Halil Önder'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşlarının anlatımından derleme:

 

Kanlı geçitte bir yiğit yatar Gözleri ışıl ışıl;

 

HALİL ÖNDER

 

Bir "kanlı geçit" vardır Düziçi yakınlarında... Adını, iki sevdalının öyküsünden alır geçit... Her zamanki gibi yaman bir sevdadır onlarınki. Ve de zordur, zalimin zulmüne uğramıştır. Ama sevdalı yüreğin karşısında neyler ki zalimin zulmü...

Sevdalarına yasak koyan ağanın, beyin saltanatıdır yine. Halka uzaktır sevdaya yasak koyan; anlamaz insana ve yaşama olan sevgiden, düşman bilir hep sevdaları kendine. Bilir ki, insanın yüreğine düştü mü bir kez sevda, yakar da yakar... ne ağa dinler, ne bey. Bir kez buldu mu yatağını, sel olur akar da akar...

Korkar bey sevdalı yüreklerin kavuşmasından, başkaldırıdır çünkü bu. Korkusudur onu zalim yapan, korkusu arttıkça zulmü de artar... Bey, adamlarını salar dört bir yana, sevdalıları bulmak için halka saldırır, hıncını onlardan alır. Ama halkın gözünde büyür de büyür sevdalıların cesareti, onlara güç verir, vermezler zalime sırlarını...

Ve sevdalı yürekler çıkarlar Düziçi'nden. Beyin zulmü uzaktır onlara artık. Düziçi halkı da eskisi gibi değildir. Beye karşı gelmeler başlar, yüreklerindeki korkuyu atmıştır çünkü onların sevdası.

Zalimin elinden kurtulurlar ama Düziçi yakınlarındaki hırçın dere izin vermez sevdalılara... el ele, yürek yüreğe ölümsüzleşirler derede. Ağalar-beyler yitip gider. Sevdalıların adı kalır... O gün bugündür sevdalıların dereyi geçmeye çalışırken boğuldukları yere "Kanlı Geçit" derler.

Bugün zulmün saltanatı daha da büyüdü Anadolu topraklarında.

Zulüm büyüdü ama sevdalar hiç tükenmedi bu topraklarda. Vurdukça, kırdıkça zalim; daha bir boy verdi sevdalılar. Bazen yanık türküler yakan bir aşık, bazense dağları mesken eyleyen safi yürek civan delikanlılar dendi adlarına. Karacaoğlan'dan İnce Mehmet'e, İnce Mehmet'den Ali Tarık Koçoğlu'na adları ve şanları kaldı Toroslardan Amanoslara...

O sevdalılar ki; arkalarına halkını, Umudun Adını almışlardır.

O sevdalılardan biri de Düziçi'nin yiğitlerinden Halil'dir bu kez...

Son yolculuğunda durup Kanlı Geçit'i izler. Vasiyetinde istediği gibi...

 

*

 

Memleketi Düziçi'nde sevilen, sayılan bir ailenin oğluydu Halil. Yiğitliği, mertliği ve başeğmezliğiyle, sıcaklığı, dostluğuyla tüm Düziçi'nin biricik evladıydı o.

Ankara'da Veterinerlik Fakültesi'nde okurken büyük ailemizle tanıştı. Bir DEV-GENÇ'liydi artık. Ağırbaşlılığı, emekçiliği ve zekasıyla öne çıkar... Adı gibi Önder'dir o. Ankara'da; Gülnihal Yılmaz'la, Altan Berdan'la birlikte öğrendi, büyüttü kavgasını.

İstanbul'a geçerek örgütlü mücadelesini orada sürdürdü. İstanbul'da DEV-GENÇ örgütlenmesinde sorumluluklar aldı, yönetici kurmaylarından oldu. 1992 yılında tutsak düştü.

Sonraki süreci zulmün hapishanelerinde geçti. Yine önder, yine emekçi, yine direnişçidir Halil.

'93 yılında Bayrampaşa Hapishanesi'nde açığa çıkan tünelin emekçilerinden, '96 Ümraniye katliamında direnişte Mecit'lerle birlikte en önde çatışanlardandır.

'96 Ölüm Orucu sürecinde koğuş sorumlusu ve eğitmenlik görevini yürüttü. Mücadele gazetesinin hapishanedeki yazarlarındandı.

Tutsaklıkta geçen uzun yıllar; Halil'in sevdasını her geçen gün daha da büyütmesine, kararlı bir devrim savaşçısı olmasına tanıklık etti.

Herşeyden önce devrimciliği gelip-geçici bir arayış olarak değil, yaşamın gerekçesi, değişmez biçimi olarak ele aldı. Her anında devrim, her anında değerler, her anında sosyalist yeni insan ve örnek bir devrimci olma sorumluluğunu hiç yitirmedi.

Emekçiliğiyle, disiplinli yaşamı ve ideolojik donanımı ile genç yoldaşlarımızın eğitmeni; onların örnek aldığı, danıştığı, sorunlarını paylaştığı insanlarımızdan biriydi Halil. Belki çok öne çıkmış değildir, yöneticilik düzeyinde fiili sorumlulukları yoktur, Ceyhan Hapishanesi'ne kadar.

Ama o, adanmış yaşamıyla sessizce her yandadır. Bazen tecritteki bir grup arkadaşla volta atmakta, bazen bir eğitim çalışmasında uzun uzun konuyu açıp anlatmakta ya da gecenin bir yarısında gömüldüğü kitapların içinde dergi yazısını hazırlamaya çalışmaktadır.

Böyleydi Halil. Tüm benliğini örgüte sunmuş, büyüyüp-güçlenmesi için elinden geleni yapan, ailesini ve akraba çevresini örgütlü ilişkilere katan bir dava adamıydı. Geçen uzun yıllar; Halil'i örgütte bütünleştirirken, artık yeni görev ve sorumluluklara hazır bir devrimciydi.

'99 yılında Ceyhan Hapishanesi'ne gönderildi. Burada 2000 Ölüm Orucu sürecine kadar, Hapishane Siyasi Sorumlusu olarak görev yaptı.

20 Ekim 2000'de 1. Ölüm Orucu Ekibi savaşçısı olarak kızıl bandını kuşanır. Yine en öndedir o...

 

*

 

Sabah erken kalkıyorum. Hava soğuk epey, günlerden 13 Aralık. Bugün ilk defa hapishane görüşüne gideceğim. Öyle merak ediyorum ki Onları alnı kızıl bantlılarımızı...

Ailelerle varıyoruz Ceyhan Hapishanesi'nin önüne. Zaman geçmiyor sanki, bekledikçe sabırsızlığım artıyor.

Ve nihayet görüş kabinlerindeyiz... Yanına ilk vardığım Halil. Sevdasının rengini alnına bağlamış, pırıl pırıl parlayan gözlerle bakıyor. "Nihayet!" diyor, "Nihayet tanışabildik. Bir daha görüşebilme fırsatı bulamayacağız yoksa..."

Kısa bir sohbetten sonra başka birinin kabinine geçiyorum. Gözleri kalıyor aklımda...

Bir hafta sonra, tekrar görüşebilmek umuduyla ayrılıyorum hapishaneden.

 

***

 

19 Aralık sabahı... Saat beş buçuk...

"Yoldaşlaaar!.. Operasyooon!.."

Halil gürültüye uyanıyor. Gözleriyle soruyor yoldaşlarına "Ne oluyor?" diye. Yoldaşları anlatıyor durumu.

Tüm hapishanelerde operasyon olduğunu geçiyor haber bültenleri. Kurşun ve bomba sesleri arasında. Yine aynı mekanik ses yankılanıyor: "Teslim olun! Yoksa..."

Tanıyor bu sesi sevdalı yürekler. Yoldaşları, en önde koşan sevdalılarını korumaya almışlar.

Kapılar patlatılmış ve malta işgal edilerek, barikatlar kurulmuş oraya... Düşmanın ilk saldırısı püskürtülüyor, hatta bir kaç askerde rehin alınmış. Askerler koğuşa çıkartılıyor. Saldıran düşmana, ellerinde rehineler olduğunu ve saldırıyı durdurmalarını söylüyorlar. Düşman bir an susuyor. Sonra askerlerin en rütbelisini pencereye çıkarıyorlar, dışardakilerle konuşması için... Zalimlerin köpeği "sadakat"ini haykırıyor efendilerine. "Hepsini gebertin!"

Yeniden kurşunlar ve envai çeşit gaz bombası yağıyor içeriye ama sevdalı yüreklerin bedenlerine işlemiş hiçbiri. Zulüm durmuyor; yakıp yıkmaya, yok etmeye ant içmiş gibi...

"Teslim olun!" çağrılarına sloganlarla cevap verilmeye devam ediliyor. Tok bir sesin "Kolonya! Kolonya getirin bana!" diye bağırışı karışıyor slogan seslerine...

Halil çıkıyor pencereye; "Operasyonu durdurun, kendimi yakacağım!" diyor düşmana.

Halil'in gözleri daha bir keskin bakıyor şimdi, daha bir parlıyor... "Kahraman" askerin gözleri büyüyor, kolonyayı üzerine boca eden Halil'in gözlerine baktıkça...

Vedalaşmaya vakit yok! Elbet görüşeceğiz seninle yoldaşım. Çekeceğimiz zafer halayına hep birlikte duracağız.

Bir kıvılcım...

Halil, sevdalılarla el ele şimdi o derede... Umudun, sevdasının sloganları dilinde...

Sevdalılara sarılıyor ve diz çöküyor bir süre sonra. Birkaç dakika bekliyor o halde... gözleri yine aynı ışıltısıyla bakıyor uzaklara...

 

*

 

Sabah operasyonu duyar duymaz aklıma ilk olarak Halil'in gözleri geliyor...

Öğleden sonra düşüyor Ceyhan.

İki gün sonra, Halil'in ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığını öğreniyorum. Ailesiyle birlikte bekliyoruz hastanede.

Doktor anlatıyor Halil'i... "Bilinci yerinde değil, devamlı sayıklıyor... en çok sayıkladığı kelime 'ZAFER!

Doktora "ne diyor, durumu nasıl?" diye soruyoruz. Hiç duymamış gibi "...gözleri... ben böyle bakan bir göze rastlamadım hiç... devamlı gözümün önünde... ve bir de sıkılı yumruğu..."

Doktordan zar zor sorularımıza cevap alabiliyoruz, öylesine etkilenmiş.

Sonraki günlerde, bir arkadaşımız da girmeye başlıyor Halil'in yanına. Elinde seyyar bir röntgen cihazı, doktor önlüğü ve maskeyle bağırıyor, "çekilin!.. Radyasyon var!.." Askerler korkuyla kaçıyor odadan. Bir kaç defa giriyor Halil'in yanına arkadaş. Bilinci nadiren geldiğinde; "Yoldaşlarım nasıl?" diye soruyor. "Partime-yoldaşlarıma-aileme selam söyleyin. Onları çok seviyorum." diyor. Bilinci gidince yine dilinde aynı şey: "Zafer... Zafer... Zafer..."

 

***

 

26 Aralık akşamı... Saat 19.00... Hastanede Halil'in ailesini arıyorum, Halil'in durumu ağırlaşmış.

Askerlerle karşılaşıyorum, yanlarında Halil sedyede, gözleri kapalı. Askerler ailesini uzaklaştırıyor. Beni tanımadıkları için rahatlıkla sedyenin yanında ilerliyorum.

Sakalları yüzüne yapışmış Halil'in. Asansöre bindirilirken ailesi sesleniyor; "Haliilll!". Son kez yoldaşına bakmak için açıyor gözlerini Halil'im... O sevdalı gözlere baka kalıyorum... asansörün kapısı kapanıyor...

Sabah.. telefonum çalıyor acı acı... "Abi, Halil Abi şehit düştü iki dakika önce..."

 

***

 

Cenaze arabasıyla Düziçi'ne gidiyoruz.

Sevdalı iki yüreğin ölümsüzleştiği derenin üstündeki köprüye varmadan durduruyoruz arabayı. Halil omuzlarımızda köprüye yürüyoruz. Köprünün adı Kanlı Geçit...

Kanlı Geçit'te sloganlarımızla selam veriyor sevdalı iki yüreğe Halil... Onlara kavuşacağı anı sabırsızlıkla bekliyor.

Yolda, Düziçi halkı karşılıyor yiğit evlatlarını. Akşam saatleri ve planımız, sabah vakti toprağa vermek, son görevimizi yerine getirmek Halil'imize...

Devrin ağalarının, beylerinin köpekleri azgınca saldırıyor... yine korkusundan. Korkuları halkın sahiplenmesinden... Korkuları sevdamızdan...

Azgınca saldırıyorlar ve ben de gözaltına alınıyorum. Gözlerimi Emniyet Müdürlüğü'nde ilk açtığımda aklıma ilk gelen Halil'in gözleri oluyor yine...

Efendilerinin köpekleri korkak oldukları kadar ahlaksızlar da... Cenazeyi gece o saatte defnediyorlar...

İçimde Halil'imizi, sevdamızın bayrağıyla uğurlamamanın sızısı...

Ama Halil'im bunu da düşünmüş. Göğsüne işlemiş sevdamızın yıldızını...

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

 

 

Geri