Eyüphan POLAT'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
"Sen
Umutsuz
gecelerde bile
Yaşamı
üretmeyi bilirdin
Sen
kurtarmayı
Kanayan
sabrını onurun"
Eyüphan'ı bir silah
arkadaşı anlatıyor;
Adana'daki birliğimizden Sıddık,
Güven ve Esma yoldaşlarımız şehit düştükten bir gün sonra Nurhayat'la
birlikte İstanbul'a gelmek için yola çıktık. Olayın olduğu gün evin
çevresindeki vatandaşlardan evde bir erkeğin sağ çıktığını, kelepçeleyip götürüldüğünü
duymuştuk. Nurhayat ve ben Eyüphan'ın
tutsak düşmüş olabileceğini düşünüyorduk. Ama sağ olabileceğini de, yakalanmadığını
da düşünmek istiyorduk. Otobüste yolculuk ederken, bir yandan şehit düşen yoldaşlarımızın
üzüntüsünü duyarken aynı zamanda Eyüphan'ı da
düşünüyorduk.
Otobüsümüz Pozantı'nın ilerisinde bir yerde mola
verdi, bir süre sonra tekrar yola çıktık. Düşünceli halimizi bir türlü üzerimizden
atamıyorduk. Boş gözlerle yola bakıyorduk. Birden otobüsün güzergah
yolu üzerinde, ilerde birinin ısrarlı bir şekilde otobüsümüzü durdurmak için el
salladığını gördüm. Otobüs yaklaştıkça bunun Eyüphan
olduğunu gördüm, birden şaşırmıştım. Oturduğum koltuktan fırlayarak telaşlı bir
şekilde şoförden durmasını istiyordum. O halim otobüsteki otobüsteki
yolcuların da dikkatini çekmişti, anlam verememişlerdi. Ama hiç bir şey umurumda
değildi o an. Otobüsümüz durdu, Eyüphan içeri girdi.
O anda Nurhayat ve ben belki de dünyanın en güzel
hazinesine sahip olmuş gibi sevinçliydik. Sarılıp öpüşüyorduk. İçimden binlerce
kez sarılıp kucaklamak geliyordu. Ama otobüsteki diğer yolcuların daha da fazla
dikkatini çekmek istemiyorduk. Garip bir duyguydu o andaki duygularım. Bir gece
önce kaybettiğim üç yoldaşımın üzüntüsünü yaşarken, bir yandan da alabildiğine
sevinçliydim. Bu arada Eyüphan bizi mola esnasında
otobüse binerken görüyor, o da hareket halindeki bir başka otobüste. Tam emin
de değil, yine de şansımı deneyeyim diyor, otobüsü durdurup iniyor.
Ve bizim otobüsü bekliyor. Nitekim yanılmıyor.
Otobüs yola koyuluyor, uygun bir vaziyette
yaşadığımız olayın değerlendirmesini yapıyor, bir takım cevaplar arıyorduk.
Bir süre sonra Eyüphan
bize Esma'nın eşi olduğunu belirtti. Tam bir şaşkınlığı yaşıyordum. Öyle
güçlüydü ki, ve ne olursa olsun hesaplarını soracağımızı,
bizlerin böyle şeylere alışık olmamız gerektiğini söylüyor, bizi güçlendirmeye
çalışıyordu. Biz ona destek olmamız gerekirken, o bizi düşünüyordu.
Para durumumuz çok kötüydü. Eyüphan
Ankara'da inip bir tanıdıklarına gidebileceğimizi belirtti. Biz de güvenlik
açısından sorun yoksa olabilir dedik. Ankara'da indik. Gideceğimiz eve kendi
kontrolümüzü yaptıktan sonra vardık. Kapıyı açtıklarında tam bir şaşkınlık ve
üzüntü vardı evlerinde. Onlar gazetelerdeki resimden Eyüphan'ın
da şehit düştüğünü çıkarmışlardı. Birden karşılarında görünce adeta şok
olmuşlardı. Eyüphan'ın boynuna, bizlerin boynuna sarılarak
hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Eyüphan
ise oldukça sabırlı, olgun ve güçlü bir şekilde onları teselli etmeye
çalışıyor, bunun mücadele olduğunu, Esmanın şehit düşmesinden onur duymaları gerektiğini
belirtiyordu. Gittiğimiz ev Esma'nın akrabalarının eviydi. O gün gece yarısına
kadar Eyüphan onlara hep anlattı. Gece yarısı ev
sahipleri Esma'nın cenazesini almak için Adana'ya gittiler, biz de sabah evde
kalanlarla vedalaştıktan sonra yola çıktık ve İstanbul'a geldik. Bu onunla son
görüşmemizdi.
Onların sevdasının ne kadar mücadeleyle birleştiğini
açıkça görmüştüm. Sevdanın büyüklüğü, saflığı, kavgaya bağlılığı anlatılamazdı.
Her üçünü de saygıyla anıyorum.
***
Aynı birlikte savaştıkları yoldaşları
anlatıyor:
EYÜPHAN ve ESMA
Saatime bakıyorum, henüz erken. Adımlarımı
yavaşlatıyorum. Bugün iki yoldaşımla tanışacağım. Kente yeni geldiler. Bildiğim
kadarıyla kenti tanıtacağım.
Birliğimize her yeni gelen yoldaşımız hepimizde
heyecan yaratır. Tanışmak için sabırsızlanırız, yüreğimiz daha bir ayrı çarpar.
Tıpkı aileye katılan yeni doğmuş bir bebek gibi. Son kontrolümü yaptıktan sonra
sokağa girdim. Gözlerim eldeki işareti arıyordu. İşte geliyorlar. Her ikisinin
de gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Daha el sıkışmadan
bir tek kelime etmeden ailemizin sıcaklığı sarıyor her yanımı.
Hemen sohbete başlıyoruz. Kısa süreli bir ayrılıktan
sonra kavuşan dostlar gibi. Sanki yıllardır tanışıyorduk...
Bazen ikili bazen üçlü arşınlıyoruz Adana'nın sokaklarını
caddelerini. Alanımıza özgü sohbetlerimiz uzadıkça uzuyor. İstihbarat
çalışmalarından eylem biçimlerine, malzemelerimizden kurumlaşmalarımıza...
Kentin yabancısıyız. Çok iyi tanımamız, koşulları yaşam biçimini gözlemleyip
ona uygun davranmak zorundayız. Esma bu konulardaki birikimini, duyumlarını
anlatıyor, eksik yanlış yapmamaya çalışıyorduk.
Esma ve Eyüphan bir hainin
ifadesi sonucu deşifre olmuştu. Belirgin tipleri olduğundan daha da dikkatli
olmaları gerekiyordu. Esma'nın saçları çok uzundu. Memleketinde ve de aile
çevresinde saç kestirmenin hoş karşılanmadığını anlatmıştı. Biraz kısaltmaya
karar verdik. Üzüldüğünü düşünüyordum. Farketmiş
olacak ki bana döndü ve "görevimiz, savaşımız neyi gerektiriyorsa onu yapmaktır."
deyip devam etti. Kişisel zevk ve beğenilerin dayatılmaması gerektiğini
anlatıyordu. O'nu daha yakından tanıdıkça söylediklerini nasıl yaşama
geçirdiğini görmüştüm.
Esma Eyüphan'ın gelişleri
ile birlikte daha da canlanmıştı.
Boş bir sokakta yürürken kısık bir sesle marş
söylemeye başladılar. "Kızıldere onbeşler, Bedrettinler yaşıyor..." Parçanın yeni bir
parça mı olduğunu sordum. Bana "şaka mı yapıyorsun yoksa ilk kez mi
duyuyorsun" diye sorduklarında "evet" dedim. Söyledikleri bizim Devrimci
Sol Marşıymış. Hepimize tek tek öğretmeye karar
vermişlerdi. Öğrendikçe ağız dolusu bağıra bağıra
söyleme isteğimize engel olmaya çalışıyorduk. Eyüphan,
şehit düşerken düşmanın yüzüne marşımızı haykırabileceğimizi, işte o zaman
bütün sesimizi rahatlıkla kullanabileceğimizi belirterek, hepimizin marşımızı
öğrenmesi gerek diyordu. En yeteneksizimiz dahi fırsat buldukça mırıldanıyor,
olası bir çatışmada marşımızı silah olarak kullanmanın hazırlığını yapıyorduk.
Komutanımız şehit düşmüştü. Acımızı düşmana olan
kinimizi daha da bileyerek bastırmaya çalışıyorduk. Yoksa duygusallığa
kapılarak ağlayıp sızlamak savaşçı gibi davranmayıp kinimizi gözyaşlarımızla
eritmek bize uygun düşmezdi. Eyüphan bu konudaki
çabasıyla moral bozukluğuna ve karamsarlığa düşülmesine izin vermiyordu.
Komutanımızı, artık daha fazla çalışarak yaşatabileceğimizi söylüyordu.
Güvenlik gereği bir süre onlarla birlikte aynı evi
paylaşmam gerekmişti. Yoldaşları daha yakından tanıma olanağı bulmuştum.
Eyüphan'la buluşup kurumlaştıkları
üsse doğru yol almaya başlamıştık. Camdan dışarıya bakıyoruz. Taksi hızla yol
alırken farklı yönlere bakıyoruz. Gözlerimiz caddelerde, sokaklarda şehidimizi
arıyor. Şehidimizle birlikte istihbaratını çıkardığımız bir yerin önünden
geçiyoruz. Hiç bu kadar öfkeli görmemiştim onu. Yumrukları ve dişleri sıkılıydı.
Aynı şeyleri düşünüyoruz. Birkaç kelime olsun konuşmak, bir şeyler söylemek
ister gibi dönüp bakıyor sonra tekrar başını çevirip caddeleri sokakları
izlemeye devam ediyorduk.
Bizi Esma karşıladı. Eve girinceye kadar gülerek
kendilerini ziyarete gelen "konuklarını" içeri aldı. Kapı kanadıktan
sonra sıkıca sarıldık birbirimize. Tek yürek tek yumruk olduğumuzu bir kez daha
tüm hücrelerimize kadar hissettik. Eyüphan sessizliği
bozdu, "içeri geçelim."
Tek bir damla gözyaşı yoktu ortamımızda. Ali
komutanın öğrettikleri, son karşılaşmamız geçiyor gözlerimizin önünden. O'na
layık bir savaşçı olmaya çalışacağız
Her zamanki şen-şakrak sohbetimiz yok. Daha çok
suskunluk hakim ortamımıza. Neler yapabileceğimizi, bu
süreci nasıl yaşamamız gerektiğini düşünüyoruz.
Esma, komutanımızın yanından ayırmadığı marifetli
çakısıyla yaptığı tahtadan bir yontuyu getirdi. O gece Ali Komutanın anısına
hemen bir köşe düzenlememizi istiyordu. Büyükçe bir sehpa ayarlayıp odanın
köşesine yerleştirdik. Üzerine çakısını, yontuyu, armonikasını koyduk. Onların
önüne ise gözbebeğimiz kleşimiz ve yanına da özgür vatan
topraklarında dalgalandırabilmek için canımızı verdiğimiz, kanımızla
kızıllaştırdığımız bayrağımızı büyük bir özenle yerleştirdi. Esma "Şehidimizin
eşyalarını biran önce harekete göndermeliyiz. 'Devrim müzemiz' için"
diyordu.
Gece durumumuzu değerlendirdik. Eyüphan
sohbeti kapatan sözleri söyledi. Hareketten talimat geldiğinde her işimiz hazır
olmalı. Hemen uygulamaya geçmek için zaman kaybetmeden çalışmamıza başlayalım.
Ve o sabah erkenden istihbarat çalışması için evden ayrıldı. Akşam döndüğünde
elinde kızıl bir karanfil vardı. Hemen sehpanın üzerine yerleştirdik.
Silahlarımızın hepsi buradaydı. Kleşimiz
geleli çok olmuştu. Henüz hakim değildik.
Silahlarımızın içinde ilk kez gördüklerimiz de vardı. Hemen çalışmaya başladık,
düzenli bir şekilde devam ettireceğiz. Akşam üzeri, iş
dönüş saatleri en uygun zaman bizim için. Çevrenin gürültüsünde çalışırkenki
çıkan sesler eriyip gidiyordu.
Esma biran önce öğrenmek istiyor, çalışma saatinin
gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Gündüz işlerinin arasında geliyor silahları
tek tek eline alıyor, inceliyor tekrar işine
dönüyordu. Evde olduğumuzda da silahlarımızdan birer tane üzerimizde taşıyor,
hesap sorma isteğiyle tutuşuyorduk. Akşamüzerleri bakımını yapıyoruz,
söküyoruz, takıyoruz, şarjöre mermi basıyor boşaltıyoruz. Ellerimiz daha hızlı
hareket ediyordu artık. Hâkimiyetimizi daha fazla geliştirmek için gözlerimiz
kapalı aynı işlemleri tekrarlıyoruz. Parçalara dokunarak tanıma ve söküp takmayla
her kıvrımı belleklere yerleştirmeye çalışıyorduk. Süre tutuyorduk. Esma'nın
azmi hepimize örnek oluyordu. Çalışmadan ancak vakit ilerledi deyip
ayırabiliyorduk.
O süreçte olası bir çatışmada kullanabileceğimiz
yeterince silah mermi vb. hazırdı. Peki silahımızın
olmadığı koşullarda nasıl çatışırdık, neler yapabilirdik. Birçoğumuz üzerinde
pek de düşünmemiştik.
Esma bu konuda yaşadığı bir olayı ve ona
düşündürdüklerini anlattı. Yakınlarındaki bir hırsızlık olayından dolayı polis
çevre evleri arıyormuş. Evlerinde silah vb. yokmuş. Bizlere; "silahın
olmadığı koşullarda neler yapabiliriz" diye bir soru sordu. Biz de
düşünmeye başladık. Yanıcı bir tek tüpgaz var. Acaba
bomba haline getirebilir miydik? Nasıl olacaktı? vb. vb...
Esma da kendi düşüncesini anlattı. Televizyondan izlediğini, bir ülkede öğrencilerin
protesto acıyla parmaklarını kesip akan kanla pankart yazdıklarını... "Hiçbir şey yapamazsak, o anda zarar
veremezsek kanımızla örgütümüzün adını yazarız. Sevinçleri korkuya dönüşsün it
sürülerinin" demişti. Şehit düşerken düşmana daha fazla nasıl zarar
verebiliriz diye düşünüyordu Esma. O duyguyla savaşıyordu.
Mütevazilik adeta Esma'nın adıyla
bütünleşiyordu. Kadın yoldaşlara yapılan, yapılabilecek işkencelerden bunlara
karşı da hazırlıklı olmamız gerektiği üzerine sohbet ederken, basından okuduğum
bir örneği anlattım. Tecavüze uğrayan bir yoldaşımız eşiyle beraber basın
açıklaması yapmıştı. Adı galiba Esma'ydı. Hatırladın mı? "Hatırladım"
demekle yetindi. Kendisini kendisine anlattığımın farkında bile değildim.
Esma'ya baktıkça geleceğin yeni insanını, sosyalist
insanını görüyorduk. Halkımızın olumlu tüm özelliklerini bağrında taşıyordu.
Küçük iş, büyük iş demeden her işe coşkuyla sarılması, dürüstlüğü, içtenliği, fedakarlığı, yoldaşlarına bağlılığıyla hep en önde koşanımız
oldu.
Cezaevinde haberleri dinliyorum. Çatışmada üç kişi
katledilmiş. Evin duvarına kanla örgütün adı yazılmış. Sesin kulaklarımda
çınlıyor. "Kanımızla örgütümüzün adını yazabiliriz."