Gürsel
AKMAZ'ı Yakınları, Yoldaşları
Birlikte çalıştığı bir yoldaşı
anlatıyor:
'Hadiyin, hadiyin birşey kalmadı'
98 Ağustos ayıydı. Bir akşam üstü
sorumlu arkadaşlar bulunduğumuz yere Gürsel Abi'yi
getirdiler. 'Faruk' diyerek her birimizle ayrı ayrı tanıştırdılar.
Sıcak bir 'merhaba' dedi. Oldukça kilolu, ilk bakışta da yaşının büyüklüğünü
hemen belli eden bir abimizdi.
Sabah olduğunda içtimadan sonra koşuya başladık. Ama
hepimiz her yeni gelen arkadaşa baktığımız gibi Gürsel Abi'ye
de bakıyorduk Acaba bu kadar kiloyla koşabilecek
mi?'
diye. Koşuda kısa bir süre sonra tıkandı. Nefes alışından yorulduğu,
ciğerlerinin yandığı belliydi. Ama sporun sonuna kadar şaşıracaktık. Çünkü
Gürsel Abi inatçıydı. Nefes alamaz hale gelmesine karşın
koşuyu bırakmadı. Bir, iki, üç, böyle devam etti ve hiç bir seferinde bırakmadı
koşuyu. Öğünlerde yemeklerden kendi iradesiyle kesmeye başladı. Ve gerçekten kampın
sonuna doğru tığ gibi bir delikanlı olmuştu Gürsel abi.
Gürsel Abi 2 ay gibi kısa
bir sürede, bizim aylara yayarak gördüğümüz eğitimin hızlandırılmış halini
gördü. ... İyi bir öğrenciydi. Daha kampın ilk haftaları pekçok
sorumluluklar aldı. Herbirimizle ilişkileri
sevgi-saygı çerçevesinde olan, yoldaşlığın yanında abi
olarak baktığımız bir insandı. Abiliğin olgunluğu
vardı O'nda. Emekçi ve çalışkandı. Günlük yaşamda eğitim programının dışında pekçok işte de olurdu.
Kamptan beri yaptığı besteleri, şiirleri kırda daha
da çoğaldı. Hatta Erhan Komutan O'na küçük bir el teybi vererek sesini kasete
çekmesini istedi. Doğada gördüğü güzelliklerden ilham alıyordu. Kırda da pekçoğumuzun önünde ve yine abimizdi.
... Depo kazılırken, kapatılırken, yük taşınırken, malzemelerin temizlenmesinde...
vb. Gürsel Abi yoruldum demeden
çalışmıştır. Pek çok teknik eşyamıza (bilgisayar, solar, telefon vb.) o
bakıyordu ve onları gözü gibi koruyordu.
İyi bir yürüyüşcüydü.
Tepeleri, yokuşları, saatler süren yürüyüşleri, gece yürüyüşlerini hiç aksattığını,
geride kaldığını hatırlamıyorum. Gerillada kuraldır, bir savaşçı önündeki ve
arkasındaki yoldaşından sorumludur. Ama o kural olduğundan değil, doğallığında
yapıyordu. Düşenimiz, yorulanımız olduğunda güç vermekten, sırtımızdaki yükün
bir kısmını almaya kadar yardımcı olurdu.
Tutsaklık bizim için acı oldu. Gürsel Abi için de çok acı oldu biliyorum. Mahkemelerde görüşüyorduk.
Mektuplaşıyorduk. Mektupları öyle doğal cümlelerle kurulu, yalındı ki. Gürsel Abi'nin mektubu deyince koğuşta hepimiz hemen toplanıverirdik.
Süreç başlamadan çok önce kendini hazırlamıştı. Bu
çok açık belli oluyordu. Ama 1. ekip listeleri açıklandıktan sonraki üzüntüsü,
içinde duyduğu acı da bir o kadar belli oluyordu. ...
Ve şimdi şehit düştü. O'nun için diyoruz ki güzel
bir insandı ve şehitliği yakıştı. Parti-Cephe'nin, birliğimizin onurlarından
oldu. Gürsel Abi 3. ekipteyken kilitlenmesi ve
şehitliğiyle hesapçı döneklere, yoldaşlarını yarı yoda
bırakanlara da iyi bir cevap oldu. O hep bizimle yaşayacak. Gülümsemesi, olgunluğu,
türküleriyle hep bizimle olacak.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
Gürsel arkadaşımızı kısa süreli tanıdım. Sessiz,
sakin görünüşlü bilge bir kişi olarak bende yer etti. Ege Kır Birliği olarak
dağlara kavuşmanın sevinci içerisindeyiz, yapılacak çok işimiz var. Gürsel her
işte istekli bizleri de gayretlendiriyor. “Hadiyin, hadiyin birşey kalmadı”
sözleriyle bize destek veriyor. O sessizliğinin altında sıcak yanlarını böyle
gördük. Kendinden konuşulmasını pek sevmez. Yaşam içinde bir işin nasıl
yapılacağı konusunda tecrübelerini söyler, ama sonuçta da siz bilirsiniz
diye bırakır.
Onu ilk gören kimsede güven uyandırır. Dağda
karşılaştığımız köylülerin önce kafalarındaki anarşist korkusu, Gürsel arkadaşımızın
konuşmasındaki rahat, kararlı ifadeyle biraz sonra köylülerin «ya biz de sizi terörist sandık, Çakırcalıyı efeyi bilmez miyiz? Çoluk çocuk anarşist bunlar
demiştik ama kelli-felli adamlarsınız dedikleriniz doğru, haklısınız ama
azsınız» sözleriyle süren bir sohbete
dönüşmüştü.
Molalarımızda güzel sesinden Ege türkülerini
dinlerdik... Seni böyle kısa, öz tanıdık... Vatan sevgisi, halk sevgisi dolu
yüreğini hiç çekinmeden yine sessiz, sakin sürüverdin zulmün önüne. Seni
saygıyla, direnişimizin coşkusuyla selamlıyoruz.
(Bu yazı, Özgür Vatan dergisinin 14 Ocak 2002 tarihli, 6. Sayısında
yayınlanmıştır.)
***
Bir yoldaşının anlatımı:
İşte Yetiştin Yoldaşlarına!
Merhaba Gürsel, hatırlar mısın kampa ilk geldiğin
günlerde çok sık kullanırdın “Yoldaşlarıma yetişmeliyim” sözünü. Sen geldiğinde
eğitimdeki diğer yoldaşların her sabah 1,5-2 saat koşuyorlardı. Bu sana ne kadar
ulaşılmaz gelirdi. Ama ne olursa olsun yetişmeliydin onlara. İlk günler onlar
koşar sen arkalarında ayağını sürüye sürüye gelirdin.
Bir kaç hafta sonra artık koşamaz duruma gelmiştin. Ayakların okadar şişmiştiki ayakkabıların ayağına
olmuyordu, terlik giyiyordun. Takılırdık sana “terlikli gerilla” diye. Ama seni
durdurmak mümkün mü? Durmuyordun o halinle koşmaya çalışıyordun. Öyle ki artık
müdahale etmek zorunda kalmıştık. Bir hafta yürüyecektin. Ama senin kafanda tek
şey vardı. “yoldaşlarıma yetişmeliyim” Bu senin için gerilla olabilmek, dağlara
çıkmak, yaren taprağına yüz sürmek demekti. Onlara
yetiştiğinde artık Ege dağlarına çıkabilecektin. Her dakikanda her saniyende
yoldaşlarına yetişme isteği ve kararlılığı vardı. Sen onlara koşuda ama onlar
da sana çalışkanlık ve mütevazilikte yetişeceklerdi.
Hele sohbetlerine doyum olmazdı. Başladın mı eskilerden anlatmaya gülmekten
kırar geçirirdin herkesi. Neşe kaynağımızdın. Çok uzun sürmedi birlikteliğimiz.
Sabah koşusunda yetişmesen de yoldaşlarına artık gitme zamanı gelmişti. Koşuya
Ege dağlarında devam edecektin. Böyle bir dönemde vedalaşıp yolculamıştık
sizi.
Ve Ege dağları, yaren toprağı, yıllar sonra efeleri,
kızanlarıyla yeni yiğitlere kucak açıyor. Dost, düşman herkes şaşkın, Ege
Dağlarında gerillalar var...
Sonra... günler süren
operasyon ve komutanlarımızın destansı direnişi. Sen ve
arkadaşların tutsak. Koşuya devam. Artık özgür tutsaksın. Ayakların patlaması ne ki. Yürek bile patlasa koşuya devam. Şimdi hedef daha net. Erhan ve Mehmet'e yetişmek. Koşuya
devam. Ölüm Orucu 3. Ekip hızlanıyordu.. Geri dönüp
bakıyorsun seninkiler peşinde. Son metrelerde Erhan ve Mehmet'i görüyorsun. Son
solukta yetişiyorsun onlara, kucaklıyorlar seni. Geride size ulaşmak için koşan
yüzlerce yoldaşın. Peşinizdeyiz. Tek muradımız size ulaşmak. Görüşeceğiz. Hoşçakal...
***
Kırıklar F Tipi'nden bir yoldaşının
Gürsel AKMAZ'a
ilişkin anlatımı:
“Zafere Söz
Boy verir
yaşamın, direnmenin ve
ölmenin
hakçası
Toprağın şah damarında
Yiğitler ölür mü hiç
Hiç ölür mü umudun yiğitleri
Öyle bir türkü ki söylediğim
Galubeladan beri
Uğruna ölünesi”
Gürsel AKMAZ
Pencereyi açmasıyla beraber bahar havası doldu
içeriye. Çiçeklerin kokusu geldi burnuna. Derin derin
çekti o güzelim çiçeklerin kokusunu içine.
- Gürsel abi, çiçeklerin
kokusunu aldın daldın gittin. Yoksa Ege dağlarını mı düşünüyorsun? dedi Apo.
Hastanenin hücresinde Apo,
Celal ve Gürsel abi üçü beraber kalıyordu. Alınlarında
kızıl bant yürüyorlardı emin adımlarla zafere. İçeriyi havalandıran Gürsel
abiye takılmıştı yine Apo. Gürsel abi
gülerek cevapladı:
- Ege Dağları aklımdan hiç çıkmadı ki Apo. Anlatayım istersen size.
- Bu da sorulur mu Gürsel Abi,
dedi Celal. Apo da “ben de kaliteli cigarayı çıkarayım o zaman” diye ekledi.
Gözlerini kapatıp tekrar baharın, çiçeklerin
kokusunu çekti içine. Artık Ege dağlarını adımlıyordu.
- Tavas Dağları'nda birlikle beraber yürüyoruz.
Kuşburnu, keçiboynuzu topluyorum yoldan. Çocukların ağzı tatlanır, sevinirler.
Onlar bizim geleceğimiz. İyi, sağlıklı büyümeliler... Bir beste yapmıştım
çobanla ettiğimiz sohbet sonrası. Halkın sözü türkü gibi
zaten. Sazla eşlik etsen nice güzel türküler çıkar.
Apo «hep böyle, doğal mütevazi» diye aklından
geçirdi.
- Senin sazında, sözün de iyi Gürsel Abi. Ah bir de saz olsa, sen çalıp söylesen, ne güzel olur.
- Sazsız da olur be Apom,
Ama sen de, Celal de eşlik edeceksiniz, tamam mı?
- Tamam, dedi Celal. Ama sen anlatmaya devam et.
- Akka tepesi var. Orada
tüm Denizli görülüyor. Her şey ayaklarının altında. Hele
bir de rüzgar esiyorki
görmelisiniz. Yazın ferahlatıyor o tepe. Bir de Domuz Tepesi dediğimiz bir yer
var. Orası mola yerimizdi, Erhan ve Mehmet komutanın gözleri yaktığımız ateş
gibi ışıl ışıl parlardı. Oralardaki molalarda sohbete
doyamazdık. Bir Erhan Komutan alırdı sözü, bir de Mehmet Komutan. Ben de sazla
eşlik ederdim.
Bir nefes çekip sigarasından devam etti. «Daha
da yakın hissediyorum kendimi Erhan'a, Mehmet'e, Ege Dağlarına» dedi.
Apo gülerek; “Hep beraber çıkacağız Ege
Dağları'na, çok yakınız. Hadi sen Karayılanı söyle de dinleyelim.”
Gürsel Abi başladı
söylemeye. “Karayılan derki, harbe oturak...” Sanki hastanenin hücresinde
değildi üçü. Ege dağlarında, ateş başında oturmuşlar, sohbetteymişler
gibiydiler... Üçünün de alnında kızıl bantlı, üçü de ölüm orucu savaşçısı...
Türkü bittiğinde uzandılar yataklarına. Gürsel Abi hedefine yakındı artık. Buca Hapishanesi'ndeyken “16-17
Nisan'da şehit düşmek istiyorum” demişti yoldaşlarına. Hedefi buydu ve
çok yakındı. Ege Dağlarını düşünerek uykuya daldı.
Apo ve Celal I. Ölüm Orucu
ekibindeydiler. Ve son günlerde durumları iyice ağırlaşmıştı. Bibirlerine belli etmeseler de artık ağır ve yavaş hareket ediyorlardı.
Bir de zorla müdahale için kaçırılan yoldaşlarının geri getirilmesi için iki
güne yakın şeker ve suyu kestiklerinden beri daha da ağırlaşmışlardı.
O gün... 12 Nisan'ın ilk saatlerinde önce Celal
sayıklamaya başlamıştı. Apo kalkıp yardımcı olmak
istiyor ama kalkamıyordu. Celal yanıbaşında sayıklamaya
devam ediyordu. Ölüm Orucu'na ilk başladıkları günlerde “Bu göbekle ben 100 gün rahat
giderim” demişti sohbette Celal. 100 günü, 150 günü çoktan geride bırakmışlardı.
Apo'nun gözleri ağırlaşıyor,
bilinci gidip geliyordu. O da sayıklamaya başlamıştı. 12 Nisan'ın ilk
saatlerinde önce Celal, birkaç saat sonra da Apo şehit
düştü. Buca'nın ilk, direnişin 8. ve 9. şehitleri
oldular.
Sloganları atıp nöbet tuttu Gürsel Abi. Oysa daha bir gün önce sohbet edip, Ege dağlarına
gideceklerini konuşmuşlardı. Alnından öperken Apo'nun,
“Alacağınız
olsun. Ben götürecektim sizi dağlara, siz erken gittiniz... Yerimi hazırlayın, ben
de geleceğim yakında” diye fısıldadı. Gözlerinden süzülen yaşı gizledi.
Düşman görmesin ağlarken diye düşündü.
Bir yandan arka arkaya şehitler verirken, bir yandan
da zorla müdahaleler başlamıştı. Düşman panik içinde ölüm oruçcularına
müdahale ediyor, sakat bırakıyordu. Bir kaç kez doktorlar niyetlenmişti, Gürsel
abiyi yukarı polikliniklere çıkarıp zorla müdahale
etmeye. Cevabı kesindi gitmiyordu. Sonra doktorlar “yumuşak” yaklaşıp “ikna”
etmeye çalıştılar. Yalvarıyorlardı adeta.
- “Hayır”,
dedi net bir şekilde.
Bir şey yapmalıyım diye düşündü. Zorla
götürdüklerinde ya da bilincim yerinde değilken bir şeyler yapmalıyım diye düşündü...
Ve buldu. Bir kağıt parçasına bir şeyler yazıp cebine
koydu. Elbisesini değiştirse bile kağıdı hiç yanından
ayırmadı.
Şehitlerin arka arkaya gelmesinden panikleyen
düşman, Apo ve Celal'in şehit düşmesinden üç gün sonra
Gürsel abiyi zorla kaçırıp, yukarı polikliniklere götürdü.
Ellerini ve ayaklarını yatağa bağlamışlardı. Müdahaleyi kabul etmediğini
söylüyordu doktorlara. O an müdahale edemedi doktorlar.
Aynı odada direnişten kaçmış, hainler de vardı. Onlara
dönüp;
- “Öyle
ölünmez, böyle ölünür”, dedi.
Yine aynı kokuyu aldı. Apo
ve Celal'le beraberken aldığı kokuyu. Baharın, çiçeklerin,
Ege dağlarının kokusunu. Adım adım
yaklaşıyordu Ege dağlarına. Erhan'ı, Mehmet'i düşündü. İçi rahattı. Yanlarına
gidiyordu...
Doktorlar yine hızlı adımlarla geldiler. Zorla
müdahale etmeye çalışıyorlardı. Cebini işaret etti. Bir an ne demek istediğini
anlayamayan doktorlar cebine bakınca kağıt parçasını
gördüler. Kağıtta; “Zorla müdahaleyi, tedaviyi kabul etmiyorum” yazıyordu.
Çiçeklerin kokusu odayı kaplamıştı.
Nisanın ortasında yemyeşildir Ege dağları. Her
tarafı renk renk çiçeklerle doludur. Çocuklar oynuyordur
oralarda yine, diye düşündü gözlerini kaparken.
Nisanın 16'sında ölümsüzleşti Gürsel efe.
Sözü vardı;
16-17 Nisan'da şehit düşeceğim demişti.
Sözü vardı;
Apo ve Celal'e Ege dağlarını
gezdirecekti.
Sözü vardı;
Erhan ve Mehmet Komutan'la sohbet edecekti.
16 Nisan'da sözünü tuttu.