Gülsüman DÖNMEZ'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir Yoldaşı Anlatıyor:

 

Sevdikleri İçin Yaşadı, Sevdikleri İçin Öldü

 

Gözleri çukura kaçmış. Benzi soluk, tanıdık sesleri... Konuşulanları belli belirsiz anlayabiliyor. Gözleri kaymış görmüyor besbelli. "Gülsüman abla" diyorum. Bakışlarını sesin geldiği yöne çeviriyor. duydu.. Bir gülümseme... Gülsüman'ın yüzünde güller açmış. Bir süre sonra bilinci gidiyor. Anılarında yaşıyor şimdi. Annesine sesleniyor, annesiyle konuşuyor, gülüyor, ağlıyor... saatler ilerliyor. Güneş batalı çok oluyor.. Soluk alış verişleri hızlanıyor, hızlanıyor. İniltiler belli belirsiz ama yüzündeki gülümsemesi belirgin, sürüyor. Gülsüman gülümsüyor. huzurlu, mutlu...

O bir ana. İlk defa bir ana Ölüm Orucunda şehit düşüyor.

Gülsüman şehit düştüğünde 37 yaşındaydı. Oğlu sinan 10 yaşındaydı. Gülsüman Tokat'ın Turhal ilçesinde yoksul bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmişti. Çocukluğu ve gençliği memlekitinde geçmişti. 17 yaşında evlenmiş, evlendikten sonra İstanbul'a yerleşmişti. İstanbul'da yaşamak zordu, geçinmek zordu. Eşiyle birlikte kendisi de çalışıyor, evlere gündelikçi olarak temizliğe gidiyordu.

Tokatlı, Maraşlı, Erzincanlı, Malatyalı, Sivaslı.. Anadolu'dan gelen yoksul insanların yeleştiği bir gecekondu mahallesi olan Küçükarmutlu mahallesine yerleştiler. Temizliğe giderek kazandığı paradan arttırarak başlarını sokacak bir ev sahibi oldular.

Ailesi ve kardeşleriyle devrimci, demokrat bir aileydi. Ama asıl olarak kendisi devrimcilerle de Armutlu'da tanışmıştı. Tanıdıkça sevdi, bağlandı. Kardeşi ve eşi de mahalledeki devrimci çalışmalar içerisinde yer alıyorlardı. O bölgede çalışan devrimcilerin katledildiğini, tutsak düştüğünü gördü. Haksızlıkların, adaletsizliklerin bir kader olmadığını kavradı. Devrimcilik olur da tutsaklık olmaz mı? Hapishaneleri tanıdı. İlk önceleri tanıdığı sevdiği devrimcileri görmeye gidiyordu, sonra kardeşi ve eşi de tutsak düştü. Her hafta görüş gününde gitti-geldi. Artık sadece devrimcileri seven tanıyan birisi değil, onlarla birlikte olan, onlara yardımcı olmaya çalışan biriydi. Çok geçmeden kendisi de 97 yılında tutuklandı. Kısa sayılabilecek bir süre Sakarya Hapishanesi'nde tutsaklığı yaşadı. Tutsaklığı sürecinde devrimcilerle bağları daha da güçlendi. Okuma yazmayı hapishanede öğrendi. Okudukça ufku daha da genişledi. İstekliydi, öğrendikçe gelişti, güçlendi. Tahliye olduktan sonra da devrimcilerle ilişkisini sürdürdü, vefalıydı...

Bir süre sonra eşi de tahliye olmuştu. Ancak sorunlar yaşıyordu, zayıftı, tereddütleri vardı. Eşine destek oldu, devrimcilerle bağını koparmaması için onu teşvik etti. Bu arada eşi yeniden tutuklandı. Bu sefer Ümraniye Hapishanesi'ne götürüldü. Evin yükü, Sinan'ın sorumluluğu Gülsüman'ın omuzlarındaydı. Bir yandan çalışıyor ve oğluyla ilgileniyor, bir yandan da hiç aksatmadan eşinin ziyaretine gidiyordu, iş ararken tek şartı vardı Gülsüman'ın; Eşinin ziyaret günü izinli olması... Neresi olursa olsun, parasına puluna bakmaz bu şartı koyardı.

TAYAD'lıydı ama çalıştığı için TAYAD'ın bütün etkinliklerine katılamazdı, ancak belli başlı etkinliklere izin alabilirse katılırdı. Bazen de eyleme katılır daha sonra bir mazeret uydururdu. Patronları da bilirdi ama severlerdi Gülsüman'ı. İşini iyi yapardı, dürüsttü, güvenilirdi, dobra dobraydı. Patronları onu kaybetmek istemez göz yumarlardı. Hatta Ölüm Orucuna başlamadan önce çalıştığı son evin sahibi bir İngiliz'di. Gülsüman Ölüm Orucuna başladıktan sonra da arayıp soruyor, duyduğu saygıyı ifade ediyordu.

Direnişe başlamadan önce de yaşadığı mahallede komşular arasında çıkan anlaşmazlıkların, dedikoduların tarafı olmazdı hiç, hemşehrilik, akrabalık, temelinde sık sık rastlanan çekişmelerde, didişmelerde hep yapıcı, uzlaştırıcı oldu. Halk arasındaki dedikodulara prim vermedi.

Birkaç arkadaş Gülsüman'ın evinde toplanmıştık. Dışarıdan sesler gelmeye başladı. Bağrış, çağrışlardan yine bir kavga olduğunu anladık. Hemen dışarı fırladık. Tokat'lılarla Maraş'lılar arasındaki kavgalardan biriydi. Gülsüman Tokat'lıydı ama o ilk Maraş'lıların yanına gitti, Maraşlı bir kadın koluna gelen taşla yaralanmıştı. Yaralı kadını alıp hastaneye götürmüştü ve tedavisi tamamlanıncaya kadar yalnız bırakmadı onu.. bu yanıyla mahallede yaşayan insanlar arasında sayılır sevilirdi.

Kapısı sürekli devrimcilere açıktı. Eşi hapishanede olduğu için oğlu Sinan'la yalnız yaşıyorlardı. Bu nedenle daha çok TAYAD'lı kadın arkadaşlar evine gidip gelirlerdi. Kısa sürede onlarla kaynaşır, bir ana-kız ya da abla-kardeş gibi olurlardı. Bir anne şefkatiyle yaklaşır, giyeceğinden yiyeceğine hatta temizliğine kadar ilgilenirdi.

F tiplerine yönelik kampanyanın ilk başladığı dönemlerdi. TAYAD'ın eylemleri, bilgilendirme faaliyetlerinin yanısıra eğitim çalışmaları da vardı. Oluşturulan üç kişilik eğitim grubu için, gruptaki bayan arkadaş Gülsüman'ın evini ayarlamıştı. Eğitim çalışmasını orada yapacaktık. İlk gün akşam geç saatlerde gitmiştim. Gülsüman açtı kapıyı, kısa bir sohbetten sonra çalışmaya başlamayı düşünüyorduk. Kısa bir sohbetten sonra "hadi başlayalım" dedik. Gülsüman, "Bir dakika" dedi. "Sizin için o kadar hazırlık yaptım, aç karnına olurmu hiç? Olmaz ilk önce karnınızı doyuracaksınız" dedi. Meğer yemekleri pişirmiş, hazır bekletiyormuş. Yemeğimizi yedik, sofra kalktı. Çalışmaya başlayacağız ama Gülsüman yanımızda, gitmiyor. Hadi başlayalım filan diyoruz ama o duruyor hala. İstiyorsa kalsın diye düşündük. Aslında kalması, eğitim çalışmasına katılmak istemesi, hoşumuza gitmişti. Saatler geçiyor gece yarısına geliyordu. Gülsüman'ın gözleri kapanıyor... Bir iki, üç.. Gülsüman hep böyle. Çalışmalarda hiç sesi çıkmıyor. Ama sonuna kadar kalıyor. Biz de eğitim çalışmalarına katılmakta olduğunu düşünüyoruz. Daha sonra sürekli kendisine gelip giden arkadaşa açılıyor. "yahu" diyor, "Bu gece çalışmanıza ben katılmasam nasıl olur, arkadaşlar kızarlar mı?» Arkadaşımız gelip bunu bize söylediğinde nasıl düşünemedik diye hayıflandık. Tabii gece boyunca uykusuz kalıyor, ertesi gün de sabahın köründe işe gitmek için yola koyuluyordu. Anadolu kadını Gülsüman, gece yarılarına kadar beklemesinin asıl nedeni misafirperverliği. Misafirlerini yalnız bırakmayayım düşüncesiydi..

Anadolu kadının tüm saflığını, güzelliklerini fedakarlığını Gülsüman'da görmek mümkündü. Kendisini düşünmezdi. Kendi istekleri, kendi mutluluğu, kendi rahatlığı... Bunların hiç birisi kendisi için önemli değildi. Önce sevdiklerinin mutluluğu, önce onların ihtiyaçları, önce onların istekleri... Çocukken, gençkızken kardeşleri için, evleri için bu duyguları taşımıştı. Sonra eşi ve oğlu için, sonra devrimciler için...

O Anadolu kadınıydı.

Eşine, çocuğuna karşı bağlı, vefalıydı. Eşi dışardayken dahi evin tüm maddi yükünü omuzlamasına rağmen hiç yüksünmedi, şikayet etmedi. Eşinin tutsaklığı döneminde hep moral vermeye, yanında olmaya çalıştı, seviyordu, bağlıydı, vefalıydı. Ama o yıllarca kahrını çektiği, her koşulda yanında olduğu eşinin kulu kölesi değildi. Kim olursa olsun, eşi bile olsa ihanete, teslimiyete, kaçkınlığa karşı tavrı netti. Ölüm Orucunun ilerleyen günlerinde bile dermanı olmamasına rağmen ziyaretlerini aksatmamıştı. eşinin ve kardeşinin ziyaretlerine gitti. Sorunları çözemeyen eşini telkin etti, güç vermeye çalıştı ancak eşi artık geri dönülmez bir noktaya gitmiş, sinsice kaçma planları yapıyordu. Kendisine gösterilen tüm iyi niyetli çabalara, önerilere rağmen hapishane ideresine kaçtı. Onun için artık herşey bitmişti. Gülsüman, arkadaşlar, düşünceler, sözler.. Bunların hiçbirinin anlamı yoktu artık. Çukur içine çekmişti onu...

Gülsüman bunu duyduğunda ölüm Orucundaydı. Müthiş öfkelendi. Öfkesi büyüktü, gururluydu, bir ihanetçinin eşi olmayı asla kabul edemezdi, haberi duyduğunda tereddütsüz eşinden boşanmak istediğini söyledi. Kararı netti ve bir an önce kurtulmak istiyordu. Bir ihanetçinin eşi olarak anılmaktan, bir kaç gün geçsin, belki eşi yaptığının farkına varır döner gibi nedenlerle, arkadaşların bir kaç gün beklemesine bile müsade etmedi. Boşanma dilekçesini anında verdi. Her konuda mütavazi, mülayim, kendisine ait hiç bir istekte bulunmayan Gülsüman bu konuda tavizsizdi, sertti. Oğlu Sinan'ın duygusal davranışlarına bile aldırış etmedi. Arkadaşların hiç de alışık olmadıkları bir tavırla "bakın" diyordu. "Eğer boşanma işlemi uzarda ben bu adamın soyadıyla ölürsem iki elim yakanızda olur, bunu böyle bilin!" Hızla işlemler başlatıldı. Ama yine prosedür gereği belirli bir süre gerekiyordu. Bu sırada ihanetin mükafatı olarak eşi tahliye edildi. Utanıyordu Gülsüman'ın yanına gelemiyordu. Korkuyordu, cesareti yoktu. Önce bir nabız almak için telefonla arayabildi önce. Gülsüman sinirlendi, affetmeyecekti. Gereken cevabı verdi. Ve bir daha cesaret edemedi, korkularının esiri olarak çukurlaşan insan müsveddesi.. bir daha arayamadı.

Gülsüman böyleydi sevdimi sever, sildi mi silerdi.

19 Aralık'tan sonra dışarıda Ölüm Orucunu sürdürmek için zor bir süreç başlamıştı. 19 Aralık'a kadar DKÖ'ler, aydınlar, sanatçılar tarafından direnişe verilen destek artık yok denecek gibiydi. Kışın soğuk günleriydi.. Direnişçilere o döneme kadar duyarlı olan kesimler arasındaki korku duvarının yükseldiği dönemdi. Eski ilgi ve duyarlılık azalmıştı. Bu geri çekilme nedeniyle umutsuzluk ve moral bozukluğu yayılıyordu. İşte tam da bu nedenle her şeye rağmen bu günlerde direnişin kararlığını göstermek önemliydi. TAYAD basılmış, direnişcilere kapısını açacak bir kurum bile bulunamıyordu. Ölüm Orucu diyerek bizlerle, TAYAD'lılarla birlikte dışarıda direnişe başlayan "dostlarımız" da yoktu artık. Herşeyin bittiği havasının yaşanmaya başladığı bu dönemde direnişe, gözlerden uzak bir gecekondu mahallesinde, Küçükarmutlu'da Şenay'ın evinde devam edilecekti. Bu karar direnişçiler tarafından sevinçle karşılandı. Özellikle de Gülsüman ve Şenay çocuklar gibi seviniyorlardı. Direnişe kendi mahallelerinde, kendi komşularının yanıbaşında devam edeceklerdi, hem sonra kendi evleriydi, daha rahat hareket edebileceklerdi. Direniş Armutlu'ya taşındı.

Henüz dışarıda şehitler verilmemişti. Armutlu'daki direnişçiler unutulmuştu. TAYAD'lıların çabası Armutlu'yu bir direniş mevzisi olarak yeniden gündeme getirmek için yetmiyordu. Bu durum Gülsüman'ın şehit düşmesine kadar da sürdü. Gülsüman'ın şehit düşmesiyle birlikte 19 Aralık'tan sonra unutulan TAYAD'lı ailelerin ölüm orucu yeniden hatırlandı. Yeniden gündeme oturdu. Bu yanıyla o dönemde Gülsüman'ların kararlılıkları ve şehitlikleri çok önemliydi, sarsıcıydı...

Halktan birisiydi Gülsüman. Bir taraftar olarak, devrimcileri bağrına basan bir ablaydı, anneydi. Bir kadın olarak, anne olarak duyguları güçlüydü. Sevgisi sahiplenmesi, bağlılığı güçlüydü, belki çok fazla bilmezdi çok okumamıştı. Ama tanıdığı devrimcilerin yaşamında önemli bir yeri vardı. Armutlu bölgesinde çalışma yapan devrimcileri dilinden düşürmezdi, şehitlerimizden Muharrem Karakuş ve Eyüp Samur bunlardan ikisiydi. Öyleki oğluna vasiyetiydi, "Muharrem amcan gibi ol oğlum" diyordu.

Söz namustu onun için, namusluydu. Sözüne sonuna kadar sadık kaldı. Kıvırmanın, kaypaklığın, riyakarlığın, ihanetin binbir türlüsünün yaşandığı ve bunların teorileştirilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığı dönemde asla unutmadı verdiği sözü. Nasıl başladıysa öyle bitirdi. Nasıl yaşadıysa öyle öldü. Öyle sessiz, öyle mütavazi, acısını belli etmeden, öyle gülümseyerek...

Halktı Gülsüman, devrimcilerle ilişkilerinde zaman zaman küstüğü, yakındığı zamanlarda olmuştu. Haklı, haksız alınganlıkları da... Ama hoşgörülüydü, bir güleryüz yeterliydi gönlünü almaya, ancak direniş içindeyken bir kez olsun yakınmadı, sızlanmadı. Olanaksızlıkların, ilgisizliğin en üst boyutta yaşandığı günlerde dahi yüzündeki gülümsemesini eksik etmedi. Olumsuzlukları, eksikleri, olgunlukla karşıladı hep.

Şu niye öyle, bu niye böyle demedi, hep olgun, hep anlayışlı ama hep kararlı ve tereddütsüz oldu. Bu yanıyla tarih, lekesiz, pürüzsüz ak-pak sayfalarına kaydetti onun direnişini. Gülsüman'ın masumiyeti, duruluğu, temizliği karşısında direnişe tanıklık eden herkes, aydınlar, sanatçılar ona karşı derin bir hayranlık sevgi ve saygı duydular..

Büyük direnişimizin dışarıdaki ilk ölüm orucu şehidi olma onuru ona aittir. İlk şehidimiz olarak dışarıda ölüm orucunu sürdüren TAYAD'lıların bayraktarlığını yapmıştır. Gülsüman, ülkemiz kadınının namusunu, onurunu, gururunu temsil eden bir anıttır. Anadolu topraklarında sonsuza kadar baki olan bu anıtın önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

***

 

Gülsüman Dönmez için şehit düştüğünde bir

akrabasının yazdığı şiirdir.

 

Sevdiklerimizi Vekil verdik

 

Sevdiklerimizi,

Vekil verdik

     Dağlara

Bir günbatımı

Türküsüydü söylenen

     Ses-siz-den

          Yürekten

Yürümekten

Nasır tutmuş ayaklar

Ölüme avuç açan yüreklere

Bir tas

Soğuk su

Erkan Akçalı

      Elinden...

Ve

  Vatan

        Tan yerinde

               An an

Ta şuramdan

        Kalkan,

            Gülsüman'ın sesiydi

Geleceğe

     Güzel günlere....

Malta yankısı,

Mermi sıcaklığı,

Yoldaş bakışıydı

         gözlerinden

                 akan...

Sevdiklerimizi

        Vekil verdik

             Ölüme,

Hala kızlarımız,

         babalarımızı...

Bir gün doğumu

Türküsü olsun

Artık söylenen

Bu sefer

Ses-biz-den

       Yürekten....

 

Geri