize bomba atmaya devam ediyorlardı. Diğer solun bayanları hemen havalandırmaya çıktılar. Yaralılarınızı verecek misiniz diyorlardı. Biz de hayır dedik. Bir yandan halay çekmeye başladık. Mitralyöz'le halay çektik. Durumu en ağır olan arkadaşlarımızla birlikte. Soldan da birkaç kişi halayımıza katıldılar. Daha sonra gardiyanların odasına geçtik. Burada yaralılarımıza bakmaya çalıştık. Askerler malta kapısından teslim olun demeye devam ediyorlardı. ... Biz sürekli şehitlerimizin isimlerini anons ederek slogan atıyorduk. Gardiyanların odasına da yoğun bomba attılar. Oradan tekrar solun bayanlarıyla birlikte havalandırmaya çıktık. Burada bizi sürekli tazyikli suya tuttular. Yine bomba attılar. Havalandırmanın köşesinde birlikteydik. Yanmış olan arkadaşları tazyikli suya karşı korumaya çalışıyorduk. Bir süre böyle devam edince ben arkadaşlara tekrar içeri girelim dedim. Yaralı arkadaşlarımızın durumu çok kötüydü çünkü. Birkaç kişi niye girelim demiş, ben duymadım. Birisi de "içerde gaz bombası atıyorlar girmeyelim" dedi. Ben de kendimize sürekli hareket alanı yaratalım düşüncesiyle ve yaralı arkadaşları koruma isteğiyle "gardiyanların odasına girelim" dedim. Hepimiz içeri girmeye yöneldik ama tazyikli suyun yoğunluğundan, bir kısmı da girmeyelim dediği için herhalde, ikiye bölündük. Ben tazyikli suya sırtımı verip yaralı birkaç arkadaşı tutarak içeri çektim. Gardiyanların odasına girdik. Oradan tekrar havalandırmaya geçerek kendi koğuşumuzun girişine geçtik. Burada Ben, Ebru, Gülizar, Birsen, Alev, Mine, Nursel ve birkaç arkadaş daha vardık. Geriye kalan arkadaşlar havalandırmanın köşesinde kalmışlar. Onlara tazyikli su sıkıyorlardı. Biz de yemekhane kapısından havalandırmaya kafamızı çıkardığımızda ateş ediyorlardı. İçerden pencereden arkadaşlara seslendik. Gelemediler. Bunun üzerine birleşmek için tekrar havalandırmaya çıktık. Tazyikli su ve gaz bombalarının altında arkadaşların yanına ulaştık. Ve hep birlikte havalandırmanın ortasına yöneldik. Orada kenetlendik. Bu arada askerler bize bomba atmaya devam ettiler. Aynı zamanda biz havalandırmanın ortasındayken sağda ve solda koğuşlara asker doluştu. Bizim koğuşun maltaya açılan kapısını kullanıyoruz. O kapıyı kesip askerler içeri girdiler. Bizim yemekhaneden, karşı koğuşun alt katından bize sürekli bomba attılar. Bir kısmı da havalandırmaya doluşup etrafımızı sardılar. Kameraları başından sonuna kadar çekim yapıyordu zaten. Ön tarafta askerlerle aramızda yaklaşık 1-2 metre vardı sadece. "Tek tek gelin, teslim olun" diyorlardı. Biz de "hepimizi öldürebilirsiniz ama asla teslim alamazsınız" diyor, şehitlerimizi, sloganlarımızı haykırıyorduk. Bu arada solun bayanlarından birkaç kişi askerle muhatap olmaya kalkıştı. Biz hiçbir yere gitmiyoruz dedik. Artık bunun üzerine hepsi üzerimize saldırıp tek tek götürmeye başladılar. Kenetlendik, çoğumuz en az 2 kişi birbirimizden ayrılmadık. Sürükleyerek, döverek koridordan geçirdiler. Koridorun görüntüsü benim gözümün önünde Ulucanlar'ı canlandırdı. Yerler su dolu, cam kırıkları ve itfaiye gaz hortumlarıyla doluydu.

Bizi sürükleyerek idare kapısına kadar getirdiklerinde isimlerimizi sordular. Her birimiz şehidimizin ismini söyleyerek "ben Gülseren, ben Şefinur, ben Özlem'im..." dedik. Oradan da bizi sürüklemeye devam ettiler. Askeriyenin yemekhanesine getirdiler. Durumu ağır olan arkadaşları hemen hastaneye kaldırmışlar. Bizi de ikişer kişi yemekhaneden hastaneye götürdüler. Gittiğimiz, geçtiğimiz her yerde şehitlerimizin isimlerini söylüyorduk. Sloganlarımızı atıyorduk. Hastaneye ben Aydan ile birlikte gittim. İkimizin durumu hafifti. Burada asker üzerimizi aramaya kalkınca slogan attık. Bizi yerde sürükleyerek dövdüler. Acil servis odasına öylece attılar. Acil serviste Hacer'e ilk müdahaleyi yapıyorlardı. Hacer'le konuştuk. Sonra onu Cerrahpaşa'ya götürdüler. Bana ve Aydan'a 5-10 dakika oksijen verip geri gönderdiler. Askerler bizi yemekhaneye geri götürdü. Burada hastaneye yatırılan arkadaşların dışında bir aradaydık. Ben, Suna, Ayla, Münevver, Filiz, Aydan, Fatma, Mesude, Nursel ve diğer solun bayanları 10 kişi birlikteydik. Orada kayıt işlemleri yapıp bizi ringe bindirdiler. Burada da 5-6 saat beklettikten sonra Bakırköy Hapishanesine getirdiler. Girişte kayıt işlemlerimiz yapıldı. Ben işlemler için içeri girdiğimde benden önce de birçok arkadaşın işlemi bitmiş onları götürmüşlerdi. ... Bizi tek tek hücreye attılar. Beni çıkardıklarında baktım arkadaşları tek tek hücrelere atmışlar. Ben önce girmedim. Önce arkadaşların yanına gidip onları tek tek dolaştım. Arkadaşlar da aşağıda olanlar hepimiz getirildiğimizde bizleri yan yana koyacaklar dedi. Bunun üzerine girdim ve bekledim. Arkadaşlar gelince (Münevver ve Nursel) bizi 3'er kişilik yerleştirdiler.

Sonuçta kısa sürede bir araya geldik ve bir gün sonra kapıları da açtırdık. Ben, buraya ilişkin çok fazla bir şey yazmayacağım.

Direnişimiz ve yaşadığımız katliam üzerine değerlendirme yapacak olursam; 19 Aralık direnişimiz, Sağmalcılar direnişimiz büyük bir kahramanlıktır. Direnişimiz görkemliydi. Şehitlerimizin her biri fedakârlık, kahramanlık örneğiydi. Elimizde kendimizi savunacak veya koruyacak bir şey yoktu. Barikat kurmadık. O bombardıman içinde saatlerce direndik. Ben şöyle de düşündüm; direnişimizin görkemi gerçekten çok büyük. Koğuşumuzda yaşanan vahşet de çok büyük. 6 yoldaşımızı diri diri yaktılar. Ben kendi açımdan keşke ben de şehit düşseydim diyorum. Çatışma sürerken Gülseren'e söz vermiştim. Ona sarılıp öpmüş ve "Hepimizi öldürebilirler ama bizi asla teslim alamazlar" demiştim. Bana bakıp gülümsemişti. Birlikte son sigaralarımızı içmiştik. Ama ben sağ kurtuldum ve bunun acısını yaşadım. Sözümü yerine getiremedim. Direniş boyunca, son ana kadar şehit düşebileceğimizi düşündüm. Yerde yatarken de içimden ne olur arkadaşlar çıkabilsin ben nasıl olsa kaldım "şehit düşeceğim" demiştim. Ama kendime geldim ve dışarı çıktım. Bu bana çok ağır geliyor. Acaba kalan arkadaşları da kurtarabilir miydik diye çok düşündüm. Bilemiyorum. Aklıma sadece şu geliyor. Her çıkardığımız arkadaşı belki yatakhane kapısından çıkarıp oradaki araya toplayabilirdik. Ama kaç kişiyi nasıl çıkarabilirdik bilmiyorum. Arkadaşları çıkarır çıkarmaz yemekhaneye indirip hemen müdahale etmiştik. Ben en son tekrar yukarı çıkmıştım. Gülser'i kapıda o halde görünce kendimi çok çaresiz hissettim. Bu korkunç bir duyguydu. Elimden bir şey gelmedi ve o halde aşağı indim. Koğuştan çıktığımızda da, askerler bizi sürükleyip götürürken de yukarıda şehitlerimizin olması bana çok ağır geldi.

... Biz havalandırmanın ortasındayken askerler bize "tek tek gelin, teslim olun, üzerinizi arayacağız, bomba olabilir" diyordu. Ben o anda öne fırlayıp onların ortasında patlayan bir bomba olmayı o kadar çok isterdim ki...

Bizden, cüretimizden çok korktular. Ama elimizde bir şey yoktu.

Şehitlerimizin yakılarak katledilmesi, onların şehit düşerken ki anlarında yanımızda olmamaları bana çok ağır geliyor. ... Artık şunu diyorum. Eğer yaşıyorsam şehitlerimizin intikamı için yaşıyorum. Bire karşı on diyerek hesap sormadan şehit düşmeyeceğim diyorum. Bunu havalandırmanın ortasında askerlere, halk düşmanlarına karşı da haykırmıştım. Bire karşı on hesap vereceksiniz dedim. Sürekli içim dolup kabarıyor.

Benim tek istediğim her an ve gündeme gelebilecek herhangi bir eylemde kendimi bomba yaparak düşmanın beyninde patlamak. Kendimi yakma dahil her biçim de bunu düşmana zarar vererek yapmaya hazırım.

Kahraman şehitlerimizin anısı önünde saygıyla eğiliyor, sizleri selamlıyorum.

Selamlar.

24 Ocak 2001

Hamide Öztürk

 

***

 

HAMİDE ÖZTÜRK’ÜN

ANADOLUNUN SESİ RADYOSU’NA MEKTUBU

 

İNSANLIĞIMIZ MEKTUPLAR

MERHABA ANADOLUNUN SESİ RADYOSU

 

Öncelikle Anadolunun Sesi çalışanlarına ve tüm dinleyicilere merhaba diyorum.

Size uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Yayınlarınızı ilgiyle dinliyorum. Hapishanede radyo, televizyon, basın vb. bizim dışarıya açılan kapılarımız, dış dünyayı bize taşıyan, bizim de sesimizi dışarıya taşıyan araçlarımız oluyor. Radyo da bu anlamda önemli bir yayın aracı.

Anadolunun Sesi Radyosu bana ilk olarak Anadolu halklarının tarihini, halklar mozaiğini, kültürünü, değer ve geleneklerini hatırlatıyor. Nitekim yayınlarınızda çoğu zaman bunları işlediğinizi görebiliyoruz. İşlediğiniz konulardan bir tanesi de güncele ilişkin yaptığınız programlar. Tabii bugün gündemde ağırlıklı olarak hapishaneler var. Bir yanda hapishanelerde yaşanan saldırılar, bunun karşısında gelişen direnişler var. Diğer yandan F tipi hücre hapishanelerin inşasıyla birlikte bunların hayata geçirilmeye çalışılması...

Bizim açımızdan burada veya diğer hapishanelerde olsun yaşadığımız toplu yaşam ortamı, dayanışma, paylaşım ve bunların yarattığı ortak duygu ve ruh şekillenmesi çok güzel. Asıl olarak bunların ortadan kaldırılmak istenmesiyle hücre tipi hapishaneler gündeme getiriliyor. Burada birimizin başı ağrısa hemen yanımızda "nasılsın" diyen bir arkadaşımızı buluyoruz. Canım sıkıldığında gelip benimle dertleşen, sohbet eden birini bulabiliyorum. Burada bir ekmeği kırk parçaya bölüyor, birimizin derdini kırk kişi çekiyor veya kırk kişi için birimiz canını dişine katıyor. Böylesi güzel, ortak bir yaşamın yarattığı güzellikleri yok etmek istiyorlar. Dalından koparılmış çiçek nasıl hemen solarsa, bizi de öyle soldurmak istiyorlar.

Oysa çiçeği soldurmak için güneşi batırmak gerek. Ancak güneş akşam batsa da sabah yine doğar. Çiçeği soldurmak için yağmuru yağdırmamak gerek. Oysa ne mümkün. Güneş yine doğar, yağmur yine yağar ve bitimsiz güzelliği ve renkleriyle Gökkuşağı dünyamızı ve insanlığı sarar. Umut aşılar. Bizim maceramız da buna benzer işte...

Evet sevgili dostlar, bizi insanlıktan çıkarmak için yine işbaşındalar. Şimdiye kadar onlarcamız öldürüldü, yüzlercemiz yaralandı, sakat kaldı. Ama yine de umudumuzu yok edemediler. Biz yine kendi beynimizle düşünüp, kendi yüreğimizle hissettik halkımızın acılarını, sevinçlerini, tasalarını, dertlerini...

Şimdi yine gece hiç bitmesin, karanlık hep sürsün istiyorlar. Güneşsiz, havasız, insansız yaşayalım istiyorlar... Oysa, insan sosyal bir varlıktır öyle değil mi? Halkımız ne güzel demiş 'Yalnızlık sadece Allaha mahsustur'. Şöyle bir düşünün dostlar, tek başınıza bir odada veya isterse büyük bir evde olsun ne kadar yaşayabilirsiniz?

Güneşin sıcaklığını teninizde hissetmeden, rüzgârın saçlarınızı savuruşunu, yağmurun sesini, kuşların cıvıltısını... Konuşmadan, paylaşmadan, bir dost sıcaklığı hissetmeden...

Düşünmesi bile insanı bunaltıyor, biliyorum. Bunun insanı diri diri mezara gömmekten bir farkı yok...

Bir insanı ayakta tutan en önemli şeylerden biri de sürekli düşünmesi ve üretmesi değil mi? Ben de okuyorum, televizyon izliyor, radyo dinliyorum. Kafa yoruyor, arkadaşlarımla tartışıyorum. Beynimi ve yüreğimi boş tutmuyorum. Tutuklu kaldığım 4 yıl boyunca halkıma duyduğum sevgi daha da büyüdü. Halkımın sorunlarına duyarlı oldum, bu beni bilinçlendirdi.

Oysa bizi götürmek istedikleri hücrelerde değil kitap okumak, hiçbir sesi duymadan yaşamaya mahkûm edecekler. Böylesi de yaşam değildir zaten. Bugün buralarda bile her an saldırı tehdidiyle yaşadığımıza göre, hücrelerde başımıza neler geleceğini tahmin etmek zor değil. İşkence, baskı, yasaklar, tecrit uygulamaları ve sonunda ölüm... Yıllardır bunları yaşadık...

Yani diyeceğim şu ki, hücreleri hayata geçirmek için olmadık yalana başvuruyorlar. Koğuş yaşamının, toplu yaşamın 'sakıncaları' çeşitli yalanlarla anlatılmaya çalışılırken, amaçlanan saldırı zemini hazırlamaktır. Yok sağlık nedenleriymiş, yok kurulan ortak komünlerin sakıncaları ve orada örgüt liderlerinin rant elde etmesiymiş... Kimse inanmıyor bu yalanlara. Ortak yaşamayalım mı? Peki, ne yapalım? Yaşadığımız ortak komün hayatı, birimizin hepimiz, hepimizin birimiz için yaşamasından başka bir şey değildir. Hasta olan bir arkadaşımızın ihtiyacını karşılamak en doğal görevimizdir. Birbirimize karşı sorumlulukla davrandığımız doğal yaşam tarzımızdır bu. Bir işyerinde bile insanlar birbirlerine karşı sorumlu davranırlar. Toplumun en küçük birimi olan ailede bile her şey bir kişinin geleceği, bir kişinin geleceği de o ailenin geleceği içindir. Yani halkımızın sahip olduğu kültürden farklı değil bizim yaşamımız. Toplu yaşam halklarımızın genel alışkanlığı ve yaşam biçimidir. Yaşam biçimimizde aramızdaki ilişki karşılıklı sevgiye, saygıya ve sorumluluğa dayalıdır. Koğuşta rahatsız ya da uyuyan arkadaşlarımız varsa orada gürültü yapmayız. Hasta olan bir arkadaşımız varsa var olan sütü içmez, ona bırakırız. Bir arkadaşımız kitap okuyorsa, rahatsız etmemek için müziğin sesini çok fazla açmayız. Birbirimizin isteğini gözeterek, isteğine saygı duyarak, sorumlulukla hareket ederiz. Biz yaşamımızı yasaklara göre değil, birbirimize karşı duyduğumuz sorumluluğa, saygı ve sevgiye göre şekillendiririz.

 

Bunların neresi yanlış?

 

İşte bu güzelliklerin, ortak yaşamın, paylaşımın, doğrunun, güzelin karşısında 'katı örgüt disiplini', 'bireysel özgürlükler önündeki engeller' denilerek hücreler meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu demagojilerle halklar nezdinde bizleri teslim almak isteyenler, aslında halkın da kültürüne, değerlerine, geleneklerine saldırmaktadırlar. Bu nedenle kendine insanım diyen herkes, kendi onuruna, namusuna, geleceğine sahip çıkan herkes, hücrelere karşı çıkıyor, Adalet Bakanı açık açık kamuoyu yaratmak istediğini söylüyor. Çünkü yanında kendisi gibi düşünenlerin dışında hiçbir destek göremiyor. Hücrelerin uzun zamana yayılan işkence olduğunu, tecrit, baskı ve ölüm demek olduğunu herkes biliyor ve bunlar bilimsel araştırmalarla açığa çıkmıştır. Yaşanan deneyimler bunu göstermiştir. Biz ölürüz de hücrelere girmeyiz diyoruz.

Sevgili Anadolunun Sesi Radyosu ve çalışanlarını tüm sıcaklığımla kucaklıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Sevgili Anadolunun Sesi dinleyicilerine de tüm sıcaklığımızı iletiyorum.

Sevgiyle kalın... Selamlar...

Hamide ÖZTÜRK

Sağmalcılar Hapishanesi

C-1 Koğuşu Bayrampaşa-İSTANBUL

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

 

31 Mayıs 2002

Merhaba Canım Ortağım,

Size tam yazmaya başlarken radyoda "Derdim çoktur hangisine yanayım... efendim efendim canım efendim" diye devam eden türkü çalmaya başladı. Ali Ateş söylemişti bunu ve ben hep onun sesiyle dinliyorum.

Bu sabah gönderdiğiniz bir poşet eşyayı ve faksınızı aldım. Ama biz Bayrampaşa'dan getirilirken yanımda olan eşyaları henüz vermediler. 3 gündür söylüyorum, değişen bir şey yok. Belki bugün getirirler.

Ne mi yapıyorum şimdi... Satırlarınızı okudukça nasıl olduğunu tahmin edersin. Kaç kez okudum bilmiyorum. Az önce yine okudum. Sonra elime kâğıt kalemi aldım. Yanımda radyo açık. Gazetelerin bulmacalarını çözüp, okudum. Arada bir ağzıma küp şeker atıyor, suyumu yudumluyorum. Eşyalarım gelmeyince bu durumda böyle gidiyor. Yine bildiğiniz gibiyim canım.

Ama, ama canım ortağım o ayrıldığımız anın sıcaklığı hala içimde yanıyor. Hala o anları yaşıyorum. Ve senin dediğin gibi yine TV odasında oturuyor, satranç rövanşlarımızı yapıyorum. En son ben seni yenmiştim değil mi... Şengül'le pata kalmıştık. Bahar'ı da yenmiştim. Görüyor musun o gün final gecesi gibi bir şeymiş oysa. Gerçi hepimiz hissediyorduk. Ama böylesini ben de beklemiyordum. Baharım, Zeliham, Semram; orada bırakıp ayrılırken o halleriyle gözümün önündeler. İçim içime sığmıyor. Çok merak ediyorum onları. Ne yaptılar. Şimdi ne durumdalar, nasıllar ve daha pek çok soru...

İki gündür ne güzel yağmur yağıyor değil mi... Ben yine daha önce kaldığım odadayım. Karşı oda boş. Ben yatağımda oturduğum yerden pencereye bakıyor, sizleri düşünüyorum şimdi. Ağaçların her salınışında, parlayan her yaprakta sizleri görüyorum. Meryem'i, Gülseren'i, Fıratları görüyorum. Şefomuz... Ah Gülizarım onun yeri apayrı zaten. Bir bilsen nasıl özledim sizi. Tek tek gözümde tutuyorsunuz. Hele seninle daha paylaşacak o kadar çok şeyimiz vardı ki. Benim için bunları sözlere dökmek çok zor oldu. Daha çok gözlerimizle anlatıyorduk birbirimize. Hani Gülseren'le son günlerimiz vardı ya, geceleri onunla otururdum belki saatlerce, ama bazen hiç konuşmazdık. Ayrılmakta istemezdim. İşte öyle bir şey...

Şengülüm...

Yazarken şimdi senin sigaralığından bir sigara çıkarıp yaktım. Birlikte içelim, olur mu? Tabii eğer tıkanık değilsen. Biliyor musun, her sigara yakışımda o sigaralığı elime alışımda senin el emeği göz nurunu düşünüyorum. Ve bugüne kadar harcadığın emekleri, vefanı,  özverini... Canım benim seninle son andaki kucaklaşmamız, sıcaklığını hiç kaybetmeyecek inan bana. Ve ben her sözünü ettiğimde yaşıyorum o anı. Diyorum ki, kalleşler bırakmadılar ki son anlarımıza kadar sen ve ortağım olasınız. Bunu öyle çok istiyordum ki... Sonuçta fiziki ayrılık dışında değişen hiçbir şey yok bizim için. Bunu biliyorum. Biz kendi gücümüzle yola çıkmadık mı,  bizim gibi olamayanlara rağmen bu yolun sonunu da biz getireceğiz değil mi... Bak şimdi de Grup Çığ çıktı. "Elma attım yuvarlandı..." söylüyor Mustafa. Burada Anadolu'nun Sesi çekmiyor maalesef. Orada dinleyebiliyorsunuz değil mi... Sağlığını ihmal etme olur mu canım. Aynı sıcaklıkla kucaklıyor, öpüyorum seni.

Nurselciğim, bak iki adımlık yerdeyiz ama ne diyelim. Bu mesafenin ne önemi var ki... Bak ne diyeceğim. Resmi (abim ve Gülseren'in) tekrar aldın değil mi. Demek böyle gönderecekmişim sana geri. Kem gözler değmesin istedim, en iyisi sende olması. Benden istediğin diğer fotoğrafımı da Gülizarım sana dışarıdan çoğaltıp gönderir olur mu? O bitmek bilmeyen sohbetlerimizle dolu gecelerimiz... İyi ki paylaşmışız diyorum. Pek çok şey yarım kalmasına rağmen iyi ki yaşamışız o anları diyorum. Daha pek çok şey için öyle zaten. Elbette buna rağmen bizim için yarım kalan şeyler vardır. Onları da bizden sonra gelenler tamamlayacaktır değil mi. O güven ve huzur güç veriyor.

Henüz gelen giden olmadı. Ben daha çok Baharları, Zelişleri merak ediyorum. Umarım iyilerdir. Bugün sizin ziyaret gününüz. Belki bu saatlerde annenle görüşmüşsündür. Onu da öyle çok özledim ki... Onun, Fadime Teyze'nin, Nadire Anamızın ve tüm ailelerin elerinden öpüyorum. Selam ve sevgilerimi iletirsiniz. Canım benim seni sımsıkı, tüm sıcaklığımla kucaklıyor öpüyorum. Ayrıca C'deki tüm canlarımızı ayrı ayrı kucaklıyor, Şengül'ü ayrıca parıldayan alnından öpüyorum. Seni, sizleri çok seviyorum.

Filiz canım benim bana yazdığın o satırlar var ya, beni derinden etkiledi. Gülseren’e ayrıca ne kadar bağlı olduğunu biliyorum. Biz de bir gün önce sizin sohbetinizi yapmıştık. Senin Gülseren'le havalandırmadaki sohbet ederkenki resminiz bir sembol haline geldi demişim ben. Seni çok özledim biliyor musun?... Çok seviyorum seni... Gülizar size tek tek benim için sarılıp öpmüştür değil mi, Şengül de öyle. Tamam ben de bir daha aynısından sarılıp öpüyorum seni.

Birsenciğim, hadi bu sigaramı da seninle içelim olur mu?... Biliyor musun, şimdi her şey dupduru, yalın ve berrak ve ben daha çok huzurlu, güçlüyüm. Her geçen gün artıyor bunlar. Son an'a kadar...

Senin el emeği göz nurun o kadar güzel ki... Yanımdan ayırmıyorum. Baş köşemde ve boynumda duruyor. Hep seninleyim canım, sen hep bendesin.

Mineciğim, geldik yolculuğumuzun yeni bir evresine daha... Biliyor musun canım, yaşanan her zorluk, bu onurlu yolculuğumuzu daha da güzelleştiriyor. Ben bu yolun sonunu görebiliyorum. Bizim için önemli olan da bu değil mi... Eminim bir gün bir yerlerde yeniden buluşacak ve kucaklaşacağız. O büyük günün inancı ve coşkusuyla ilk günkü gibiyim ben de... Seni çok seviyorum canım benim.

Mesudeciğim, umarım sana yaptığım tokayı almışsındır. Eminim çok yakışmıştır sana. Bak ne diyeceğim, yine birazcık zayıfladın galiba, lütfen sağlığını ihmal etme olur mu?... Biz her zaman hep birlikteyiz. Senin emeğini, coşkunu, vefanı asla unutamam.

Aysuu... yine havalandırmada hılı hızlı volta mı atıyorsun. Biraz da benimle birlikte voltalarsın olur mu? Burada benim volta attığım sadece 3 adımlık yer. Olsun yine de birlikteyiz değil mi?...

Ayfer, Funda oralarda mısınız? Canım yazdıklarım hepiniz içindir. Daha da uzun yazmak isterdim. Ama sizi çok çok sevdiğimi bilmenizi isterim. Sımsıkı kucaklıyor, öpüyorum.

Canım ortağım, şimdilik hal ve gidişat böyle. "Du bakalım ne olacak..." di mi? Neyse, bugünlük bu kadar diyeyim. Hani sana demiştim ya, artık seni mahvedecek bir şey yapmam diye. Ama böylesi ayrılığı düşünmemiştim. Oysa son ana kadar seninle, senin ellerinde olmayı çok isterdim. Yine yanımdasın, yine yanımdasınız... "Tanrım, yarabbim", bu güçlü sevgi, bu bağlılık daha başka nasıl tarif edilir ki... Seni her gece o sıcaklık ve bağlılıkla öpüyorum canım. Umut bizim ellerimizde... Yarınlar bizden sonra geleceklerin ellerinde olacak.

Sevgi ve bağlılıkla

Ortağın.

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

9 Haziran 2002

 

Merhaba Canım Ortağım ......

Radyoda Grup çığ "ömrüm"ü söylemeye başlayınca ben de hemen sana yazmaya başladım... Sigaramı yeni söndürmüştüm ama şimdi yenisini yakıyorum. Bir de çay içiyorum şu an...

Bugün hava o kadar güzel ki, sıcak ama hafif esiyor... Ağaçlar yine pırıl pırıl ve yan pencereden ıhlamur ağacının kokusu geliyor. Bu koku geceleri çok daha güzel yayılıyor biliyor musun?

Mektubuna iliştirdiğin, benim için çok değerli ve özel anlamı olan hediyeni ne yaptım bil bakalım. Onu oradan hemen çıkarıp bileğimdeki hani Serdar'ın hediyesi olan bileklik var ya, ona geçirdim. Sürekli bileğimde olacak yani. Çok teşekkür ediyorum canım benim. Zeliha'da da aynı olması beni ayrıca duygulandırdı. Onları öyle çok merak ediyorum ki... Gelen giden de olmadı. Bekliyorum umarım yakında onlardan haber alabilirim.

... Aynı gün akşamüstü Fatma teyzeden selamını alınca nasıl mutlu olduğumu anlatamam... Pencereden onlara el sallarken sizin o güzel gözleriniz için bin defa ölünür dedim kendi kendime...

... Orada bir türlü kendine gelemediğini tahmin edebiliyorum. Benim için de kolay olmuyor inan ki. Ama diyorum ki, mekân değişikliği, fiziki ayrılıklar yaşandığında önceki birlikteliği sürekli yaşamak bizim en doğal ve en güzel yanlarımızdan biri değil mi?

Meryem'le Tülay'ın bardaklarını arkadaşlara hediye etmeniz çok güzel... Ben de sana fincanımı göndermek istiyorum. Sende kalır olur mu... Bu mektuplar ve göndereceğim çamaşır poşetiyle birlikte gönderiyorum. (Hangi gün olur belli değil de)

Ben yine bildiğin gibiyim. Zamanım dolu dolu geçiyor diyebilirim. Gazete, bulmaca, kitap vs. derken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bazen. Bir de radyo bazen özel zamanlar ayırıp dalıyorum; geliyorum yanınıza, sizi davet ediyorum, gidiyorum. Şefomuza, Gülümüze, Meryeme... Her an he yerde onlar var.

Sizinkiler bir daha ziyarete gelir mi bilmiyorum ama, onlara tek tek selam ve sevgilerimi iletirsin. Nasıl olsa sen çıkıyorsun en fazla bir defa daha gelirler değil mi...

Canım ortağım şimdilik bitiriyorum. Seni çok ama çoook seviyorum. Her zamanki usulümüzce kucaklayıp öpüyorum.

Görüşmek üzere... Ortağın

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

9 Haziran 2002

 

Merhaba Refikam ......,

Canım benim, Refikam, bir tanem ve gecelerimin vazgeçilmez sohbet ortağı...

Annen çok güzeldi, güçlüydü... Merakla, endişeyle bakıp bakıp durdu öylece. Onu öyle özlemişim ki, Mutlu'yu da... gördüğüme çok sevindim. Belki onlar bir dahaki ziyarete gelip size anlatmadan bu mektup elinize geçer.

Bana yazdığın mektubun kapağı çok hoşuma gitti. Yaprak apayrı bir güzellik vermiş zaten. Mektubunu olduğu gibi kart olarak başucuma, etejerimin köşesine yerleştirdim. Yanında 19 Aralık'ta ayrıldığımız canlarımız var. Hepsi bana bakıp gülümsüyorlar. Ben de her an, her saat onlarlayım, gözlerimi kapayana kadar...

Senin bir parçan vardı hani; "ya beni de götür ya sen de gitme" diye. Belki inanmayacaksın ama şimdi de radyoda bu çalmaya başladı. Senin için dinliyorum. Ne oldu biliyor musun? Radyoda bazen değişik kanalları açıyorum, yakaladığım güzel bir şey olunca dinliyorum. Az önce de başka bir kanaldaydı. Tabii ben yazmaya dalınca baktım ilahiler çalmaya başlamış, ben farkında değilim. Elimi uzattım değiştireyim dedim, ilk bu senin parçan çıktı işte... Ah bir de Anadolu'nun Sesi’ni dinleyebilseydim. Hiç fena olmazdı gerçekten. Ne yapalım biz aradığımızı bir yerlerden buluruz işte... Gülizar şu lafı iyi bilir "Allah c...mızı verecek" değil mi Gülizar. Bak bu da hastanedeki TV dizilerinden dilimize yerleşen sözlerden biriydi. Mesela bazı anlarımız oluyordu, çok duygusallaştığımız anlar. Bir yerlerden bir konu açılmış oluyor. Fazla derine dalınca birimiz mutlaka bu beylik laflardan birini söyleyip kahkahayı patlatıyorduk. Ortağım size belki defalarca anlattıklarını bir de burada anlatıyorum görüyor musun?

Dün yine ufak tefek temizlik yaptım, saçlarımı yıkadım. Ortalığı toparladım. Hoş her şey yerli yerinde düzenli ya, olsun. Ben yine de elden geçirip ufak tefek yer değişikliği yapıyorum bazen. O arada çay suyu ısınmış oluyor, oturup bir çay içerken sigaramı tüttürüyorum. Sigara içme performansım da hala yerinde. Henüz bir değişiklik yok. Bazen azalıyor, ama çok da fazlalaştırmıyorum.

Geçen gün ne yaptım, yine dayanamayıp elime el işi aldım. O da bir yazmanın kenarını diktim. Daha önce yaptığım gibi zevk aldım yani.

Bir şey daha anlatayım unutmadan. Hani şu sıcaklar bastırmadan önce bir iki gün yağmur yağmıştı ya. İşte o gecenin birinde yaklaşık saat 11.00'e geliyor. Hava çok güzel esiyor, ağaçlar pırıl pırıl... Birden çok hızlı bir yağmur bastırdı. O sırada masanın başında birşeyler içerken bulmaca çözüyordum. Kalktım, bir sigara yaktım. Camın hizasında 3 adımlık yerde volta attım. sonra cama iyice yanaşıp sigaramı yağmurun altında içtim. O kadar güzeldi ki, dışarıdaymışım gibi ıslandım diyebilirim. Camla dış demir parmaklık arasındaki yere kafamı dayadım, dirseklerime dayandım ve güzel güzel sigaramı içerken sizinle sohbet ettim o gece... O sırada size mutlaka yazarım bunu demiştim. Şimdi aklıma gelince kaçırmayayım yazayım dedim.

Bu arada 19 Aralık mahkemesine gittiniz mi, kimler geldi, kimleri gördünüz. Bir türlü öğrenemedim. Mahkeme haberini gazetede kısacık vermişti, onda da sizi götürüp götürmediklerini yazmamış zaten. Yahu bana elinize son geçen fotoğraflardan gönderseniz ne iyi olur. Dışarıda çoğalttırabilirsiniz de... olmaz mı? Bir de son çıkan kitaplardan yazmıştım gerçi ama Yaşar Kemal'in son kitabını da ekleyeyim.

Canım benim, Asur halkının tek dişi kalmış canavarı; sana başka ne yazayım diye düşünüyorum. Birden aklıma bu söz geldi. Aslında her ne kadar her şey yarım kalıyor olsa da, biz seninle konuşacaklarımızı iyi ki zamanında konuştuk diyorum. Değil mi... Artık bu saatten sonra fazla söze  gerek kalmıyor. Bak, mektubunun kapağına yazdığın sözleri okuyorum sürekli... elbette bir gün bir şekilde seninle, Şefomuzla, Gülümüzle ve tüm canlarımızla kucaklaşacağız. Buna inanıyorum. Bekliyorum. Sabır, sabır, sabır diyorum sadece. Bu dünyada bizim gibi sabretmesini hiç kimse bilmiyor değil mi?

Seni seviyorum canım. Doya doya öpüyor, hasretle, özlemle, bağlılığımla, inancım, coşkum ve canlarımızın sıcaklığıyla kucaklıyorum. Görüşmek üzere... Refikam.

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

10 Haziran 2002

......

Belki inanmayacaksın ama bugün (10 Haziran/ saat 20.30) hepinize yazdım, bitirdim. Öyle mutlu ve huzurluyum ki... Ve sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum inan... Bir şey dememe gerek var mı... Sadece öpüyor, öpüyor, öpüyorum. Hiç bırakmamacasına. Hiç kopmayacakmış gibi. Daha daha ne diyeyim. inan çok onore oldum. Bu onurla son nefesimi de rahat ve huzurla vereceğim...

Bu veda mektubu değil canım... Biz hiç ayrılmadık zaten. Hiçbir zaman da ayrılmayacağım. SENİ ÇOK SEVİYORUM. SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM...

Hamide.

 

*** 

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

29 Haziran 2002

 

Merhaba Canım Ortağım ......,

Ortak çakmaklığını aldım. Çok teşekkür ederim. Ortaklarımızla birlikte yüreğimdesiniz, ilk sigaramı kalite yaktım hemen. Birazdan kendime bir de kahve ısmarlarım. Seni çok seviyorum, çok özlüyorum. Beni merak etmeyin olur mu... İyiyim, iyiyim ama artık bir an önce menzile varmak istiyorum. Başka bir şey de istemiyorum. Beni buradan  götürmeye niyetleri yok. Başhekim görüşmeye gelmedi, soruyorum hemşire bunun bizimle ilgisi yok diyor. Zaten ben taburcu olmak istiyorum demeye başladığımdan beri doktorlar da doğru dürüst uğramaz oldular. En son Çarşamba günü sizin oranın müdürü Ahmet ..... geldi. O da yetkinin ellerinde olmadığını söyledi. Dün de cevap yazılı geldi cezaevi idaresinden.

Dün Fadime Teyzeyi görünce yine tutamadım kendimi. Öylece bakıştık durduk. Kahretsin, bu sefer çamaşırları göndermeme izin vermediler. Komutan yazılı kağıt getirsin deyip durdu. Ben de Müdürle görüştüğümüzü söyledim, işe yaramadı. Bana para bırakmasına da izin vermediler. Pencereden haftaya yine gelmesini söyledim. Ama kahretsin akşamüstü ziyaret sonrası saatlerde pencerede değildim. Eğer gelmişlerse Fadime teyzeyi, Fatma teyzeyi, Nadire ana ve Niyazi abiyi göremedim. Sizden öğrenince içim yandı doğrusu. Çok çok selam ve sevgilerimi iletirsiniz. Seni çok ama çok seviyorum, usulümüzce kucaklayıp, öpüyorum. Biz kazanacağız.

Ortağın.

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

 

Merhaba sevgili Fevzi,

Ne zamandır iki satır da olsa bir şeyler yazmamızı istiyordun. Senin bütün yazdıklarını, faks vb. aldık. Şimdi yazacak bir ben kaldım biliyor musun... Seni selamsız bırakır mıyım hiç. Her ne kadar sık yazmasam da senin, sizlerin yüreğimdeki yerinizi ve o sonsuz ...............  bilmeni isterim. O son üç günümüzü ben de hiç unutmuyorum. Burada ortağınla sohbetini yaptık yine. İşte diyorum her şeyimiz birlikte yaşadığımız ve paylaştığımız güzellikler üzerine kurulu değil mi... Ben de seni sizleri çok özledim ve seviyorum. Evet, günlerimiz ilerledi ve sevdiklerimizin yolunda .......... seni sevgi ve.......... kucaklıyorum...

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

 

Merhaba Veysel,

Sonunda el yazını görebildik mi desem ne desem... Şaka bir yana tanışmak için birbirimizi görmek gerekmiyor tabi... Biz birbirimizi yürekten tanıyoruz. Bana yazmana çok sevindim gerçekten. Abimle paylaşımlarınızı, yaşadıklarınızı az çok biliyordum. Seni çok anlatıyorlardı. Abime Gülserenimiz’e, sevdiklerimize sizin de sevgi ve ......... taşıyacağımdan, ileteceğinden emin olabilirsin. Sevgiyle...

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

 

Merhaba Sadık, seni tüm çoşku ve .................... kucaklıyorum. Seni sizleri çok seviyoruz bunu biliyorsunuz. Tüm Edirne ahalisine selam ve sevgilerimizi iletiyorum...

 

***

 

Hamide Öztürk’ün Mektuplarından 

23 Nisan 2001

 

Merhaba sevgili Yoldaşım,

Sana uzun zamandır yazamadım. Mektubunu da cevapsız bıraktım biliyorum sen de yazdığın her mektupta, her faksta beni soruyorsun. Bunun üzerine sana yazmak gittikçe daha zor gelmeye başladı nedense. Beni anlayacağını umuyorum.

Çok doluyum sevgili yoldaşım, çok. Aslında sadece sana değil hemen hiç kimseye yazamıyorum ne zamandır. Çünkü neyi nasıl anlatsam, nasıl ifade etsem diyorum ve yüreğim buruk, vicdanım elvermese de kalkıyorum kâğıdın başından. Böyle günlerce elime kâğıdı kalemi alıp bir türlü yazamadığım oldu. İşte böyle sevgili yoldaşım kusura bakma olur mu.

Oysa senin ve senin gibi yüzlerce yoldaşımın sıcak bir merhabayla yalnızlığını paylaşmak istemez miydim sanıyorsun. İşte bunları düşündükçe dayanamıyorum. Ama inancımız, sevdamız, coşkumuz, öfkemiz, kinimiz bir. Bunları hissetmek daha da güç veriyor insana.

Abim nasıl ona yazmıştım, mektubu ve fotoğrafı aldığını yazmış bana. Çok sevindim. Ona da yazacağım. Bir de Savaş’a. Ona henüz hiç yazmadım biliyor musun. Bugün ona da yazacağım.

Bugün 23 Nisan sevgili yoldaşım. Çocuklarımıza gülmenin, geleceğe umutla bakmanın nice zulümlerle yasaklandığı gün bugün. Sinan’ı düşünüyorum. Erdem’i, Pınar’ı.. Gülsüman abla, Şenayımız büyük bir inançla ölümsüzleşerek çocuklarının göreceği güzel günler umuduna ayrıldılar aramızdan. Dün pazar günüydü ve dört şehit haberiyle doldu günümüz, kabardı yüreğigmiz, taştı öfkemiz, kinimiz. O Erdem’in güzel gözlerini, hayat dolu gülüşünü gözlerimin önünde görüyorum sürekli. Evet, erken büyüyor çocuklarımız. O küçücük yüreklerine dünyayı sığdırıyorlar. Biliyor musun, Gülsuman ablamız şehit düştükten sonra TV'de Armutlu’daki evde görüntülerini izledik. Şenay’ı gösteriyorlar. Ölüme çok yakın yavaşça konuşabiliyordu. Gözleri ışıl ışıl. Diyor ki "Dün Erdem geldi yanıma. Elimi tuttu. Beni tanıdın mı anne bu kaç diye parmağını zafer işareti yaparak göstermiş. Beni muayene etti." Şenay Erdem'den bahsederken gözleri doluyordu. Ama ne Şenay ne de Gülsüman abla bizim çocuklarımız var deyip vazgeçmediler yollarından. Çünkü bu yola inanmış, sevmişlerdi. Bu uğurda ölümü gülerek karşılamanın yüceliğini yaşattılar bize. Başkaları gibi benim şuyum var buyum var demediler. Tercih netti. Ya onurlu bir ölüm ya da onursuz bir hayat.

İşte bunlar beni dolduruyor sevgili yoldaşım. Yaşadıklarımızla daha da büyürken, kimi şeyler de küçülüyor gözümüzde. Öfkemiz kinimiz daha da artıyor.

Seyhan ne çok istemişti Boran olmayı. Olamadığında da ne kadar üzülmüştü. Seninle bir sohbetimiz vardı hatırlarsın. Onun ne kadar üzüldüğünü anlatmıştın. İşte Seyhan fedakârlığın özverinin vefanın en büyük örneğini bize yaşatarak gitti. Onunla herşeyi dolu dolu yaşadığım için mutluyum, huzurluyum. Ama keşke onun yerinde ben olsaydım diyorum. Ya da onların yanına gidebilsem. Ben de Boran olmayı çok istemiştim ve kahrediyordum beni de alın beni de alın diye. İşte şimdi daha çok kahrediyorum boran olmadığıma. Keşke, keşke bende olsaydım diyorum. Sürekli 19 Aralık kahramanlarımızı boran olup kanatlananlarımızı düşünüyorum. Ne mutlu, ne mutlu size diyorum. Onlarla sohbet ediyorum. Hiç ayrılmıyoruz. Hele Gülseren’i bir yandan keşke burada olsaydı diyorum. Belki pek çok şey farklı olurdu diyorum. Ama bir yandan iyi ki bu günleri görmedi diyorum. Hepsi için. Çünkü onlar sadece bütün güzelliklere layıklar. Dünyada insanoğlunun yarattığı nice güzellik varsa onlara layıklar.

İşte sevgili yoldaşım, iki duygu doldu mu insanın yüreği kabarıp duruyor, taşacak boşalacak yer arıyor. Ama onların beyinlerinde bir gün mutlaka biz de patlayacağız. Bizim de sıramız gelecek bunu biliyorum.

Sevgili yoldaşım, sana bu satırları yazarken bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu dışarıda. İşte bende böyle dolup taşıyorum diyebilirim. O yüzden belki sonra, belki sonra yazarım diye diye bırakıyordum. Çünkü anlatacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki. Az kaldı az kaldı diyorum. Birbirimizle doya doya sohbet edeceğimiz yaşadıklarımızın acısını çıkaracağımız günler uzak değil diyorum. Biz bunu biliyor, buna inanıyoruz.

 

Bu bir destan sarsıntısı

gecelerin koynunda bir yiğitlik şarkısı

türkmen kilimleri gibi ilmek ilmek dokunan

her ilmeğinde demir

her ilmeğinde ateş

her ilmeğinde kan

bu bir zafer muştusu

seher uykularından ter içinde uyanan.

 

Bugünlerde nasılız biliyor musun sevgili yoldaşım, etraf bir türlü yazamıyorum diyenlerle dolu. Hele yazabilen bir oldu mu havalara uçuyor. Öylesi bir duygu yoğunluğu içindeyiz.

Az önce 5 dakika mektubunun başından kalktım. Ben gelene kadar baktım Songül de Savaş’a yazıyor. Yukarıdaki şiiri sana yazınca o da Savaş’a umudun öyküsünü yazmak bize düştü şiirini yazmış... Ben de tutturdum aynısını Kenan’a yazayım diye. N’olur yazma diyor, onlar nasıl olsa okuyorlar aynı olmasın, diyor. Ben de olsun diyorum ve aynısını sana da yazıyorum

 

Umudun öyküsünü yazmak bize düştü

bize düştü

sunmak hayata ömrün baharını

acıları tas tas içmek

kan tükürmek ihanete

direnci resmetmek bize düştü

bize düştü

gözyaşsız ağlamak genç ölümlere

yetim şafaklara kardeş olmak

alayla gülümsemek karanlıklara

özgürlüğü fethetmek bize düştü

hasret vurgunuyla yanmak

vedalaşmadan yürümek sonsuzluğa

geleceğe köprü kurmak bize düştü

tarih payıdır kaçınılmaz

vurun kanatlarınızı dostlarım...

 

Hani bir yere kadar yazınca insan tıkanır ya ben de öyleyim, araya duygularımı ifade eden şiirler giriyorum. Her ne kadar bu mektubum istediğim gibi olmasa da en azından seni sıcak bir merhabasız bırakmak istemedim. Seni sizleri çok seviyorum sevgili yoldaşım.

Görüşmek üzere seni tüm sevgim, inancım, coşkumla kucaklıyorum. Abime de sevgilerimi iletiyorum. Ulaşabildiğin herkese.

'Zafer bize mahkûm, yenilgi düşmana'

Hamide.

 

***

 

20 Temmuz

Merhaba sevgili Ercan abi,

 

Biliyorum uzun zaman oldu sana gelmeyeli. Şu an önümde 25 Haziran tarihli bana ve Aydan'a yazdığın mektubun duruyor. Ben bu mektubu onlarca mektup içinde her gece elime alıyor sonra bırakıp bir sonraki güne erteliyorum. Bu arada daha çok... ve onlardan gelen mektuplara kartlara cevap yazıyorum. Bu gece ilk senin mektubunla başlıyorum Ercan abi. Önce seni şöyle sımsıkı özlemle kucaklayayım. Mesajın kutlaman için sağ olasın Ercan Abi. Zaten her daim içimizde yanı başımızdasın. Bizim de yüreğimiz hep seni, sevdiklerimizde. Özlemimiz, hasretimiz birbirimize olan sevgimizi bağlılığımızı daha da büyütüyor. Yüreğimizde duyguda düşüncede bilinçte biriz ya, dediğin gibi çok yoğun duygularla doluyum. Gülserenimiz’e, abime ulaşabilmenin heyecanı coşkusu içindeyim. Yüreğinden akıttığın o güzel anlamlı şiirinde yüreğimizin dili oldun Ercan Abi. Bazan burada anma vb yaptığımızda senin şiirlerini de okuyoruz. Her sözün her satırın tıpkı karşılıklı sohbetlerimizdeki gibi dolu dolu. Gün geçtikçe özlemimiz hasretimiz büyüyor ve paylaşılacak çok şey oluyor. Toprağa düşen her karanfilimiz Anadolumuzun dört bir yanında boy veriyor çoğalıyor.

Ve Sevgi ablamız... Giderken bize öyle yoğun duygular yaşattı ki, hepimiz aynı şeyleri hissettik. Sevgili ablamız yoldaşımız canımız... adanmış bir yaşam. O kocaman gülen gözleriyle, kahkahasıyla hep içimizde yüreğimizde. Randevusunu 12 Temmuz’a ayarlamış bir şekilde kilitlenmişti... herkese bir şeyler öğreterek ölümsüzleşti Sevgi ablamız. Ne mutlu ona ne mutlu ailemize. Ve ne mutlu bize ki yüzlerce yürek o görkemli zaferimizin yollunda canımızı feda etmeye hazırız. Ben de, ben de diyerek yolumuzun başından beri bizimle olan zaferimizi büyütüyoruz.

Sevgili Ercan abi bizler çok iyiyiz. Ben de Aydan da öyle. Emin adımlarla hedefimizden şaşmadan ilerliyoruz. Sana Aydan’ın selam ve sevgilerini iletiyorum. Yazma konusunda senin dediğin gibi o yapabileceğini düşündüğü zaman yazar diyorum ben.

Sen nasılsın Ercan Abi? Sağlık olarak yani. İyisin değil mi? Birbirimizi merak etmeden duramayız işte. Ama biliriz ki hep aynı duygularla çarpar yüreğimiz. Aynı hedefe kilitlidir beynimiz.

Bak bizimkiler yine satranç başına geçtiler. Sık sık satranç oynuyoruz. Arada bulmaca çözüyoruz, TV, radyo, gazeteler, sohbet, voltalar derkken günlerimiz dolu dolu geçiyor. Bu aralar bizim... bizim 399 başvurularıyla ilgili işlemler sürüyor Hacer’den sonra bakalım. Tabii son süreçteki... yönelik tahliye politikaları da tutmadı. İnsanlarımız içerde ve dışarıda inançla kararlılıkla bu onurlu yolculuğu devam ediyorlar, ediyoruz. En son sizin oradan ..... tahliye olmuş. Selamlarını aldık mektup yazıyorduk onlara. Yüreklerindeki sevgiyi silemezler hiçbir zaman. Dün yani önceki gün arkadaşlar bizim için 45. gün kutlaması yaptılar. Şiirlerimizle türkülerimizle marşlarımızla bütün hapishaneleri, dışarıları dolaştık. Her anımızda sevdiklerimiz yine yanımızdaydı. Özellikle ölümsüzleşen... şiirlerini okuduk. Yaşamlarını anlattık, paylaştık. Akşam saat 18.30 şu an havalandırma kapanana kadar, 20.45’e kadar sürdü programımız. Tam havalandırma kapısının kapanma saatine yakın her gün gökyüzünde martıların geçişini kanat çırpışlarını izliyoruz. Size sevdiklerimize el sallıyoruz onlarla birlikte. Selamlarımızı alıyorsunuz değil mi?

Ben şimdilik burada bitireyim olur mu? Seni sizleri çok seviyoruz. Buradan yanındaki boranlarımıza selam ve sevgilerimizi yolluyoruz. Kendinize iyi bakın...

Tüm coşkumuzla özlemle sımsıkı kucaklıyorum

selam ve sevgilerimle

Hamide

 

 

***

 

17 Haziran 2001

Sevgili Ercan Abi merhaba,

 

Faksını Cuma aldık. O sevgi dolu satırlar kutlaman için teşekkür ediyoruz. Yazdığın kısacık bir kutlama mesajıydı ama ondan geriye sadece birkaç kelime kalmıştı biliyor musun. Buna bile tahammülleri yok yani. Aydan ve Afet iyiler. Şu an yanımda Songül ve Aydan var. Aysu Birsen var. masamız dolu olduğu için Gülizar da TV odasına geçip bir sıranın başında yazıyor. Herkes bir yerlere yazıyor yani. Bir baktım ki Gülizar eşyalarını toplayıp karşıma geçmiş. Aysu az önce kalktı. Gülizar diyor ki, hayat boşlukları affetmiyor. Gerçekten de öyle ama Biz böyleyiz işte... Bir yanımız en sevdiklerimizde, bir yanımız sizde. Gidenlerimizin yeri hiç boş kalmıyor. Şimdide öylesi bir yarış içindeyiz. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersin Ercan abi. Sonunda muradıma erdim. Ne kadar çok istediğimi bilirsin. Artık bu onurlu görevi yerine getirecek olmanın huzuru içindeyim.

Baktım ki sana ne zamandır yazmıyorum. En son 24 Mayıs’ta bizim toplu fotoğrafımızla birlikte mektup göndermiştim. Sonrasında Songül’ün, Gülizar’ın mektuplarına ve en son Mine’nin faksına not düştüm. Nedense o mektubu alırsın diye bekledim bu sefer. Oysa sana bayrağı devraldığımız günden bu yana hep yazmayı diye düşündüm ama olmadı işte. Sana o günümüzü görkemini coşkumuzu anlatmak isterdim. En çok seni aradım yanımda. Sonra bantlarımız kuşanırken elin sarıldın kutladın bizi. O gün türkülerimizi marşlarımızı hep birlikte söyledik sizlerle. En sevdiklerimiz yanıbaşımızdaydı. O gün Bayrampaşayı herşeyiyle yeniden yaşadık. İçimiz doldu yeri geldi hüzünlendik ağladık kimi zaman güldük eğlendik coştuk. Her an içimizde olan ve bizden hiç ayrılmayan sevdiklerimize çok daha yakınız artık. Onlarla daha çok sohbet ediyorum. Yani nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama çok çok coşkulu mutlu ve huzurluyum. İstediğim oldu. Geriye sonunu getirmek kalıyor. Bunu da yapacağım, başaracağım. Yaşadıklarımız çok şey öğretti bize, Ercan abi. Bu yüzden her seferinde keşke bende olsam derdim. Bu bizim en büyük özlemimiz. Burda günlerimiz gecelerimiz mektup yazmakla sevdiklerimize hediyeler yapmakla geçiyor. Sohbetler voltalarda söylediğimiz türkülerle dolu dolu geçiyor. Bazen mektupların başına oturuyoruz yazalım diye başlıyor koyu bir sohbet. Saatler geçiyor kimi zaman yeni günü böyle karşılıyoruz.

Sevgili abim, Aydan sana yazacak ama yazabileceği bir günde yazmak istiyor. Sana en son yazdığım mektup var ya, sanırım alamamışsın o gün gece oturdu yazdı yazdı sonra da kağıdı yırtıp kalktı başından. Az önce bunun sohbebitini yaptık onunla. Bakalım eminim dolu dolu yazacaktır sana... kendisi çok iyi selam ve sevgilerinin iletiyor. Herkes çok iyi coşkulu... Hacer de sana yazmış. Bu gece bir baktık tam 13 yere yazmış. Bu gün Veli dayımızın ölümsüzlüğe kavuşmasıyla karşıladık günü... Karanfillerimiz bir bir tohum olup düşüyor Anadolu topraklarına. Hepsi bire bin edip filizleniyor umudumuzu büyütüyorlar. Akşam Veli dayımızın anmasını yaptık. Anmada Nazım’dan okuduğumuz şiiri sana da yazzmak istiyorum. Belki senin yazdığın o güzzel anlamlı dizeler gibi değildir ama ne yapayım Ercan Abi, ben şiir falan yazamıyorum. Sadece bazan anlatmak istediklerime denk düşen bir şiir okuduğumda onu paylaşmak istiyorumm.

 

Rüzgâr

yıldızlar

ve su

Bir Afrika rüyasının uykusu

düşmüş dalgalara

Işıltılı kara

bir yelken gibi gece

direğinde geminin

Geçmekteyiz içinden

bir sayısız

bir uçsuz bucaksız yıldızlar aleminin

yıldızlar

rüzgar

ve su

Başüstünde bir gemici korosu

su gibi, rüzgar gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,

yıldızlar gibi

rüzgar gibi, su gibi bir türkü

bir türkü diyor ki "korkumuz yok"

inmedi bir gün ile gözlerimize

bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun

bir türkü

diyor ki,

"bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz

ölümün önünde sigaramızı."

Bir türkü diyor ki

"çizmişiz rotamızı

dostların alkışlarıyla değil

gıcırtısıyla düşmanın

dişlerinin"

Bir türkü diyor ki dövüşmek

bir türkü diyor ki ışıklı büyük

ışıklı geniş ve sınırsız bir limana

dümen suyumuzda sürüklemekk denizi"

bir türkü diyor ki "yıldızlar rüzgar ve

 su"

Başüstünde bir gemici korosu

bir türkü söylüyor

yıldızlar gibi

rüzgar gibi su gibi bir türkü

 

Sevgili abim seni tüm sevgimle coşkulya sımsıkı kucaklıyorum. Sana biraz daha uzun yazarım diye düşünüyordum ama istediğim gibi olmadı. Beni anlayacağını biliyorum. Sadece şunu çok istedim böylesi bir anda seninle karşılıklı oturup doya doya sohbet edebilmek, sevdiklerimizle hasret giderebilmek..

Belki böyle bir şey olmayacak ama biz yüreğimizle söylemek istediklerimizi yine aktarmaya devam edeceğiz bir birimize.

Seni çok özledik Ercen abi. Seni çok seviyoruz tekrar kucaklıyor görüşmek üzere diyorum...

Hoşçakal yüreğimde sevginizi umudunuzu özlemlerinizi taşıyıp gideceğim sevdiklerimizin yanına.

Sevgilerimle

Hamide

 

***

 

HAMİDE ÖZTÜRK'ÜN VASİYETİDİR

 

Sayın Behiç Aşçı

Merhabalar,

Vekilim olarak şehit düştüğümde cenaze işlemleri ile ilgilenmenizi ve vasiyetimin yerine getirilmesini isterim.

Ben bir Ölüm Orucu Savaşçısı olarak şehit düştüğümde cenazemin bizim geleneklerimize uygun; alın bandım ve bayraklarımızla kaldırılmasını isterim. Üzerimde bayrağımız ve alın bandım olacak şekilde gömülmek isterim. Aynı zamanda Arap milliyetinden olduğum için Arap halklarının geleneklerine de uygun olmalı. Halkların kardeşlerinin ifadesi olarak Arapça ve Kürtçe sloganlarla; Arapça türküler, zılgıtlar ve alkışlar eşliğinde gömülmek isterim.

Mezarımın Harbiye'deki Gülserenimiz’in yanında, abime de yakın olmasını istiyorum. Ailem cenazemi sahiplenecektir. Aynı zamanda tüm yetki size aittir. Arkadaşlarla birlikte cenazemin mutlaka önce evimize götürülmesini istiyorum. Saçlarıma ve ellerime (amblemimizin olacağı) kına yakılmasını, saçlarımın üzerine defne yaprakları serpiştirilmesini isterim. Saçlarımdan birer tutam abimin ve Gülserenimiz’in mezarına konulmasını, onların mezarlarından da üzerime toprak atılmasını isterim. Mezarıma defne dikilmesini istiyorum. Bir defne ağacı olsun istiyorum. Uygun şartlara göre cenazemin kitlesel ve meşaleli olmasını isterim.

Kulağımdaki küpeler bana Partimin hediyesi ve Gülserenimiz’in kendi elleriyle taktığı küpelerdir. Küpelerimin kız kardeşim, yoldaşım Ayten'e verilmesini istiyorum.

Şimdiden teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

6 Eylül 2001

Hamide Öztürk

(İmza)

 

 

Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...

 

2000-2007 Büyük Direnişi:

 

Yoldaşları, yakınları Hamide Öztürk’ü Anlatıyor:

 

 

Geri