Fatma
BİLGİN'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Yoldaşlarının anlatımından derleme:
ASİ'NİN BORAN KIZI: FATMA BİLGİN
Kıvrıla kıvrıla iner
yollar Belen Geçidinden Amik Ovasına. Ve her kıvrımda bir harikadır Amik Ovası.
Sarptır, dolambaçlıdır yollar toprağına varana dek. Nice yiğitler aştı da bu
yolları, her dönem hayat oldu bu topraklara. Su olup bağrına yürüdü, bereket
oldu. Ondandır başağın dik oluşu ve yine ondandır pamuğun beyazlığı.
Gün oldu Ahmet oldu bu yolların yokuşu. Gün oldu Gülnaz, Refik, Selim, Erdinç, Yusuf ve Yaşar oldu.. Ve bir gün Ağustos sıcağında Fatma. Bügüne dek Gülnaz'dı, şimdi
onunla beraber Arap halkının gelini Fatma oluverdi.
Heyy be heyy!... Kınaları hazır edin, hamuru yoğuruverin, düğün-dernek kurula,
ateşler yakıla, toprağa su veriler.
Gelinimiz var gelinimiz.. Çaboş'lara hazırola, tilililer çekile. Fatmamız geldi,
kara kız geldi seymenler diyarından. Harmandalını
oynar da gelir. Mendili elinde halay başında gelir. Hasreti olan topraklar,
açın kulağınızı, sarp sarmalayın sevdalınızı. O, kıraç toprakların
suyudur-bereketidir. Yusuf'la omuz omuza çekilen halaya hayattırlar, bu suya,
bu toprağa, bu taşa..
Fatma yoksul bir ailenin kızıydı. İlkokulu
bitirdikten sonra 13 yaşında bir çok iş yerinde, pamuk
tarlalarında, fabrikalarda, çapada, ambarda, atölyelerde çalıştı yıllarca.
Emekçiydi, sömürüyü birebir yaşadı ve haksızlıklara karşı sessiz kalmak yerine
sesini yükseltti. Bu yaşadıkları onda devrimci bilincin oluşmasına hizmet etti.
Sezgilerini bilgiyle donatma, adım adım devrimcileşme, kendini eğitirken başka Fatmaları
eğitme süreci başlamıştır artık onun için. Hatay Kurtuluş dergisi büro
temsilciliği yapmaya başladı Fatma. Kişiliği ve olgunluğuyla insanlar üzerinde
olumlu etki bırakmasını bildi. Dergi temsilciliği yaptığı dönem onunla ilk kez
karşılaşan bir yoldaşımızın anısı ve izlenimleri şöyledir:
"Antakya sokaklarında Asi Nehri'nin hemen
yanında ilerliyoruz. Bir pazardan içeri giriyor ve en sonunda varıyoruz Kütüphane’nin
kapısına. Hafifçe kapıyı itip giriyoruz içeri. Ama ne kütüphane; Kitaptan çok
fotoğrafların duvara asılı olduğu renkli bir mekandayım.
Şaşkınlık içindeyim. İlk defa böyle kütüphane görüyorum. Girer girmez "Hoşgeldiniz" diyen bir bayan karşılıyor bizi. Öyle
sıcak, öyle güleç, öyle samimi ki sanki yıllardır tanıyormuşuz birbirimizi.
Şaşkınlık hala var. Bir türlü üzerimden atamıyorum. Aynı anda elini uzatıyor
tokalaşmak için "burası kütüphane olamaz, değil, yani olmamalı.." diyordum. Gözleri hala gülüyor karakızın
"oturun oturun" diyor. Fatma diye sesleniyor biri yan odadan. Fatma'ymış
bizi karşılayan kara kızın ismi. İlgiyle yaklaşıyor ve yabancılık çekmeyeyim
diye başlıyor Arapça konuşmaya benle. Hemen de sevdirmişti kendini bana.. Bundan sonra her yerde ismini duyar, her yerde görür
oldum kara kızı..."
(...)
5 aylık muhabirliği sürecinde 5 kez gözaltına
alınmıştı. En son gözaltısında tutuklandı...
Fatma'nın şube tavrı olumluydu, kadın olmasından dolayı fiziki-psikolojik
işkenceyi iki kat daha ağır yaşamasına rağmen işkencecilere karşı onurlu
namuslu olmayı haykırandı Fatma. Tutuklandıktan sonra Malatya Hapishanesine
konuldu.
Asıl olarak Parti-Cephe'mizi, devrimciliği
hapishanede yaşadı. Bunu Ölüm Orucunda 15. günde iken kendi defterine şu
satırları yazarak ifade eder: "Ne kadar çok sevmişim kavgayı-kavgamızı.
Eskiden macera gibi gelirdi. Oysa değil, güzel yaşamanın bedelini ödedikçe
bunun bir macera değil, yaşamın kendisi olduğunu gördüm.
Kavgada ne kadar çok şey öğreniyor insan. Çok zaman
geçti. Tutsaklık Parti-Cepheli oluşumun başlangıcı sayılır zaten. Yeniydim o
sırada. Eşitlik istiyordum, numuslu yaşam istiyordum.
Tutsaklıkta bunların yerine getirilmesi için nasıl
yaşayacağımı öğrendim. Parti-Cephe, Önderlik, Halk ve Vatan segisi,
Yoldaşlık vb.Nasıl habersiz kalmışım bunlardan. Bunca
zaman boşa gitmiş. Oysa şimdiye kadar kavgada; usta-komutan olabilirdim,
gerilla da olabilirdim. Neyse, geç oldu ama oldu. Kendime tüm rahatlığımla-endoğal hakkım gibi daha doğrusu en doğal hakkım olarak ben
Parti-Cepheyim diyorum (22 Haziran 2001)
(...)
Yoldaşları onun "canının taneleri"dir.
Hapishanede olmak, hele de bir Özgür tutsak olmak kolay değildir ama istenildiğinde
zor bir yaşam da değil. Hapishaneler cephesinin en önünde hep Parti-Cephe'miz
oldu. Dost da düşman da Parti Cephe ne diyor? diyerek
bizden çıkacak sözü beklediler. Özgür tutsaklık düşmanla en çok çıtışma nedenlerinin başında gelmektedir. Hapishanenin bu
koşullarında sevgiyi yüreğine işleyenler, kafaca net ve dik durmasını bilenler
zaferle çıkabilirler. Fatma'nın böyle bir sorunu olmadı, onun yoldaşlarına olan
sevgisi sel oldu taştı.. Duygularını saklamadı, yanlış
anlaşılırım düşüncesine kapılmadı, tüm doğallığı ve sadeliğiyle yaşadı... Kavgada
ustalaştı Fatma.. Onun hapishane günlerine dair bir
yoldaşının mektubunda Fatma'nın sel olup taşan sevgisini görebiliriz. Anadolu
kadar saf ve temiz yoldaşımız, Arap halkının gelini Fatma;
"Siz Fatma'm ile geldim.
Bakıp da gözlerinin zümrüt yeşiline sevda pınarına
dalın istedim. Fatma'm, O'nu güneşte bilmenin hasreti ile kavrulurken onu
izlemenin onurundayım onurundayız.
Duvarların ardından "Fate
size kurban canımın taneleri" diye eslenişini siz de duyun istiyorum. O
gür kahkahasını gülüşünü ve gülünce gözlerinin nasıl alazlandığını anlatmamak
olur mu? Bakıp anlayın diyecektim ama beceremiyorum. Kahretsin, işte bu kez
resim konusunda niye çalışmadım diye kendime kızıyorum. Onu, öyle olduğu gibi
ışıl ışıl çizmeyi ne çok isterdim, ne çok...
Çiçeksin, sana kurban sevdana kurban diye sesleniyorum ona, o duyar can tanelirini, o duyar.
Fatmam, Refikam, Arap
gelinimiz... Arap ezgilerindeki sesinin güzelliğini duyunca, biz de ona nasıl
takılıyorduk. Kocaman kocaman gülüp kalın kaşlarını çatıyordu.
Malatya kalesinde tam 7 yıl cenk eyledi. Her seans
onun coşkunluğuyla sonuçlandı... Hele ki hastahane,
mahkeme seferlerindeki gümbürtüsü.
Asi kızımız... Hele bir de öfkelendi mi o zaman
yanaşmayacaksın. Vallahi ne yalan diyeyim, Fate'm
öyle olunca sen, ben az biraz geri durur dinmeni beklerdim. Sonra bakardım ki o
gülen gözlerle dolanıyor, tamamdır der yanaşırdım.
Biz buraya geldiğimizde Fatma 4 yıllık Özgür
tutsaktı. Onun tavırlarını izliyordum oturduğum yerden... Öylesine sevgiyle
bakıyor ki.. O sıralar terlik giymekle aram hiç iyi
değil, öyle çıplak ayakla yere bastığımı görünce, usulca getirip terlikleri
yanıma bırakıyor, mecbur giyiyorum. Sonra unutturdum diye çıkarıp ranzanın
altına itiyorum ama ne çare, yine getiriyor. Bir kaç kez sürdü, sonunda
terlikler bitti o pes etti. Ama ben hiç unutmadım.
(...)
Fatma'nın kalemi yüreğinin sesindedir. Ona bayan Yaşar KEMAL dediğimizde pek hoşuna gidiyordu. Eee, Akdeniz sıcaklığı çekiyor. İlk okulu bitirmiş, zorlu bir
çocukluk, aylarla sınırlı bir pratik sonrası özgürlüğünden alıkonuldu ya.. onun için okudu işte.
(...)
Geceleri saatlerce nöbet boyu yazdığı
şiirleri-öyküleri sesinden dinlerdim ya, hiç sıkılmaz, öyle kendimden geçerdim.
"Bir eleştirin yok mu?" Aslında ben şunu anlatmak istedim. Bizim
orada defneler ayrıdır" diye başlıyordu.
Geceleri temizlik yapıyoruz, bırakmıyor ki iş
yapayım. Elinden gelse her bir şeyi yapacak. Hatta bu yüzden az kaldı kavga
ediyorduk. Onunla nöbet tutmak çok zevkliydi.
(...)
Bir de kıyafetine düşkündür Arap kızı.. Hele de kırmızıya tutkundur. "Eee,
tertipli olmak gerek, Parti-Cephe'li kızlarız" böyle deyip uzatıyordu..
"O lanetli gece" (onun deyimiyle) işte o
gece bizim nöbetimiz tam da 04.30'da bitmişti. Fatma "temizlik yapmasak,
sohbet edelim" dediyse de ben (kahrestin) temizlik
yapalım, sonra konuşuruz dedim ve sohbete az vakit kaldı. yukarıda
gelinler de uyuyordu. Fatma'nın deyimiyle "Bebecikler gibi uyuyorlar"
Bilirim, Fatmam, onlara nasıl imrenir, daha ilk
kıvılcımdan beri gelin olmak ister. Bilirim, daha yalın olma eylemi tartışılmadan
o "Ben yoldaşlarım için Ölüm-Oruçcuları için
operasyonda tutuşmak isterim" demişti.
Ve henüz uzandık yataklara, Melek'imiz bizden
sonraki nöbetçilerden.. Onun sesini duyduk postal
seslerine karışık.. Ve kapıda ilk gördüklerimin içinde
Fatmam, o koca ellerinde sevdanın gücü ile deviri verdi dolapları. Adeta eleleyiz,
göz göze gelince gülümsüyoruz birbirimize. Fate'min
sesi çınlıyor, yapışıyor tahta jopa...Sonra doluştu postallar koridora, aramıza girdiler, Fatma
dolabın ardında, yüreğimiz parçalanıyor, ona erişemiyoruz. Ve birden yandaki
odaya giriverdi, artık aramız açık, göremiyoruz. Bombanın sesi gürültüsünden
sesini alamıyoruz. Sonra arkadaşlarla onu arıyoruz ama görürüz elbet. Çakılların üzerinde yağmurun altında. İşte orda hep
beraberiz, eller kelepçeli arkadan, postal altında çınlıyor gecede sesler. Öyle
coşkundu ki ortam. Fatmamın sloganı hep geliyor,
göremiyoruz ama duyuyoruz, adını soruyorlar "Parti-parti" diye
cevaplıyor, duyunca nasıl sevinçle doluyurum. Bir marşa
başlıyor, sonra ses büyüyor.
Günü tıpkı İsmet'ler gibi "Gündoğdu"
ile karşılıyoruz. Bir korku filmi karesini andıran görüntüde Fatma'nın doğrulup
doğrulup haykırışları ve kime vurulsa "Dokunma
Yoldaşıma" diye bağırışı nasıl unutulur. "Gelinleri almaya geldi
beyaz önlüklü kara gönüllüler. Hepimizin gözleri çakmak çakmak,
üzerlerimizde "acaba hangileri?" diye arıyorlar. Biri gözüne Fatmayı kestiriyor... demek
yakıştırmış, alıp götürüyor. Fatma bir yandan koca koca
gülümsüyor bir de sloganlarla götürülüyor. Sonra ambulansta tanıyanı çıkınca
geri yanımıza getirdiler.
Bu lanet kutulara konulduğumuzda aramızda duvarlar
oldu. Hasret kaldık, mazgal deliklerini gözler olduk. Ama sesi-sözü hep
kulağımızda çınlıyor...
Bu süreçte güneş yolcusu olma idealini hep büyüttü.
O neşe ile de bir bakıyorum bir şiirini göndermiş... Nasıl da güzel anlatmış.
"Bir
yol çiz bana
Bir yol
bir
yol ki
uzun
nehirler boyu
çektiğim
acıların
müsebbiplerine
mezarlık olsun
gerisinde
Önünde umut
çiçeklerime
bir
bahçe yap
beyaz
kayalıklarla dizili
her
iki yanı
tatlı
yorgunluklarımı geride bırakıp
her
kayanın üzerine
bir
şovalyenin adını yazacağım
bir
yol çiz bana
bir
yol çiz ustam…”
(24 Şubat 2001-3.Nolu
hücre)
Sürecin başından beri gönüllü olduğunu belirten
Fatma "her zaman kafam netti...
Hiçbir zaman hiçbir sorunu önümde engel görmedim. 96 ölüm orucu direnişi beni
çok etkilemiştir. Ölüm Orucuna gönüllü oldum ama olmadı. Özellikle direnişlerde
daha çok kendime güveniyor ve tutsaklık gerçeğini kavrıyordum. Ulucanlar
direnişiyle birlikte artık olgun duyarlı ve daha geniş düşünme gibi özellikler
gelişti. Sürece yoğunlaşmak önemliydi ve bunu yapmaya çaba harcıyordum. Süreci
kavrayıp kafamı netleştirdim. Kendimi uzun bir direnişe, olabilecek her şeye
hazırladım ve Ölüm Orucu gönüllüsü oldum." sözleriyle direnişi ve
kendini özetliyordu.
Tarihler 3 Haziran 2001'i gösterirken 5.
Ekiplerimizde yola koyuluyordu Fatma. Malatya hapishanesinde 19 Aralık sonrası
çıkan ilk ekipte yer alıyordu. Süreç ağır ve süreçte herkes kahraman olamazdı.
Ama ben olacağım diyerek kızıl bandını kuşandı Fatma. Ölüm Orucu günlerine dair
tekrar yoldaşının yazdığı mektuba kulak verelim:
"...koğuşta eline iğne almayan Fatemiz burada bizim için nakış ustası oldu. Öneri ve
yaratıcılığıyla harikalar yarattı. Öyle güzeldi ki, bir gül işliyor- bir at
işliyor... Hele de mavi, şaha kalkmış atlara tutkundur. Beyaz gömlekliler ve
ardındakilere "Boşa gelmeyin, ben atlar gibi öleceğim". deyişi
de ondandır. Hep cevabı net, hep ayakta karşılardı onları, iradesini sonuna
kadar dirhem dirhem kullandı. 2001'li günlerde bile logar sohbetine gelmemezlik eder mi?
Fatma'mız, götürülmeden önce, bizden "karahisar kalesi" adlı türküyü istemişti. Severdi halk
türkülerini. Ne zaman hangi türküyü seversin Toros
gelini desek, Hepsini, hepsini söyle
karam, dinlerim" diyordu, kendisi de söylüyordu. Hele de "hücrem
demir, yürek demir, can demir" türküsü onunla daha bir yaman olurdu. Ama
benim için Fatma ile bütünleşen Malatyanın bestesi
olan türküdür. Sözleri
"ben bir küçük dereciğim
nehir olup akasım
gelir.
vatanım sana
vatanım sana
Evlat olasım gelir
gerekirse canım
feda edesim
gelir"
diye devam ederdi. O lanetli gece'nin
yıldızlarını onunla selamlayıp bağıra bağıra
söylediğimiz bu marşımızı-türkümüzü dinlerken askerlerin dahi yüzünde hayret ünlemlerini
görebiliyorduk..
Bir açık görüşte kucaklaşma fırsatı bulduk. Ne zaman
zafer tacından öperim desem, sevincini belirtir, sonra da Hadi öp zafer
tacımdan derdi.
Yusuf KUTLU, Fatma'nın dosya
arkadaşı. Ona
bir başka bağlıdır Fatmamız. Ve Yusuf'un güneşe
varışının haberini alınca "Tamam, bu kadar" deyip suyu ve B1'i
kesiyor. Artık acelesi var. Yusuf'a yetişecek, güneşe erecek. Telaşı var. Acısı bir başka, gururu ayrı. Durumu iyi değil ama, karadenizden Gökçe'lerden
selam alınca o haliyle logora gelip bize sesleniyor,
"onlara layık olacağım" sizi çok seviyorum diyor.
Toroslara sevdalı gelinciğimizin
vasiyetidir, Hatay'da köylerinin yamacındaki (Kuzeytepe
Beldesi) tepede olacaktı köşkü. Çünkü karşı tepede de Yusuf'umuz vardır. En
ufak ayrıntısına kadar hesaplamıştı. zaten hiç bir ayrıntıyı
kaçırmazdı.
Bilinci gidip geliyor ama sayımlarda yine de
oturmaya gayretli, hem de son ana kadar... Tam sayım gelmiş gidiyor, o da
mırıldanmış; "Kuwa-i Milli atlıları geçiyor..."
diye.. evet onun savaşının,
savaşımlar ile kavuşmasını anlatıyor arkadaşlar.
Ve hep bize olan sevgisi, geceler boyu oturup not
yazışları, sayfalarca yazdığı notların hepisinde o
sıcacık, sevgi dolu... "Dünyası büyük olanın güneşi de o denli büyük ve
aydınlıktır. Yüreği o denli kocaman ve ferah tır. O yüzden, sesimi-şiirlerimi
coşkumu daha gür ve gerçek duymaya devam edeceksiniz. Buradan gitmeye hiç
niyetim yok, ama iradem dışında olursa da.. ona da hoşgeldin demeyiz, boyun
bükmeyiz! Yine alnımda bandım, hücre hücre eritir
zafer büyütürüm..."
Hastanedeki günlerinde yanında bir süre Feride
Harman bulunur. Mektuplarıyla coşkusunu yoldaşlarına taşır. İşkenceciler her
gelişinde eli boş döner. Fatma'dır o... Arap halkının asi kızıdır. Hedefi
12'den vurmanın hazırlığı içerisindedir.
Bu kararlılığın, bu sevginin önüne; 1 Ağustos
tarihinden başlayıp 10 Ağustos tarihinde şehit düşmesine kadar 9 defa zorla
müdahale işkencesi de geçememiş onu durduramamıştır. Fatma, direnişin
kararlılığında iktidara yürüyen Cephe'lilerin zafer yemini ve 93. şehit olarak,
adını tarihe yazdırarak 434. günde ölümsüzleşti.
Nihne
mefilne mevt (Bize ölüm yok) Fatma
Nihne mefile
mevt!