Fatma Tokay KÖSE'yi Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Fatma Tokay Köse’nin şehitliğinin anlamını

Cephe Anlatıyor:

 

ANLATMAYA DEVAM EDİYORUZ!

 

Açlığının 300’lü günlerinin sonunda, Kütahya Devlet Hastanesi'ne, oradan da Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırılan ve 395. gününde zorla müdahale edilen Fatma Tokay Köse, 5 gün boyunca Mengelelerin sürdürdüğü zorla müdahale işkencesi altında, 31 Ağustos’ta şehit düştü.

Direnme Savaşı 681. Gününe girmişti Fatma şehit düştüğünde.

Direnme Savaşının şehitleri, Fatma’yla birlikte 96’ya ulaştı.

Rakamlar büyüyor;

Rakamlar büyüdükçe; Direniş ve direnişçilerimizin KAHRAMANLIĞI büyüyor.

Rakamlar büyüdükçe; Direniş karşısında susanların SORUMLULUĞU büyüyor.

Rakamlar büyüdükçe; Direnişe karşı hala işkence, tecrit, zorla müdahale politikasını sürdürenlerin SUÇLARI büyüyor.

 

Türkiye gerçeğini göstermeye ve anlatmaya devam ediyoruz

Fatma Tokay Köse, 6. Ölüm orucu ekibinde yer alan direnişçilerdendi. 28 Temmuz 2001’de başladı ölüm orucuna. 19-22 Aralık’ta Çanakkale hapishanesinde katliamı yaşadı. Ünlü “hayata dönüş” saldırısının sonunda ağır işkencelerden geçirildikten sonra Kütahya hapishanesine sevk edildi.

Orada da baskılar, tecrit ve tehditler sürdü.

İşkenceciler, aylardır boyun eğdiremedikleri bu iradeyi, zaman zaman bilincini kaybettiği, baygınlıklar geçirdiği son beş gün içinde her türlü insanlık dışı ve aşağılık yöntemlerini kullanarak kırmaya çalıştılar. Ama başaramadılar.

Fatma Tokay Köse’nin yaşamının son beş günü, “hayat kurtarma işkencesi” altında geçti.

 

Bunlar Nazi Toplama Kamplarında Değil,

T.C Adalet Bakanlığı’na bağlı hapishanelerde

T.C Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde yaşanıyor

 

Kardeşi, Fatma Tokay Köse’yi son gördüğü anı anlatıyor:

“28.08.2002 günü 15 dakika süre ile görüşmeme izin verildi, ancak gördüğüm manzara karşısında dehşete düşmekten kendimi alıkoyamadım. Çünkü... Kapıda iki asker, odada bir asker vardı. Kardeşim çırılçıplak soyulmuş, üzerindeki çarşaf ve yatağı kusmuk ve kandan su gibi ıslaktı...

Sol eline bir kan torbası bağlı idi. Sağ eline bazı cihazlar bağlanmıştı. Ayrıca sağ eli yeşil bir bez ile ranzaya bağlanmıştı. Ellerinde damar açmak için olsa gerek delik deşik edilmişti. Sağ kalçasında zaten var olan yara iyice açılmıştı. Üç gün önce yaptığım pansumandan sonra hiç pansuman edilmemişti.

Kardeşimin ayakları bir süreden beri çok şişmişti. Ayrıca ayaklarını tam olarak uzatamıyordu. Bu duruma rağmen özellikle ayaklarının şiş kısımlarına gelecek şekilde bir zincir vurulmuş ve zincir ranzaya bağlanmıştı. Zincir ayaklarındaki şişliklere denk geldiğinden zincirler etine gömülmüştü.”

 

HALKIMIZ,

Bu Sahneler, Bir Nazi Toplama Kampından Değil, Türkiye Cumhuriyetinin Nazi Kamplarına Çevrilmiş Hapishane Ve Hastanelerinden...

 

“Kardeşim çıplak ve çarşafları ıslak olmasına, pencerenin önünde yatırılmış olmasına rağmen cam ve kapı karşılıklı olarak açık olduğundan içeride sürekli olarak hava sirkülasyonu vardı. Bu nedenle kardeşim üşüyordu.

Kardeşim sürekli olarak üşüdüğünü, giyinmek istediğini, özellikle kan verdikten sonra kendisini kötü hissetmeye başladığını, müdahale istemediğini, mahkum koğuşunda kalan arkadaşlarının yanına götürülmeyi istediğini, söylüyordu. 15 dakika sonunda asker görüşümün bittiğini söyleyerek beni dışarı çıkardılar...”

 

Bakın; burada “kurtarma” niyeti var mı?

Buradaki “kurtarma”, aynı 19-22 Aralık’ın “hayat kurtarma” tarzıdır.

Burası Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

Bu doktorlar, bu askerler, bu hapishane görevlileri BU DEVLETİN MEMURLARIDIR.

Bu devletin memurlarının yaptığı her şey, hükümetten bakanlıkları, MGK’dan Genelkurmaya, devletin tüm katlarının bilgisi ve onayı dahilindedir.

 

Türkiye gerçeğinde hak ve özgürlüklerin, kurtuluşun yolunu

göstermeye devam ediyoruz

30 Temmuz 31 Ağustos arasında 5 ölüm orucu direnişçisi şehit düştü. Her büyük çatışmada olduğu gibi, bu bir irade ve kararlılık savaşıdır. Ve her şehidimiz, irade ve kararlılığımızın yenilmezliğinin kanıtıdır. Bu irade, emperyalizmin ve oligarşinin halkımızı teslim alma, bütün ülkeyi F tipi haline çevirme politikası karşısındaki iradedir. Yenilmezliği işte bu noktada önemli ve belirleyicidir. Bu irade, düzen karşısında devrimin iradesidir. Yenilmezliği işte bu noktada, umudun yenilmezliğidir. 

Bu ülkede, haklar ve özgürlükler mücadelesi, büyük bedeller istiyor.

Şehit yoldaşlarımızın, neden ölüm orucuna gönüllü olduklarına dair mektuplarının her biri, bir direniş manifestosu değerindedir. Onları yayınlıyoruz; çünkü, onlar, bir yanıyla oligarşinin demagojilerini boşa çıkarırken, asıl olarak da, öğretiyorlar. Ölüm orucu direnişçisi olan taraftarlarımız da, kadrolarımız da, zulüm karşısında herşeylerini ortaya koymuş olmanın bilgeliği ve kendine güveniyle, Türkiye gerçeğini ve devrimcilerin, demokratların görevlerini apaçık ortaya koyuyorlar. 

Kimsenin o mektuplarda dile getirilen ve altı tarihimizin en büyük fedakarlık ve kararlılığıyla imzalanan görüşlere karşı söyleyecek bir şeyi yoktur.

Avrupa’yla, TÜSİAD’la, genelkurmayla “demokratikleşmede adımlar atılacağını” savunanlarda, eğer biraz siyasi utanma duygusu olsaydı, halkın karşısına çıkamamaları gerekirdi.

Eğer biraz sorumluluk duygusu olsaydı, bunca şehit karşısında, gerçeği teslim eder, bu topraklarda haklar ve özgürlükler mücadelesinin, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin böyle verildiğini ve verileceğini görür, direniş karşısındaki aymazlıklarına son verirlerdi.

Biz direnmeye, ülkemizi F tipi haline çevirtmeme mücadelesine devam ediyoruz.

Gerçek vatanseverler ve demokratlar, eninde sonunda, bizimle olacaklardır. Bundan kuşku duymuyoruz. Fatmaların çağrısı, bu toprakların vatanseverlerinden ve demokratlarından, genç kızlarından ve kadınlarından, halkından cevabını bulacaktır.

 

“Umudun ve zaferin adı parti”

Fatma Tokay Köse yoldaşımız, 14 Eylül 1967’de Elazığ-Alacakaya ilçesi, Çataklı Köyü’nde doğdu. Kürt (Zaza) milliyetindendir. İlk ve ortaokulu Alacakaya'da, liseyi Ankara Kurtuluş Lisesinde okudu.

1987 yılında Hacettepe üniversitesi tarih bölümüne girdi. Aynı yıl devrimci hareketle tanıştı. 1987-1990 arasında Beytepe Kampüsü Dev-Genç komitesinde çalıştı. 1989'dan 1990 sonuna kadar, gençliğin akademik-demokratik mücadelesi çerçevesindeki eylemleri nedeniyle üç kez tutuklandı.

1990-91 yıllarında Ankara TAYAD'da, Ankara Özgür-Der'de haklar ve özgürlükler mücadelesini sürdürdü.

Bu döneminden sonra, devrimci mücadelesini yoksul gecekondu emekçilerinin içinde sürdürmeye başladı. Mamak ve Altındağ semtlerinde sorumluluk üstlendi. Bu dönemde de bir çok kez gözaltına alındı.

Legal demokratik alanda mücadelesini sürdürme koşullarının büyük ölçüde ortadan kalktığı koşullardı, çalışmalarını illegal alanda sürdürdü. Kırşehir, Nevşehir ve Kırıkkale illerindeki mücadele ve örgütlenmenin sorumluluğunu üstlendi.

1993’te Devrimci Sol'un yeminli üyesi oldu. Aynı süreçte yoldaşlarımızdan Ali Osman Köse ile evlendi.

19 Mayıs 1994’te gözaltına alındı, ve 4 Haziran 94'de tutuklanarak Ulucanlar hapishanesine konuldu.

Ulucanlardan Sakarya’ya, 17 Ağustos depreminden sonra da Çanakkale hapishanesine sevkedildi.

1996 ölüm orucu döneminde o da ölüm orucu gönüllülerinden biriydi.

2000’de F tipi saldırısı gündeme geldiğinde yine gönüllüydü.

Çünkü; “Tüm değerlerimizin yağmalandığı, alt-üst edilmek istendiği, adalete, ahlaka, onura dair kırıntının dahi bırakılmak istenmediği koşullarda her şeyimizle direnmekten, savaşmaktan başka yol görmüyorum.” Diyordu.

Çünkü; “halkımız, vatanımız... uğrunda savaştığımız yaşama sebeplerimiz. Milyonlarca insanımızın çektiği acıların yanında benim yaşayacaklarım nedir ki. Milyonlarca ölürken halkımız... üstelik halkımızın yaşadığı acıların son bulmasında bir soluk yaratabilme işlevine sahip olacağına inandığım bir şekilde ölebilmek (sözkonusuyken) bir canın lafı mı olur?” diyordu.

Çünkü; “Bizim göstereceğimiz ideolojik, kültürel, siyasi güç-kararlılık sürecin devrim lehine dönmesinde tarihsel bir rol oynayacak. Ve biz Parti-Cephe olarak bu güce sahibiz. Devrimin, devrimciliğin meşruluğunun tartışılır hale getirildiği bir ortamda devrim için, halkımız ve vatanımız için ölmenin gücü umudu büyütecek.” 

İşte bunlar için yüzlerce gün, açlığı kararlılıkla göğüsledi.

Bu düşüncelerini, katliam, tecrit ve işkence karşısında kararlılıkla savundu.

Bu düşünceleri 15 yıllık devrimci yaşamını boyunca.

Bu düşünceleri uğruna ölümsüzleşti.

“Umudun ve zaferin adı”, parti’ydi onun için.

Parti, “gözünün nuru, hücresine doğan güneş, ve gelecek”ti.

Umudu büyüterek, zaferi yakınlaştırarak ölümsüzleşti.

Şehit ve savaşan, direnen tüm yoldaşlarımıza sözümüzdür Bu düşünceler yaşayacak, Fatmalar yaşayacak!

 

(DHKC Basın Bürosu’nun 1 Eylül 2002 tarihli, 271 Nolu Açıklamasından alınmıştır.)

 

 

Geri