Feride
KARACA'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
“Her
yeni öğrendiği onda ayrı bir coşku
yaratıyordu.”
Feride yoldaşımız da doğduğu topraklarda savaşımını
sürdürmekteydi. Onun savaşa katılımı, böylesi bir tercihi yapması zor olmamıştı.
Etrafında olup bitenlerin ideolojik olarak ayrımını ortaya koyamasa da
dayatılan baskı ve haksız yaşam koşullarının farkındaydı. Bu durumda ise ne
yapması gerektiğini biliyordu. Mücadele edecekti... Birliğimizin köye girdiğini
duyması ve görmesiyle birlikte hiç tereddüt etmeden saflarımıza katılarak
kendine apayrı ve onurlu bir yaşamın yolunu açtı.
Feride yoldaşımızın savaşa aktif olarak katılması,
aslında yerel halktan katılan bütün savaşçılarımızla benzer karakteristik
özellik ve neden taşımaktaydı. Savaşımız bir bölgede yaygınlaşıp halklaştıkça o
halkın potansiyeli de bu şekilde saflarımıza aktarıyordu. Feride yoldaşımız da
bu alternatif arayış içerisinde bir diğer ifadeyle adeta bekleyiş içerisindeydi.
Her türlü art niyetten uzak, saf ve iyi niyetliydi.
Fazla şey istemez, elindekiyle ya da az şeyle yetinmesini çok iyi başarırdı.
Yoksul bir aileden geliyor oluşu ve olanaksızlıklarla yaşamasını bilmesini
geril la yaşamına da aktararak emekçiliğiyle de öne çıkmaktaydı. Savaş ve
yaşamayı da, gerillacılığı da kafasında idealize etmediğinden, karşısına çıkan
sorun ve zorluklarda ne şaşırdı, ne de hayal kırıklığına uğradı ve ne de bu
zorluklar yoldaşımızın savaşma kararlılığından bir şeyler kaybettirdi. Yetersizliklerinin
ve eksikliklerinin üzerine gidilmesine oldukça açık ve alçakgönüllüydü. Öğrenme
tutkusu içerisindeydi ve her yeni öğrendiği onda ayrı bir coşku yaratıyordu.
Faaliyetimiz içerisinde kadın örgütlenmesine ilişkin
yapılan çalışmalarımızda, aynı bölgeden oluşu, aynı dili konuşuyor oluşu gibi avantajlarını
kullanarak bu konudaki açığımızı kapatabilen yoldaşlarımızdan birisidir. Köy
çalışmalarımızda evlere girdiğimizde ve yanımıza giremeyen kadınlarımız olduğunda,
onları boş bırakmaz, nerede iseler yanlarına gider, onlarla günlük sorunların
yanında savaş sohbetleri de yaparak propagandamızı sürdürmeye çalışırdı. Ki,
genellikle yoldaşımız, köy çalışmalarımızda ev kadınlarının en çok bulunduğu
mutfak bölümlerinde çalışmalarını sürdürmekteydi. Nazım ve Mürsel
yoldaşla birlikte Arasor Deresinde girilen bir pusuda
birliğimizi korumak ve çekilmesini sağlamak için 13 saat süren çatışmada şehit düştü.
***
Yoldaşları Feride'nin gerillaya
katılımından şehit
düştüğü ana kadarki
gerilla sürecini anlatıyorlar:
"Evet, kararlıyım. Olmam gereken
yere gidiyorum.
Savaşacağım ve alnım hep ak kalacak"
Hozat'a bağlı Ağveşi
mezrası yakınlarındaki Küçükorman'da konaklamıştık. Kahvaltıdan
sonra, birliğimize birkaç gün önce katılan arkadaşlara askeri eğitim yaptırmak için
toplandık. Yeni arkadaşların heyecanlı ve meraklı oldukları her hallerinden
belli oluyordu. Eğitime silah tanıtımıyla başladık. Silahların söküm takımını
ve nasıl kullanıldığını pratik yaptırarak gösterdik. Doha sonra ise sürünme ve
mevzilenme üzerine çalışmaya başladık.
Birliğimize yeni katılan orta boylu, biraz kilolu ve
lüle saçlı bir kadın yoldaş, anlattıklarımızı dikkatle dinliyordu. Pratik
hareketlere geçtiğimizde bir yandan gülüyor, acemi de olsa gösterdiklerimizi
coşkuyla yapıyordu. Birçok pratik örnekten sonra, sıra engel atlama hareketine
gelmişti. Bu hareket şu şekilde yapılıyordu: Bir yoldaş eğiliyor, biz de elde
silah onun üstünden atlayıp mevzileniyorduk. Bu hareketi deneyimli arkadaşlar
birkaç kez yaptıktan sonra, yeni arkadaşlar da sırayla uygulamaya başladılar.
Sıra lüle saçlı arkadaşa geldiğinde, hiç tereddüt etmeden koşarak eğilen
arkadaşın üstünden atladı. Atlamasıyla düşmesi bir oldu. Atlarken silahı yüzüne
çarpmıştı. Yüzü kan içindeydi. Hemen başına toplandık. Sağlıkçı arkadaş yüzüne
pansuman yapıp, temizledi. Yarası hayli derindi, ama o lüle saçlı kız hala
gülümsüyordu. Sanki düşüp yaralanan kendisi değildi. Bu kaza onu pratik
hareketleri yapma konusunda korkutmadı. Aksine daha büyük bir inat ve öğrenme
isteğiyle askeri eğitime devam etti. Yapamadığı hareketi birkez
daha denedi ve bu kez başarılı oldu. Yüzündeki yara derin olduğundan, izi hiç silimedi. Bu yara nedeniyle O'na; "eğitim gazisi"
demeye başladık. Bu eğitim gazisinin adı Feride
Karaca, gerilladaki adıyla Hamiyet idi.
Hamiyet, tam bir Dersimli
köylü kızıydı. Çok güzel Zazaca konuşurdu. Düşmanın
sistemli olarak sürdürdüğü asimilasyon politikalarından kendini korumuş,
kültürünü kendi kişiliğinde yaşatmıştı. Mahçup
tavırlarını, gerillaya katıldıktan sonra değiştirse de, saf, temiz, içten ve
doğal yapısını hep korumuştu. Taşıdığı halk kültürünün olumlu özellilklerini, gerillaya da taşıyarak halk için
kullanıyordu. O'nu, kendi köylüleri ve hem de biz yoldaşları, sahip olduğu
sorumluluk bilinciyle tanırdık. Bu sorumluluk bilinci gerillaya katıldıktan
sonra değil, daha çocuk yaşlardayken karşılaştığı zorlu yaşam içerisinde kazanmıştı.
Hamiyet, Dersim'in
Çemişgezek ilçesine bağlı Paşacık köyündendi. Kürt-alevi yoksul bir ailenin
kızıydı. Daha çocuk yaşlardayken babası ölmüş, annesi de ikinci bir evlilik
yaparak evlerinden ayrılmıştı. Kardeşleriyle birlikte annesiz ve babasız
büyümüşlerdi. Yedi kardeştiler. Kardeşçe bağlılığın yanısıra
birbirlerine hem annelik, hem babalık yaparak büyütmüşler, yaşamın zorluklarını
göğüslemişlerdi. Uyumlu ve örnek bir ilişkileri vardı. Bunda Hamiyet olgunluğu ve
özverisiyle büyük pay sahibiydi. Küçük kardeşlerine olduğu gibi kendinden büyük
abisi ve ablasına da gereken ilgi ve sevgiyi göstermişti. Bu özellikleriyle
yaşının üstünde bir olgunluğa sahip olmuştu.
Hamiyet ilkokul mezunuydu. İlkokulu kendi köyünde
okumuştu. Kardeşlerine bakmak zorunda olduğundan, ilkokuldan sonra okuluna
devam edememişti. Bütün köylüler onu sever-sayardı. Evleri hergün
adeta köyün gençleriyle dolup taşardı. Yaşlılar ve çocuklar da sık sık ziyaretine getirdi. Bütün aileler Hamiyet'i ve
kardeşlerini över, kendi çocuklarına Örnek gösterirlerdi. Hamiyetin abileri ve kardeşleri farklı bir örgüte sempati
duyuyorlardı. Hamiyet ise Devrimci Sol gerillalarıyla karşılaştığı ana kadar hiçbir
devrimci örgüte özel bir sernpati beslememişti. Ama
çocukluğundan beri devrimcileri ve gerillayı tanırdı. Onlarla adeta içiçe büyümüştü. Tanıdıkları arasında kahramanca şehit
düşenler de vardı, bir süre mücadele ettikten sonra mücadeleyi bırakıp Avrupa'ya
kapağı atan ve devrimcileri karalayanlar da... Ancak Hamiyet hiçbir olumsuz
örnekten etkilenmemişti. Çünkü o, düşmanın baskı ve zulmünü de, kurtuluş için
savaşmak gerektiğini de hayat içinde öğrermişti.
Devrimci Sol gerillalarıyla tanıştığında ise mücadele etme arzusu iyice
güçlenmiş, içinde gerilla olma özlemi yeşermişti.
Dersim'de kesintiye uğrayan
gerilla faaliyetimiz 1991'de tekrar başlayınca, bölgeye ilk gelen gerillalarımızı
görmüş ve onlardan çok etkilenmişti. İlk tanıdığı Devrimci Sol gerillaları,
daha sonra birlikte şehit düşeceği Nazım Karaca ve Mürsel
Göleli idi. Bu yoldaşların Hamiyet'in örgütlenmeesindeki
emeği büyüktü. Ancak Hamiyet'i asıl etkileyen, Mürsel'in
kendisine verdiği "Direniş, Ölüm ve Yaşam" kitabıydı. "Bu kitabı
okuduğunda, insanların aylarca açlığa dayanabildiğini, hatta bu açlık içinde
onurları için ölebildiğini öğrenmiş ve çok şaşırmıştım" dedi.
Hamiyet, 1992 yılının sonunda, Hareketten gerillaya katlma talebinde bulundu. Bu tarihten itibaren de bir
gerilla adayı olarak, gerillaya alınacağı günü sabırsızlıkla beklemeye
başlamıştı. Sürekli ısrar ediyordu. Bir yandan da bizden aldığı yayınları
köydeki arkadaşlarını toplayarak okuyor, hem kendini gerillaya hazırlıyor, hem
de arkadaşlarını eğitmeye çalışıyordu. Bu süreçte hastalanan bir kadın
savaşımızı dinleyip iyileşmesi için Hamiyetlerin evlerine bırakmıştık. Kadın
savaşçımız birkaç hafta Hamiyetlerin evinde kaldı. Hamiyet bu süre içinde hem
arkadaşın sağlığıyla ilgilenmiş, hem arkadaşa gerilla yaşamına ilişkin sürekli
sorular sormuş, onunla bu içerikte sohbetler etmişti. Arkadaş biraz
iyileştikten sonra evin içinde askeri eğitim yapmışlardı.
Hamiyet 1993 yılının Temmuz ayında gerillaya kabul
edildi. Gerillaya katıldığında 17-18 yaşlarındaydı. Aylarca gerillaya
katılacağı günü beklemişti. O'nu almak için köyüne gittiğimizde çok heyecanlı
olduğunu gördük. O zamana kadar şalvar giyiniyordu. Ogün ise pantolon ve
gerillaya katılmak için aldığı mekap ayakkabılarını
giyinmişti. Gerillaya katılacağını abisine ve kardeşlerine de söylemişti. Abisi
ona son kez: "alnının akıyla bu işi sürdürebileceğine inanıyor musun? Kararlı
mısın" diye sordu. Hamiyet ise kendinden emin ve kararlı bir
ifadeyle, "evet abi, kararlıyım. Olmam gereken
yere gidiyorum. Savaşacağım ve alnım hep ak kalacak" diye karşılık
verdi. Bunun üzerina abisi Hamiyet'i öperek başarılar
diledi ve hepimizi uğurladı. Hamiyetin bu tavrı bizi hem duygulandırmış, hem de
sevindirmişti. O, sıradan bir yaşam yerine halkı ve vatanının kurtuluşu için savaşı
seçmişti.
Aynı gün, aynı köyden bir başka kadın arkadaş
gerilla birliğimize katıldı. Ne var ki bu genç kız bir türlü gerillaya ayak
uyduramadı. Düzenin yoz kültürünün etkilerini bir türlü üzerinden atamadı ve
sürekli birlik içinde sorun yarattı. Kendini aşırı seven, kompleksli,
dalgalı bir ruh haline sahipti. Sorun yaşamadığı arkadaş yok gibiydi. Kendisine
gösterilen ilgiyi ve dönüştürme çabasını sürekli boşa çıkardı. Ve sonunda iyice
tükenip düzene döndü. Oysa Hamiyet, kendisiyle birlikte aynı gün gerillaya
katılan bu bayanla karşılaştırılamayacak kadar farklı özelliklere sahip bir
insandı. O genç kız, yavaş yavaş gerileyip biterken,
Hamiyet sürekli gelişiyor, kendini yeniliyordu. O, yarattığı sorunlarla
birliğimizin sırtına yük olurken, Hamiyet her geçen gün daha fazla yükü
omuzluyordu. Savaş, iki örnekten birini kahramanlaştırırken, diğerinin
ihanetine sahne oluyordu. Savaş netleştiriyordu.
Hamiyet ilk geldiği günlerde Hozat bölgesinde
faaliyet yürüten Nurettin Güler Müfrezesi içerisinde konumdandırıldı.
Su müfreze Hamiyet katıldıktan sonra Ovacık bölgesine gidip, bir ay kadar
faaliyet yürüttii. Ovacık'tayken bir düşman pususuna
düşmüş ve çatışmışlardı. Hamiyet bir gerilla olarak ilkkez
bu çatışmada silah sesini duymuştu. Hamiyet'in çatışmada sergilediği tavır,
aynı ınüfrezedeki arkadaşlar tarafından övgüyle
anlatılıyordu. Olay şöyle gelişmişti: ''Ovacık'tayken bir gece vakti Kızık
köyüne gidiyorlar. Ancak düşman onlardan önce köye girniş
ve okulda mevzilenmiş. Neyse ki düşman müfrezemizin köye girdiğini farketmiş. Köyde yiyecek toplamaya çıkan birkaç arkadaş
uğradıkları bir evde birkaç düşman subayıyla karşılaşmışlar. Kısa süren bir
çatışmadan sonra kayıp vermeden müfrezenin yanına dönmüşler. Düşman askerlerinden
ise yaralananlar olmuş. Müfreze hemen köyden çıkmış. Müfreze komutanı Vehbi
(Halil İbrahim Ekicibil) Hamiyet'in de içinde olduğu
üç savaşçıyı düşmana pusu atmaları için Ovacık yoluna göndermiş. Yolda araç ışıkları
görmüşler. Bu üç kişilik ekipten sorunlu olan savaşçı, Hamiyet ve onun gibi
birliğimizde yeni katılmış diğer savaşçıyı yola göndermiş, ama kendisi geride
kalmış. Kısacası ekip sorumlusu arkadaş korkakça davranmış. Ancak Hamiyet
sorumlunun talimatını gerçekleştirmiş ve görevini başarıyla tamamlamış. Hamiyet
bu tavrı sergilerken, henüz bir aylık bir gerilla bile değildi.
Hamiyet disiplinli bir savaşçıydı. Gerillacılığa
ilişkin öğrendiği her şeyi, hiç tereddüt yaşamadan uygulamaya kalkardı.
Ovacık'ta faaliyet yürüttükleri birgün,
oluşturdukları yürüyüş kolu araç yoluna girmiş. Komutan güvenlik nediniyle savaşçılara "çapraz yürüyüşe geçin" talimatını
vermiş. Çapraz yürüyüş; bir savaşçı sağ tekerlek izinden yürüyor, onun arkasındaki
savaşçının sol tekerlek izinden yürümesiyle gerçekleştiriliyordu. Hamiyet ise
henüz o günlerde bu yürüyüş biçimini bilmiyormuş. Bu nedenle arkasındaki
savaşçı durumu farkedip kendisini uyarıncaya dek ayaklarıni çapraz atarak yürümüş. Arkadaş uyarıncaya kadar kanter içinde kalmasına rağmen hiç şikayet
etmeden böyle yürümüş. Bizi çok güldüren ve uzun süre hafızasızdan silinmeyen, bir
espri konusu olan olay, aynı zamanda Hamiyet'in daha çok yeni bir savaşçı iken
bile ne denli büyük bir disipline sahip olduğunu gösteriyordu.
Hamiyet'in heybetli bir görünümü vardı. Kışın, yün
çoraplarını dizlerine kadar çekip, üstüne de kocaman bir parka giyince daha da
heybetli görünüyordu. Giyim kuşamı da mizacı gibi doğaldı. Biçime değil,
insanların bilinç ve düşücelerine önem verirdi. Aynı
şekilde kendisi de "bunları giyersem
ne derler, nasıl karşılarlar” düşüncesiyle hareket etmez, eski ya da kaba
ne bulursa giyerdi.
1993 yılının sonlarında (...) Çemişgezek'te faaliyet
yürüten müfrezede görevlendirildi.
Böylece gerillaya katıldıktan sonra, köyünün
bulunduğu Çemişgezek bölgesinde ilk kez faaliyete gidecekti. Çemişgezek'in
köylerini biliyor, köylülerin de çoğunu tanıyordu. Çemişgezek'te faaliyet yürütmek
onu coşkulandırmıştı. Bu coşku içinde kendini kapıp koyuvermiyor, ilkeli ve
kurallı davranıyordu. Çemişgezekli olduğu için buralı birçok köylü kendisini
tanıyordu ama Hamiyet müfrezede gerçek kimliğini bilmeyen arkadaşlara kendini
deşifre etmemeyi başardı. Hatta birgün öz ablasının
evine gittik. Hamiyet, öz ablasına da herhangi bir köylü kadını gibi davranmış,
müfrezedeki diğer savaşçılara ablasıyla feodal bağını hissettirmemişti. Bu
faaliyette genç kızlar ve kadınlar Hamiyet'in etrafına toplanır, ona imrenerek
bakarlardı. Hamiyet hiçbirine yüksekten bakmaz, doğal üslubu ile konuşur, onları
örgütlemeye çalışırdı. Bu faaliyette gerek bölgeyi ve bölge insanlarını,
tanıması, gerekse Zazaca bilmesi nedeniyle oldukça
verimli bir çalışma yürütmüştü. Hamiyet biraz kilolu olduğu için yürürken
zorlanırdı. Buna rağmen ısrarlı davranır, yakınmazdı. Yürüyüş kolunda sık sık düşüyordu. Ama her defasında ayağa kalkıyor ve yoluna
devam ediyordu. Sık düşmesi nedeniyle başta Vehbi birçok yoldaşımız ona
espriler yapardık. Hamiyet de bu espirilere kızmaz,
gülerdi. Ancak gerek kendisinin, gerekse diğer kadın yoldaşların fiziksel
zayıflıklarını konu alan espriler aşırılaşıp sıradanlaşınca tepki gösterirdi.
Tepkisini kızıp bağırarak ya da küserek değil, eleştirileriyle ortaya koyardı.
Mürsel Göleli ve Nazım Karaca
da Çemişgezek'te faaliyet yürüten bu faaliyet içinde yeralıyorlardı.
Hamiyet, örgütlenmesinde en büyük role sahip olan bu iki yoldaşla aynı
müfrezede bulunduğu için çok sevinmişti. Sürekli onlara sorular soruyor,
kendisinden deneyimli olan yoldaşlardan öğrenmeye çalışıyordu
19 Mart 1994 günü, faaliyet yürüttüğümüz
Çemişgezek'in Krasor mevkinde
kuşatıldık. Tepeden üzerimize vızır vızır kurşun
yağıyordu. Küçük bir derenin içindeydik. Komutanın talimatıyla Hamiyet'in de
içinde bulunduğu küçük bir grup, tepeyi almak için harekete geçti. Gruptaki
arkadaşlar hiç bir kaygı duymadan öne atılmışlardı. Kısa süre içinde gözden
kayboldular. Yaşadıklarını çatışmadan sonra öğrendik.
Arkadaşlar tepe'ye doğru tırmanırlarken düşman,
üzerlerine makinalı tüfek, roket ve havan mermileriyle
saldırmış. Hamiyet ilk atışta yaralanmış, Buna rağmen, yanındaki yoldaşlar
"durumun nasıl" diye soruncaya kadar onlara yaralandığını söylememiş.
Arkadaşları durumunu sorup öğrenditen sonra kendisi
de onların durumunu sormuş. Şehit düşünceye kadar "Cemal abi nerede, diğer yoldaşların durumları nasıl" gibi
sorular sormaya devam etmiş. Aldığı kurşun yarası umurunda bile değilmiş.
Düşman akşam üzeri tekrar ateşi yoğunlaştırmış.
Hamiyet, yanında bir roketin patlaması sonucu, vücuduna saplanan şarapnel
parçalarıyla şehit düşmüş. Karanlık çökünce yanına giden arkadaşlar Hamiyet'in
şehit düştüğünü görünce silahını almak istemişler. Ancak Hamiyet silahının kayışını
koluna sarıp silahı öyle sıkı kavramış vaziyette yatıyormuş ki, arkadaşlar
silahını zor almışlar.
Hamiyet, kendisini örgütleyen ve çok sevdiği
yoldaşları Nazım ve Mürsel ile birlikte şehit düşmüştü.
Krasor'da şehit düşen üç yoldaşmız
da yoldaşlarını sahiplenme ve feda ruhuyla davranmanın simgesi oldular. Nazım
ve Mürsel, Hamiyet'e öğrettiklerini, Hamiyet de bu
yoldaşlarından öğendiklerini aynı çatışma içinde omuz
omuza çatışıp şehit düşerek hayata geçirdiler. Onlar Krasor'da
açan direnç çiçekleri oldular.
Hamiyet'i, fedakarlığı, sorumluluk bilinci, mütevaziliği ve bir köylü kızına has doğal özellikleriyle;
saflığı ve temizliğiyle hatırlıyor, savaşımızın halkla bütünleşmesinin bir
simgesi olarak gururla anıyoruz. Gerilla yaşamının zorlukları ve bedellerini
hiçe sayan kahkahaları hala kulaklarımızda çınlıyor...
(Yukarıdaki anlatım, Malatya Hapishanesi'ndeki DHKP-C Davası
tutsakları tarafından çıkarılan BAŞAK DERGİSİ'nin
43'ncü sayısından alınmıştır.)