Fatma Hülya TUMGAN'ı Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir Tutsak yoldaşı anlatıyor:

 

BİR ÖĞRETMEN; FATMA HÜLYA TUMGAN

 

Karadeniz'deki operasyonda tutuklanmıştı. Kısa bir süre Samsun Hapishanesi'nde kalmış sonra Ankara Ulucanlar'a gelmişti. İki kişi birlikte gelmişlerdi. Daha önce de Ulucanlar'da kaldığı için ilk gelenlerin yaşadığı şaşkınlığı, merakı yaşamıyordu. Sessizce girmişti içeri. İlk izlenim; sessiz, sakin biri... Tutuklanıp gelenlerde olduğu gibi ilk kucaklaşma, ilk sohbet başlıyor. Hepimiz Hülya'nın etrafına oturmuş bir taraftan sohbet ediyor, bir taraftan da tanımaya çalışıyoruz. İlk izlenim çabuk değişiyor. Pek de sessiz değilmiş. Anlatırken kucaklarken o zamanlar adını koyamadığım farklı bir etkileşim var. Hülya'nın anlamadığım bir etkisi var üzerimde.

Hülya ile birlikte gelen arkadaş 16-17 yaşlarında çok genç, çekingen bir arkadaş. Hülya'dan önce tutuklanmış Samsun'da bir süre adlilerle tek kalmış. Adlilerin, gardiyanların sözlü-fiili saldırısına maruz kalmıştı. O nedenle de etrafına biraz tedirgin gözlerle bakıyor. Hülya bir kurtarıcı gibi gelmiş. Gelir gelmez adlilere uygulanan yaptırımların hiçbirine uymayacaklarını söylemiş. Arkadaş Hülya'nın düşmana karşı öfkesinden, kendini sahiplenmesinden çok etkilenmiş. Genç arkadaşla konuşup anlatmış devrimci tutsakların nasıl davranması gerektiğini. Arkadaş; "İki kişiydik ama ben Hülya'nın yanındayken sanki binlerce kişiymişiz gibi hissediyordum kendimi. Düşmanın, adlilerin ona karşı davranışları farklıydı." diye anlatıyordu.

Ulucanlar'a geldiklerinde de genç arkadaş, Hülya'nın peşinden hiç ayrılmıyordu. Bir gölge gibi onun peşinden dolaşıyordu. Hülya bir abla, bir anne gibi onu sahipleniyordu. Örneğin hiç unutmadığım görüntülerden biri Hülya'nın o arkadaşla ranza üzerinde oturuşları "N... hadi çamaşır yıkayalım", "N... gel seninle volta atalım".... Hülya bir taraftan koğuş yaşamını öğretiyor bir taraftan bizi-hareketimizi tanıtıyordu. Hülya ile çalışırken öğrenirsin. Kendin bile anlamadan öğrenirsin hem de.

Hülya kısa bir süre sonra yaşamın her alanında gözüktü. Eğitim çalışmalarında, temizlikde, nöbetlerde, sohbetlerde... sessiz görüntüsünün yanında gizli bir geveze olduğunu anlamamız için çok fazla zaman geçmedi.

 

*

- Haydi Hülya bir türkü de sen söyle

- ...

- Sıra sende ama sesini hiç duymadık.

Hülya'nın bakışlarından bu durumdan hiç de memnun olmadığı anlaşılıyor. Ben karşısında muzip muzip gülerken Hülya sıkılıyor, utanıyor. Daha önce Hülya'yı türkü söylerken, hatta mırıldanırken bile duymadık. Genelde sesi güzel olan arkadaşlar programlarda, voltalarda vb. söyledikleri için biz sesi kötü olanlar pek dikkat çekmezdik. Şimdi Hülya bu da nereden çıktı der gibi etrafına bakıyor.

Ulucanlar'da kadınlar koğuşunda adliler ve tüm siyasiler birliket kalıyorduk. Yatakhanenin alabileceği insan sayısı en fazla 30 iken dönem dönem bu sayı 60-70 civarında değişirdi. Yatakhane dışında topluca oturabileceğimiz ve yine toplu çalışma yapabileceğimiz başka mekanımız yoktu. Koğuşu üçe bölmüştük. Kapıdan girince sağ tarafta kalan bölümde bizim ranzalarımız vardı. Duvar kenarında dizilen ranzaların ortasında boş bir alan bırakmıştık. Perde ile de diğer bölümlerden ayırmıştık. Tıkış tıkış bir alan olduğu için günlük yaşam ranzaların üst katlarında geçiyordu. Kendi içimizde düzenlediğimiz eğlence programlarında bir çoğumuz ranzaların üst katlarında otururduk. Ortadaki boşluk sahne görevi görürdü.

Hülya da ranzanın üst katına yerleşmiş kendinden türkü istenmeyeceğinden emin programı seyrediyor. Ama arkadaşlar bu sefer kararlı, daha önce sesini hiç duymadıklarımızı dinleyecekler. İlk hedef Hülya;

Hülya derin bir nefes alıyor, saçlarını her zamanki gibi tepede topuz yapmış. Yanakları hafiften kızarıyor, dik duruyor ama gözleri yerde, bakışlarını kitleden kaçırıyor. Ama 30 çift göz onun aksine ona bakıyor.

Sıkılgan titrek bir ses koğuşta yayıldı.

- "Köyümde açmıştır şimdi nar çiçekleri"

Türkü bitene kadar neredeyse hiç nefes almıyor, arada tepkileri ölçmek istercesine kendisine bakan kalabalığa bakıyor. Türküyü bitirince rahatladığı belli... "eee" der gibi etrafına bakıyor.

Doğrusu sesi tahmin edilenden güzeldi. Türkünün bitiminde alkışlar, yorumlar...

- Sesin güzelmiş, ne diye bugüne kadar söylemedin.

- Bundan sonra elimizden kurtulamazsın.

- Koroya da alalım seni...

Hülya yorumları, sağdan-soldan gelen sesleri sessizlikle karşıladı. Ama bakışlarında çocukca bir muziplik belirdi.

- Eee ben söyledim. Şimdi sıra diğer söylemeyenlerde.

Peşpeşe isimler sayıyor. Hülya arkadaşlardan da destek buluyor.

O geceden sonra Hülya'ya türkü söyle dendiğinde hep aynı türküyü söyledi. Arada takılıyordum;

- Artık türkünü değiştir. Hep aynı şeyi söylüyorsun. Tamam bu türküyle sanat yaşamına başladın ama kendini geliştirmen, yenilemen gerekiyor.

Gülümseyerek;

- Benle uğraşıp durma. Sen onu da söyleyemiyorsun, derdi.

Hülya yoldaşlarının arasında hep doğal ve rahattı. Yapamıyorum- olmaz vb. dediğini hemen hiç duymadım. Hülya türkü söyle dendiğinde aynı rahatlıkla söylerdi. Çekincesi sesinin kötü olması vb. değildi. Sadece daha iyisini yapamayacak olmasıydı. "Yoldaşlarımdan niye utanayım, sıkılayım ki" derdi.

Onunla ilk tanışmada adını koyamadığım etkilerden biriydi bu doğallık ve rahatlık. Yoldaşların arasında, yoldaşlarla birlikte Hülya koğuşa, ilk girdiğinde de aynıydı. Sevgi belirleyici onun rahatlığında. Niye çekinecekti ki? Yoldaşlarıylaydı. Birebir tanımıyor olması, ilk defa karşılaşıyor olmasının ne önemi olabilirdi. Aynı sevdanın içinde, aynı ateşle yanıyorlardı. Hülya olduğu gibiydi. Bu onda ayrı bir güzellik yaratıyordu.

 

*

 

Ulucanların havalandırması küçük bir mekan. Koğuşun işleyişi havalandırmadan oluyor. İlk tutuklanıp gelenler havalandırmada karşılanıyor. Kapıdan içeri girince demir basamaklarla havalandırmaya iniliyor. O basamaklar bazen iki kişinin sohbet mekanı, bazen bir kişinin akşam üzeri tek başına düşüncelere daldığı mekan ama çoğunlukla basamaklar oturup sohbet ettiğimiz, türkülerimizi söylediğimiz mekandı. Yani havalandırmanın en hareketli noktasıydı.

Merdivenlerin karşısında ise daha çok barakaya benzeyen görüş kabinleri vardı. O kabinlerde de ne çok duygu yaşanıyordu. Özlem, sevgi, acı, hasret... Hülya'nın günlerinin büyük bir bölümü işte o kabinlerin önünde geçiyordu. Aileler geldiğinde ilk Hülya ile karşılaşırlar, onunla sohbet ederler... Bu hem bizim ailelerimizde hem de adlilerin ailelerinde böyleydi. Kavgaların, sevinçlerin, hüzünlerin içinde sakin, soğukkanlı ve her zaman sahiplenen bir Hülya vardı.

Havalandırmada yapılan sohbetler yine bu kabinlerin önünde olurdu. Köşeye plastik bir masa konulmuş, üzerinde defterlerimiz, kitaplarımız... Belli ki ciddi bir çalışma yapılacak.

Hülya saatine baktı.

- Avukat gelir mi acaba?

- Çalışma yine kalır Hülya sen bu çalışmanın nasıl olacağını anladın mı?

Hafif bir gülümseme belirdi;

- Hayır

Karşılıklı gülüşler arasında devam ediyor konuşma

- Sen okudun değil mi?

- Okudum

- Tartışacak birşey bulamadım.

Gülnihal kapıdan çıkıp, masanın bulunduğu köşeye paldır-küldür yürüyüşle yöneldi, yine kucağında bir sürü şey var. Anlaşılan çalışmaya iyi hazırlanmıştı. Hülya ile birbirimize bakıyoruz.

- Hazırlandınız mı? diye sordu

- Evet ama...

Gülnihal, "Ne Yapmalı" kitabını açtı. Bugün yeni bir çalışmaya başlanıyor. "Ne yapmalı" ilk kitap.

- Çalışmayı nasıl alacağız?

Gülnihal gülerek bakıyor

- Bilmiyorum, diyor

- Birlikte okuyalım, tartışacak yerleri birlikte tartışırız diyor Hülya.

- İyi de Lenin zaten çok anlaşılır koymuş.

Hülya ile birlikte gülüyoruz. Gülnihal'e yöneliyoruz. "Bu kadar eşya ile gelince gözümüz korktu. Bu masadan hiç kalkamayacağımızı düşündük"

Gülnihal, onunla uğraşmalarımızı sessiz karşılıyor. Bizim kahkahalarımıza gülüşüyle katılıyor.

Hülya'nın önerisi kabul edildi. Sorular hazırlanacak, onun üzerinden tartışılacak. Birgün sonra yine aynı masadayız.

Hülya benim sorularıma bakıyor. Gülnihal yine aynı şekilde kucağında birçok eşyayla gelip oturuyor. Başlıyoruz kitabı okumaya... ara verip sorularımıza bakıyoruz. İyi de üçümüz de bu soruları biliyor. Doğal olarak tartışma olmuyor.

- Bu işde bir tuhaflık var.

- Ne var Hülya demek ki kavrayışımız iyi.

Üçümüz yeniden kahkahalara boğuluyoruz. Avukat geliyor da kitap bizim elimizden kurtuluyor. Aynı şekilde günlerce devam etti. Biz o kitabın 25. sayfasından öteye geçemedik. Ve her çalışma bu işde bir tuhaflık var cümleleriyle tamamlandı.

Hülya, nasıl alacağımızı bilmediğimiz bu çalışmada da hep hazırlıklıydı. Onun tüm yaşamına hakim olan disiplin bu çalışmada da kendini gösteriyordu. Hülya bunun için özel bir çaba sarf etmiyordu. Herşey öyle doğal ki... Bazısında yapay durur, zorlandığında belli olur. Ama Hülya'da nefes alıp vermesi kadar doğal duruyor.

Hülya hemen her işin altına girerdi. İstenen zamanda tamamlardı ama o işin altında hiçbir zaman Hülya'nın imzası olmazdı. O çalıştığı arkadaşları sessiz-sakin yönlendirir, yapılan işin başarıya ulaşması için yine aynı sessizlikle yöntemler bulur ve başarıyı birlikte üretmenin coşkusunu yoldaşlarıyla paylaşırdı. Dışarıdan bakan kimse Hülya'yı fark etmezdi. Hülya'ya dikkat etmezdi.

Hülya, yanlışları-eksikleri karşısında eleştirilir. Ama eleştiriler karşısında ne alınganlık ne de küskünlük yaşardı. sessizce dinlerdi. ilk önce eleştirileri ciddiye almadığını düşünürdü insan. Ama tanıyanlar gözlerinde gözbebeklerinin derinliklerinde nasıl etkilendiğini görür-anlardı.

 

*

 

1996 Ölüm Orucu sonrası... kafalarımızda özgürlük düşüncesi var. Planlar yapıyoruz. Olmaz deniyor. Yeni planlarla gidiyoruz.

- Bayanlardan mutlaka olmalı diyor her seferinde Gülnihal

Sonunda planlardan biri kabul ediliyor. Hazırlıklar tamamlanıyor. Hedef 30 Mart.

Hülya'nın zarif bir görüntüsü var. Ağır işlere gelemeyecek çabuk yorulacak gibi görünüyor. Kibar nazik buluyor herkes onu. Bu nedenle de adliler, aileler onun nasıl olup da "terörist" olduğunu anlamıyorlar.

Ama Hülya görüntüsünün tam aksine, kabasaba her türlü işin altına girerdi. Yoruldum, yapamıyorum dediği duyulmadı.

- Bu akşam sen çalışacaksın Hülya. Yanına kap almayı unutma. Dün gece ben çok zorlandım. Bir de kalın giyin soğuk oluyor.

- Tamam.

Gece boyunca koğuşta onu bekliyoruz. Ara ara gidip kapıyı tıklatıyoruz. Çıkma sesi gelince gidip kapıyı açıyorum.

-... Şu torbaları al. Çok çıktı. Bir de sana süprizim var.

- Ne?

- Yukarıda söylerim.

- Hülya bunların tümünü sen mi kazdın.

- Daha da kazacaktım ama giriş dar, geçemedim. Sen oradan hiç giremezsin, sıkışıp kalırsın. sen en son çık, yoksa yolu kapatırsın.

Muzip, muzip gülüyor.

- Hele iş o aşamaya gelsin, sen o zaman gör beni. Hem sen şu süprizi söyle.

Gözlerinde yine aynı gülüş.

- Sana atalarımızdan bir parça getirdim.

- Neee?

- Kafatasını aşağıda bıraktım.

- Onu da getirseydin. Ranzanın baş ucuna koyardım.

- Girişte lamba yapalım. Adamlar girdiğinde gülen bir kuru kafayla karşılaşsın. Dişlerinin arasına da mesajımızı yazarız.

- Hülya inanmıyorum

Konuşmayı Gülnihal bölüyor

- İskelete çıplak elle mi dokundun

- Hayır eldiven vardı.

- Hülya çok tehlikeli, kemiklere temas etmemek gerekiyor.

Hülya gülüyor. Hülya bütün gün özgürlük hayallerini konuşuyor. Hülya coşkulu ama dışarıdan başka biri bu coşkuyu anlamaz. Hülya sessizliği-sakinliğiyle coşkundur. Tanımayan yaptığı işten zevk almadığını bile düşünebilirdi. Hani bazıları coşkuyu sadece hareketlilikte, yerinde durmamakta anlar. Dış görüntü belirler herşeyi. İşte Hülya böyle gözükmezdi. Onun coşkusu yüreğindeydi. Yüreği kıpır kıpırdı. O nedenle geçici değildi coşkusu da heyecanı da. Ama iş tamamlandığında coşkusu yüreğinden akıp yayılırdı tüm davranışlarına. Ama yine de ölçülüdür. "Ben ilk günkü gibi heyecanlı ve coşkuluyum" derdi. Yanıbaşında yaşanan ihanetler, eksiklikler, hatalar onun coşkusundan birşey eksiltmemişti. çünkü coşkuda heyecanda örgütlülüğü tarafından büyütülüyor-güçleniyordu.

İlk karşılaşmadaki adı konmayan etkilerden biri de buydu; Devrimci coşku...

Özgürlük eylemi açığa çıktı. Barikatları kurduk. Ve pazarlık başladı. Bayanların sürgünü gündemdeydi. Düşmanla hükümlülerin gönderilmesi tutukluların kalması konusunda anlaşılmıştı. Ben gidenler arasındaydım.

O gece barikatın arkasında Hülya ile aynı yatakta yattık. Yıllarca süren beraberlik ertesi sabah bitiyordu. Hülya, aynı coşkuyla yeni planlardan söz ediyordu. Sana dışardan selam gönderirim diyordu.

 

*

 

Adlilerin görüş günü. Havalandırmadan uğultu biçiminde sesleri yükseliyor. Adlilerin görüş heyecanı koğuşun her yerine yansıyor.

Hülya elindeki kağıtla merdivenlerden iniyor. Havalandırmaya çıkıyor. Gardiyaların bulunduğu odaya yöneliyor. İçeri girince gardiyanlar.

- Merhaba Hülya, ne o sen buraya gelmezdin. Birşey mi var? diyorlar.

Hülya herkesi şaşırtan bir soğukkanlılıkla.

- İşbirlikçi F.Ö'ü Parti-Cephe adına cezalandırdım. Gidin haber verin.

Gardiyanlar şaşkın. Hülya'ya gülerek bakıyorlar.

- Şaka yapıyorsun.

- Size gidin haber verin diyorum. Bunun şakası mı olur. Nuh Mete Yüksel çok istiyordu gelip leşini alsın.

Hülya'nın ses tonundaki ciddiyeti fark ediyorlar. Hülya dışarı çıktığında onlar hala şaşkın şaşkın etraflarına bakınıyorlar. Hülya aynı sakinlikle görüş kabinlerinin önüne geldi. Elindeki kağıttan adlilere ve ailelerine açıklamayı okudu. Yine şaşkınlık. Aileler Hülya'yı tanıyor, seviyor. Bu narin sessiz sakin kız şimdi ne diyordu anlamakta zorlanıyorlar.

Aynı şaşkınlık bizde de var. Ama Hülya sanki "arkadaşlar temizlik yaptım" der gibi doğal... olağan birşeyden sözediyor.

Gardiyanlar panik halinde kapıya vurmaya başladılar. Kısa bir süre sonra müdürler, gardiyanlar havalandırmaya doluşuyor. Hemen ardından hapishanesi savcısı, Cumhuriyet savcısı, asker çıkıp geliyor. Bizler havalandırmadayız. Hülya ve Gülnihal yukarda yatakhanede. Savcı Hülya'nın ifadesini alıyor. Olay yeri tutanakları tutuluyor.

Birkaç ay sonra mahkemeler başladı. Hülya idamla yargılanıyor. Ama ne mahkeme heyeti, ne de hainin ailesi bu işi Hülya'nın yaptığına ikna değil.

Hakim; "Sen çok zayıfsın, güçsüz gözüküyorsun. Tek başına bu işi yapmış olman mümkün değil" dediğinde, Hülya soğukkanlılıkla muzipliğini birleştirip "Hainin de bir sıkımlık canı vardı..." diyor. Bu sırada hainin babası ağlıyor, kızına övgüler diziyor. Hülya dayanamıyor.

- Ağlama amca, ağlamaya değmez. O ihanet etti. Sadece bize değil, size de ihanet etti diyor.

Hülya soğukkanlıydı. Ama duyarsız değildi. Soğukkanlılığı biraz devrimciliği doğal bir yaşam biçimi haline getirmesindendir. Tercihlerindeki netlik onun bütün yaşamında kendini gösteriyordu. Bir kişilik haline gelmişti.

 

*

 

Parti ve Hülya... Evet, onun yaşamı, düşünceleri, sevdiği şeyler kısaca tüm özellikleri Parti ile şekillenmişti. O nedenle de Hülya'nın Parti'ye güveni bağlılığı öne çıkan özelliğiydi. Niyazi abinin "Ben varsam Devrimci Sol'da var" sözü Hülya'da somutlanıyordu. Hülya her koşulda parti'yi yaşıyor-yaşatıyordu. Zor süreçlerden güçlü çıkmasının da, anahtarı buydu.

 

***

 

Ulucanlar'dan Bir yoldaşı anlatıyor:

Ferhat’a nasıl dağlar engel olamazsa,

ona da olamadı...

 

Evet ..... Hülyamızı’da uğurladık. Daha dün gibi. Yazdığı satırlar aklımda. Büyük büyük bir coşkuyla kaleme almış mektubunu. Bant takma töreninin yapılacağı günler “bizim buralar düğün evi gibi” diyor. Töreni kına yakma gibi yapacağız diyor. Kınalıyor elini. Fotoğraflar çektiriyor. O güzel saçlarını salmış, kararlılığın ifadesini yüzüne yansıtarak fotoğraf karelerine yansıyor. Bir de fotoğrafını gönderiyor mektubuyla. “Bu da bizim düğünümüz değil mi” diyerek arkasına notunu düşüyor. Biliyor ki geleneğimizde kına yaktın mı geri dönüş yok. İlle de o nazlı yare kavuşulacak. Ölüm yar oluyor, dost oluyor. Nazlı mı nazlı ama aylarca bekletti bizi. Kovaladıkça kaçtı. Gel artık gel diyen seslere inat uzaklaştı bizden. Cengiz yeter artık dedi yeter, senin de hükmün bitti diyerek kucakladı.

Ardı gelmedi. Birer ikişer ... ve Hülya... Onu da bir “yaşayan ölü” yapmak için ellerinden geleni yaptılar. Kollarını bağlayıp o iğrenç sıvıyı yürütmeye çalıştılar damarlarına. Ne yaptı ne etti söktü attı. Doktoru “çok az bir gücü kalmıştı, onu da serumu çıkarmak için harcadı” dedi. Çıkaramadığından, sıktı hortumu, hava gitti ciğerlerine, zatüre oldu. O kınalı elleriyle yapıyordu bunu. Bilinci, bilinçaltı herşeyiyle kilitlenmişti o. Ferhat’a nasıl dağlar engel olamazsa, ona da olamadı. Karadeniz’e yıllar sonra gitti öyle. “Bunu çok istiyordun, istediğine kavuştun kızım” diye ağıt yaktı anası, kendi elleriyle, alnındaki bandıyla uğurladı.

İçimizden biriydi O. Sendin, bendim, oydu. Yıllarını geçirmişti bu ailede. Daha önce de gelmişti Ulucanlar’a. Çıktı geri geldi. Bu işe soluğu yetmeyenlerden değildi o. Her anını büyük bir mutlulukla, sevinçle yaptı devrimciliği. İsmet’in öğrencisiydi o. Eleştirileriyle, vuruşlarıyla daha da güçlendirdi onu İsmet. O da “İsmet’e layık olacağım” diyordu zaten. Onlarca bayan arkadaşımızın yükünü aldı omuzuna. Özgürlük düşlerinin emekçisi oldu. Evet dediğin gibi gerektiği yerde ciddi, gerektiği yerde şakacı. Kafatasından hediyelerde yolladı bize, özgürlük düşleri çabalarında. Engelleri aşmak için günlerce uyumadı da. Kimi zaman abla oldu kimi zaman ana, kardeş. Herkes belki “asık suratıyla” hatırlar onu, ben gülüşüyle hatırlıyorum. Güldü mü güzel gülerdi, mutluluğu yansırdı suratına, yansıtırdı da. 26 Eylül’den sonra ailemizin iradesini bir kez daha tanıttı, dayattı onlara Ulucanlar’da. Azız, koşullar kötü vb. demedi. Gücün ne demek olduğunu biliyordu ve o güçle dikiliyordu karşılarına. Onların çektikleri acıların her saniyesi bilincimize kazınıyor. O acılar ki bir ananın evladını dünyaya getirirken çektiği acılar gibidir. Güzeldir, zaferin sancılarıdır. O acılardan zafer doğacaktır. Ama şunu da unutmasınlar ki biz bu topraklarda varoldukça rahat uyku yüzü göremeyecekler. Buralar yetmez. Bizi yerin yedi kat dibine soksunlar farketmez orada da volkan gibi patlarız...

Evet sevgili ....., gerçekten onu uğurlamamız da bana çok ağır geldi. Uzun yıllardır bir aradaydık, bir çok şeyi paylaşmıştık. Onu gerçekten iyi tanıdığımı düşünüyorum ama kağıda dökmek zor oluyor.

 

***

 

Bir yoldaşının hastahaneden izlenimleri:

(Fatma Hülya’yı Ölüm Orucunun İlerleyen Günlerinde Hastaneye Kaldırıldığında Orada Gören Bir Yoldaşının Anlatımı)

 

02 Nisan 2001

Merhaba

Geçenlerde hastaneye gittim ve Hülya'yı, Sevinç’i ve Hatice'yi gördüm. Biliyorsunuzdur Hülya bizim Ö.O. savaşçımız. Hatice ise diğer siyasetlerden Ö.O. savaşçısı. Sevinç ise onlara refakatçi olarak kalıyor. Onları görmek çok güzeldi.

Hülyamız bayağı süzülmüş ama aynı oranla da çok güzeldi. Sarıldım, öptüm, kokladım. Hepimiz adına alnından öptüm. Kendini hazırlıyordu en güzel mertebeye. Bakalım aralarına da ki yarışı kim kazanacak. Ben onları görünce çok mutlu oldum. Hülya ilerleyen günlere rağmen düşünceliliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Hala en ince detayına kadar sordu her şeyi. Öyle güçlü bir iradeye sahip ki hayran olmamak mümkün değil! 30 Mart için bize çiçek hediye etti, duygulandık. Normalde çiçek getirmede sorun çıkartıyorlar. Hediye lafını duyunca "ne yapıp edip o hediyeyi koğuşa yetiştireceğim, söz verdim". Baktım saksıyla alamayacağım çiçek kısmını söküp geri kısmını bıraktım. Ama en azından çiçek girdi. Şimdi panomuzun önünü öyle güzel süslüyor ki...

 

 

Geri