Günay Öğrener'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Uşak Hapishanesi'nden yoldaşları

14 Mart 2004 tarihli mektuplarında

Günay Öğrener'in Feda Eylemini Anlatıyor:

 

Merhaba Arkadaşlar,

...

Aslında, tecrit politikası birçok yanıyla iflas etmiş durumda. Örgütlülüğümüzü yok etmeyi hedefliyordu; tek tek hücrelere attı bizi bunun için. Bizse değil beynimizle yüreğimizle, tüm hücrelerimizle örgütlendik zulmün karşısında. Teslim almayı planlıyordu; bizse direnişimizi büyüttük gün gün... Gazi olduk, gençliğimizi, çocukluğumuzu unuttuk ama direnişimizi asla unutmadık. Ateşlerimizle aydınlattık, aydınlatıyoruz her yeri ve bugün tarihimizde görüğümüz en koyu sansüre rağmen cenazelerimizi taşıyan binler, başaracağımızın garantisi. Muharrem'lerimiz, Günay'larımız iddiamızın ne denli büyük olduğunu ve daha da büyüyeceğini gösterdi dosta düşmana. Ateşle örülen bu iradenin gücü karşısında hangi zulüm politikası sonuna dek kalabilir ki... İdeolojik sağlamlılığımızla, inancımızla, güvenimizle, şehitlerimizin mirasıyla, sevgimizle... büyüttük irade gücümüzü ve gün gün eriyen hücrelerimizle, feda ateşlerimizle çelikleştirdik... Günay'ımız da bu değerlerimizle donanmıştı. Feda ateşini yakmadan önce bu donanmışlığını ifade ediyordu:

«Umudumuza ve yoldaşlarıma... Hepiniz biliyorsunuz ki yola çıktığım gün Gültekin'in hedefine yürüyüşü ne kadar sürdü, benimki ne kadar sürer şu an bilemem demiştim. Bugün 133. günümdeyim. 133 günmüş. 1. Ekipler gibi, ilk feda grubunda olacağımızı, zaferi asıl bizim şehitliklerimizin getireceğini biliyordum. Ve Ölüm Orucu eyleminin zaferi taarruzla gelecektir demiştim. Şimdi taarruz zamanı. Bunun için mutluyum. Saldıran ve eninde sonunda kazanacak tarafta olmanın mutluluğu. Hiç unutmayın umudunuzun iradesi arınmadır, bu düzenden sıyrılmadır. Her koşulda o iradenin onurunu yaşayın, her uyarıda, her eleştiride umudunuzun olmanın mutluluğunu, huzurunu tadın. Bilin ki bu temizliktir.

Hayran olduğum bir toplum için mücadele ettim. Devrim için, Sosyalizm için ve nihayetinde komünizm için. Ve bütün bu güzellikleri, özgürlüğü ve gerçek insan olmanın hazzını ise umudumuzun içinde tattım. İnsanın beyin ve kol emeğinin ilk birleştiği yer devrimciliktir derler. Ve beynin ve yüreğin birlikte attığı yer de burası. Sizleri seviyorum. Çok sevdim.”

Biz de seviyoruz Günay'ımızı çok seviyoruz ve çok seveceğiz. 29 Şubat'ı ve 4 Mart'ı beynimize, yüreğimize kazıdık. Ve Günay'ımızın bize, halkımıza emanet ettiği tüm değerleri...

“29 Şubat 2004... Saat14.25. Türkülü alevler yükseliyor gökyüzüne. Alevlerin içinde bir güzel... Hayran olduğu Anadolu'nun güzeli... Karadeniz'in, Ege'nin güzeli. Fedanın güzeli.... Fedayı gördük o gün. Bütün duyu organlarımızla tanıklık ettiğimiz feda, feda hazırlığı yüreğimize, beynimize işleyen birer makine gibiydi... Günay Ölüm Orucu bandını kuşandığı zaman; “Her ne kadar heyecanlı olsam da; asıl neden niçinlerin köklerinden ayrı bir duygu seli olmasını istemiyorum” diyordu. Günay'ın düşündüğü gibi, Günay'ın istediği gibi olmaktı tüm çabamız. Günay'ın gözüyle görmek, Günay'ın hissettiği gibi hissetmek, Günay'ın ateşinde bir kez daha çelikleşen irademizle güç kazanmaktı... Ve tanıklığımızın bize kattığı her şeyi ona borçluyuz. Her hareketi, her davranışı, her sözü hem tanıklık ettiğimiz tarihi bir kesit, hem de bize kattıklarıyla ileri bir adımdır bizim için. Günay'ımızın feda hazırlığı 2-3 saat sürdü. Hazırlığının her anında su içer gibi rahattı. Bu bir sonuçtu elbette. Mücadele içinde gün gün çelikleşerek gelmişti o güne. Ve fedaya çoktan hazırdı. Son saatlerindeki sakinliği nasıl açıklanabilir başka? Hareketler çevik, özenli, seri ve becerikliydi. Tüm engelleri aşmış, az sonra denize ulaşacak olmanın huzuruyla akan bir nehir gibi telaşsızdı. Ne yaptğını, ne yapacağını bilen bir kendine güven içindeydi. “Zulmü çözümledim... Bilmediğim bir ölüm var. Onun da alternatifi yok; ne yaptığımı, neden yaptığımı biliyorum ve başaracağım” diyordu Ölüm Orucunun ilerleyen günlerinde. İşte son dakikalarında başaracağım diyordu yine. Dikkatle yazılar yazmasıyla, özenle hediyeler seçmesiyle, kahve içişiyle başaracağım diyordu.

Önce yazılarını yazdı. Satırlarıyla “vedalaştı” sevdikleriyle, yoldaşlarımızla, umudumuzla. Bu arada rezene ve kahve içiyordu. Mektup yazmayı çok sever ve çok yazardı. Özellikle Ölüm Orucuna başladığından bu yana çok daha fazla yazıyordu. Yurtiçi, yurtdışı, diğer hapishaneler... birçok yerden mektup alıyor ve hepsini cevaplamaya çalışıyordu. O sevilesi konuşkanlığını mektuplara döküyor, kalem kayıp gidiyordu sayfalar üzerinde. Özellikle gece oturuyor, sabahın erken saatlerine dek yazıyor, yazıyordu... İşte feda ateşini yakmadan sadece dakikalar önce yine aynı rahatlıkla günlük mektuplarını yazar gibiydi. Sonra küçük bir deftere tek tek hepimizin adını yazdı. Daha önce hazırladığı hediyelerini paylaştırdı bize... Tek tek hangimize hangi hediyeyi bıraktığını yazdı deftere. Öyle seri ve hiçbirimizi unutmadan yapıyordu ki bu işi... Gören daha önce defalarca içinden tekrarlayıp ezberlediğini sanırdı. Ege'nin yiğidi, Ege'nin güzeli Günay. Fedaya giderken yaptıkların nasıl da yaşamın içinde, nasıl da yaşama dair. Yaşamın mutlu bir anını paylaşır gibi...

Hazırlığının son aşamasında tarak istedi. Saçını tarayıp ördü ve kesmemizi istedi... Kestik... Kırmızı kurdela ve renk renk tokaları vardı. “Bunlarla bağlayalım” dedi. Kestiğimiz saçlarını kurdele ve tokalarla bağladık; Ege'ye kavuşturmak üzere... Denizi çok seviyor ve saçlarının Ege'de olmasını istiyordu. Kısacık kalmıştı saçları... “Nasıl oldum?” Çok güzelsin Günay... Hangi aynaya sığar, hangi ayna anlatabilir senin güzelliğini... Direnişimizin gücünü, sarsılmaz irademizi, en güzel yarınlarımızın resmini kondurmuşsun yüzüne, durup seyretme vakti değil bu güzelliği, nakış nakış yüreklere işleme vakti... Ve vakit geldi. Feda vakti... Havalandırmaya çıktık. Tek tekvedalaştık”. Yüreğinin sıcaklığını yüreğimize kattık. “Mektup yazdığınız her yere benden selam söyleyin...” Tabii ki söyleyeceğiz. Selamların sınır, mekan, tel örgü, duvar tanımayacak Günay. Güçsüze güç olacak, düşeni ayağa kaldıracak, güce güc katacak... Gözlüğünü, saatini, bilekliğini çıkardı sonra. Su istedi, bir iki yudum su içti. Feda vaktiydi artık. Bardağı almak için beklememizi istemedi; “Hadi gidin artık” dedi. İçeri girdik, kapıyı kapattık. Su sıkma ihtimaline karşı battaniyeyi camın önüne gelen iplere mandalladı. Ayakkabılarını vermek için kapıyı tekrar hafifçe araladı. Üzerindeki kırmızı kazağı da çıkardı. İki kaban uzattık Günay'a... Birini aldı. Giydi üzerine.... “Saçlarım Ege'ye tamam mı unutmasınlar...”. Tamam Günay. Ege'nin coşkusu olacak saçların. Gözlerinin içi gülüyordu. Öyle sakindi ki hareketleri... Önce yanındaki sıvıları döktü üzerine. Malzemelerden bir öbek hazırladı tutuşturmak için. Becerikli ve seriydi hareketleri her şeyi tek tek düşündüğü belliydi. Öbeği tutuşturdu. Alev eline değince gayrı ihtiyari elini çekti. Tuhaf gelebilir ama belki de böylesi bir eylemin en doğal halleri bunlar. Beden kendini tetikte tutarken, sen kendi iradenle bedenine ne yapması gerektiğini söylüyorsun. “... önce kendi beninden çıkmak, onun yerine ideolojik kaynağını koyabilmek gerekir” diyordu Günay. İşte şimdi de gösteriyordu nasıl olacağını. O kaynağın gücüydü, o iradeydi şimdi bedenini feda ateşiyle saran.

Öbek tutuşunca ortasını açtı ve çoraplarını çıkardı. Açtığı boşluğa çömelir durumda oturdu. Kafasını da ateşin içine soktu. Der top olmuştu.... Tutuşunca sloganlarına başladı. Kararlı, güçlü haykırıyor, alevlerin arasından zaferi işaret eden parmakları sloganlarına eşlik ediyordu. Alevler bedenini sarıp sarmalıyor ama ateşe o hükmediyordu. sloganlarımız birleşti. Direnişimizin sesi Günay'la daha güçlüydü şimdi ve kaldığımız üç hücrede tek yürek olarak yankılanıyordu. Bir ara birbirimizi duymak için sloganlara ara verdik. Saniyeler sürdü yalnızca. “Sloganları kesmeyin! slogan atın!” diyordu Günay. “Kahramanlar Ölmez Halk Yenilmez” Hep birlikte devam ettik.

Eylem başladıktan bir süre sonra (belki beş dakika) belden aşağısı yanmıştı. Belden yukarısının da yarıdan fazlası yanıktı. Kolları çıplaktı. Üstüne giydiği kabanın sadece küçük bir bölümü kalmıştı. Saçlarının ve yüzünün bir bölümü yanıktı... Pencereye doğru dönüp gülümsedi ve zafer işareti yaptı. “Sizi çok seviyorum” dedi. “Bizde seni çok seviyoruz.” Gülümsedi yine... Bundan yaklaşık beş dakika sonra yan dönmüştü. Ellerini zafer işareti yapmaya çalışıyordu. Bir elini yapabiliyor, diğeri bir türlü olmuyordu. Bir eliyle diğer eline yardım ediyordu. Kısa bir süre sonra iki elinin de işaret parmakları açık ve kenetliydi artık... Elleri zafer işareti yapar vaziyette kenetlenmişti. Saat üçte eylem idare tarafından fark edilmiş ve koğuşa girilmişti. K3' teki arkadaşları sürükleyerek boş bir hücreye attılar. Artık tamamen baygın durumdaki Günay'ımızı sedyeye koyup götürdüler.

Acılı bir “gidişti”... Gözyaşı akıtmadık. Gözyaşlarımızı öfkemize, inancımıza, feda ruhumuza kattık... Onurlu bir “gidişti”... Yiğitçe, kahramanca “gidişti”... Gözlerden uzak, sessiz, kimsesiz, duygudan düşünceden, insandan, mekandan, zamandan tecrit edilmiş gün gün öldürmelere karşı ateşten bir direnişti. Direnişin ateşten sesiydi; insanlığımızdan çıkarıp boş bir çuval gibi ölüme terk edemeyeceksiniz, yok edemeyeceksiniz, teslim alamayacaksınız bizi! Ateşten bir barikat oldum saldırılarınıza, yalanlarınıza, uyduruk masallarınıza karşı! Cesaretiniz varsa gelin, dokunun ateşime! Yürek ister! Elleriniz, dizleriniz titrer; ipini koparmış kabuslara boğulur uykularınız. Yürek ister benimle yüzyüze gelmek. İtfaiye hortumlarınızın ucundan, gaz bombalarınızın sisleri ardından, silahlarınızın arpacığından bakmak istersiniz bize sadece... Tecrit ve sansür duvarlarının ardında çürütmek, yok etmek istersiniz. Ama başaramayacaksınız!

Ateşten bir manifestoydu; başaramayacaksınız! Çünkü ateşimle koruduğum insanlığımız, düşüncelerimiz, ideallerimiz, yarınlarımızdır; onlara el süremeyeceksiniz! Ve nefesimiz tecriti de, sansürü de parçalayana dek ateşlerimizi harlamaya yeter. Ve ateşten bir çağrıydı; beyninizdeki parçalayın; direnişin onurunu paylaşın. Fedayı gördük, o gün... Fedayı yaşadık, fedayı hissettik. Umudumuzu, irademizi büyüttük; fedayı içimize işledik, bir kez daha...

Aslında söylenecek o kadar çok şey var ki... Bu seferlik 29 Şubat'a ilişkin tanıklığımızı duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak istedim. Sizleri Günay'ımızın sıcaklığı ve coşkusuyla kucaklıyorum.

 

 

Geri