Fadime BİNGÖL'ü Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Annesi Yeter Mert anlatıyor:

 

O gün bütün herkesi telefonla aradı, ‘Gazi’de halk katledildi, gelin’ diyordu. Ben korktum. ‘Kızım yapma’ diyerek yalvardım. Bana kızdı. Sonra gitti o gece. Yürüyüşe gitmiş. Ertesi sabah yeniden geldi. Kızları ve beni de götürmek istedi. Ben hastaydım. Sonra onun da gitmesini istemiyordum. Tartıştık. Biz çay içiyorduk. Ona da dedim ‘kızım ekmek ye, çay iç’. Ne yedi, ne içti. Akşamdan bana da ‘gitme’ diye yalvardığım için küsmüştü. ‘Siz geliyor musunuz, gelmiyor musunuz’ diye sordu sonra. Gelinimiz birlikte çıktı. Fadime çok öfkeliydi. Arkalarından ‘elinizde silah yok, bir şey yok’ diye seslendim. ‘Korkaklık yapıyorsunuz, gelmeyin. Yarın sizi de vururlarsa aklınız başınıza gelir o zaman’ dedi. Arkasına bakmadan gitti. Arkasından bir sürü insan gitti. Sonra dayanamadım, ben de gittim. Baktım, yanında başka kadınlar da var. Elele tutuşmuşlardı. Yavrumu kıskandım onlardan. Yavrum bana küsmüştü, bakmadı yüzüme. Bilsem koşmaz mıydım, kucaklamaz mıydım onu... ama gördü ya beni orada, belki küsmemiştir, kırgınlığı geçip sevinmiştir... Bilerek vurdular yiğit yavrumu. Canımdan can aldılar. Onu bilerek öldürdüler. Halkını sevdiği için öldürdüler. Herkes de onu tanırdı, onu çok severlerdi. Bildiler de vurdular...

 

***

 

Kardeşi Mustafa Mert Anlatıyor:

 

Ablam onurlu bir insandı. Devrimci ruha, devrimci yapıya sahip, inanan biriydi. Belki savaşçı değildi ama devrime inanmıştı. Cenazelerimizi kaldırırken, bu düzenden, katillerden hesap soracağımızı haykırıyorduk birlikte.

Bu devlet Gazi halkından çok can aldı. Ona karşı savaşan bir sürü şehidi var Gazi’nin. Onların bir çoğunu tanıyorum. Gazi’de herkes severdi onları. Ablam da onları tanır ve severdi. Ölüm haberlerinde evde suskunluk olurdu, öfke olurdu...

Alınterinden başka birşeyi olmayan bu güzel insanlara ölüm kustular. Ölen herkes benim ablam, kardeşimdir. İlerici insanların bulunduğu bu mahalleyi sindirmeyi amaçladılar. Ablam bu ülkede dürüst ve onurlu yaşamanın zor bir şey olduğunu her zaman söylerdi. Gerçekten de öyle. Ama yine de bu halk düşmanlarının üzerine gitmeliyiz.

 

***

 

Kızkardeşi Şengül Mert Anlatıyor:

 

Ablam emekçi güzel bir insandı. Çocukluğu Kars’ta yoksulluk içinde geçti. Ablam çok istemesine rağmen babam okula göndermediğinden okula dahi gidemedi.

Bizim oralarda genellikle topraktan geçimini sağlayan ailelerde, tarlada, harmanda, evde çalışan kadındır. Yaşamının o yıllarını anlatırken ‘açlık ve cehalet yılları’ derdi. Bir yıl öküzlerimizden biri ölmüş, babam köyde yokmuş, bunun üzerine tarladaki ekinleri götürmek için öküzlerden birinin yerine kendinin geçtiğini anlatırdı. Annem onun için ‘benim hem kızım, hem dert ortağım’ derdi.

Biz 8 kardeşiz. Ablam en büyüğümüzdü. Hepimizin büyütülmesinde onun emeği var. Çok sevilen, saygı duyulan, mütevazı bir insandı. Dost canlısıydı. Şehit düştükten sonra, annem, cenazesine yıllardır görmediğimiz, adını bile unutmaya başladığımız eski dostların, akrabaların geldiğini söylüyordu.

Gazi’ye geldiği 1978-79 yılları, ablamın devrimcilerle tanıştığı, herşeyini mücadeleye sunduğu yıllardır. Devrimcilerle olan yakın ilişkisi yüzünden evi defalarca polis tarafından basıldığı, gözaltına alındığı halde devrimcilere destek vermekten geri durmadı, hiç yakınmadı. Bu yıllarda bir de kızı oldu. Kızını onurlu bir insan olarak yetiştirdi, değer verdi, el üstünde tuttu. Kızının da ona yaraşır şekilde cenazesinde ‘Seni üzmeyeceğiz anne, düşmanı sevindirmeyeceğiz’ dediğini anlattılar.

12 Eylül günlerinde ablamın taraftarı olduğu sol gruba olan güveni oldukça sarsıldı. Birçoğunun ülkeyi terkedip kaçması onu olumsuz etkilemişti. Ancak düzene olan öfkesi hiç bitmedi. Gittikçe büyüdü ve kabına sığmaz oldu. 1987-88 mahallemizin sorunlarının oldukça fazla olduğu yıllardı. Bu yıllarda ablam örgütsüz olmasına rağmen bir çok eylemin örgütlenmesinde hep önümüzdeydi. Kimi zaman da yıkımları engellemek için kondu sahiplerini harekete geçirerek günlerce nöbet tuttu. O halkımızın paylaşımcılık, saflık, yardımseverlik gibi birçok olumlu özelliğini taşıyordu. Vefalı ve bağlıydı.

Yaptığı herşeyi inanarak yaptı. Gözlerinde pişmanlığı hiç görmedim. Yalnızca karşılaştığı ihanetlerde hüzünlenirdi. O zaman da öfkesi hüznünü engellerdi.

‘88 yılında Gazi mahallesi Cebeci köyünde kondu yıkımları vardı. Ablamla çevremizdeki kadınları toplayıp o bölgede yıkımları engelleme çalışmaları yaptık. Bu çalışmaların içinde yaptığımız bir basın açıklaması sırasında ablam DEMKAD’lılarla tanıştı. O zaman Lütfiye Kaçar yoldaş vardı. Ablamın bizimle iradi birlikteliği bu süreçte başladı. 89’a kadar DEMKAD’da çalıştı. Daha sonra mahalle ilişkilerinde, GOPKAD ve Zübeyde Hanım Gazi Mahallesi Yardımlaşma Derneği’nde bizimle oldu. Bu süreçte hareketimize evini açtı, sofrasını paylaştı.

Gazi halkı ile bütünleşmişti. Bizim ikna edemediğimiz insanları o çok rahat ikna edebilirdi. İlişkileri karşılıklı güvene dayanırdı. Kalıcı dostluklar kurardı. Geçmişte yaşadığı olumsuzluktan dolayı bize de ilk dönem temkinli yaklaşmıştı. ‘Devrimciliğinizi bize yaşamınızla gösterin, yaşama geçmeyen hiçbir sözün anlamı yoktur’ diyordu. Nitekim bu sözü söylediklerinden biri atılım döneminde mücadeleyi bıraktığında, ilk tepkisi ‘şaşırmadım’ oldu. ‘Neden?’ diye sorduğumda ‘sözleri güzeldi ama gözlerinde, ilişkilerinde, insanlara, halka güveni görmedim hiç, o yüzden de bırakmasına şimdi şaşırmadım’ demişti. Ve böyle bir ihanete üzülmeme kızmıştı. Bana ‘daha çocuksun o yüzden kabullenemiyorsun, ama kendini daha ağırlarına da hazırlamalısın’ diyordu.

89-90’da gereken her şeyi en küçük bir yakınma göstermeden yaptı. Bu yıllarda okuma yazma çabası da artmıştı. Onu tanımayan biri okula gitmediğini anlayamazdı. ‘90 sonunda bölgeden tanıdıklarının çoğu yeraltına çekilmeye başladı. En çok Tuncay’ın gidişine üzülmüştü. Son karşılaşmamızda ‘şimdi biz ne yapacağız, size kızamıyorum da, çünkü yine kavgaya gidiyorsunuz’ diyordu.

Mücadele yaşantımın ilk dönemlerinde beni hiç yalnız bırakmadı. Her eylemde, korsan mitingte birlikte olduk. Bir keresinde, Emeğe ve Emekçiye Saygı Mitingi’nde polis saldırısı sırasında onu kaybetmiştim. Gördüğümde polis ablamı coplayıp alandan çıkarmaya çalışıyordu, o da ‘katiller, siz çıkın!’ diye bağırıyordu. Sonra beraber alandan ayrılırken bana ‘onlar katil, bizim bastığımız topraklarda yürümeye hakları yok, neden kaçayım, onlar kaçsın’ demişti.

Sonunda ayrılma zamanı geldi. Ben mücadelenin gereği evden ayrılıyordum... onu ilk kez hem ağlayıp hem gülerken gördüm. ‘Yalnızca bir daha göremezsem diye üzülüyorum, ama gözün arkada kalmasın. Biz hep onurlu, namuslu yaşayacağız, onurumuzu korumak için savaşacağız’ dedi.

Ablam emekçiydi. Hiçbir zaman başkalarına yük olmadı. Kazak örüp satardı. Fabrikada çalışamayacak kadar hastaydı, ama emeğiyle yaşamak isterdi. Son dönemde astımının yanına bir de kalp hastalığı eklenince bundan epey huzursuzluk duymuştu. ‘Ne o, korkuyor musun?’ diye sormuştum bir ziyarette. ‘Yatakta ölmekten elbette korkarım, ben savaşarak ölmek isterim’ diye cevaplamıştı. Cevabı çok yalındı. Bu sözleri daha da güzelleştirmişti onu.

Son görüşte de ‘bu memleket bizim, gerekirse memleketimiz için ölüme gülerek gideriz’ demişti... Ve biz onu bir gün sonra Gazi ayaklanmasında şehit verdik. Kendisi henüz yaralıyken hastaneye götüren bir direnişçiye son olarak ‘kızımı onurlu yetiştirmeye çalıştım, şimdi savaşanlara emanet ediyorum’ demiş. O düşündüğü gibi yaşadı ve istediği gibi de savaşarak ölümü kucakladı. Arkasında yüreği sevgi dolu insanlar ve namuslu bir yaşam bıraktı.

 

 

Geri