Gülseren
BEYAZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir
arkadaşı Gülseren Beyaz'ı anlatıyor:
"Onurlu ve
örnek anısını mücadelemizde
yaşatacağız"
Ülkenin her yanında kamu emekçileri
içinde sendikal faaliyetlerin yeni yeni başladığı bir
dönemde, Elazığ'daki sağlık emekçileri içinde gözle görülür bir hareketlilik
başlamıştı. Bu canlanmanın en önünde olanlardan biriydi. Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi'nde hemşireydi, ama devlet hastanesinden SSK'ya, oradan
sağlık ocaklarına kadar her tarafa koşuyor, en küçük bir zamanını bile boş
geçirmiyordu.
Canlı ve fedakar
kişiliğine cesaretini de eklemiş ve sağlık emekçilerinin örgütlenmesine dört
elle sarılmıştı. Onu ne polisin tehditleri durdurabildi, ne de ona zaman zaman çok acı veren rahatsızlığı. Kafasına koyduğu şeyi
mutlaka yapan inatçı bir özelliği vardı.
Bir genel operasyon sırasında (1992
Nisan) bu kez Gülseren gözaltına alınanlara sahip çıkmak için canla başla çalışandı.
Çeşitli yerlere girişimde bulunmaktan, gözaltındakilerin ailelerini ve
avukatları seferber etmeye kadar her tarafa koştururken, bir taraftan da açlık
grevini örgütleyenlerdendi. Coşkulu kişiliği kadar, arkadaşlarını sahiplenme bilinci
de güçlüydü. Onun zorluk, engel tanımayan bu enerjisi birçok kişiye örnek oldu,
etkiledi.
O Dersimliydi.
Kürt kızıydı. Dağlardan gelen direniş sesleri ona hiç yabancı değildi. Konuşmalarında,
sohbetlerinde hep gerilla olurdu. O gerilla olduğunda, onu tanıyanlar hiç
şaşırmadı.
Onurlu ve örnek anısını mücadelemizde
yaşatacağız.
(Bu anlatım, Yürüyüş
dergisinin 25 Kasım 2007 tarihli 132. Sayısında yayınlandı)
***
Bir
akrabası ve yoldaşı anlatıyor:
“Sen onlara
önce sağlık, sonra kocaman yüreğinle
sevgi
şırınga ediyorsun.”
Gülo... Güneşim
Gülo. Hani bir türkü var ya "Karanlıktan
aydınlığa sen çıkarttın beni..." diye. Sen benim günüm, güneşimsin. Kurak,
çatlamış topraktan Ağustos'un kavurucu sıcağına direnen Kardelenimsin. Başı dik
ve onurlu...
Önceleri kızardım sana, dayanamazdım
seni annemle karşılıklı oturup dantel işlerken görmeye. Dersimli,
okuyan, aydın bir insan olmana rağmen devrimci mücadeleye uzak bir insan olmana.
Güzeli ararken gerici düşüncelerden etkilenmene ise hiç alışamam. Tam bir
arayış içindeymişsin meğer... Sonra kavga dedin. Artık tüm güzelliklerin,
erdemlerinle bizim Gülomuzdun.
Daha ellerin ve yüreğin "ufacıkken"
bir evin sorumluluğunu üstleniyor, kendin için hiçbir şey istemeden her şeyi ailen
için istiyorsun. Okumayı, iş sahibi olup ailene daha iyi bir
yaşam kurmayı. Sonra 'ailen' büyüdü, büyüdü; halkın için istiyorsun bu
kez, işini maaşını ve gerektiğinde seni doğuran ananı birlikte büyüdüğün, değer
verdiğin sevdiklerini "bırakıyorsun".
Kavga soluyan sesini ilk bir telefon
ahizesinden duydum."Görüşelim; merak etme ailen iyi" diye anneme
babama kötü bir şey olmadığını söyleyerek beni rahatlatmaya çalışıyordun.
Hayır, ailemle ilgiliydi. Fakat büyük 'Ailemle' ilgiliydi. "Bizim Gülo" demişti ya bir yoldaşın, telefonda sesini duyunca
anlamıştım benimle görüşecek kişinin sen olduğunu. Seninle hastanedeki o
küçücük odanızda kucaklaşırken "tahmin etmemiştin değil mi" diyorsun.
Evet, ama öncesi için geçerliydi o düşündüklerim. Kısa bir süre öncesine kadar
sıradan bir akrabam şimdi ise öğretmenim, yöneticimdin. Beyaz giysin nasıl da
yakışıyor temiz saf kişiliğine. Hastalarının en delisi, en şuursuzu bile sana
saygı duyuyor. Boşa değil bu, çünkü sen onlara önce sağlık, sonra kocaman
yüreğinle sevgi şırınga ediyorsun.
Servis servis,
hastane hastane, ilçe ilçe
Sağlık-Sen’i örgütlüyorsun. Gece çalışıyor, gündüz koşturmaca içindesin. Fakat
randevularının aksadığı olmadı hiç. Polis çoktan harekete geçti. Bu katil
sürüleri durdurmak istiyorlar bizi. Nafile. Ne zaman görülmüş karanlığın
kazandığı. Kampanyamız var. Emekçi mahallelerin her sokağına özel sayılar,
bildiriler dağıtılmış Birkaç bildirimizi çamurun içinde görünce acı duyuyorsun.
"Aç şu kapını al" diyorsun sitem ederek hemen yakındaki eve. Ve
eğilip birini alıp cebine koyuyorsun. Eve ulaştığımızda tüm ayrıntılarına
kadar, duyduğun acıyı bastırmak istercesine bildirilerde anlayamadığım konuları
anlatıyorsun. "Devrime hizmet eden her araç bizim için değerlidir. Bunları
dağıtan yoldaşımız nasıl olur da bunları evin kapısına değil de sokağa bırakmış"
diyerek kızgınlığını ifade etmeden geçemiyorsun.
Ve uzun süredir beklediğimiz gözaltılar
yaşanıyor. Duyuyorum ki sen arandığın halde ailelerin çocuklarını sahiplenmeleri
için derneklere girip çıkıyorsun. Bu kadar mı? Adliye binasına kadar gidiyorsun
ailelerle. Meşruluk bu, haklılığa olan inanç bu. Senin
güvenliğin de önemliydi. Ama o an kendini düşünmen çok daha olumsuz sonuçlar
doğuracaktı. Fakat arandığın halde katil sürülerine meydan okurcasına olman
gereken yerde oluşun ailelere güç veriyor, saygı uyandırıyor mücadelemize. Seni
gözaltına aldığında polis çıldırmıştı ellerinin altındayken günlerce
yakalayamadıkları için. Ve tutsaklık... Ve özgürlük... Ve kavga... "Cezaevinde
aklın başına gelmedi mi, gidip kendimi köprüden Munzur'a atarım" diyor
annen. "Aklım başıma geldi tabii ki asıl şimdi daha çok işim var." diyor
halkının mücadelesine katılıyordun.
Bir operasyon sonrası artık yerini
değiştirmen gerekti. Ben de artık olmam gereken yerdeyim. Bir gün telefonla
"tanıdığın bir yoldaşımız gelecek" dendiğinde ilk sen geldin aklıma.
Adresi şifreleyip veriyoruz. Şifre hatalı yapıldığından gelirken istenmeyen
olumsuzluklar yaşanıyor. Fakat hiçbir koşulda kaybetmediğin soğukkanlılığınla
çalıyorsun kapımı. Seni, gerçek kimliğimi öğrendikleri takdirde çok riskli
olacağından bir türlü ilerletemediğimiz bir ilişkimizle tanıştırıyorum. Seni
tanıştırmamdan bir hafta sonra bu aile sana ev bulmuş ev eşyası bile temin
etmişlerdi. Buna rağmen sana tuttukları evi kullandırtmıyorlardı. Bir gün
gelmediğinde seni özlüyor telaşlanıyorlardı çünkü. İlişkiyi ilerletmek değil,
bütünleşmeydi, tek parça haline gelmeydi bu. Senin güzelliklerin, temiz ve
dürüst kişiliğin onları derinden etkilemişti. Ayrılmak zorunda kaldığında
ardından çok gözyaşı döktüler. Her akşam yolunu gözlediler olur da gelirsin
diye.
Darbecilik ihanetinin acısını tüm
yakıcılığıyla hissettiğimiz bir süreçti. Seninle oturmuş sohbet ediyoruz. İlk
duyduğumuz anki tepkilerimizi yaşadığımız duyguları anlatıyoruz. Bölgemize
fazlaca bulaşmamış olması öfkemizi hiç azaltmadı. Sohbetin sonunda "önderimiz
devrimi görmeyi en çok hak edenimiz. Böyle bir ihaneti yaşayıp da hala dimdik
ayakta kalması bana güç veriyor. Devrimi görebilmesi için ölmem gerekirse canım
feda olsun" diyorsun. Kısa bir süre sonra mavzerini omuzlayıp dağların
yolunu tuttun. Cemo’ların diyarına.
Alnında yıldızlı bere, elinde mavzerinle
gördüm gazetemizden resmini. Ne de yakışmış Gülo'ma.
Gözlerin ışıl ışıl, gülerek diyorsun ki bana "Önderimizin devrimi görmesi
için..."
Söz. Bin kere söz: ÖNDERİMİZ DEVRİMİ
GÖRECEK!
***
Bir
gerilla yoldaşı Gülseren’i anlatıyor:
Gerilla adını, kendisi gibi hemşire olan
Satı yoldaşımızdan aldığında bu ada layık olacağını, kırdaki Satı TAŞ olarak
yaşatacağını, bu adı sonuna kadar da coşku içinde taşıyacağını daha ilk
gününden itibaren kanıtlamıştı.
Yoldaşlarının en ufak bir
rahatsızlığından çabuk etkilenirdi. Bu yönde aşırı bir duygusallığı ve
hassasiyeti vardı. En küçük bir öksürük dahi onun için giderilmesi gereken bir
sorundu, bir müdahale gerekliliği demekti.
Hasta ve yaralılarımızın başucundan ayrılmaz ve üzüntüsünü sevgisiyle, hizmetiyle
gidermeye çalışırdı.
Satı yoldaşın zorlandığı tek şey,
temizlik konusuydu. Yaşamımızda, kullandığımız kaplardan kendi temizliğimize
kadar yapabildiğimiz kadarıyla mevcut olanına, ilk günlerde çok zorlandı.
Çayını dahi bir süre içememişti. Çünkü çaylarımızı yaparken şekerini de önceden
atıyorduk. O ise çayını ancak şekersiz içebiliyordu. Bu ve benzeri konulardaki
alışkanlıklarını ne kendisine ne de yaşama dayatmış, çok kısa bir süre içinde
yoldaşlarıyla bu farkını da ortadan kaldırmıştı... Mesleki becerilerini ve
sevgisini köy çalışmalarında da, oluşturulan sağlık ekibi içerisinde ve müfreze
olarak kendi faaliyetlerinde, sürekli olarak gerçekleştirdiği sağlık taramaları
ve elinden geldiğinde tedavi girişimleriyle gösteriyordu... Hareketimizi bilen
niteliğiyle program ve faaliyet sorunlarımız üzerinde yoğun şekilde kafa yorup
önerileriyle gerillanın gelişmesini sağlamaya çalışırdı.
Satı yoldaş da, kendisi gibi hareketini
çok iyi bilen ve bağlılığından asla ödün vermeyen 9 yoldaşımızla şehit düştü...
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
“Dönüşmeyi,
dönüştürmeyi, sabrı...
Seni
anlatıyoruz GÜL YOLDAŞ...”
Gülseren Beyaz, Anacan
yürekli, sevgili yoldaşımız. Bir sağlıkçı, ve bir
savaşçı. Nihayetinde halklarımızın kurtuluş savaşının şehidi.
Bir memur ailesinin en büyük kızı.
Sivas
Sağlık Meslek Lisesinden mezun olduktan sonra devrimcilik yaşamı da başlamıştı.
Elazığ Sağlık-Sen'in ilk kurucularındandı. Emekçilerin sendikalaşma
mücadelesinin olduğu o yıllarda, işçi, memur ayırt etmeksizin oradan oraya koşturan,
yorulmak nedir bilmez bir emekçi.
Zorlu, acılı geçen bir aile geçmişi
vardı Gülseren'in. Onun hemşire olmasıyla ailesi biraz sıkıntılardan kurtulacağını
sanmış fakat Gülseren'in devrimciliği karşısında bundan sonra da evde
tartışmalar başlamıştı. Gülseren her seferinde olgunluğu ve akıllılığıyla
onları ikna yoluna gitmiş, ailesine sahiplenme ruhunu aşılayarak cenazelere,
eylemlere katabilmiştir. Hastaydı yoldaşımız. Fakat bunun karşısında bir kere
bile "iyi değilim", "şu an yapamam" gibi sözler sarf etmedi.
Elazığ'ın emekçi mahalleleri iyi tanır
onu. Sözlerine değer verir, bir öğretmen gibi dinlerlerdi. Yalnızca tahsili ve
mesleği değildi onu böyle değerli kılan, devrimci kişiliği, kültürü idi.
Gerektiğinde ağırbaşlılığı ve olgunluğu, gerektiğinde savaşkanlığıydı ona bu
saygınlığı kazandıran. Bir devrimci ailesini de devrimcileştirmeliydi. O sık
uğramadığı ama her uğradığında gerek yaşamın düzenliliği, disiplini, gerekse de
ilişki ağının nasıl olması gerektiği noktasında, çok çaba harcardı.
1992'de Hüsniye
ve Şenay yoldaşlarıyla aynı cezaevinde yattı. O da onlar gibi çıktığında tereddüt
bir yana daha ilk günden evden ayrılıp kavgaya koştu...
Evliydi, ama kavgaya olan sevdası,
gerillaya, dağlara olan aşkı ona bu evliliği erteletmişti.
Gerilladaki yaşama çabuk uyum
sağlamıştı. Doğayla, dağ yaşamıyla bütünselliği yakalamıştı. Hem
bir savaşçı hem bir komutan. Sorunlar karşısında çözümler sunabilen,
verilen sorumlulukların bilincinde ve titizliğinde olan biri...
Yaşama sıkı sıkı
sarılıp bırakmamak elden. Dönüşmeyi, dönüştürmeyi, sabrı... yürekten
istemeyi bilmek. Bana mısın dememek zorluklara. Zor
olanı aşabilmeyi sevmek. Seni anlatıyoruz GÜL YOLDAŞ...
Gül tenine saplanırken hain kurşunlar,
türkü söylüyordun en güzelinden, zılgıt çekiyordunuz en dirençlisinden. Ölümü zaferle taçlandırmak, Parti'sine bağlılığı, zafere
dönüştürmek. Biliyoruz bu ancak yürekli ve sevdalı olanın yapacağı...
Seni yaşatıyoruz, sizi yaşatıyoruz.
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
“Gül serilir
şimdi Çaytaşı'nda gezdiğin yollara.”
İnsan yaşamı bir yaşanır. Ya bencillik
üstüne oturtur yaşamı. Ya da fedakârlığın sınırsızlığıyla yaşar yüzyıllarca
tarih sayfalarında. Gülseren bu fedakârlığı sınırsızlığıyla yaşadı. Devrimci
yaşamı öncesinde de böyledir. Gün olmuş ana gibi çarpmıştır yüreği. Gün olmuş
savaşçı olup silahı kapmıştır elleri. Acılar içinde bir yaşamı vardır. Ama onun
gözleri yansıtmaz acıları. Kendine güven, cesaret ve inatçılık okunur o
gözlerde. Gülseren her geçen gün sağlamlaştırır yerini kavgada. Sendika çalışmaları
yürütür, kurulan sendikanın başkanlığını yapar. Sadece sağlık emekçileri,
sadece sendika çalışması yapmaz. Kaldığı, gittiği her evde, her mahallede
devrimciliğinin tüm güzelliğiyle çalışır. Akıllıdır. İnsanlara kendini
dinletir. Bir öğretmen edası vardır onda. Onu gerçekten dinlemeyi çok sever
insanlar. Gülseren'e anlaşılmayan bir şey sorulduğunda, kafada hiçbir kuşku,
karışıklık kalmaksızın karşısındakinin anladığına emin oluncaya kadar üslubunun
o eğitici katışıksız güzelliğinde tüm ayrıntılarını anlatır. İnsanın soru
işaretleriyle onun yanından kalkıp gitmesi mümkün değildir. Babasıyla onca
ideolojik tartışmada bile kızının akıllılığıyla, tartışmadaki olgunluğuyla,
tartışmaları tam bir arkadaş tartışması gibi geçer. Devrimcileşmeye başladıktan
sonra o artık onların karşısında bir arkadaş, bir devrimcidir. Eve pek gitmez
ama her gittiğinde yeni şeyler öğretir ailesine.
Gülseren'in hızlı adımlarına takipler,
tehditler eklenmiştir. Kısa süre sonra gözaltına alınır, işkencelerden geçirilir
ve tutuklanır. Tutsaklığı uzun sürmez. Kaldığı süre içinde daha da bilgili,
inançlı çıkmıştır cezaevinden. Gerilla yaşamından önce onu en son evde
görmüştüm. Cezaevinden yeni çıkmıştı. Belki Gülseren'in evde kalacağı
noktasında bir umut taşımıyordu ailesi. Ama ondan en azından bir hafta
kalmasını istemişlerdi. Gülseren daha üçüncü günü çıktı evden. Çünkü bekleyen yoldaşları,
bekleyen işçiler vardı. Sonra gerillada karşılaştık. Gerillada olduğunu
biliyordum önceden. Şimdi o zor koşullarda daha da anlam kazanıyor fedakârlığı,
özverililiği. Hemşire olduğu için daha fazla koşturur. Emekçiliği bu zor
koşullarda daha da belirginleşiyor anlam kazanıyor.
Hem düzgün bir Türkçesi hem de güzel
konuştuğu Kürtçesi ile herkes kolaylıkla anlaşabilir kendisiyle. Dağların bile
nasırlaştıramadığı karartamadığı beyaz elleri her işi beceriyor. Köyde ekmek
yapar, hasta olana iğne yapar o eller. Komutandır, komutanlar iyi silah tutar.
Her alanda iş yapacak bir kapasitesi vardır.
Politik yetkinliğiyle hızlı düşünüp
pratik çözümler bulabilen bir kişilik. Çatışmada yoldaşının üstüne kapanacak analık
refleksleri. Aylarca aynı pantolonu giymek zorunda kalmasına rağmen ailesinden
gelen giysileri bir tekini bile giymeden yoldaşlarına giydirip, yırtık
pantolonuyla karşıda "çok parladı" deyip tebessüm etmesi aklımdan
hala gitmez.
Son görevini bir çatışma sonrası yorgun
düşmüş bedenine inat aynı fedakârlıkla yapıp sedye ellerinde yürüdü saatlerce
kar içinde. Çaytaşı'nda yoktu sağlık evi. Ama onun
yüreğinde bir sağlık evinde bulamayacağı merhemlerden daha fazla merhem vardı.
Ve yoldaşlarının yarasına bu merhemi sürüyordu.
Gül serilir şimdi Çaytaşı'nda
gezdiğin yollara. Git Güley. Şarapnel parçalarıyla deşilmiş,
onlarca kurşun yarasının açtığı yuva, mayınların, minik ayaklarını kopardığı
onlarca, yüzlerce çocuk, kadın, erkek, halkın, yoldaşlarının yarasını saracak
çok Güley çıktı dağlara.