Halil
İbrahim Ekicibil 'i Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Halil
İbrahim Ekicibil'e
Toprak önce
İnancını sarsılmaz kılanlardan
Halil İbrahim'i bastı bağrına
Halil İbrahim 24 yaşındaydı
Alevi Araptı
esmer gülüşlü
güzel düşlü
bilincini bilgelikle bilemiş
Anti-Dühring'i okumuş
General Engels ile birlikte
Dühringlere karşı cenk etmiş
tarihi de iyi öğrenmiş
nice cenk meydanlarını tanımış
sonra şahan
olmuş
"almış kanadını ava gitmiş
inancı apak bir nehirmiş
ille demir atmışsa yürek
kavganın kıyılarına
silahını elleriyle perçinlemişti
dağlara
kurtuluşu istemek yetmiyordu
"kitap"larca
Gerilla
Yoldaşları Anlatıyor:
“Komutanımızı
her hatırladığımızda, onun oturaklı kişiliğini, partiye bağlılığını, yöneticiliğini,
siyasi birikimini, özverili ve çalışkan oluşunu hatırlarız.”
Halil İbrahim Ekicibil
(yani bizim gerilladaki adıyla Vehbi) 1992 Ocak ayında birliğimize katılmıştı.
Uzun boylu, esmer yüzlü, saçları dökülmüş, yaşının üstünde gösteren bir fiziği
vardı. Gerillaya katıldığında 20 yaşındaydı. Ama köylüler O'nun 30-35 yaşında
olduğunu söylüyorlardı. Olgun oluşu köylülerde bu kanıyı doğuruyordu.
Vehbi TIP eğitimi görmüştü. Okulu bitirip doktor
olmamıştı. Ama gerillaya katıldığında birliğimizin sağlıkçısı olmuştu. Gerek
köylerde köylülerle ilgilenmesi, gerekse de birlikte savaşçılarla ilgilenmesi,
hem köylülerin sempatisini kazanıyor, hem de bir sağlıkçımız olduğu için seviniyorduk.
Başı ağrıyan, dişi ağrıyan O'nun yanına gidiyordu. O da üzerinde bulunan
ilaçlardan verirdi. Vehbi'nin sağlık konusundaki çabasını gerilla yaşamının
bütününde görecektik. Bir savaşçı olduğu gibi, bir doktor sorumluluğuyla da
hareket ederdi.
...
Vehbi siyasi olarak yetkin bir savaşçıydı. Okuyup
araştırıyordu. Diğer yandan tartışmayı severdi. Birçok konu üzerine saatlerce
tartışırdı. Köylere gittiğimizde de köylülerle sohbet ederdi. Ajitasyon yönü
kuvvetliydi. Köylülerin duygularına hitap eder, onları etkilerdi. Yaşlı
amcalarla, analarla köyden ayrılana kadar sürerdi. Sık sık
gittiğimiz köylerde biraz konuşur, sonra da konuşacak bir şey bulamazdık. Ama
Vehbi'nin alışık olduğumuz sohbeti ise geceyarılarına
kadar sürerdi. Köylüler onu dinlemekten zevk alıyordu.
Vehbi 1992 yılının Aralık ayında komutan oldu. Bu
süreçte bölgeden savaşçı alınmaya başlanmıştı. Hızla sayımız artıyordu. Diğer
yandan faaliyetlerimizi yoğunlaştırdığımız süreçlerdi. Vehbi komutan olduktan
sonra Çemişgezek bölgesine gönderildi. Çemişgezek'in köylerinde yürüttüğü
faaliyet boyunca, örgütleme yapmış, halka bizi tanıtmış, bölgeyi tanımış,
ilişki yaratmıştı. Kış olduğu için daha çok ekibiyle birlikte köylerde
kalmıştı.
Bu faaliyetteyken bir köyde kalıyorduk. Bir
taraftarımız yanımıza gelerek telaşlı telaşlı,
köylülerin hepsinin, bizim köyde kaldığımızdan haberleri olduğunu, ihbar
olabileceğini anlattı. Ardından da evin içinde hızlı hızlı
volta atarak "Vehbi şimdi ne yapacağız? Nereye gideceksiniz?" vb şeyler
söyleyerek dönüp durdu. Köylü o kadar telaşlanmıştı ki, ne yaptığını, ne söylediğini
bilmiyordu. Vehbi ise sakin sakin köylünün
anlattıklarını dinliyordu. Biraz dinledikten sonra, her zaman ilk konuşmaya başlarken
söylediği "dekine" sözüyle giriş yapıp; "dekine neye bu kadar telaşlısın?
Kim bizi görmüşse çağır gelsin konuşalım" dedi. Köylüyü sakinleştirdi.
Daha sonra köylüleri çağırıp konuştu. Bu köye ilk defa giriyorduk. Üstelik
köyde konaklamıştık. Vehbi köylülerle konuştu ve onlarla tanıştık.
Propagandamızı yaptı. O dönem bildiğimiz köylerde bile "ihbar olacak, köye
ihbar var" sözlerini sık sık duyuyorduk.
Birbirleriyle kavgalı olanlar, küs olanlar birbirlerini ihbarcılıkla
suçluyorlardı. Vehbi her gittiğimiz köyde bunun üzerine konuşuyor, köylülere
birbirlerini böyle ağır suçlarla suçlamamalarını anlatıyordu. 10-15 gün kadar
Çemişgezek'in köylerini gezmiştik. Kısa da olsa bu sürede Vehbi kendini
köylülere kabullendirmişti.
Vehbi gün geçtikçe kendisini komutanlık konusunda
geliştiriyordu. Pratik içinde yetkinleşiyordu. Savaşçıların çoğu onu
müfrezesinde yer almak istiyordu. Müfrezesinde sürekli eğitim çalışması
yaptırırdı. 1993 Şubat ayında yine Çemişgezek bölgesinde faaliyet yürütüyorduk.
Komutanımız Vehbi idi. Eğitim programı çıkarmıştı. Üzerimizde Hareketimizin
yayınları vardı. O dönem köylerde kaldığımızdan eğitim çalışmalarını köylülerle
birlikte yapıyorduk. Vehbi köleci toplumu seminer şeklinde anlattı. Kaldığımız
köyde gençler de yanımıza gelmişti. Vehbi konuyu anlatırken köylülerin de
anlaması için sık sık TV dizilerinden örnekler
veriyordu. Köylüler "Köle İsaura" ve "Küçük
Hanım" dizilerini çok seyretmişlerdi. Onlara bu dizilerden örnekler
vererek köleci toplumu anlatıyordu. Böyle anlatınca hem köylülerin ilgisini çekiyor,
hem de anlamaları kolaylaşıyordu. Kitabi konuşmuyor, köleci düzeni alıp
bugünlere getiriyor, köylülerin yaşadıkları sorunlarla bağ kuruyordu.
Çalışmalar ilerledikçe yaşlı kadınlar, gençler de çalışmaya katılıyor,
konuşuyorlardı. Bu köyde köleci toplumu anlatırken, başka bir köyde ise
"Türkiye Devriminin Yolu"nu anlatmıştı. Hem biz savaşçıları eğitiyor,
hem de köylülere hareketimiz tanıtıyordu. Tıpkı köleci toplumu anlattığı gibi,
Türkiye devriminin yolunu da basit anlaşılır, bir dille anlatmıştı. '70'ler
döneminden alıp hareketimizin ortaya çıkışını, hedeflerini, gerillanın misyonunu anlatıp köylülerin gerillaya yardım etmesine kadar
uzun uzun anlatmıştı. Hem biz, hem de köylüler onu
zevkle dinliyorduk.
Vehbi sadece eğitim çalışmalarıyla kalmıyor,
köylülerin sorunlarına da müdahele ediyor, halk
toplantıları örgütlüyordu. Çemişgezek'in bir köyünde iki aile sürekli kavga
ediyorlardı. Bu sorun bize getirilmişti. Komutanımız Vehbi soruna müdahale
etmeye karar verdi. Köye gidip bütün köylüleri topladık. Vehbi kavgalı olan
tarafları dinledikten sonra, bir de köylülere sordu. Bu iki aile akrabaydı ve
kavgaları yıllar öncesine dayanıyordu. Kavga etmeleriin
nedenini iki aile de birbirlerinin köpeklerine bağlıyorlardı. Sorun köpekler
değildi, Vehbi de bunu biliyordu. Ancak kavgalı taraflar toplantıda da
birbirlerine kızıyor, her aile, kendi köpeklerinin "haklı olduğunu"
söylüyordu. Sorun köpeklerde düğümlenmişti, anlatılanları dinlemiyorlardı.
Vehbi bunun üzerine "siz de köpeklerinizi köyden gönderirsiniz, sorun çüzülür" diyerek, köylüleri sakinleştirmeye çalıştı.
Vehbi, iki aileye de, köpeklerini köyden başka bir köye göndermelerini
söyleyerek toplantıyı bitirdi. Toplantı boyunca sabırsızca köylüleri
dinlemişti. Köylülere kızmıyor, onları ikna etmeye çalışıyordu. O an için
köylülerin kavgaları son bulmuştu. Bunda Vehbi'nin çabası büyüktü. Köylülerin
biri bizim taraftarımızdı. Diğeri taraftarımızı kayıracağımızı düşünüyordu.
Vehbi her iki aileye de eşit davranmış, köylülerin bu düşüncelerini pratikte
yıkmıştı. Bu eşit yaklaşımlar da köylülerin sempatisini kazanıyordu. Çünkü
yıllardan beri çeşitli siyasetler halka yaklaşırken taraftarlarını kayırabilmişlerdi.
Bu pragmatist yaklaşımlar da köylülerde genel olarak devrimcilere karşı bir
önyargı oluşturmuştu. Vehbi bu durumu biliyor, köylülere yaklaşırken dikkatli
davranıyordu.
Sadece toplantılarda değil, köylere gittiğimizde de
bütün evlere gitmeye özen gösteriyordu. Vehbi 1993 kış ve yaz aylarında
köylülerin sorunlarına girmişti. Bunun yanında çeşitli grupların halka yanlış
yaklaşımı vb. konusunda da halk toplantıları düzenlemişti. Köylüler onu
seviyor, saygıyla dinliyorlardı. Toplantıların, sohbetlerin yanısıra
halkın sağlık sorunlarıyla da ilgileniyordu. Kadınlar, çocuklar Vehbi'ye şikayetlerini söylüyorlardı. Vehbi de onları dinliyor,
üzerinde bulunan ilaçları veriyordu.
Vehbi 1993 yaz ayında Hozat bölgesinde faaliyet
yürüten Nurettin Güler Müfrezesinin komutanıydı. Hozat'ın köylerinde faaliyet
yürütüyorlardı. Burada faaliyet yürütürken, müfrezesiyle Ovacık bölgesine
gitmişti. Müfrezesindeki savaşçıların çoğu yeni sayılırdı. Hem onları eğitiyor,
hem Ovacık'ın köylerini geziyor, onları örgütlüyordu. Ovacık faaliyetindeyken birgün akşam saatlerinde Kızık köyüne gidiyorlar. Ne var ki
askerler de onlardan önce köye giriyor ve köyün okuluna yerleşiyorlar. Vehbi
köye girerken öncülerin dikkatli olmalarını söylüyor. Fakat müfrezemiz düşmanı farketmeden köye giriyor. Köye yiyecek toplamaya giden
savaşçılar düşmanla karşılaşıyor ve çatışmaya giriyorlar. Çatışmaya giren
savaşçılardan üçü birliğin yanına dönüyor. Bir ay önce gerillaya katılan Eda
(Necla Çavumirza) ise kopuyor. Vehbi hemen talimatı veriyor,
köyden çıkıyorlar. Ancak Vehbi Eda'yı aramak için köye dönüyor. Düşman çevreyi
yoğun bir şekilde tarıyor, aydınlatma mermisi atıyor. Buna rağmen Vehbi savaşçısını
arıyor. "Onu bulmadan çekilmem" diyor. Diğer savaşçıların ısrarıyla
geri dönüyor. Bir anlamda diğer savaşçılardan çok, müfrezenin komutan yardımcısı
Haydar'ın (Nihat Kaya) ısrarları etkili oluyor. Eda bulunana kadar Vehbi hiç
rahat etmiyor. Hep Eda'yı düşünüyor. Eda ile yiyecek toplamaya giden savaşçılara
kızıyor, onları Eda'yı getirmedikleri için eleştiriyor. O, yoldaşlarına bağlı,
sorumluluk bilinci olan bir komutanımızdı. Savaşçıların her sorunuyla
ilgilendiği gibi, çatışmalarda da onları korumak ve yönlendirmekle yükümlü
olduğunu biliyordu. Bundan dolayı Eda için üzülmüş, kaygılanmıştı. Eda'nın kaybolmasından
birinci derecede kendisini sorumlu tutulmuştu. Eda'yı bulduklarında, Eda
Vehbi'nin boynuna sarılarak ağlıyor, Vehbi ise çocuğunu bulmuş bir baba gibi
seviniyor. Bütün bunları daha sonra bize müfrezedeki savaşçılar anlatmıştı.
Vehbi hazır cevaplılığı ve bilgili oluşuyla herkesi
etkilerdi. "Dekine dekine" diyerek başlardı konuşmaya veya tartışmaya.
Onun kadar tartışmayı, konuşmayı seven yoldaşımız yoktu. Çoğumuz ona "polemikçi" vb diyorduk. Oysa Vehbi her şeyi anlamak
için tartışırdı. Konunun açılması için en ince detayına kadar girerdi.
Polemikleri sadece entelektüel bilgisiyle süsleyip tartıştığını mat etmek için
yapmazdı. Aksine yanlışlarını açığa çıkarmak için yapardı. Ezberci konuşmazdı.
Okuduklarını anlamak ve kavramak için tartışırdı. 1994 kış aylarında Anti-Dühring'i okuyordu. Anlamak ve karvramak
için Nazım Karaca ile sürekli tartışırdı... Birşey
öğrenmek isteyen, sorunu olan savaşçılar önce Vehbi'nin yanına giderdi. Eğer
Vehbi söylemişse, doğruydu. Herkes ona inanır, güvenirdi.
Vehbi sağlık konusunda üzerine düşen sorumluluğu
yerine getirmek için çaba gösterirdi. '93 yaz aylarında bir kadın savaşçı
düşmüş, bacağı şişmiş ve mosmor olmuştu. Savaşçıyı 10 gün kadar bir köyde
bırakmak zorunda kalmıştık. Tekrar aldığımızda henüz iyileşmemiş, bacağındaki
şişlikler duruyordu. Vehbi savaşçının bacağını iyice inceledikten sonra üzerinde
bulunan bıçağı ısıtıp şiş olan yeri çarpı şeklinde kesti. Enjektörle şişin
içinde enfeksiyon var mı diye kontrol etti. Daha sonra
pansuman yaptı. Savaşçının ayağı bunun üzerine biraz düzelmişti. Vehbi köylerde
de hastalara iğne yapıyor, muayene ediyor ve ağrı kesici ilaçlar veriyordu. Birgün köyün birinde hasta olan küçük kız çocuğu vardı.
Çocuğu muayene ettikten sonra bize "üzgünüm ama kurtarmamız zor" demişti.
Çocuğun annesi ve babasıyla konuşmuştu, çaresizdi. Onlara sadece umut verici
sözler söylemişti. Bu onu çok üzmüştü. Bir gün sonra kız ölmüştü. Vehbi buna
çok üzülse de elinden birşey gelmemişti. "En fazla da aileye yalan söylediğim
için üzülüyorum" diyordu.
Savaşçılarla köylülere sağlık konusunda yardım
ettiği gibi, bölgedeki diğer örgütlerin savaşçılarına da yardım ediyordu. Bir
köyde TİKKO gerillalarıyla karşılaşmıştık. TİKKO savaşçılarından birinin dişi
ağrıyordu. Yanımıza gelip sağlıkçımız varsa yardım etmemizi söylediler. Vehbi
diş konusunda bilgisi olmamasına rağmen kerpetenle gerillanın dişini çekmişti.
"Biraz ağrıyacak ama her gün çektiğin acıdan daha iyidir. Çekince bir daha
acı çekmezsin" demiş ve dişini çekmişti. Başka bir gün bir çatışmada
yaralanan bir PKK savaşcısını tedavi etmişti. Hem
savaşıyor, hem savaş içinde doktorluk mesleğini yapıyordu.
Vehbi 1993 yaz aylarında bir suç işlemişti. Bundan
dolayı tutuklandı, silahı alındı. Komutanlığı da alındı. Bir süre tutuklandı.
Hatasının ezikliğini yaşıyordu. Verilen ceza konusunda da kafası son derece
açıktı. Vehbi silahını tekrar aldığında dünyalar onun olmuştu. Hepimize tek tek sarılmış, öpmüştü. Gözleri pırıl pırıldı. Coşkuyla
çalışmalara katıldı.
Vehbi'nin tutukluluğu kalktıktan sonra Çemişgezek'te
faaliyet yürüten Hayri Koç müfrezesine verildi, yine bir komutan sorumluluğunda
davranıyor, çalışmalara aktif olarak katılıyordu. Kısa sürede müfrezede eğitim çalışmalarını
verme görevini aldı. Köylere gittiğimizde yine köylülerle konuşuyordu. Köylüler
onu tanıyordu. Vehbi gittiğimiz bütün köylere eskiden bir komutan olarak
gittiği için, köylüler onu komutan olarak tanıyordu. Ancak Vehbi bir
savaşçıyken de aynı sorumluluğu hissediyor, görevlerine sıkı sıkıya sarılıyordu.
Çemişgezek müfrezesindeyken, Hozat'ta faaliyet
yürüten Nurettin Güler müfrezesi yanımıza gelmişti. 19 Mart günü düşman
kaldığımız noktaya operasyon çekti. Baskın yedik. Düşman üzerimizdeki tepeden
üzerimize kurşun yağdırmaya başladı. Bir anda talimatlar birbirine karıştı.
Kaldığımız yerin altındaki küçük dereye doğru çekilmeye başladık. Dereye indiğimizde
tam anlamıyla kapana sıkışmıştık. Tepeyi almaya giden yoldaşlarımız
çatışıyorlardı. Şehitlerimizin olduğu kesindi. Derenin içinde mevzi yapıyorduk.
Vehbi tek tek bizimle konuşuyor, bu rahat hareketleri
hepimizi rahatlatıyordu. du. Bölge komutanımız Turgut
bizden ayrı düşmüştü. Vehbi bir dakika bile durmuyor, havanlar sağımıza solumuza
düşüp patlarken, O, ayakta gezerek savaşçılara moral veriyordu.
19 Mart çatışmasında Nazım Karaca, Mürsel Göreli ve Feride Karaca yoldaşımız şehit
düşmüşlerdi. Özellikle Nazım ve Mürsel abilerin şehit düşmeleri hem köylüleri, hem de savaşçıları
çok etkilemişti. Hepimizi de olumsuz yönde etkilemişti. Vehbi savaşçılarla
konuşup moral veriyordu. Nazım için "Cemal'in düşüncelerine sahip çıkalım,
niye üzülüyoruz" diyordu. Çatışma değerlendirmesinde eksikliklerimizi,
komutanlarımızın eksikliklerini belirtmişti. Çatışmadan sonra bütün birlikler birarada toplanmıştık. Vehbi karargahta
sorun yaşayan arkadaşlarla konuşup yardımcı oluyordu. Toplu kaldığımız Kinzir'de, Vehbi'nin etkisi, belirleyiciliği görülüyordu.
Vehbi ile çatışmadan önce bir köye gittiğimizde
yaşadığımız bir anıyı unutamam. Çemişgezek'in sünni
köylerinden birine gitmiştik. Hepimiz çok yorgunduk. Köylüler kadınlı-erkekli
yanımıza gelmişlerdi. Çoğumuz oturduğumuz yerde uyumuştuk. Vehbi oturduğu
sandalyede köylülerle sohbet ediyordu. Ayakta kalan sınırlı savaşçılar da bir
süre sonra uyumuşlardı. Sadece köyün çevresinde nöbetçilerimiz kalmıştı.
Nöbetler değişiyor, nöbetten gelenler uyuyor, Vehbi ise sohbeti sürdürüyordu.
Gece yarısına kadar sohbeti sürdüren Vehbi, birden sandalyede konuşurken uyumuş
ve köylülerin içine düşmüştü. Kalkıp tekrar "dekine dekine" diyerek
sohbete devam etmişti. Alevi köylerde olduğu gibi sünni
köylerde de onu çok seviyorlardı. Halka bu yaklaşımı da örnekti; bizi
yansıtıyordu.
Ekrem abi (Kemal Askeri)
bölgeye geldikten sonra çeşitli değerlendirmeler yapıldı, yeni komutanlar
atandı. Yeni komutanlardan biri de Vehbi oldu. Vehbi tekrar komutan olmuştu ve
müfrezesiyle birlikte Ovacık bölgesinde faaliyete gitti.
Vehbi’nin müfrezesi asıl olarak Erzincan'a
açılacaktı. Dersim'de açılım her zaman önümüzde bir
sorun olarak duruyordu. Vehbi de bunun bilincindeydi. Ve savaşçları
atılıma göre şekillendiriyordu. Ovacık bölgesinde açılımla ilgili çalışmalarını
sürdürüyordu.
Vehbi, Ovacık bölgesindeki faaliyette köyleri
geziyor, bölgedeki taraftarlarımızla ilgileniyordu. Düşman bu zamanlarda gıda
ambargosu uygulamasını başlatmıştı. Vehbi halka bu yönde propagandalar yapmış,
onları ambargoya karşı çıkmaları için örgütlemişti. Bu konuda faaliyet yürüten
diğer örgütlerle de konuşmuş, onları ortak bir tavır almak için ikna etmişti.
Çünkü bölgedeki köyler, bu çalışmalara "Biz PKK'lıyız" veya "biz
TİKKO'luyuz" diyerek katılmayabiliyorlardı. Bu
örgütler de katılacaklarını söyleyince çalışmalar daha yoğunlaştırarılarak
sürdürüldü. Ambargoya karşı pratiğimizde yaptığımız tek çalışma Vehbi'nin
önderliğinde yapılan bu çalışma olacaktı.
Vehbi'nin bir diğer özelliği ise doğayla
bütünleşmesiydi. Çantasının içinde, elbiselerinde, hatta kafasında kuru ot,
meşe yaprağı olurdu. Onu bu konuda yanlız bırakmayan
Niyazi (Aydemir Şahin) idi. O da Vehbi gibiydi. Vehbi, çamurda, yağmurda, karın
içinde hiç istifini bozmadan uyuyabiliyordu. Meşe yapraklarının içine girip
öylece uyuyordu. Üstü başı çamur olmuş, otlar bulaşmış... hiç
umurunda değildi. Doğal olmayı, doğal davranmayı her zaman savunurdu. Bir bütün
olarak Vehbi'nin gerilla yaşamına baktığımızda böyle rahat ve doğal oluşunu
görüyoruz. Hiçbir zaman üşüdüğünü, yorulduğunu veya "hastayım, bugün şu
göreve göndermeyin" dediğini duymamıştık. Kuşkusuz üşüdüğü, yorulduğu,
hasta olduğu zamanlar da oluyordu. Ama iradesini kullanıyor, bu zorlukların
üstesinden geliyordu.
1994 Mayıs ayında halk arasında "peynir
hastalığı" denilen Brusella hastalığı
yayılmıştı. Vehbi de hastalanmıştı. Bacakları ağrıyor, yürümekte zorlanıyordu.
Ancak Vehbi kendine iğne yapıyor, ilaç kullanıyor, faaliyetlerini aksatmıyordu.
Kimi savaşçılar, "belim ağrıyor, başım ağrıyor" diyerek faaliyetlere
katılmayabiliyordu. Oysa Vehbi ciddi rahatsızlığı olmasına rağmen faaliyetlere
katılıyordu. Hastalıklarını mazeret olarak göstermiyordu. Hastalıkları doğal,
olabilecek birşey olarak değerlendiriyor, işlerini
yapıyordu. Bu konuda da birliğimizde örnekti.
1994 Ekim ayında Dersim'e
büyük operasyon başladı. Ovacık'ın Karadere mevkiinde
konaklıyorduk. Keşfe giden iki savaşçı düşmanla karşılaştı ve çatışarak geri
çekildiler. Kayıp vermemiştik. Vehbi bu andan itibaren bize ne yapmamız gerektiğini
söylüyor, başımızdan ayrılmıyordu. Çekile çekile
Ekrem komutanın da olduğu karargah birliğinin yanına
gittik. Çatışmalar ve pusularla karşılaştık. En son 9 Ekim günü Ovacık'ın Emirgan köyü arazisine çekilip orada konakladık. Düşman köyleri
yakmıştı. Bölgedeki köyler birbir boşaltıyordu. Vehbi
bir komutan olarak üstüne düşen görevleri eksiksiz yerine getiriyordu. Ekrem
abiye en fazla yardımcı olan komutanlarımızdandı.
Emirgan ormanında konaklarken
Vehbi, Ekrem Komutandan izin alarak Emirgün köyünde
kalan tek eve gitmek için hazırlanıyordu. Bir savaşçıyla alt tarafımızdaki
küçük tepedeki köyü izliyordu. Tam bu esnada askerler görüldü. Askerler çevremizi
kuşatmaya başladılar. Hepimiz bir aradaydık. Çevremizde küçük ağaçlar vardı.
Komutan Erkem'in talimatıyla daha üstlere doğru
çekilmeye başladık. Kuşatma ise sürüyordu. Daha 100-200 metre ilerlemiştik ki,
Vehbi'nin yanındaki savaşçı yanımızda ulaştı. Vehbi'yi sorduğumuzda kendisini gönderdiğini,
kendisinin de sonra geleceğini söyledi. Hepimiz anladık. Vehbi yanındaki
savaşçıyı göndermiş, bizim çekilmemiz ve zaman kazanmamız için düşmanı
beklemiş, çatışmaya girmişti. Kendisini feda etmişti. Hesapsız, yalın bir
şekilde bunu yapmıştı. Kimse kendisine bir talimat vermemişti. Ama O, böyle yapılması
gerektiğinin bilincindeydi. Ve orada kalıp kahramanlaşarak şehit düştü. Emirgan'daki ilk şehidimiz Vehbi (HALİL İBRAHİM EKİCİBİL)
olmuştu.
Kahramanlık, bağlılık, kendini sunma ve daha onlarca
erdem o an Vehbi'nin pratiğinde somutlanıyordu. Arapoğlu
Dersim dağlarını kanıyla sunuluyordu. Özgür Vatan için ölümsüzleşti. Çatışma günboyu sürdü. Ve Vehbi ile birlikte Emirgan'da
13 şehit verdik. Yaralılarımız vardı.
Bugün Vehbi'nin anıları hala gözlerimizin önünde,
canlı duruyor. Ve biz komutanımız Vehbi'yi her hatırladığımızda, onun oturaklı
kişiliğini, partiye bağlılığını, yöneticiliğini, siyasi birikimini özverili ve
çalışkan oluşunu hatırlarız. O'nu hiçbir zaman unutmayacak, ideallerini
mücadelemizde yaşatacağız, yaşatıyoruz.
(Bu anlatım, Malatya Hapishanesi’ndeki DHKP-C’li tutsaklar tarafından çıkarılan Başak
Dergisinden alınmıştır. Anlatımlar, Halil İbrahim Ekicibil’le
aynı süreçte gerillada yer alan savaşçılara aittir.)
***
Bir Gerilla Yoldaşı Anlatıyor:
Doktorumuz, öğretmenimiz, komutanımız
İbrahim Erdoğan Kır SDB'lerimizin
ilk savaşçılarındandı. Savaşımımız içerisinde birçok eksikliklere,
tecrübesizliklere, yokluklara ve bilinmeyenlere rağmen, bugün kendi içinde
birçok sorunu aşmış olmanın getirdiği yaşamda emeği büyük olan yoldaşlarımızdan
birisidir. Hareketimizi çok iyi tanıyordu. Politik ve askeri bir yetenekti. Ve
o, bu yeteneğinin ışığında süreci çok iyi tahlil ederek yaptığı tespitleri ve
süreci yakalayabilmesiyle savaşımımız içerisinde oldukça büyük yararlılıklar
gösteren bir pratiğe sahipti. "Savaş, bir yapıyı kendi içinde
çelikleştirecek en iyi araçtır" derdi. Ve bu yaklaşımıyla gerillanın
1 yıl kadar atıl kaldığı süreçte, coşkunun sürekliliğinin sağlanması konusunda
yoğun emek sarfedenlerimizdendi. Sürekli bir coşkusu
ve bitmek bilmez bir enerjisi vardı. Onun için "coşku" savaşmayınca
azalmaz, motivasyon düşmezdi. Bu yanını diğer
yoldaşlarıyla paylaşmasını sürekli bir yaşam biçimi haline getirmişti. Her şeye
rağmen eylemsizlik kararının kalkarak, iradi eylemlerin başlayacağı bir
sürecin, gerillada ve halkta çok daha ileri sıçramaların gerçekleşebileceğini
çok iyi görebiliyordu. Bu gelecek süreç aynı zamanda Parti-Cephe ile
açılacaktı, böylesi büyük beklenti de vardı. Ve o da bu süreci büyük bir
sabırsızlıkla beklemekteydi.
Eğitim çalışmalarımızın vazgeçilmez ve değişmez
öğretmeniydi. Hem askeri hem de siyasi eğitimlerimizde faaliyetlerimize büyük
emeği geçmiştir... Onun yanında kalıp da ondan bir şey anlatmasına gerek
kalmadan, pratiğinden çok şey alınabiliyordu. Küçük burjuva gurur diye bilinen
şeyi çoktan ezip geçmişti. Yapmış olduğu bir hatanın, eksikliğin ayrımına
çabucak varıp eleştirileri olgunlukla karşılardı ve çoğunlukla da kimse bir şey
söylemeden önce yaptığı eksikliklere ilişkin olarak "ben bunu yaptım, sizi dinliyorum" şeklindeki
yaklaşımlarıyla da özeleştiriyi başlatan olurdu. Bütün açıklığı ve
samimiyetiyle verdiği özeleştiriyi bir daha vermeyecek denli onu ortadan
kaldırmaya çaba sarfederdi. Gördüğü eksiklik ya da
zaaflar karşısında ise eleştirilerini hiç bir şekilde sakınmaz, onu en yapıcı
bir biçimde anlatmaya ve ortadan kaldırmaya yardımcı olurdu.
Yaşamın bütün zorluklarına rağmen neşesinden hiçbir
şey kaybetmezdi. Sesinin çok kötü olmasına rağmen bize dinletmekten geri
durmazdı. Ve her seferinde de kitleyi rahatlıkla o türküsünün ve yarattığı
havanın etrafında toplardı. Yine söylediği türküler kadar halaya durmasıyla da
neşesini kitleye mal etmeyi çok iyi biliyordu. İnsana güven ve coşku veren
yanıyla etrafında savaşçıları çok rahatlıkla toplayabiliyordu.
Halil İbrahim'in en güzel yanlarından birisi de
halkla olan diyalogunun bir hayli gelişmiş olmasıydı. Köy çalışmalarında
insanları sarsarak etkilemesini çok iyi başarabilmekteydi. Öyle ki, bu
çalışmalarda kullandığı üslubuyla bizleri de etkileyebilmekte ve burada da
bizlere öğreticiliğini sürdürmekteydi.
Tıp'tan ayrılmıştı. Ama okuduğu kadarıyla da bu
konuda da kendini yetiştirmiş, birliğimizin bu açığını kapatabilmekteydi.
Köylere indiğimizde ilgilendiğimiz sorunlardan birisi de halkın sağlığıydı.
Hasta köylülerimizin muayenesini yapmasının yanı sıra, zaman zaman oluşturduğumuz ekiple yapılan sağlık taramasının da
emektarlarındandır. Ve elimizdeki ilaçları halkımızla paylaşmayı da ihmal
etmezdi.
Halil İbrahim'in köy faaliyetlerimizdeki yokluğunu,
köylüler hissederek sorardı. Özellikle de çocuklar. Halil İbrahim yoldaşın çocuklarla
diyalogu da ayrı bir güzellikteydi. Dersim'in
çocuklarının çok iyi tanıdığı gerillalarımızdan biriydi Halil İbrahim de.
Köylere indiğimizde çocuklarla ayrı bir şekilde ilgilenir, onları etrafına
toplar ve her birinin sorularına tek tek cevap
vererek onları ikna etmeden bırakmazdı.
Soğukkanlı yapısıyla bulunduğu ortamı rahatlıkla
kontrolü altına alabiliyordu. Girilen bir çatışmada düşmanın yoğun saldırısına
ve koşulların gerilla açısından çok elverişsiz olmasına rağmen çatışma
sürerken, Halil İbrahim yoldaş diğer taraftan da elindeki torbasında bulunan
kurutulmuş dutları türkü söyleyerek dağıtmak suretiyle de içinde bulunduğu rahatlığı
herkesle paylaşmaya çalışıyordu.
Devrim için özveri ve fedakârlığını, girdiği son
çatışmada da grubun savunmasını ilk üstlenenlerden biri olmasıyla ortaya
koyarak geleneğimizin sürdürücüsü olmuştur.
Bugün Dersim'in
çocuklarına ulaşıldığında, onlarda, Halil İbrahim ve Cemal yoldaşlar rahatlıkla
görülebilinir...
***
Bir Yoldaşı Anlatıyor: “O doğruyu bulmuştu”
Halil İbrahim, Dersim dağlarından yükselen inanç,
bağlılık, coşkuydu. Devrimci mücadeleyle tanışmadan önce de inatçı, doğru
bildiğini savunan bir kişiliğe sahipti. Neyi niçin yaptığını çok iyi bilirdi.
Gülmesini çok severdi. Olgun bir yapıya sahipti. Yaşam onu olgunlaştırmıştı.
Evde babanın olmamasından kaynaklı, evin hemen hemen
bütün sorumluluğunu üzerinde taşıyordu. Hem çalışıyor hem de okuyordu Halil
İbrahim.
Üniversiteye başladığında aylarca eve gelmediği
oluyordu. Niye gelmediğini anlayamıyorlardı. Ama arada sırada da olsa onu
gördüklerinde ondaki değişikliğin farkına varmışlardı. Daha çok candan ve daha
sıcak biri olmuştu. Olaylara bakış tarzından, onlarla olan ilişkisine kadar her
şeyi değişmişti. Artık o çok sevdikleri biri olmaktan öte bir öğretmen olmuştu
onlar için.
Uzun bir süreden sonra eve gelmişti. Bir gün
otururken insanların katledildiğinden, işkenceden geçirildiğinden söz etmişti.
Bunun için de savaşa dört elle sarılmanın gerektiğini anlatmıştı. Birden
kardeşi ağlamaya başlamıştı. Çünkü Halil İbrahim'in ne demek istediğini
anlıyordu. "Seni çok seviyoruz” dedi o sırada Halil İbrahim'e, gözleri
yaşlı. Halil İbrahim'se gülen gözleriyle "beni seviyorsanız, devrimcileri
de seversiniz, bu kavgada siz de yol alırsınız, o zaman gerçekten sevdiğinizi
anlarım" demişti.
Halil İbrahim; sevmenin, fedakârlığın, bağlılığın ne
demek olduğunu biliyordu. Bu yüzden hiçbir karardan dolayı pişman olmadı. O
doğruyu bulmuştu. Doğru için savaştı ve şehit düştü. Onun yaşamından herkesin
örnek alacağı çok şey var.
***
Bir Gerilla Yoldaşının Anılarından:
Halil İbrahim kararlı, cesur, atak, fedakâr ve örnek
bir komutandı. Çok soğukkanlıydı. Soğukkanlılığını hiçbir zaman kaybetmezdi.
Çatışmalarda bir bakarsın silah kullanıyor, bir bakarsın espri yapıyor,
yoldaşlarının heyecanını gideriyordu. Savaşçılarına cesaret veriyordu.
Bir operasyon anında panikleyerek savaşçıların
moralini bozan bir savaşçıya tokat atmış, elinden silahını alarak sesini
kesmesini ve "biz buraya piknik
yapmaya değil savaşmaya çıktık" deyip susturmuştu savaşçıyı.
Çatışmalarda Halil İbrahim'le yan yana olmak kadar güzel bir şey olmazdı. Bazen
birbirimize fıkra anlatır, bazen teorik tartışmalar yapardık, düşmanın nasıl
kaçtığını gözlemler, kaçışları hakkında kendimizce yorumlar yapardık. Bu
halimizi gören savaşçılar başlardı kahkahalarla gülmeye.
Halil İbrahim aynı zamanda iyi bir ajitatördü. Bir defasında milisimiz olan yaşlı bir amcaya
suni dengeyi anlatırken yaşlı amca sözünü kesip, "Halil İbrahim doğru haklısın o dediklerin hepsi var, bir de bizim
Alevi denge var" deyince Halil İbrahim sesini çıkarmamıştı. Amca
yanımızdan ayrıldığında Halil İbrahim'e "Halil
İbrahim ne oldu, oportünistlerin susturamadığı Halil
İbrahim'i amca bir kelimeyle susturdu" deyince gülmemek için kendini
zor tutan Halil İbrahim bastı kahkahayı.
9 Ekim 1994’te çatışmada düşmanı ilk önce Halil
İbrahim fark etmişti ve düşmanın geliş yönüne tek başına pusu atmıştı. Düşman
yaklaştığında Halil İbrahim önce el bombasını kullanmış ardından silahını
kullanarak düşmanı bozguna uğratmıştı. Ve daha fazla yaklaşmasını engellemişti.
Halil İbrahim şehit düşünceye kadar mevzisini terk etmemişti. Gövdesini
yoldaşlarını korumak için siper etmişti.
Halil İbrahim'in en çok sevdiği parça Grup Yorum'un "Yastığımda Sıcaklığın Dururken"
parçasıydı. Halil İbrahim bu parçayı dinlediğinde bazen hüzünlenir, bazen de
coşkuyla parçaya eşlik ederdi.