Eyüp BEYAZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Eyüp Beyaz'a Şiir:

Işıldayanın türküsü

 

“bir katliamdan diğerine kaç saatte gidilir?

uzay çağındayız herhalde!”

                

Eyüp Beyaz'a...

 

bir cadde kaç kez tanıklık etmeli

faaili meçhullere

biz aşklardan bahsederken yine

sokak infazlarıyla geliyorlar

üstümüze üstümüze

ilk önce bir vadi oluyorlar

sonra vadi içre hücum

bağrında coğrafyamızın

sokağa kurşun sıkıyorlar

yaralamak yetmiyor onlara

öldürmek öldürmek

öldürmek için ateş ediyorlar

 

az önce bir girişimden döndü umut

kelepçelendi kolu

koşarak özgürlüğü aradı caddede

yerinde yoktu

ayağına ateş ettiler

biliyorlardı elbet

en sevdiğimiz şeyin

“yürümek” olduğunu

sonra da beynimize

biliyorlardı elbet

en “tehlikeli” yanımızın düşünmek olduğunu

yerde kıvrandı durdu

yerde kıvrandı durdu

hayır acı değil

erken gitmenin

o hüzünlü tadı...

 

bir yıldızı daha uğurla sen

şehir ve insanlık

alacakaranlığın sessizliğine teslim olurken

teslim olmayanları düşle

bak ışıdı her yan...

ışıldayanın türküsüyle gülümse

pimini çek zaferin

“senin sesin yenilgi tanımaz!” biliyorsun

kazanacağız mutlaka!

 

B. Bulut / Temmuz '05

 

(Yukarıdaki şiir, 9 Temmuz 2005 tarihli Kızıl Bayrakta yayınlanmıştır.)

 

 

***

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

“Hesap sormanın düşlerini kurardı”

 

1999 yılıydı ve Eyüp ile yeni tanışmıştık. O zaman Eyüp de mücadelede yeniydi. Giresun'dan gelmişti İstanbul'a. Yanında Karadeniz TÖDEF sorumlusu vardı. Dergileri, dernekleri öğreniyordu Eyüp... Örgütlenişini anlatırken, "zorla kendimi örgütlettim" diyordu. Önce İslamcılarla birlikte aynı evde kalmıştı. Sonra okuldan tanıdığı solcu öğrencilerle aynı evde kalmaya başlamıştı. Birgün eve TÖDEF sorumlularından biri gelmiş. Bölge sorumlusu da varmış.

Eyüp de katılmış toplantıya. Ve katıldığı ilk toplantıda il sorumlusunu eleştirmiş. "Olmaz böyle..." demiş. "Sen okul sorunu diyorsun, ben de öğrenciyim, bana anlatmıyorsun. Evde kitaplar var ve ben tesadüfen bulup okuyorum. Bana neden o kitapları ve dergileri vermiyorsun? Yanlış yapıyorsun?" diye başlayıp anlatmış.

Ne devrimi, ne devrimcileri biliyormuş bunları söylerken. Ama garip gelmiş yapılanlar. Gerçekler açıktan söylenmeli diye düşünmüş. O ilk toplantıdan sonra sürekli okuyarak, kendini hızla yetiştirmiş. Gelişiminde Selami Kurnaz'ın emeği çok olmuş. "Reis" dediğinde gözleri dolardı Eyüp'ün. Ve ardından da "Reis'in çok emeği var üzerimde" diyerek anlatırdı o günleri. Selami Kurnaz, Eyüp'e sürekli, "Hiç çekinme kafana takılanı sor" diye hatırlatırmış sık sık.

Kısa zamanda okuyarak, sorarak, tartışarak kendisini geliştiren, arkadaşların emeği ile de mücadeleyi kavrayan Eyüp, bulunduğu yerde sorumluluklar omuzlamaya başlar. Tanıştığımızda Giresun TÖDEF sorumlusuydu. Ve aynı yılın sonunda İstanbula geldiğinde Semiran Polat, “özel ve hızlı bir eğitime alınıp, Karadeniz TÖDEF sorumluluğuna gelecek” diyordu Eyüp için.

Sabah kahvaltı ve temizliğin ardından okumaya başlıyordu. Eline aldığı kitabı gece yatana kadar bırakmıyordu. Notlar alıyor, anlamadığı yerleri soruyor ve sürekli okuyordu.

O yaz Eyüp için yeni bir dönem başlıyordu artık...

Çobanlık yaparak, yatılı okullarda okuyarak “bir mevki sahibi” olmak için geldiği üniversitede halkın öğretmeni olarak devam edeceği devrimci yaşamının dönüm noktalarından biriydi.

O günlerde “hadi Eyüp gidelim” deyip hazırlanmasını söylediğimizde “kimliğim dışında birşey alayım mı?” diye sorardı sadece. Onun için,”kimliğini al sadece” lafı ya kavga ya eylem olacağının göstergesiydi. Ve Eyüp başka bir şey de sormazdı. “Bilmem gereken bir şey olursa söylenir zaten” diyerek yola koyulurdu.

 Birgün, bir yerde 60-70 kişilik çeteci bir grubun toplandığını öğrendik. Sopalarla gittik. O gün ilk defa Eyüp, kimlik dışında bir de sopa almış oldu eline. Çete artıkları dayak yiyeceğini anlamıştı. Konuşmak istediler. Konuşun dedik. “Bizi yanlış anladınız” deyip, özür dilediler. 

Eyüp herhangi bir işe gittiğinde heyecanlanırdı hemen. Ama heyecanını kontrol etmesini de, olayda hakimiyet sağlamayı da hızla başarırdı.

Eyüp okullarını hep birincilikle bitirmiştir. Yaşamda da aynı başarıyı, mücadele içinde zekasını hep göstermiştir. Hızlı öğrenir, hızlı gelişir. Gençlik örgütlenmesi içerisinde sorumluluklar üstlenir. TÖDEF'in yöneticilerinden birisidir artık. 2001 yılında gençliğe yönelik bir polis operasyonunda aranır duruma düşer. Bir yıldan fazla süren ayrılıktan sonra yeniden karşılaştığımız günlerdi o günler. Küçükarmutlu'da barikat başındaydık. Eyüp gülerek geldiğinde, belki çok zaman ayrı kalmamıştık ama hasret büyüktü. "Tek tanıdık yine sensin" diyordu kucaklarken.

Çok işleri vardı o günlerde. Bir yanda barikat başında nöbet tutarken bir yandan da gençliği toparlamaya çalışan az sayıda arkadaştan biriydi Eyüp. Bir kere tam 24 saat kesintisiz nöbette kalmış, tek başına barikat başında kaldığı için barikatı da terk edememişti. Hem üşümüş, hem uykusuz kalmıştı. Yerine birini yollamalarını isterken, işleri için gitmek zorunda olduğu için bunu söylemişti. Mütevazı idi Eyüp. Onun gençliğin yöneticilerinden birisi olduğunu çok az insan biliyordu. Yönetici olduğunu anlamaları da çok zordu.

Kolay kolay kızmayan Eyüp, kimsenin de kalbini kırmazdı. Bir zaaflarına karşı savaşmayanlara, bir de konuşmak yerine bağıranlara kızardı.

Küçükarmutlu'da 5 Kasım'da yaşanan katliam saldırısında oradaydı o da... Polis kurşunlarının hedefindeydi. Daha sonra "ölüme en çok yaklaştığım an" diye anlatmıştı o anları... Buna rağmen "evleri" polise bırakmayalım, şehidimiz var, şehitlerimizi onlara bırakmıyalım" diyerek direnişi örgütleyenlerdendi.

Zehra Kulaksız şehit düştüğünde cenazesini Karadeniz'de karşılayan Eyüp şimdi Zehraların şehit düştüğü Küçükarmutlu'daydı.

Eyüp, sorun olan biri değil, hep sorun çözen bir yoldaşımız oldu.

En zorlu anlarda bile halkın acısını yüreğinde hissederdi. Bir televizyon kanalında çöpten beslenen bir çocuğa "Hepsinin hesabını soracağız" diye sözler verirdi.

Evsiz kalan birine, yoksula, emekçiye... Halkımıza yapılan zulme, sömürüye, her tanık olduğunda artardı sabırsızlığı. Hesap sormaktan söz eder, onun düşlerini kurardı. Yine birgün Tokat'ta gerillalarımızın şehit haberini duymuştuk radyodan. Gözlerinden yaşlar aktı. Ağladı Eyüp. Belli ki artık yüreği almıyordu gözyaşlarını. Gözlerinden isyan taşıyordu artık. Hesap sorma isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Ne zaman diyordu, ne zaman soracağız hesabını. Öyle anlar Karadeniz gibi hırçın anlarıydı o'nun.

Arandığı dönemde de hiç boş durmuyordu. Okuyordu bol bol. Kaldığımız evlerin çocuklarıyla olsun anne-baba ile olsun ilgileniyordu.

Bir abla bize "oğullarım" diyordu mesela. "Bunlar da benim çocuklarım artık. Gitmelerine izin vermem" diyordu. Bir başka evde bizimkilere kızan bir nene vardı. 3-4 gün gibi kısa bir sürede nenenin gönlünü fethetmişti Eyüp. Biz o eve bir daha gitmeyince daha önce geleni evden kovan nenemiz, o zaman düzenlenen pikniğe gitmiş, akşama kadar piknik alanında herkesin yüzüne bakıp aramış bizleri. En son yorgun ve mutsuz "Selim yok" demiş. Gittiği her yerde öylesine çok sevdirirdi Eyüp kendisini. Oturması, kalkması, saygı ve sevgisi ile ve verdiği değerle insanları kucaklamasını bilirdi Eyüp.

 

Geri