Gülnihal YILMAZ

 

 

Şehit Düştüğü Tarih: 26 Ağustos 2002

                         

Şehit Düştüğü Yer: Kütahya

 

Doğduğu Tarih: 11 Ekim 1968

                       

Doğduğu Yer: Sivas / Yıldızeli

 

Mezar Yeri: Hamitler Mezarlığı, Bursa

 

 

Gülnihal Yılmaz, 5. ölüm orucu ekibinde Kütahya Hapishanesi'nde direnişe başladı. 26 Ağustos 2002'de şehit düştü.

 

Gülnihal, 1980’li yılların sonunda bu yana, devrimci hareketin içindedir. 34 yaşındaydı şehit düştüğünde. Sıvas doğumlu ve Çerkez milliyetindendir.

Daha çocuk yaştayken, çevresinde devrimciler vardı. O yaşlarda, devrimcilerin farklılığını, “Onların beni en çok etkileyen özellikleri içki içmemeleri ve kadın dövmemeleri idi Küfretmiyorlar, kadınları adam yerine koyuyorlardı şeklinde ifade ediyordu.

Babası albaydı, ordu evlerinde, değişik mekanlarda asker-subay ilişkilerine tanık oluyor, “mehmetçiklerin nasıl aşağılandığını görüyordu. 12 Eylül sonrası da askerlerin, subayların yaptıkları zulme, pisliklere tanık oldu, haksızlıklara öfkesi daha da arttı.

Ankara’da G.Ü. Tıp Fakültesi’ni kazandı. 12 Eylülün baskı koşullarının hüküm sürdüğü o yıllarda ilk işi, sol, devrimci çevreleri aramak oldu. Gitmediği panel, toplantı, seminer, kültürel etkinlik yoktu; tek amacı devrimcileri bulmak, örgütlü mücadele içinde yer almıktı. Çeştil reformist çevreleri tanıdıktan sonra, sonunda aradığını bulmuştu. 1988’de Dev-Gençlilerle tanıştığında, Tıp Fakültesi’ni bırakmış, A.Ü. Hukuk Fakültesi’ne girmişti.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeyken gençliğin mücadelesi içinde yer aldı. Kısa sürede bulunduğu birimin sorumluluğunu üstlendi. Bağlandığı şeye tüm yüreği ile bağlanan bir yapısı vardı. Mücadele yıllarında bir çok kez işkencelerden geçirildi. Her seferinde ifade vermeden çıktı işkencehanelerden. İşkenceciler ona boyun eğdiremediler.

Legal, illegal çeşitli alanlarda çalıştı, sorumluluklar aldı. Devrim şehitlerimiz, Önder Özdoğan, Mustafa Aktaş, Birtan Altunbaş, Alp Arslan, Berdan Kerimgiller, Halil Önder, Behzat Ayyıldız, İrfan Ortakçı, Ali Koç ve Ayşenur Şimşek'le birlikte çeşitli alanlarda çalıştı, ölüm orucu şehidi Nail Çavuş ile birlikte tutuklandı.

17 Temmuz 1993’te gözaltına alındı ve uzun tutsaklık yılları başladı.

1993’ten bu yana tutsaktı Gülnihal Yılmaz. Yani yaklaşık 9 yıldır demirparmaklıkların ardındaydı. Zindan duvarları, onu halkından, yoldaşlarından koparamadı. Nerede, hangi koşulda olursa olsun, halkı için mücadeleye, düşüncelerini savunmaya devam etti.

Hapishanelerde de boyun eğmeme geleneğinin sürdürücüsü oldu. Bulunduğu hapishanelerde tutsaklar örgütlenmemizde çeşitli düzeyde yönetici olarak görevler aldı.

19-22 Aralık katliamı sırasında Çanakkale Hapishanesi'ndeydi. Kendini feda etmeye hazırdı o da. Ölüm orucuna başından itibaren gönüllüydü. 5. Ekiplerde ölüme yattı.

Ulucanlar’dan Sakarya’ya, Çanakkale’den Kütahya’ya zulmün değişik hapishanelerinde kaldı. Yanıbaşında veya uzakta bir hapishanede yoldaşlarının katledildiğine tanık oldu. Katliamlar da koparamadı onu düşüncelerinden ve mücadelesinden.

Türkiye tarihinin en büyük hapishaneler katliamında Çanakkale’deydi. Maltaların kan gölü olduğu, yanan bedenlerin ateşini duydukları o koşullarda da dimdik ayakta, düşünceleri her zamanki duruluğundaydı.

Gülnihal Yılmaz, 5. ölüm orucu ekibinde alnına kızıl bantını takarak ölüm yürüyüşüne başladı. Yıl, 2001’di, aylardan Haziran. Tam 14 aydır açlıktaydı. Hemen tüm vücudu erimişti.

Onu tanıyanların, “Militan, sürekli savaşçı yanı öne çıkan, okuyan, eğiten, sürekli yenilikler ve yeni yöntemler bulmaya çalışan, bulunduğu durumu sürekli aşmaya ve sürekli ileri hedeflere uluşmaya çalışan, stratejik düşünen, sorgulayıcı, çalışkan, düşmana karşı kinli, sınıf kini gelişkin, disiplinli” diye tanıttığı Gülnihal Yılmaz, bir yazısında devrimci yaşamını, hareketi şu sözlerle ifade ediyordu:

“On üç yıllık devrimci yaşamımda olumluluk ve olumsuzluklarımla, acı-tatlı günlerimle hep bu ailenin parçası olmaktan gurur duydum. Ailemi hep sevdim. Her dönem doğruluğuna inandığım bir yolda yürümenin huzurunu taşıdım. Partimiz hep insanlığımı büyüten, geliştiren bir güç oldu. Kendimi gerçek anlamıyla ailemizin içinde buldum. Yaşamımın en güzel, en anlamlı şeylerini bu ailenin içinde yaşadım. Geriye dönüp baktığımda ailemizle tanışmanın, en büyük şansım olduğunu düşünüyorum. Yüz ömrüm olsa yüzünü de aynı şekilde geçirmek isterdim. Tabii bir farkla.. Halkım için daha fazla çalışarak, daha iyi, daha güzel şeyler yapmak için çabalayarak... Ama mutlaka devrimci olarak, mutlaka Parti-Cepheli olarak... Geçmişimin şu veya bu halkasında, şu veya bu güzel anı-olayı vs. olsa da kişiliğimde gelişimimde bir çok şeyin etkisi olsa da beni ben yapan ideolojimizdir. Belirleyici olan tek şey devrimci olduğum, Parti-Cepheli olduğumdur. Hayatımın anlamı da gelecekten beklediklerim de yalnızca bu iki kelimededir.”

 

***

 

Gülnihal Yılmaz'ın ölüm orucuna gönüllülük yazısı:

Direnen insan için yaşamın ne kadar güzel olduğunu biliyorum

 

Merhaba Yoldaşlar;

...  Bugün böyle bir göreve tereddütle talip olmaktansa, Partimin içinde kapı kolu olmayı tercih edeceğimi bilmenizi isterim. Ömrümün sonuna kadar Partime ve yoldaşlarıma bir daha hayal kırıklığı yaşatmayacağım. Kendimde bu gücü ve isteği görüyorum. Çok heyecanlıyım aslında ama hiç tedirgin değilim. Hem çok heyecanlıyım, hem de çok sakinim. Mücadeleye katıldığım günden bugüne ve tüm ömrüm boyunca en mutsuz olduğum zaman, inançlarımla yaşamım arasındaki çelişkilerle yüzleştiğim dönemdi. Ama bu dönemden çok şey öğrendim. Aslında gerçek anlamıyla güçlendim. İnsanın kendisine saygısının zedelenmesinin ne kadar ağır bir şey olduğunu, tereddütle güvensizlikle yaşamanın zorluğunu öyle derinden yaşadım ki... Bugün en çok neden korkuyorsun deseniz, tereddütsüz "BUNLARDAN" derim. İşkence tezgahında bile, yeraltında evsiz kalıp kömürlüklerde gecelerken bile mutluydum. Nasıl yaşamak gerektiğini binlerce kez tartıştım. Fidan da en iyi öğretmenimiz olmadı mı? Canım yoldaşlarım, sonuçta her türlü eksik ve zaafımı aştım demek elbette mümkün değil. Elbette her zaman daha iyi şeyler yapabiliriz. Hep daha iyi şeyler üretme isteğimiz ve hedefimiz olacak. Bu hedefe bağlı kaldıkça karşımıza çıkan sorunları da çözeceğiz. Benim şu an hesap edemediğim kimi sorunlar da karşıma çıkacaktır elbette. Ancak emin olduğum bir şey var, her ne zorlukla karşılaşırsam karşılaşayım İsmet'in katillerini sevindirmeyeceğim. Kendi karşılaşacağım zorluklardan kaçıp, halkımızın binbir türlü zorlukla süren yaşamının biraz daha uzamasına, güzel günlerin bir dakika bile olsa gecikmesine neden olmayacağım.

Zorlukları çok düşündüm, çok tartıştım. Sonuçta asıl zor olanın direnmek olmadığına inanıyorum. Haklı olan biz olduğumuz için ben rahatlıkla direneceğim. Direnen insan için yaşamın ne kadar güzel olduğunu biliyorum.

Düşman karşımıza birçok zorluk çıkarabilir. Direnişimizin bedelleri de ağır elbette. Ama bedellerin ağırlığının gerçek ölçüsü hedeflerimiz, kazanacaklarımız değil mi? Bir tabak yemek için, kötü bir hayat için onurunu satanların alışverişlerinde ödedikleri bedel ağır... İyi bir alışveriş değil yani... Bizim alışverişimizde ise ödediğimiz bedellerin karşısında tüm halkın mutluluğu var. Tüm dünya halklarının yükselecek morali var. Sovyetler'de, Vietnam'da, Çin'de, Küba'da ve dünyanın dört bir yanında devrim hayalleri kuranların, devrimi yaşatmak için kan-ter dökmüş olanların gözlerinin ışıltısı, umutlarının yükü var.

Nazım'ın 28'lerin hikayesi şiirini hatırlıyor musunuz? Hani bir yerinde düşman tanklarını görünce avını görmüş avcı gibi, ağzında bıçağıyla sevinçle siperinden çıkan Mustafa Sungurbay'ı anlatıyordu. Vay anam vay! derken Mustafa Sungurbay'ın gözleri parıl parıl parlıyordu ya hani... İşte bizim halimiz de öyle... Mustafa Sungurbay'ların, Kloçkof Diev'lerin gözleri de bizimle birlikte parlıyor değil mi? Velhasıl-ı kelam, bizim ödeyeceğimiz bedel yine de ağır değil. Her durumda biz kardayız. Bir de Halillerin, Fidanların bize kattığı gücü ekleyince direnmek gerçekten hiç zor olmayacak diye düşünüyorum. Sözü çok uzattım yoldaşlar, uzun lafın kısası ben düşündüm, tartıştım. Partime ve sizlere layık olacağıma inanıyorum.

Gülnihal Yılmaz

05.6.2001

 

(Ekmek ve Adalet Dergisi'nin 25. Sayısında yayınlanmıştır)

 

***

 

Gülnihal Yılmaz'ın direnişe dair düşünceleri

Partime ve yoldaşlarıma, halkımıza layık olacağım

 

Yoldaşlar, biz bu ülkede otuz yıldır haklılığın ve kararlılığın tarihini yazıyoruz.

Bu otuz yılda çok zorlu sınavlardan geçtik. Çok yalnız kaldık. İnançlarımızı savunmanın bedelini çok ağır ödedik. Ama her şart altında inandığımız gibi yaşadık. Bizim için çok şey söylendi ve söylenecek... Ama ne söylenirse söylensin "zulmün önünde boyun eğdiler" denilmedi, denilmeyecek. Bugün hücrelerde bir irade savaşı sürüyor. Düşmanımız çok konuşuyor. Ama eylemin başladığı yerde boş söz hükümsüzdür. Biz söylediğimiz her sözün altına hayatımızla imza attık. Baskının, sömürünün olmadığı, özgürce üreteceğimiz, paylaşacağımız bir ülkede yaşamanın hayal olmadığını biliyoruz. İnsanın doğasının güzelliklerle bezeli olduğuna, doğru düşüncelerle donanmış, bilinçli insanın iradesinin yenilmezliğine inanıyoruz. Bugün biz, paylaşmanın ve fedakarlığın örneği olduğumuz için bizi yok etmek istiyorlar. Bugün biz, haklı olanların, inançlarını kararlılıkla savundukları zaman asla yenilmeyeceğinin örneği olduğumuz için bizi yok etmek istiyorlar. Bugün biz umut dolu olduğumuz ve umutlarımızı hayatımızla bütünleştirdiğimiz için bizi yok etmek istiyorlar. Asla başaramayacaklar. Asla başaramayacaklar.

Partimiz ve yoldaşlarımız cüretkarlığın ve hesapsızlığın ak damgasını karanlığın üstüne vuralı çok oldu. Zafer Fidanlarla, Ahmetlerle, Cengizlerle, Gülsüman Ablalarla kazanıldı. Şimdi sıra zaferimizin damgasını memleketimizin dört bir yanına vurmaya geldi. Lekesiz bir aydınlığı gözler önüne sermeye geldi...

Bu, ideolojimizin karşısındaki bütün düşüncelere buyun eğdirişi olacak. Bizi ezmek isteyenleri ezeceğiz. Bugün ben de böyle bir meydan okuyuşun bir parçası olmaktan mutluyum. Gurur doluyum. Halkımı ve vatanımı çok seviyorum.

Partimi ve yoldaşlarımı çok seviyorum. Partime ve yoldaşlarıma, halkımıza layık olacağım. Yoldaşlar, gücüm sizsiniz. Eğer Fidanların, Ersoyların yanına ulaşmak kısmet olursa, onlara hepinizin gözlerindeki ışıltıyı götüreceğim. Selamınızı götüreceğim. Yoldaşlar sizi çok seviyorum.

Selam Olsun Önderimize!

Selam Olsun Parti-Cephe'ye!

Selam Olsun Tüm Direnenlere!

17.6.2002

Gülnihal Yılmaz

 

***

 

Gülnihal Yılmaz'ın Direnişin 322. Günündeki

Düşüncelerini içeren mektubu:

Fedanın doğallaşacağı günlerin yol açıcılarındanız

 

Parti-Cephe'me, Önderime, Yoldaşlarıma;

Yola çıktığımızdan bugüne çok şey yazdık, çok şey söyledik ama aslolan yürüyüşümüzün kendisidir.

Ölüm Orucu nasıl bir eylem denilse, biraz garip gelen bir cevap olur belki ama ben, bir yanıyla bir "kendini bulma eylemi" derim. Benim açımdan Ölüm Orucu her gün ayrı bir yenilenmeyle, güçlenmeyle geçen bir eylem oldu. İdeolojimizle gerçek anlamıyla bütünleşme eylemiydi diyebilirim.

Burjuva ideolojisine karşı bir saldırı eyleminin içindeyken kendi küçük-burjuva yanlarımın direncini gördüm, güldüm. Canımdan vazgeçerim ama bunlardan vazgeçmem demenin saçmalığı, darlığı öyle ortadaydı ki... Ölürken bile biraz da kendim için ölecektim neredeyse. Ölüm orucu boyunca ben, devrim için yaşamakla ölmeyi iç içe geçirdim diyebilirim. 300 günün sonunda kendimde bulduğum güç 24 saat devrim için ölebiliyorsak 24 saat devrim için yaşayabileceğimiz gerçeği oldu.

Elbette ki bu bir keşif değil. Bu bizim doğrumuz. Ancak ben tüm yoldaşlarımla bu duygumu paylaşmak istedim. Bizim eylemimizin ve ölümlerimizin anlattığı şeylerden biri de bu diye düşünüyorum. Bizim asıl gücümüz de burada çoğalacak.

Mücadelemiz açısından, bugün bizler fedanın doğallaşacağı günlerin yol açıcılarındanız. Vatan için, halk için, inançları için kendini feda etmek doğallaştığında geleceğimizi söküp almamızı kimse engelleyemez.

Biz, kendi vatanımızda soyulup soğana çevrilmeyi, horlanmayı, aşağılanmayı hak etmiş bir halk değiliz. Biz devrimciler olarak bu ülkede zalimin-zulmün "z"si kalmasın, baskı sömürü sonsuza dek yok olsun istiyoruz. Onurlu, mutlu adaletli bir yaşamımız olsun istiyoruz. Çok şey istiyoruz ama hepsi de halkımızın hakkı olan, bizden çalınan şeyler. Bunları alacağız. Biz devrim istiyoruz.

İstenilen şey büyükse bedeli de ağır oluyor. Parti-Cephe ailesi olarak bugüne kadar bedel ödemekte, geleceği savunmakta hiç tereddüt etmedik. Yeri geldiğinde kör tırnağı bile inatla korumak, yeri geldiğinde her şeyi feda etmek Cephe tarzıdır. Biz bir tek şeyden asla vazgeçmiyoruz. O da geleceğimiz, halkın yarınları... Birgün bugün ödediğimiz bedel, yaşanılan acılar, halkın "yeter" dediği günlerin mihenk taşlarından olacak.

Parti-Cephe şimdi inanç ve fedakarlığın okulunu açtı. Öğretiyoruz. İradeyi ve kararlılığı anlatıyoruz. Kişisel olarak ben bu okulun öğrencisi ve bir ferdi olmaktan mutluyum, gururluyum... Yola çıkarken "bu beden benim değil, devrimin" demiştim. Yine öyle diyorum.

Ölümlerimizle konuşacağımız bir eylemin içindeyiz. Ölümlerimiz halkımıza sorular soruyor. Cevaplar veriyoruz. Bugün yalnızca hedef ve ben varız. Son sözümü Çavuş gibi, Yusuf gibi, Meryem gibi söylemek istiyorum. Son sorumu en yüksek tonda, tüm yoldaşlarımın, Parti-Cephe'min gücüyle sormak, düşmana kinimi haykırmak isterim. Bugün bizim yaşadıklarımızın karşı yanında bir sinsilik ve namertlik yumağı var. Şehitliğimle o yumağın çaresizliğini artırmak, halkın önündeki sisi dağıtmak isterim. Başaramazsam diyebileceğim pek birşey yok.

Geriye kalanı da P-C'mindir, devrimindir.

Hayallerimizin gerçek olacağı günleri yaratacağımıza olan inanç ve bağlılığımla tüm yoldaşlarımı sevgi saygı ve hasretle kucaklarım.

Sevgi ve selamlarımla...

Gülnihal Yılmaz

(5. Ekip Kütahya, ölüm orucunun 322. gününde yazılmıştır.)

 

***

 

Ölüm orucuna gönüllülük yazısı:

Direnişçi olmayı kendi üstüme düşen bir görev olarak görüyorum

 

Partime, Yoldaşlarıma;

Bugün büyük bir direnişin içindeyiz. Her dönemin kendine özgü özellikleri, kendine göre zorlukları ve güzellikleri var. Bu yaşadığımız günlerin en güzel tarafı her şeyin çok açık ve sade olması diyebilirim. Yaşadığımız günler belki birçokları için çok karışık ama bizim için son derece açık ve sade... Çünkü bugünü herşeyiyle anlamamızı sağlayan doğru bir ideolojimiz var. Yüzlerce kahramanımızın kanıyla, binlerce yoldaşımızın emeğiyle yaratılmış her türlü zorluğu aşmamızı sağlayabilecek güçte ve parlaklıkta bir tarihimiz var.

Ben 12 Eylül'ün karanlık günlerinde örgütlendim. Dev-Genç saflarına katıldığım yıllarda beni en çok etkileyen şey savunmamızın başlığıydı. "Haklıyız Kazanacağız."

Parti-Cephe saflarında bulunduğum 13 yıl boyunca bu sloganı arttıran gücü, kararlılığın kaynağını tanıdım, anladım. Hareketi tanıdıkça daha da sevdim, bağlandım.

Bu yıllar boyunca yüzlerce yeni değerin yaratılışına tanık oldum. Yapılamaz denilen binlerce şeyin yapılabildiğini gördüm. İnançlarımızın ve doğrularımızın emekle ve fedakarlıkla savunulup sahiplenilmesi gerektiğini anladım. Parti-Cephe saflarında geçirdiğim onüç yıl boyunca halk sevgisinin ve halka güvenin gücünü gördüm öğrendim.

Biz, her zaman gerçeklerden güç alan insanlar olduk. Hep gerçekleri bütün çıplaklığıyla görmek istedik. Gördüğümüz gerçek karşısında ne dehşete düştük ne şaşkınlığa kapıldık ne de ne oldum delisi olduk. Hep halk için daha iyi olanı arayıp bulduk, yapmayı istedik ölçümüz hiç değişmedi, rotamız hiç şaşmadı, ama hep kendimizle yarıştık. Bana biz demeyi öğreten de, gücümüzün kaynağı olan da, geliştiren de örgütlülüğümüzdü. Parti-Cephe bir buzkırandı, kar makınasıydı, deniz fenerimizdi. Ben de tüm olumluluk ve eksikliklerimle birlikte önümde açılan yolda yürümekte, gözümü yıldızımızın ışığından ayırmamakta, elimden geleni yapmakta ısrarcı oldum.

Bugün vatanımız parsel parsel satılıyor. Memleketimizi bir IMF memuru yönetiyor. Halk için hiç bir gelecek yok. Ama yalan, dolan düzenbazlık çok. Devrimcilik, solculuk adına madrabazlık yapan da çok. Halk için ne yapılacaksa biz yapmak zorundayız. yapıyoruz, yapacağız. “Of” demeden, severek isteyerek yapacağız hem de... Madrabazları da meydandan sileceğiz.

Karşımızda her türlü ahlaki değerden yoksun ve her türlü ahlaki işkenceyi pervasızca uygulayan bir düşman var. Bir de dost görünen, dostluğu da düşmanlığı da bilmeyen madrabazlar var. Varlıklarından utanıyoruz. Dört bir yanımızdan, bin türlü yalan ve gevezelik birbiri ardına sıralanıyor ama boşuna.. Güçlü olan biziz. Onur, namus, paylaşma, fedakarlık, vefa ve haklılık, kelimelerini zihinlerden silmek için çırpınıyorlar. Boşuna... Bu sözler bugüne kadar şehitlerimizle kıymetlendi. Biz kanımızla, canımızla konuşuyoruz. Ağzımızdan çıkan her sözün değerini bedelini ödeyerek arttırıyoruz. Hakkımızda varolan güzelliklerin özgürce gelişeceği günler için güç ve güven kaynağı olacağımızı biliyoruz. Biz bu vatanı seviyoruz. Biz bu halka güveniyoruz. Halkımız da bize güveniyor. Gün geçtikçe bu güveni büyütmek artık namus borcumuz... Halkımızın bir tek gülümsemesini haketmek için bile öyle çok bedel ödedik ki... Bu güveni büyütecek ve geleceğe taşıyacağız... Daha büyük zaferleri halkımızla kazanacağız.

Bugün yaşamayı çok seviyorum, çok istiyorum. Kendimde geçmişimle, bugünümle gelecek adına güzel şeyler yapabilme gücünü görüyorum. İnançlarımla yaşamımım örtüşmesinin, söylediğim gibi, savunduğum gibi yaşamanın huzurunu yaşıyorum. Geleceğe dair yüzlerce binlerce hayalim var. Halkım için partim için üretmek istiyorum. Bu güçle ölüme gönüllüyüm. Bunlardan güç alarak direneceğim. Bugün direnişçi olmayı kendi üstüme düşen bir görev olarak görüyorum. Yerine getirilmesi gerektiğine sonuna dek ikna olduğum bir görev... Bu görevi hakkıyla yerine getireceğime inanıyorum.

Biz Kazanacağız

Sevgi ve saygılarımla

Gülnihal Yılmaz

03.06.2001

KÜTAHYA

 

***

 

Gülnihal Yılmaz'ın şiirlerinden....

 

(Gülnihal Yılmaz ve Fatma Tokay Köse'nin şiirleri, 

Boran Yayınları tarafından 'FEDA DESTANI' adıyla yayımlanmıştır)

 

 

yaşamlarımızın bir anlamı olmalı

ve o anlam herkesçe anlaşılmalı

yalınayak bebelerin

ayaklarındaki çatlak

-terimizi sürsek

kapanır mı?

 

nasırlı ellerin daldığı cepteki delik

öfkemizi katsak

yamanır mı?

 

ezilmişliğin sessiz hıncı

kan damlası

dillenir mi?

 

Yürekten salınan kahkaha

umudumuz değilse

yüzyıllarca sürer mi?

 

Hayatın bir noktasında

durdum

baktım

düşündüm...

geriye baktım Spartaküs

kanıyla parçaladığı

zincirlerin ortasında

gülüyor...

 

alevler içindeki Bruno

mağrur

ateş haklı olanı yakar mı?

 

Hızır Paşa, Rezil Paşa olmadı mı?

eli Pir Sultan'a değdiği günden beri

Vay babam vay!

 

işte...

Baba İshak da ardından

"onur namus çiğnetilmez"

demedimiydi..

Baba İshak'ım

daha ne desin

 

Çukurova'nın kanatsız kartalı

Tayyar Rahmiye

yanıbaşında Tanya'yla

bana bakıyor sanki

dili ayrı türküsü ayrı

iki yürek

tek bir söz emanet ediyor:

VATAN

 

Söz söze bakış bakışa eklendi

eklenecek söz sade

ekleyecek söz sade

 

Mahir ağabeyimdir

eli omzuma değecek kadar yakın

bir de omuzbaşımdan uğurladıklarım

Birtan, İsmet, Fidan, İlker

Geleneğe kavuşunca adı silinecek

kahramanlar...

 

Eh dedim deli gönül

senin ardın derya deniz

onlar bu günleri kurmuş

sana da yarını kurmak düşer

ardında kan ve isyan üzre

bir anlam ırmağı

yanında kin ve sevgi üzre

bir kararlılık çağlayanı

durdum

baktım

ben hayatın anlamını

gelecekte gördüm

terimi, kanımı, kinimi ve sevgimi

size bıraktım

hayatımı çocuklara

bedavaya sattım...

 

23 Mart 2002 Gülnihal Yılmaz

 

*

 

YANİ

 

Benden ne isterdiniz çocuklar?

akşam size gelecek olsam:

avuçlarımı arkamda saklasam

avucumu açsam:

bir minik bulut

binsek üstüne

gülsek yüzüne

"Götür" desek

düşlerimizin bizi götürdüğü yere

varsak gerçek insanların ülkesine

Herşeyin insan için olduğu yere

Orda hiç ağlamasanız çocuklar

orda hiç üşümeseniz

Aşağılanma nedir bilmeseniz

Horlanmayı tanımasanız çocuklar

hiç tanımasanız

Koşsanız

Koşsanız

koş...

Avucumdaki ülkeye varsanız

 

Birgün gelsem kapınıza

avuçlarımı ardımda saklasam

avucumu açsam: kınadan bir yıldız

avucumda bir pıtırak sevinç

bin gürüldek çağlayan

milyon milyon gülen yürek...

 

Bir gün gelsem kapınıza

avuçlarımı ardımda saklasam

sizler gibi zıplasam

avucumu açsam: Bir kızıl bant...

bir gerçek insan. Düşlerinden vazgeçmeyen

 

Birgün gelsem kapınıza çocuklar

avuçlarımı ardımda saklasam

ellerim çoktan yok olmuş olsa

ellerim ellerinizde

kınam avucunuzda kalsa...

 

Birgün gelsem kapınıza

sonsuz bir rüzgar olsam

rüzgardan ellerimle

yüreklerenize mutluluk saçsam

 

Birgün gelsem kapınıza çocuklar

muzaffer türküler söyleyen ses olsam

"Gelecek bizim" diyen yoldaşımın gözünde sizi sorsam

hiç bırakmasam

hiç bırakmasam

hiç...

Ve hep

yoldaşımın gözünde inancım ve

sevgilerimle

 

Gülnihal Yılmaz

 

*

 

Bize Sabo'nun Kızları derlerdi bir vakit

 

Birgün Anadolu çaldı pirimizin kapısını

"Töremizin emri, tarihimizin kavliyle...

Geldim kızlarını halkıma gelin almaya"

-Biz bu toprakların insanlarıyız-

 dedi pirimiz

Anadolu "can" dediğinde

 "feda" demek töremizdir

Yok demedik ki hiçbir zaman

"Can" dedi Anadolu

"Feda" diye ünledi

 Aynı anadan doğmadığımız kardeşlerimiz

 kardeşten ötelerimiz

Düğünümüz kuruldu cenk meydanlarında

Döllendik cenk meydanlarında akan yiğitlerin kanıyla

Alnımıza bağlı loğusa kuşağı

koydu adımızı umudun anaları

Şimdi sabırla kundak açarız

Ölen her hücremizden umuda

Direngen düşler doğururuz

 doğurmadığımız evlatlarımıza

Son evlat en kıymetlisi olur derler

Son evladımızın adını Özgürlük koyacak

 Anadolu

Bizi bağrına bastığında...

 6 Ocak 2002 / Kütahya / Gülnihal Yılmaz

 

*

 

HAKKIMIZ VAR MI

 

Çiçekli pazenler

Dallı güllü basmalar halaya kalktı can gülüm

Halkım halayda

Partim halay tellalı ihtiyacındayken

"ağrıma gitmiyor tutsaklık desem yalan"

Ama ağrıma giden ne senden uzaklık

Ne baharın dört duvarla çevrilmişliği...

Seni de, kızıl ay gecelerinde rüzgara karşı yürümeyi de özlerim elbet...

Ama mesele bu değil

Sabah beş buçukta öten kalk borularıyla simitçi çocuklar

Ve emekli kuyrukları

Ve hekimbaşı çöplüğü

Ve Zonguldak...

Çığlıkları silinmez ki kulaklarımdan

12 Temmuz,

Karasu apartmanı,

Cudi,

Dersim,

Ünye,

Toroslar ve

Ege dağları

İlkeler, kurallar

Ve canla satın aldığımız deneyimler

Tutup sarsar omzumu her sabah

"Hakkımız var mı acemiliğe"

Pazarda filesini taşıdığım nine ile zafere kavlimiz vardı

Bedeldir öderim demeye dilim varmıyor can yoldaşım

yatarım onbeş yıl da yirmibeş yıl da

Bir ömür de

Doğrularım doğru, gerçekler kararmaz olduktan sonra

Diyeceğim yoktur buna

Bedeldir öderim ama yalnız ben ödesem

Zamanı gelince düşen yaprak

Kesip attığımız dal bize güç katar

Peki ya vakitsiz koparılıp saksıya dikilen dallar!

Bir şahin uçurdum dağlara

Kanadına sevdamı taktım

Çocuklar, analar, kardeşler

 

Gülnihal Yılmaz / Ankara Hapishanesi

 

*

 

İHANETİN ADI

 

Nasıl saçar savurur insan emeğini

Nasal harcanır yıllar

Nasıl burjuvazinin altından gün gün çektiğimiz

tırnakla dişle altını oyduğumuz iktidar koltuğu

Buyur senin olsun diye peşkeş çekilir mi umutlarımız

Düşmanın güçlü olduğu yerde umutlar değişir mi

Çirkefin diz boyu olduğu yerde

 düşman güçlü diye haklı sayılır mı

 doğrular güçle değişir mi

Ezenin, ezilenin olmadığı bir dünya

 ateşle sınandığında gerçekliğinden ne yitirir

Hiç bir şey can gülüm, hiç bir şey,

"Tereddütle ihanet arasındaki çizgi sanıldığı kadar kalın değildir"

Yaşam; başın dik, alnın açıksa yaşanasıdır

Düşmanın ayağına sürtünmekle

Ezilmekten kurtulacağını sanan yılandır, çıyandır...

 

Gülnihal Yılmaz / Ankara Hapishanesi

 

*

 

DEVRİM

 

Be heey Kürdistan dağları

Be heey memleketimin toprağı

Her kaçak köşe her ince patika ve tüm keçi yolları

Ve fidanlar, makinalar, mavzerler, pankartlar, afişler

 ille de kızıl güller

size elimiz değmedi

 ayağımız varmadıysa eğer

ant olsun ve şart olsun

 köpeklerin bile sokulmadığı kuytulardan

Aslanın tam midesindeki ekmeği alan halkım

ant olsun

"Sözümüz Var" hıncıyla

"Biz Kazandık" türküsü kardeşlerin namlularında çaldığında

Devrimin koca sevecen eli

 okşamadık çocuk başı ve

 dikilmemiş sökük

 kaynamamış tencere bırakmayacak yurdumda...

 

Gülnihal Yılmaz / Ankara Hapishanesi

 

*

 

Wael'in Gozleri

 

Wael kara gözlü bir Filistinli bebe

Wael üç aylık..

Üç aylık bebeler

Bulduğu her şeyi tadına bakarak tanır

Wael kurşun nedir bilmezdi

Tadına bakarak öğrendi.

İşgal edilmiş vatanında

tanıyıp tanıyacağı

son şey kurşun oldu Wael'in

Wael emperyalizmin sofrasında

bir kanlı adak

doymak bilmez karınlar doysun diye

aktı Wael'in tazecik kanı

Wael minik, Wael kara ...

Wael’in adı

düşmana el uzatanların alnında

bir kara damga

Wael minik

Wael kara....

Wael’in kara gözleri

bakıyor alnımızda parlayan yıldıza...

yıldız sarı...

yıldız sıcak...

üç aylık bebeler

kurşunlarla tanışmasın diye

parlayacak

uzlaşmanın utancını

Wael’in gözleri taşımayacak..

yıldız sarı

yıldız sıcak...

sevdadır...

varılacak.

 

*

 

Hasretin nazlıdır ANKARA

 

Hasretin nazlıdır ANKARA.

Umut kollarında yatan Ayşe'mizin alnında

Hasretin nazlıdır koca şehrimiz.

Biliriz asıl hasretlik çeken

sensin...

Bir zamanlar saltanatın ihanetine karşı çekilmiş

bir bıçak gibi gezen

Kuvai milliyeciler'in ayaklarının

değdiği yerlere basanların ayaklarının utancı bozkırlara

sinmiştir, biliriz... Salman başakların hışırtısında kabaran

öfkeyi sesinde, tanırız. Sen bize hasret, biz sana sevdalar

büyütürüz kilometrelerce uzakta...

Kurtuluş'ta bir küçük evdeki adalıların içini kıpır kıpır

ediverimişti yıllar yıllar önce.... Gri gri binalarla

donanmış yüzünü nasılda allar basıvermişti. Mahir

"kurtuluş" dediğinde sen evlatlarının açlığının

yoksulluğunun acısıyla kıvranan bir bilge Anadolu

kadınıydın. Anaydın.. Korumak, saklamak istedin

evlatlarını... Onlarla birlikte ağladın, onlarla güldün

Commer'in yanan arabasının başında Ulaş'la birlikte

şenlendi göz bebeklerin. Sokakların onlarla birlikte

şenlendi. "Kahrolsun Amerika! Tam bağımsız Türkiye"

Haykırışı yıllarca kulaklarından silinmedi. Biliriz anaç

heyecanını...

Ulucanlar'ın meydanında kurulan darağacında sallanan üç

fidanın yiğit haykırışlarını. Piyangotepe’de kalleş

pusuların acısını ekledi ana yüreğin. Yusuf'larla bir olup

Mamak'tan faşistlerin üstüne çağlayıp akan senin öfkendi.

Tanırız öfkeni...

Çankaya'dan, Meclisten sırtına saplanan satılmışların

hançeri seni yaralamadı. Ankaranın nabzı Çankaya'da

atıyor derler... Yalan ... Senin nabzın gri betonların

ortasına kurulmuş sahte cennetlerde atmadı hiçbir zaman...

Hayatın nabzı şeker pembesi -mavi boyalı

kondularındaydı. Senin yüreğin evlatlarının yanındaydı.

Birtan'ın işkencede direnen sesi senin sesindi Berdan'ın

sokakları arşınlayan ayakları senin geleceğini kurmak için

yürüyordu. Nazlı sokağın en güzel meyvesi Solmazların

silahından çıkan direniş kurşunlarıydı senin için.

Toprak uğrunda ölen varsa vatandır demiş şair.. başka

şeylere aklı ermese de bunu kitabın orta yerinde

söylemiş, kanımızla suladıkça bizim oldu toprağın..

Tenimiz damladıkça şenlendi güleç yüzün...

Seni çok sevdik Ankara... Koltuklarını, rütbelerini değil,

yoksul çocuklarını sevdik ... Köşe dönmenin hayaliyle

değil, emekçilerin sancılarını dindirme hırsıyla attı

yüreğimiz senin kucağında...

El-etek öpmek bizini kitabımızda yazmadı hiçbir zaman.

Biz elçiliklerin kapısında iki büklüm sürünmeye,

satılmışların utancından kurtarmaya geldik. Gözlerimiz

Ulucanların duvarındaki İsmetin kanı gibi pırıl pırıl baktı sana...

Biz güven parka, hiç güvenmedik, ama Hülyanın Alinin

sözlerine güvendik...

Hasretin nazlıdır Ankara...

Şimdi sana bir gelin yolladık taa Çanakkale ellerinden

Elleri ayakları minicik kalmış, ama yüreği dev gibi bir

gelin...

Ankara anıtlar şehridir derler... Bak sana anıtların en

güzelini gönderdik. Oy nazlı ana ... 290 Gündür hücre

hücre büyüyen bir direniş anıtı diktik Şahintepe'ye...

Yusuf'un silah seslerinin yankılandığı sokaklarda şimdi

bir mitralyözün gümbürtüsü yankılanıyor.

Ankara medeniyetler şehridir derler. Bak sana insan

uygarlığının en güzel ürününü getirdik. Beyniyle,

yüreğiyle tastamam bir insan yatıyor kollarında...

Bencilliğin kiriyle, ihanetin kokusuyla lekelenmemiş,

onurla aydınlanmış tastamam bir insan yatıyor

kollarında... İyi bak o insana ey bilge ana...

Hasretin nazlıdır Ankara....

 

Ama umut kar altında değil .

Umut Karşıyaka'ya kök salan namuslu bedenlerimizden

akan kanda.

Hasretin nazlıdır Ankara....

Ama umut kar altında değil...

Umut gelecek için dövüşen yüreklerimizde.

Yüreklerimiz namuslu

Yüreklerimiz cehennem...

Geliyoruz ey nazlı ana...

Geliyoruz Ankara.

 

Gülnihal Yılmaz / 2000

 

***

 

Gülnihal Yılmaz'ın Şiirlerinden:

 

ÜÇ KIZ KARDEŞ

 

Her sabah

çocuk gözler bize bakar aslında

gözler, her daim üstümüzdedir

bazan farketmeyiz

ceviz ağaçlarının altında

meşe koruluklarını seyre dalan

her bir göz

binbir düşle örülüdür

belki şeker,

belki bir kınalı kuzu

belki de

hiç görmediği yerlere ayak basmanın hayali...

şimdi düşlerin gözleri bize bakıyor

 

GÜLNİHAL YILMAZ

(Ölüm orucu şehidi Fatma Köse'ye, 200. gün hediyesi)

 

***

 

Gülnihal YILMAZ'ın 200. Gün Hediyesi:

"Sözün bittiği yerde

hayatlarımızla,

konuşacağımız

günlerin

heyecanıyla...

bir gün kucaklaşacağımıza inancımla...

Bugün 200. günüm. 200'lü günler bana hep farklı geldi. Heyecanla beklediğim günlerdi. Hep 200'lü günlerde hedefe vuracakmışım gibi bir duygu vardı içimde. Bir de tabii 287. günümde şehit düşme isteğim. 287. günüm 30 Mart. Geçen yıl 30 Mart'ta bir şehidimiz olsun nasıl da istemiştik hatırlıyor musun?

İkiyüz gündür sizin sıcaklığınızla içiçeyim. İkiyüz gündür şanslıyım. İyiden güzelden yana ne varsa herşeyi paylaştığım her biri içimi ayrı bir sevinçle dolduran yoldaşlarımla yanyana omuz omzaydım.

İkiyüzüncü günümde ben de sizlere karınca kararınca hediyelerimle gelmek istedim. İkiyüz gündür ve senelerdir sizden bana akan benim yüreğimde yerleşen sevgimin bağlılığımın simgesi olsun..."

2 Ocak 2002, Gülnihal Yılmaz

 

 

Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...

 

2000-2007 Büyük Direnişi:

 

Yoldaşları, yakınları Gülnihal Yılmaz’ı Anlatıyor:

 

 

Geri