Fatma KOYUPINAR'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Fatma Koyupınar’ın Annesi Cennet Koyupınar

Anlatıyor:

 

«Onur Duydum, Kızlarım Halk İçin Yapıyorlar»

 

- Fatma, bir destan yazarak şehit düştü. En son ne zaman görüşebilmiştiniz, son konuşmalarınız neydi?

Cennet KOYUPINAR: En son Armutlu'da yanına gittim. Daha önce cezaevinde görüşüne de gitmiştim. Armutlu'da 20 gün kaldım. Evladımı öyle ölüme yatmış görünce dayanamadım. Kavga ettim herkesle, kendisiyle konuştum. "Seni doktora götüreyim mi?" dedim. Çok kızdı, bağırdı, “ben namussuzluk yapmam” dedi. “Bunun için mi geldin, sen benim namussuzluk yapmamı ister misin” dedi. Çaresiz kaldım. Ölüm orucunda evladını yitirmek çok acı. Savaş olsa, düşmanla savaşırken öldü dersin. Ama demek ki bu da bir savaşmış. Cezaevinde insanın silahı ne ki, tek bedeni, onunla savaşıyorlar işte.

Fatma'nın ölüm orucuna girdiğini ilk duyunca aklım gitti. Şimdiye kaç insan öldü, kızımın da öleceğini düşündüm. Bırakmasını istedim. Bana anlattı her şeyi. Devlet çözsün istedim, inşallah çözerler de ölmez diye umut ettim. Ama devletin umurunda değil. Ben onları nasıl yetiştirdim, okuttum, Fatma ölüm orucundayken bir kızımı daha kaybettim. Hemşireydi, böbrek hastasıydı. Öbür kızım öldüğünde de yanındaydım. Fatma'nın yanındayken 20 gün boyunca bütün dünyadan ziyaretçileri geldi. Herkes ona "ziyaret" gibi davranıyordu. Herkes tanıyordu. Onur duydum. Kızlarım kötü bir şey yapmıyorlar. Yanlış yol değil gittikleri. Halk için yapıyorlar.

 

- Tutsaklara tecrit uygulanması ve direniş için ne diyeceksiniz?

Tecrit insanları öldürüyor, sakat bırakıyor. Kim tek başına yaşayabilir ki! Böyle bir şey olmaz. Artık bu zulüm bitsin, insanlar ölmesin. Bu kadar insan öldü, bakanın istifasını vermesi lazımdı. Devlet kimin devleti? Demek ki bizim devletimiz değilmiş. Biz bunu iyice anladık.

Devlet insanların kanına girmesin. İnsanların kanına giren devlet yaşar mı? Yaşamaz çöker... 6 sene de kaç insan öldü...

 

- Fatma'nın yoldaşlarına neler söylemek istersiniz?

Hepsi evladım, onlar da ölmesin. Beni hiç yalnız bırakmadılar, hepsi sağolsun. Geldiler cenazesinde bize çok bir iş bırakmadılar. Onlar da bir Fatma benim için. Hepsini seviyorum, gözlerinden öpüyorum.

 

***

 

Fatma Koyupınar’ın kardeşi Zeliha Koyupınar

Anlatıyor:

 

- Fatma'nın direnişinin başından sonuna tanık oldun. Bu, direniş sürecinde aslında istisnai bir örnek. Bize, bir direnişçinin, gün gün gerek fiziki olarak, gerek düşünceleri, duyguları açısından nasıl değişimler yaşadığını, anlatır mısın?

Zeliha KOYUPINAR: Gerçekten de farklı bir durum. Her anını, her değişikliği anlatabilmek mümkün değil. Ben yine de genel hatlarıyla anlatmaya çalışayım.

Direnişe başladığında çok mutluydu. Sevincinden ne yapacağını bilmiyordu. Gebze'de birlikte kalıyorduk, toplam 10 kişi. Bant töreni, kına gecesi istediği gibi oldu. Daha 40'lı günlerde zorla hastaneye kaçırıldı. Amaçları vazgeçirmekti. Bundan sonuç alamayınca yeniden hapishaneye getirdiler. Bu defa ayrı bir hücreye koydular. Ben de yanına gittim zorlamayla. Aylarca arkadaşlarımızın yüzünü görmeden kaldık. Tecrit böyle bir şey zaten. Tecrit kalksın diye ölüm orucuna başlıyorsun ve tecritte tutuluyorsun.

Fatma uzun bir süre kendi işini kendi gördü. Canlı, hareketli geçiriyordu günlerini. Ayrı olduğumuz arkadaşlara seslenir, türkü söyler onlara, türkü söyletirdi. Ağzından düşürmediği cümle, "size kurban olayım". Zayıflıyordu ama işlerini kendi görüyordu. Aynı ekipten Faruk Kadıoğlu daha 17. gününde şehit düştü. Bundan çok etkilenmişti. İmzasını hep "F. F. F Koyupınar", yani, “Fidan, Faruk, Fatma” diye atmaya başladı. 250'li günlere kadar bariz değişiklikler olmadı. Önce gözleri zor görmeye başladı. Ama bilincinde, yürüme ve konuşmasında bir problem olmadığı için kimse farketmiyordu. Sonra merdivenleri zor inip çıkmaya başladı ve esasta da 8 Şubat'ta yani yeniden hastaneye kaçırıldıktan sonra da artık yatağa bağımlıydı. Son iki gününe kadar bilincini kaybetmedi.

Hassas bir insandı, hep neşeliydi. Sinirli zamanları çok az olmuştur. Farkında olmadan sinirlenmişse de mutlaka özür dilerdi.

Sorduğunuz zaman dilimi yaklaşık bir yıllık. Çok farklı duyguları birlikte yaşadık. Mesela Serdar Demirel şehit düştüğünde birkaç gün içine kapandı. İki ekip arkadaşı da şehit düşmüştü. Şunun çelişkisini yaşıyordu. Bir an önce hedefime ulaşayım mı yoksa uzatabileceğim kadar uzatayım mı...’ Sonradan anlattı. Uzatabildiğim kadar uzatayım ki, yeni başlayacak insanlar daha geç başlasın’ kararına vardı. Feda eylemini yapamadığı için üzülüyordu. Uzatırken elden ayaktan düştüm’ diyordu. Özellikle yatağa bağımlıyken ihtiyaçlarını göremediği için "size eziyet ediyorum" diye düşündüğü çok zaman oldu. 

Dediğim gibi bu sorunun cevabı çok çok kapsamlı, kısaca toparlarsam bir sene boyunca bir devrimcinin yaşayabileceği her şeyi yaşadı. Bunun için de şanslı olduğunu söylüyordu hep.

 

- Sizinle en çok hangi konuda konuşurdu?

Hemen her konuda. Gündemlerimiz, ailemiz, direniş, şehitliğinden sonra istekleri. Eğer yaşama şansı olsaydı ne yapmak isterdi her konuda konuşurduk. En çok konuştuğumuz konu ise devrimci yaşam üzerineydi. Yaşama dair önerileri olur, mutlaka fikir de alırdı.

 

- 354 günlük sürecin sizi en çok etkileyen anını anlatabilir misiniz?

Beni en çok etkileyen tabi ki şehit düşme anıydı. Su içiriyordum damlalıkla. Birkaç yudum içti. Son verdiğim suyu yutmadı. "Fatma yutsana" dedim. Nefes almıyordu, Nabzını kontrol ettim, atıyordu. Birkaç kere daha "Fatma, Fatma" dedim, salladım. Artık nefes almıyordu. Öyle güzel, huzurlu ve acı çekmeden, belli etmeden gitti ki...

10-15 dakika kalbi çalışıyordu. Bittiğinde gülümsüyordu ve elleriyle zafer işareti yapmıştı.

 

- Kardeşini şehit veren bir devrimci olarak sizin özel olarak belirtmek istediğiniz bir şey var mı?

Kardeşimden önce yüzlerce yoldaşım şehit düştü tecrit zulmünü ortadan kaldırmak için. Hepsinde aynı şeyleri hissettim. Tabii kardeşinin direnişte olması ayrı bir sorumluluk yüklüyor. Ben Fatma'nın her anında olduğum için şanslıydım, çok şey öğrendim. Bazen onun gibi düşünerek, bazen onun yerine kendimi koyarak, bazen de kardeşi yoldaşı olarak üzerime düşeni yapmaya çalıştım. Vicdanım rahat. Artık bir şehit yakınıyım. Kahraman bir kardeşim var. Acım tahmin edemeyeceğin kadar çok. Ama eskisinden daha güçlüyüm. Çünkü güç aldığım şehitlerimizden birisi kardeşim.

Özel olarak belirtmek istediğim; Fatma sonuncu olmak istiyordu, ben de bundan sonra onun bu isteği doğrultusunda çok daha fazla çaba harcayacağım. Bu sözlerini vasiyet görüyorum.

 

***

 

Fatma Koyupınar’ın Ağabeyi İsmail Koyupınar:

“İnsanın İdeali İçin Ölümsüzleşmesinden Güzel Bir Şey Var Mı?”

 

Evet Fatmam, abı hayat suyundan bir bardak içti ve ölümsüzleşti. Ben onu en son 330'lu günlerde gördüm, yanındaydım. Şakalar yaptı. Hala bilincini yitirmemişti.

Antep'teki insanları sordu, komşular ne yapıyor, şartları nasıl? Kendisini düşünmeden hep insanlarımızı sordu. Sonra bana, sana bir türkü söyleyelim mi dedi, söylemeye başladı. Ben o an dayanamadım odadan çıktım.

Fatmam'ın ölüm orucu kararını ben duygusal olarak düşündüğüm için istemiyordum. Ama sonradan düşündüm. O kendi kararını vermişti zaten, mantıklı olmasa o kararını vermezdi. Ben ne kadar duygusal düşünürsem düşüneyim, kararına saygı duydum ve hep duyacağım. Çünkü dünyada insanın inanıp ideali düşünceleri için ölümsüz olmasından güzel bir şey var mı?

 

- Tutsaklara tecrit uygulanmasını ve tecrite karşı direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz? Fatma'nın yoldaşlarına buradan dergimiz aracılığıyla neler söylemek istersiniz?

Onlar tutsak değil birer savaşçılar. Gelenek olduğu gibi, savaşıyorlar ve kazanacaklar. Savaşçıları kucaklıyor ve öpüyorum. Yoldaşlarını “FATMACA” kucaklıyorum.

 

(Fatma Koyupınar'ın Annesi, Kızkardeşi ve Ağabeyi ile yapılan bu röportajlar, Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin YÜRÜYÜŞ dergisinin 14 Mayıs 2006 tarilli 52. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Direniş Evi’nden ölüm orucu direnişcisi yoldaşı

anlatıyor:

 

Av. Behiç Aşçı:

 

"Son bir haftada bu evde bir çok şey yaşadık. Fatma şehit düştü. Fatma eyleminin 350'li günlerinde idi. Durumu ağırlaşmaya başlamıştı. Son iki günde bilinci gidip gelmeye başladı. Son gün bilinci tamamen kapandı. Kendisini şubede, gözaltında zannediyordu. Direniyordu. İfade vermemeye, polis taktiklerine karşı direniyordu... O halde iken ben yanına gittim. Avukatı olduğumu belirttim ve beni hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Benimle çok az konuştu. Kendisine gözaltında sıvı almama diye bir tavır olmadığını anlattım, bir süre düşündü sıvı almayacağını söyledi. Adeta sıvı almama irade savaşına dönüşmüştü. Almayı kabul etmedi. Biz onunla konuşmaya çalışırken sürekli ellerine bakıyordu. Bunun nedeni şehit düştüğünde anlaşılabildi. Şehit düştüğünde ellerini zafer işareti yapmıştı. Korkunç bir irade. Bilinci kapalı iken bile parmaklarını zafer işareti yapıyor. Ertesi gün şehit düştü.

Doğrusu bu kararlılık, kahramanlık karşısında söyleyecek hiçbir şey yoktur. Tecrit bir canımızı almıştır. Sayı 122 olmuştur. Ama bu sayıların her birisi bir candır. Her birisi bir insan!. Yaşayan, soluk alıp veren, düşünen birer insan. Bir kısmı ile tanışıklığımız da vardı. Anılarımız vardır. İşte öyle insanlar... onların içimizde yerleri hep farklı oldu, olacak.

 

***

 

Direniş Evi’nden yoldaşları, refakatçılar anlatıyor:

(Fatma’ya ölümün koynundaki yolculuğunun son haftalarında eşlik eden açlık grevcileri anlatıyor)

 

Hatice Aşık:

 

"Bir konuşmamızda Fatma 'bir gün daha mı devirdik’ dedi. Sonra 'bir dakika gün mü bizi devirdi, biz mi günü devirdik' diye sordu. Biz günü devirdik deyince 'doğru cevap' dedi. Günü biz devirdik sözünde zafere duyduğu inanç var aslında..."

 

 

Gözde Şahin:

 

“Fatma Abla şehit düşmeden önce görmüştüm. Yüzünde yine o kocaman gülümsemesi vardı. Anlatın diyordu, piknik nasıl geçmiş, haberlerde neler var, ziyaretçiler nasıl her şeyi ayrıntılı dinlemek istiyordu. Yorgundu, sıvı alırken zorlandığını farkettim. Ona türküler söyledik, takıldığımız bir yerde hemen araya girip tamamladı. Hafızası çok iyiydi son anına kadar, ziyaretçiler de şaşırıyordu. TAYAD'lı Lerzan isimli bir ablamız var, Fatma ablayla daha öncesinden bir tanışıklığı yok. Gebze hastanesine bir kart atmış abla adını söyleyince çıkarmış hemen "sen bana kart atmıştın, nasılsın Lerzan abla" diye. Ziyaretçisi, bu kadar acıyla, açlıkla günleri devirmişken beni nasıl çıkardı hayret ettim diyordu.

27 Nisan akşam saat 20:10’da şehit düştü, yanına geldik yoldaşları olarak selamladık onu, alnından öptük, güzeldi, yüzü gülümsüyordu.

Çok mücadele verdi. Hapishane, hastane, müdahale tehditleri derken direnişin bayrağını alıp dışarı taşıdı. Açlık grevine başlamadan önce Küçükarmutlu'ya ziyaretine gitmiştim, o yorgun haline rağmen beni içeri aldı, hemen bir sigara yaktırdı beraber içtik. "Son olmak istiyorum, bu bandı kuşanan son ölüm orucu direnişçisi olmak istiyorum" diyordu. Her zaman söylediği buydu. Şehit düştüğü akşam odasında sevdiği türküleri söyledik. Karayılanı söyledik, hapishanedeki voltalarda en çok bunu söylerdi. Gurur duyuyorum yoldaşı olmaktan. Tertemiz anılarına bağlı kalacağız. Tecrit sorunu çözülmek zorunda, onurlu ve insanca yaşamak istiyoruz. Düşüncelerimizle yaşamak istiyoruz. Çözmek zorundalar.

 

 

Sezai Demirtaş:

 

Fatma şehit düştükten sonra yanına gittim. Bir direnişçinin şehitliğine tanık olmak nasıl bir duygu derseniz bunu anlatmak ve tarif etmek zor ve imkansız bir şey... O anda bir çok duyguyu bir anda yaşıyorsunuz, bir kahramanlık yaratmanın onur ve sevinci, diğer yanda öfke ve kinimiz tecrit politikasının yaratıcılarına karşı kat kat artıyor.

Tabii ki şunu söylemeden yapamıyoruz; "vaktimiz yok onların matemini tutmaya." Şimdi bir hesabımız daha var sorulacak.

Fatmamızın şehitlik haberini alır almaz direniş evine tüm mahallelerden akın akın insanlar gelmeye başladı. Gelenlerin ve bizim söylenecek sözümüz yoktu. Çünkü söylenecek tüm sözleri Fatma söylemişti o anda. Şehitimizi yolcu etmeye gelenlerin gözlerinden herşey okunuyordu.

 

 

Cem Özcan:

 

Bir direnişçinin şehitliğine tanık olmak, 23 yıllık hayatımın en üzücü, aynı zamanda en gurur verici günüydü. Hala o gururu yaşıyorum. Sonsuza kadar da yaşayacağım. Üzücü olan yanı elbette ki bir insanın yaşamını yitirmesine tanık olmaktır, fakat son nefesini verirken bile onun etrafa güzel bir tebessümle güldüğünü görmek ve onun bir yıldız olup gökyüzünde yerini aldığını bilmek bu üzüntüyü alıp ta uzaklara alıp götürüyor... Ve düşünmeye başlıyor insan, başkaları için ölümü hücre hücre göze alan Fatma ablasına nasıl layık olur diye sıkılıyor yumruk.

Defalarca ant içiliyor hesabını soracağım diye, 122 kez ant içtim ben, 122 kez. Ve 122 kez güçlendim. İnsanın bu duyguları bir günde yaşaması imkansız belki ama benimle aynı havayı soluyan ve o gün ablamızın şehitliğine tanık olan herkes bunları düşündü biliyorum, herkes de bunları hissetti.

 

 

Doğan Çelik:

 

Ben sonuncu olayım, yoldaşlarım ölmesin diyerek direndi... Bizlere büyük miras, büyük değerler bıraktı Fatma. Ondan bütün insanlığın alacağı çok şey kaldı geriye. Gülümsüyordu, mutluydu, huzurluydu.

Uzak mesafedeki sesleri duymakta zorlanıyordu, görmekte de... Yanına geçtiğimizde de yakınında olmamızı istiyor, sesimize ilgiyle kulak kabartıyor, bizimle her anını paylaşıma dönüştürüyordu. Biz Fatma'ya nasıl olduğunu sorduğumuzda iyi olduğunu ve ısrarla bizim iyi olup olmadığımızı soruyordu.

Yatağından kalkamıyordu ve özellikle ağız civarında yaralar oluşmuştu. Çektiği acıya, onca zorlanmasına karşı büyük inancıyla direndi zafer için.

Bir direnişçi ile aynı evi paylaşıp şehitliğine tanık olmak çok büyük bir duygu yoğunluğu yaşatıyor. Gözlerindeki sonsuz ışıltı, yüzünden bütün dünyaya yayılan sevgi, halk sevgisi, bütün dünyası karartılmış yoksulların aydınlığa ulaşacağının kanıtı.

Fatma'yla açlığı paylaştık, paylaşmaya devam ediyoruz. Geride bıraktığı paylaşacak ne varsa sahiplenerek yolundayız.

 

(Fatma’nın son günlerine dair Direniş Evi’nden bu anlatımlar, Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş dergisinin 7 Mayıs 2006 tarihli 51. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri