Gökçe ŞAHİN'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Cephe Anlatıyor:

 

Gecekondularda, hapishanelerde, dağlarda...

Her yerde direniş ve savaş var!

Her yerde direniş ve savaş sürecek!

 

... Halk kurtuluş savaşımızın dağlardaki öncülerinden üçü, Gökçe Şahin, Şengül Gülsoy ve Turan Şahin, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm bayrağını dağlarda onurla, cüretle, gururla dalgalandırarak son nefeslerini verdiler.

Bu ülkenin her yanı, bir savaş cephesi.

Bu ülkenin her karışında sömürü ve zulüm var.

Sömürü ve zulüm düzenini yerle bir etmek için, ülkemizin her yanı bizim için bir savaş alanı.

Devrim güçleri, ne yalnız hapishanelerde, ne yalnız gecekondularda, ne yalnız fabrikalarda, ne yalnız dağlardadır; halkın olduğu her yerdedirler.

Başka alanlarda olduğu gibi, dağlarda da yüzlerce savaşçımız oligarşi tarafından katledildi bugüne kadar. Şehirlerde katlettiler, dağlarda katlettiler, hapishanelerde katlettiler ve hep aynı “zafer” çığlıklarını attılar; artık bittiler, artık bir amaçları yok, artık... İşte böyle dedikleri her anda, şurada veya burada ortaya çıkan bir direniş, kurulan bir barikat, sıkılan bir kurşun, bu ülkedeki savaş ve devrimci mücadele gerçeğini gösterdi herkese.

Bu zulüm ve sömürü oldukça, devrim mücadelesi bitmez.

Ülkemizin dağlarında ve şehirlerinde, halk oldukça, gerilla da tükenmez.

 

Kim bu dağlardakiler?

 

“Anarşistler” mi, “Teröristler” mi? Herkesin bu sorunun cevabından öğreneceği çok şey vardır. Dağlardakiler, amaçsız, silah meraklısı oldukları için, macera olsun diye dağlarda değiller.

Dağlarda savaşanlar, halktır. Bu ülkenin yoksul, ezilen halkıdır. Savaşmak, kırsal alandaki halk kitlelerini örgütlemek, oligarşinin iktidarını yıkıp halkın iktidarını kurma mücadelesinin askeri gücünü oluşturmak için dağlardalar.

Omuzlarında silahlarla dağlarda dolaşanlar, belki düne kadar komşunuzdu, işyerinde iş arkadaşınız, okulda sıra arkadaşınızdı.

İşte Ordu’daki çatışmada şehit düşen savaşçılarımız;

Turan, 11 yaşındayken tanıdı gerillaları. 13 yaşında gerillaya katılmak istedi. Komutan Cömert Özen yaşından dolayı kabul etmedi bu isteğini. Ailesi, onun gerilla olmasını engellemek için İstanbul’a gönderdi. Ama o isteğinden vazgeçmedi. 17 yaşında alnı kızıl yıldızlı bereyi takarak bir halk kurtuluş savaşçısı oldu.

Şengül, yoksul bir köylü ailesinin çocuğuydu. Yoksulluk onun ilkokuldan sonrasını okumasına izin vermedi. Köyden kente göç ettiler. Kentte sömürüyü doğrudan yaşadı ve yeniden köye, dağlara döndü; bu kez bilinçli bir yoksul köylü ve elinde silah bir halk savaşçısı olarak dönüyordu.

Acıyı bilmeyenler, yoksulluğu bilmeyenler, köylerimizin, gecekondularımızın her köşesinden fışkıran zulmü bilmeyenler,

Yoksul köylü kızlarının, gecekondu emekçilerinin gerilla olma isteğini de, hasbelkader yüksek okullarda okuyabilen insanlarımızın doktor olmayı, mühendis olmayı reddedip halk kurtuluş savaşçısı olmasını da anlayamaz.

Turan’ların çocuk yaşta gerilla olmak isteğini anlayamaz.

Ve aynı kişiler, yüzlerce tutsağın hücrelerde ölüme yatmasını anlayamaz.

Bu, büyük bir özgürlük tutkusudur.

Büyük bir halk ve vatan sevgisidir.

Bunlardan uzak olanlar, dağlarda savaşan, hücrelerde direnen bu sevgiyi ve öfkeyi anlayamaz.

Bu direniş ve savaşı vareden, bu sınırsız sevgi ve bu sınırsız öfkedir. Her devrimcinin, her savaşçının, sevgisi halk sevgisi, öfkesi, halkı sömüren ve zulmedenlere öfkesidir.

İşte bu inanç, bu dava adamlığı, her türlü sapmanın önünde bir barikat oluyor. Devrim umudunu, devrim iddiasını, devrime yürüyüşü sürdürüyor. Emperyalistlerin, oligarşilerin yoketme, teslim alma planlarını suya düşürüyor.

 

(Bu anlatım, birlikte şehit düşen Gökçe Şahin, Şengül Gülsoy ve Turan Şahin’in şehit düşmeleri üzerine DHKC Basın Bürosu tarafından yapılan açıklamadan alınmıştır.)

 

***

 

Bir Yoldaşı Gökçe'ye sesleniyor:

 

“Devrimciliği uzaklarda arayanlara kişiliğinle cevap

veriyordun.”

 

MERHABA GÖKÇE,

Uzun zaman oldu seninle merhabalaşmayalı... Vedasız ayrılığın ardından, Karadeniz’in heybetli dağlarından aldık selamını...

Öyle çok özlemiştik ki seni, Sense özlemlerimizi bir kat daha büyüttün yüreklerimizde.

1997 yılının başlarında tanışmıştık seninle. Daha seni görmeden, çevremdeki bütün insanlardan ismini duyar olmuştum. Öyleki yanımdaki insanlar senden söz ederken "Gökçe'yi tanırsan hayatın değişir, o, herkesi etkiler" diyorlardı. Bendede bir merak sarmıştı doğrusu, insanların bu kadar hayranlıkla söz ettiği kimdi acaba diyordum. Evet sendin Gökçe...

İnsanlar yanılmamışlardı. Seninle tanışınca bir başka oluyordu insan. Devrimciliği uzaklarda arayanlara kişiliğinle cevap veriyordun. Özveri, kararlılık, yoldaşlık ve halk sevgisi sende özdeşleşmişti artık... Ankara'da Dev-Genç'liydin. Hacettepe Üniversitesi, Beytepe kampüsünde Dev-Genç kutlamalarına hazırlanıyorduk. O kadar çok heyecanlıydın ki "Her şey DEV-GENÇ tarihine yakışır şekilde olmalı" deyip sık sık bizi çalışmalarda denetliyordun. Bütün işlerle birebir ilgileniyor, bir Dev-Genç'li olmanın onurunu dosta ve düşmana an an gösteriyordun. Beytepe Kampüsü deyince akla yine ilk gelen sen oluyordun.

Ankara’da Gençlik bürosunu açacaktık. Hepimizde ayrı bir heyecan, ama senin sözlerin daha bir heyecanlandırıyordu bizleri. Yaptığımız her işte senin mutlaka emeğin vardı. Bir iş eksik mi kaldı, saatlerce hatta günlerce uğraşır o işi mutlaka tamamlardın. Senin literatüründe olmazlar, yoklar hiçbir zaman olmadı. 98 1 Mayısına günler kalmıştı. Sendeki öfke ve mutluluğu yüzlerce metre öteden görüyorduk. Ona beş pankartları hazırlamak için çalışmalara günler öncesinden başlamıştık. Pankartların özenli olması için gösterdiğin çabaların daha dün gibi gözlerimizin önündedir. Pankartlarımız, flamalarımız, önderliğin ve şehitlerimizin resimleriyle gücümüz ve kararlılığımızla alana girmiş, Ankara sokaklarını titretmiştik. O, an "Ankara’da 1 Mayıs işte böyle olur" deyişini hiç unutmadık. Ya o anki sevincini...

Sen bir yöneticiydin. Senin öğrencilerin olmanın tadı ayrı oluyordu bizim için. Yöneticiliğinle en kısa sürede Dev-Genç daha da çoğalmış, eksikliklerimizi zaaflarımızı yenmede daha da kararlı kılmıştın bizi. Harekete zarar verecek hiç bir şeyi bağışlamıyordun. Anlamayana saatlerce anlatıyor bıkmadan usanmadan emek harcıyordun. Hareketle bütünleşmiştin adeta. Mütevazi kişiliğinle, oturup kalkmanla, sohbetlerinle Ankara’da örnek bir kişi olmuştun bizim için. Düşman da tanıyordu seni. Öyleki Ankara DAL'ın işkencehanelerinde günlerce işkencelere maruz kalmış, ama düşmanı ininde yenmenin onuruyla güç veriyordun tüm yoldaşlarına. İşkenceciler bile gözaltına alınan insanlara "Direnmeyi Gökçe abinizden mi öğrendiniz" demek zorunda kalıyordu. Şehitlerimizden öğreniyor, öğrendiklerinle öğretiyordun bizlere..

Türkü gibiydi yüreğin, "Acem Kızını" en çokta senden dinliyorduk. Kayseri’de Sabo'ların davalarına gittiğimizde yolculuğumuzu bile eğitim çalışmasına çeviriyor, bize hareketin tarihini anlatıyordun. Arabanın sisli camlarından dağları gördüğünde ise, "dağlar sözümüz var, doruğunda izimiz var" deyip dağlara olan özlemini haykırıyordun. Duyduk ki kavuşmuşsun özlemine...

Duyduk ki Karadeniz illerini mesken eylemişsin. "Silah sesleriyle halaya durmak isterim" diyordun. Duyduk ki silah sesleriyle halaya durmuşsun. Anadolu’nun topraklarında baharı müjdelerken mevsimler, Ordu’da tomurcuk olmuşsun. Karadeniz toprağında boy verir olmuşsun. 21 Martta Cengiz Ankara'nın hücrelerinden yaktı Nevroz ateşini. Sen bu ateşi Karadeniz dağlarından yükseltin. Karadeniz Horona dursun şimdi...

Hüsamettin, Gülsüman, Şenay, Canan, Zehra, Hülya, Turan ve sen horona durmuşsunuz şimdi. Karadeniz sana söz veriyoruz dağlarında biz "Silah sesleriyle halaya durmaya" devam edeceğiz...

 

***

 

KARADENİZ'DE ÜÇ FİDANDILAR

 

Açlığa zulme ihanete karşıydılar

Üç fidandılar karadeniz dağlarında

Nice günler yol aldılar

Orman içlerinde patikalarda

ellerinde tüfekleri yüreklerinde halk sevgisiyle

Barındılar dağların zirvelerinde

Orman kuytularında

 

Gün oldu halkının yanıbaşlarındaydılar

Gün oldu bir çobanla dertleştiler

Arıyorlardı bulmak için özgürlüğü

Can çekişen özgürlüğe hayat vermek için

Birer meşaleydiler Karadeniz dağlarında

 

Tohum olup toprağa saçıldılar

Şimdi ülkemin her yanındalar

Karadeniz’de bir çobanın kavalında

Çukurova’da bir ırgatın yükünde

İstanbul’da bir öğrencinin dilinde

Ağıt yakan anaların yüreklerinde

Üç kızıl meşale oldular

Karanlığı aydınlatmak için

Işık saçtılar ülkemin her yanına

Onlar kavganın öncüleri oldular

 

Siz rahat uyuyun kavganın öncüleri

Bu kavga yarım kalmadı ve de kalmayacak

Yaktığınız meşale karanlığa aydınlık olacak

 

 

Geri