Erhan
YILMAZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Balkıca
Direnişi üzerine DHKC’nin
açıklaması:
İHTİLALİN
ÖNCÜLERİ EGE DAĞLARINDA...
1970'lerden
itibaren ülkemizin şehirlerinde, dağlarında ihtilalin
öncüleri Parti-Cepheli’ler hiç eksik olmadı. Faşizmin
hiç beklemediği anda yüzlerce eylem gerçekleştirdiler. Faşizm kendisini burada
devrimciler yaşayamaz diye ikna ederken onlar; halkın olduğu her yerde, vatan
dediğimiz bütün topraklarda Parti-Cepheli’lerin yaşayabileceğini,
Anadolu ihtilaline öncülük yapabileceklerini bütün
dünyaya gösterdiler. Yendiler, yenildiler; öldüler, öldürdüler. Yokettik, bitirdik dedikleri anda yeniden biz varız
dediler. Devrim tarihini lafazanlıkla değil eylemleriyle, özverileriyle,
kanlarıyla yazdılar.
ÜLKEMİZİN
DAĞLARI, ŞEHİRLERİ BİZİMDİR,
ŞİMDİ EGE
DAĞLARINDAYIZ...
Ege
dağları sessiz ve sakindi. Faşizm için hiç kimsenin silahlanarak yaşayamayacağı
bir yerdi. Sözde her şey onların kontrolü altındaydı. Parti-Cepheli’ler
sessiz ve mütevazi adımlarla yeniden Ege dağlarına
çıktılar.
Şehirlerde
başlayan savaş, büyük şehirlere yayılmış, Anadolu'nun bir çok
kentinde mücadele yeniden gelişirken Türkiye Kürdistanı’nda,
İç Anadolu'da, Karadeniz'de, Toroslar'da ve Ege'de de
gelişiyordu. İsyanlar diyarı Ege, BÖRKLÜCE'lerin ayaklanmalarından sonra Parti-Cepheli’lerin öncülüğüne tanıklık ediyordu. Denilebilir ki,
Ege'nin ihtilalci tarihinin Börklüce’lerden
sonraki takipçisi Parti-Cepheli’lerdir. Faruk, Olcay,
Kahraman, Hamiyet ve Ali Rıza Kurt'un şehir gerillasında yarattığı destansı
direnişlerden sonra, şimdi Ege dağlarında sürdürülüyor savaş.
EGE
DAĞLARINDA PARTİ- CEPHE'NİN SİLAHLARI
SUSMAYACAK...
Ege
dağlarında Parti-Cephe'nin varlığı Susurluk Devleti için tam bir şoktu. On gün
boyunca büyük bir panik yaşadılar. Küçük bir gerilla birliği devletin en büyük
korkusu haline gelmişti. Denizli'nin çevre illerinden binlerce asker, özel
timci, tanklar, panzerler ve tüm ağır silahlar eşliğinde Gölgeli dağları kuşatıldı.
Onların asıl korktukları küçük bir gerilla birliğinin varlığı değil, devrim
iddiasının güçlü olduğu ve koşullar ne olursa olsun bu iddiadan vazgeçmeyecek
olan Parti-Cephe’dir. Ülkenin her tarafında, şehirlerinde, dağlarında; milliyet
ve din farkı gözetmeksizin bütün halklarımızı birleştirmeye çalışan ve
savaştıran devrimci bir örgütün varlığı devlet için en tehlikeli güçtür. İmha
ve baskı ile bitiremediği Parti-Cephe şimdi de Ege dağlarındaydı. Düşman;
ordusu, polisi, medyası, tankı, topu ve yalan haberleriyle Ege dağlarına
yığınak yaptı. Oligarşiyle halkın savaşı şimdi burada sürecekti.
İKİ
PARTİ-CEPHELİ VE HALKIMIZA ARMAĞAN EDİLEN
BİR
DİRENİŞ DESTANI...
Ege'nin
tarihi isyanlarla doludur. Ege'nin tarihi yiğitlik tarihidir. Bu tarihte halka
ihanet yoktur. Kahramanca ölümler ve direnişler vardır. Ama düşmana boyun
eğmek, diz çökmek yoktur. 29 Kasım akşamı Gölgeli
dağları eteklerinde Balkıca Köyünde kuşatılan Erhan Yılmaz ve Mehmet
Yıldırım adlı savaşçılarımız bu tarihe sadık kaldılar. Düşman güçleri
binlerce asker, polis ve en ağır silahlarıyla kuşattılar. Savaşçı yaşama bağlıdır.
Yaşama bağlılığı; halkına, ülkesine ve örgütüne bağlılıktır. Devrim yapmak
için, halkı için yaşayacak, savaşacaktır. Ama savaşmadan teslim olmanın yaşamak
olmadığını, devrime ve halkına ihanet olduğunu bilir. Artık o an, binlerce
düşmana karşı halkın haklılığını, ihtilalin sesini en
yüksek sesle, gerektiğinde kendisini de feda ederek gösterme anıdır. Hiç
tereddüt etmediler. Düşman binlerce askerle kuşatmıştı. O an Balkıca'daki köy
evi Parti Cephe idi. Parti Cephe ve ihtilal Erhan'la Mehmet'in kişiliğinde
simgeleşmişti. Bütün halkın gözleri onların üzerindeydi. Ege dağlarında ihtilalin tohumları atılıyordu. Tohumlar yeşermeli ve
büyümeliydi. Ege dağlarında gerillanın olabileceğini, Parti Cephe'nin
yenilmezliğini göstermeliydiler. Binlerce askeri, tankı, topuyla kendini güçlü
sanan Susurluk generalleri: "teslim olun" diyorlardı. Gerilla
cevabını silahlarıyla verdi. Balkıca'daki küçük köy
evi, binlerce mermi, roket ve havan topu altında, Ege dağlarında iki Parti-Cepheli’nin kahramanca direnişine tanıklık ediyordu. Türkmeni, Rumu, Yahudisi, Kürdü, Çerkezi,
Gürcüsü, alevisi, sünnisi, hıristiyanı ile bir kardeşlik ormanı olan Ege, böylesi bir
direniş görmemişti. İki Parti Cepheli binlerce mermi ve top atışları altında
bir düşman ordusuna meydan okuyordu. "Biz
Parti-Cepheli’yiz, biz DHKP-C'liyiz,
teslim olmayız, teslim alamazsınız, Parti-Cepheli’ler
ölmez" diye haykırıyorlardı.
Tam 20 saat,
düşman, bir köy evindeki iki Parti-Cepheli’yi
susturamadı.
Tam 20 saat.
Uykusuz, aç ve soğukta geçen 20 saat. Parti-Cepheli iki savaşçı sloganlarıyla,
marşlarıyla, devrimci konuşmalarıyla ve silahlarıyla hiç susmadılar.
Düşman
şaşkındı, halk şaşkındı. Ege halkı Parti-Cepheli’leri,
Ege dağlarında düşman kuşatmasında kahramanca direnişiyle tanıyordu. Bundan
böyle Ege'de bu direniş konuşulacaktı. Düşman zavallıydı. Ahlaksız ve
çaresizdi. Binlerce asker ve ağır silahla iki Parti-Cepheli savaşçıya diz
çöktüremiyordu. Binlerce askere rağmen Balkıca'daki iki
Parti-Cepheli’nin mevzilendiği köy evine
yanaşamıyordu bile. Üstelik kayıp veriyorlardı. Parti-Cepheli iki savaşçı mermi
ve top yağmuru altında düşmana bir kayıp ve iki yaralı verdirdi. Binlerce
askerle yaptığı kuşatmaya güvenen düşman bir kez daha gerillanın yaratıcılığı
karşısında bozguna uğramıştı. Binlerce asker ve sadece iki Parti-Cepheli vardı.
İki Parti-Cepheli halka, partilerine ve vatanlarına bağlılıklarından aldıkları
güçle yenilmez ve güçlüydü. Düşman ise binlerce asker ve ağır silahlarına
rağmen sömürüyü, zulmü, ahlaksızlığı temsil ettiğinden; güçsüz ve yenilmeye mahkumdu.
Binlerce
savaşçımızı daha katledebilirler ama tarihsel ve siyasal olarak haksız olanlar,
halka düşman olanlar er geç yenilecektir. Yendik dedikleri noktada bile
yenileceklerdir. Balkıca'daki küçük köy evini bütün
dünyanın gözleri önünde havan toplarıyla, roketlerle yaktılar, yerlebir ettiler. Balkıca'da
Gölgeli dağlarını aydınlatan ateş, köy evinin ateşi değil, Ege dağlarına
yayılacak olan isyan ateşidir. İki Parti-Cepheli’nin
yaktığı o ateşi hiç bir güç söndüremeyecektir. Düşman ancak iki Parti-Cepheli’nin yanmış cesetlerini teslim alabildi.
Kim
yenmiş, kin yenilmişti?
Binlerce
asker ve tonlarca ağır silah ile iki savaşçıyı teslim alamamışlardır.
Tam 20 saat. Parti-Cephe
savaşçılarını kuşatanlar, her dakika, her saat bütün dünyanın tanıklığında
yenilmişlerdir. Korkak, bencil ve inançsızdılar.
İki
Parti-Cepheli zaferlerine, geleneklerine yeni bir halka ekledi.
Tam 20 saat. Bir
orduya karşı direnmiş, davalarına bağlılıklarını göstermiş ve Ege dağlarına hiç
silinmeyecek biçimde kanlarıyla bir tarih yazmışlardır. Parti-Cephe’yi, halkı,
adaleti, bağımsız demokratik ve sosyalist bir Türkiye'yi haykırdılar.
Yenmişlerdi. Düşman ancak yanmış cesetlerini teslim alabildi. Artık Ege
dağlarında Parti-Cephe’liler vardı.
Şeyh Bedreddin'in
yüzyıllar öncesinde söylediklerini şimdi Ege dağlarında Erhan ve Mehmet
söylüyor: "İnsanlar, tanık olunuz
ki bugün olmazsa yarın, mutlaka sömürünün tüm çarkları kırılacak, nice
direnirse dirensin, sömürgen yeryüzünden kalkacaktır..."
***
Tutsaklıktaki yoldaşları anlatıyor:
ÖLÜM ORUCU'NDAN EGE DAĞLARINA UZANAN
KAHRAMANLIK YOLU: KOMUTAN ERHAN YILMAZ
"...
Kendine Parti-Cepheli diyen, Parti-Cepheli kişilik taşıdığını söyleyen herkes
Ölüm Orucu gönüllüsü olabilmeli. (...) Ben de Parti-Cephe kültürünü, kişiliğini
aldığıma inanıyorum. Bu nedenle Ölüm Orucu gönüllüsüyüm. Artık dışarıda Parti-Cepheli
savaşımızla ölümün sıradanlaştığına inanıyorum. Bende kendimi Parti-Cepheli
olarak görüyorum. Parti-Cephe kültürünü yeterince aldığıma inanıyorum. Bu
anlamda ölümü de yeneceğime inanıyorum, buna yürekten inanıyorum. Yani
Parti-Cepheli kişilik sıradan bir neferdir, coşkuludur, cesaretlidir..."
Ölüm Orucu ile ilgili düşüncelerimiz sorulduğunda
Erhan gönüllülüğünü bu sözlerle dile getirmişti. SAG'nin
37. günüydü. Ölüm Orucu gönüllüleri olarak duygu ve düşüncelerimizi
anlattığımız bir toplantıydı bu. Aynı toplantıda Berdan
da her zamanki akıcı üslubuyla '84 Ölüm Orucu'nun kendi yaşamındaki yerini anlatmıştı.
Berdan '84 Ölüm Orucu gibi
tarihsel bir direnişten etkilenerek örgütlenmişti. Berdan'ın
'84 Ölüm Orucu kitabını okuyarak devrimciliğe adım attığı yıllarda Erhan daha
ilkokul çağındaydı. Erhan'ın 16-17 Nisan direnişini Diyarbakır'da bir kahvehanedeki
televizyondan izlediği saatlerde Berdan çoktan Ege'nin
yollarını tutmuştu. Yıllar geçmiş Arap ellerinden kalkıp gelen Berdan'la Kürdistan topraklarından kalkıp gelen Erhan'ın
yolları İstanbul Sağmalcılar'da kesişmişti. Tabii ne
toplantıyı yaptığımız o gün ne de sonraki günlerde Berdan
ve Erhan'ı birleştiren ortak yanları aklımızdan bile geçirmemiştik. Ama yolları
yanı başımızda buluşmuştu. Ve biz bu buluşmaya da bu buluşmanın sonrasına da
tanık olmuştuk bir kez.
Taarruza geçmenin yarattığı coşkuyu, inancı,
yoldaşlığın doruk noktasını, ölümler arttıkça bizi sabırsızlaştıran hesap sorma
arzusunu, kamçılanan kinimizi bastırmaya çalıştığımız, öfkeyi sınırsızca
paylaştığımız ve yaşadığımız günlerdi.
Bu onurlu eylem içinde kimler yer alacaktı? Bir
yandan bu sorunun heyecanını yaşıyor, "ben de olur muyum?" endişesini
taşıyorduk. Bu duygular bazen düşüncelerimizden çıkıp sohbetlerimize konu
oluyordu. Yaptığımız bu sohbetlerde Erhan duygu ve düşüncelerini şöyle ifade
etmişti: "Bu eylemin içerisinde
birebir savaşçı olmak, yaşamak, görmek, direnişin havasını solumak hepimiz için
bir onurdur."
"Ölüm
Orucu hepimiz için bir sınavdır, zor bir sınav olacak, ama düşmanı gerileteceğimizden
kimsenin şüphesi olmasın. Direnişimizin gücünü dost ve düşman herkese göstereceğiz..."
Erhan bu sözlerle bir taraftan eylemin zorluğunu
ortaya koyarken diğer yandan da devrimci sorumluluğu yerine getirmenin bilinci
ile bağlılığını ve kararlılığını ifade ediyordu. Çok iyi biliyordu ki, her
saniye hücre hücre yaşanacak ölüm-yaşam
hesaplaşmasının devrim lehinde sonuçlanması güçlü bir inancı, kararlılığı ve iradeyi
gerektiriyordu. Erhan yoldaş bu iradeyi gösterebileceğinden emin olduğu içindir
ki Ölüm Orucu'na gönüllü olmuştu. Birinci Ölüm Orucu ekibi açıklanmıştı. Çok
istemesine karşın içerisinde yer alamaması kendisini üzmüş ama tüm bunlara
rağmen işlerine daha sıkı sarılmıştı. Ölüm Orucu ekibinde değildi ama 55 günlük
destek açlık grevi grubunda idi. Ölüm Orucu savaşçılarının destekçisi, moral
kaynağı olmak onun için büyük bir onurdu. Destek açlık grevi boyunca Ölüm Orucu
savaşçılarının yanından bir an olsun dahi ayrılmadı. Arandığında mutlaka ya bir
Ölüm Orucu savaşçısına yürüyüş yaptırırken ya da bir başka Ölüm Orucu
savaşçısına masaj yaparken bulunurdu. Ölüm Orucu savaşçılarının acılarını paylaşmak
ve aynı havayı solumak onu mutlu ediyordu. Bu mutluluğu biz destek grubundaki
yoldaşlarıyla da paylaşırdı. Bizlerle sürekli sohbet eder, konuşur hep ayakta
olmamızı isterdi. Ölüm Orucu savaşçılarıyla daha fazla ilgilenmemiz gerektiğini
anlatırdı. Voltalarımızda süreci, düşmanın saldırılarını anlatır, bizleri
sürece motive etmeye çalışırdı. Ölüm Orucu savaşçılarının kaldığı 14. koğuşta
daha ilk günlerden itibaren ölümün havasını solumaya başlamıştık. Çünkü zafere
giden yol buradan geçecekti. Zaferin ismi Ölüm Orucu savaşçılarımızla
yazılacaktı.
50. günlerde bitkin düşen yoldaşlarımız vardı.
Bunların başında Berdan geliyordu. Yoldaşlarımızın
rahat etmeleri için elimizden fazla bir şey gelmiyordu. Her geçen saat ölüme
doğru ilerliyorlardı. Düşmana olan kinimiz ve öfkemiz gittikçe kabarıyordu.
Erhan'la oturup zaman zaman bu duyguları
paylaşıyorduk. "Öfkem öylesine köklü
ki anlatmakta zorluk çekiyorum. Tutsaklık koşullarının en zor günlerini
yaşıyorum. Yoldaşlarımız yanıbaşımızda hücre hücre eriyen bedenleri ile ölüme giderken, elimiz kolumuz
bağlı olarak oturmayı bir türlü içime sindiremiyorum. (...) Ama birgün mutlaka aşacağız bu duvarları gör bak o zaman ne
olacak... Alçak düşman gizlenecek delik arayacak..."
55. gün geldiğinde Erhan ve diğer yoldaşlarla
birlikte Ölüm Orucu savaşçılarımızdan burukluk içerisinde ayrıldık. Sanki çok
uzağa gidiyormuşuz gibi, sanki onları bir daha göremeyecekmişiz gibi bir hisse
kapılmıştık. Erhan'ın deyimiyle "duygusal olmamak gerekiyordu." Ölüm
Orucu savaşçılarımızla tek tek vedalaştık. Beklenen
günler gecikmemiş, şehit haberleri almaya başlamıştık. Ölüm Orucu ilk şehidini
vermişti. Erhan, yaşadığı duygu ve düşüncelerini Ölüm Orucu savaşçıları için
açılan deftere şöyle yazmıştı:
"...
Yoldaşlar doğrusu şu an içinde bulunduğum duygu düşüncelerimi anlatmakta çok
güçlük çekiyorum. Bir yandan cezaevlerinden şehit haberleri geliyor, burada yanıbaşımda sizleri görüyorum, bir yandan diğer
cezaevlerinden durumu ağırlaşan direnişçilerin haberlerini duyuyorum, her an
yeni bir ölüm haberi alabiliriz, görebiliriz. İçimiz buruk... Böylesine onurlu,
böylesine büyük ve destansı, kahramanca bir direnişte aranızda, kızıl bantlarla
yer almamaktan üzüntü duyuyor, hüzünleniyorum...
(...) Emin
adımlarla, inançla, kararlılıkla yürüyorsunuz ZAFERE doğru. En büyük mutluluk
sizin, böylesine büyük bir onuru taşıdığınız için sevinçlisiniz, coşkulusunuz.
64. gününde ölümsüzlüğe bir adım daha yaklaşırken halden-takatten düştünüz, ağırlaştınız,
gözleriniz görmüyor, kulaklarınız duymuyor eskisi gibi, su şeker alamıyorsunuz
eskisi gibi... ama içinizdeki coşku, mutluluk dorukta.
'Nasılsınız, ne haber, nasıl gidiyor' soruları Apo
gibi hep 'İyidir iyi'lerle cevaplıyorsunuz. En büyük güç sizsiniz, zafer
sizsiniz..."
Erhan tüm benliğiyle yüreğiyle, bilinciyle ölüme ve
zafere kilitlenmiş mütevazi bir neferdi. Yoldaşlarını
direniş boyunca bir an dahi yalnız bırakmadı. Ölüm Orucu eyleminin hepimiz için
bir sınav olduğunu, kendimizi bırakmamamızı, daha da güçlenerek atılım
yapmamızı, Parti-Cephemizi her zamankinden daha fazla sahiplenmemiz gerektiğini
kavratmaya çalıştı. İşte Erhan bu duygu ve düşüncelerle dışarıya çıktı. Tahliye
olduğunda bir yoldaşımızı daha savaşın orta yerine göndermekten mutluyduk.
Biliyorduk ki, Erhan düşmana olan kinimizi, öfkemizi dışarıya taşıyacak ve
düşmanın beyninde bir bomba gibi patlayacaktı. Tahliye törenindeki konuşmasında
partimize, önderliğimize, şehitlerimize söz vererek uğurlamıştık. Coşkulu ve kararlıydı.
Sıkılmış yumruklarıyla gür sesiyle haykırdı: "Sizlere ve Ölüm Orucu Şehitlerimize
layık olacağım". Sloganlarından ve yüz hatlarındaki ifadelerinden sıcak mücadeleye
gitmenin coşkusunu anlamak hiçte zor değildi. Gittikten sonra çok fazla haber
alamadık kendisinden. Ama asla tereddüt etmedik. Emindik. ...
Özgür tutsakların sohbetlerinde dağlar ayrı bir yer
tutar. Dağlara olan özlem sıkça dile getirilir. Duygular, istekler, hayaller
paylaşılır. Kimisi Kürdistan, kimisi Karadeniz, kimisi Akdeniz ya da Ege'de
gerilla olma hayalleri kurar. İşte yine böyle özlemlerle yanıp tutuşurken aldık
selamını... 30 Kasım günü Bedreddinler'in, Börklüceler'in, Çakırcalılar'ın
diyarından, Ege Balkıca'dan. Hem de Mahirler'in, Sabolar'ın, Berdanlar'ın gönderdiği selamın aynısını. Savaşma ve direnme
selamını. "Devrimciler Ölmez", "DHKP-C'liler
Ölmez" slogan sesleri Balkıca'dan Bayrampaşa Hapishanesine
geldi. Tanıyorduk bu sesleri. Bu Kızıldere'den, 12
Temmuz'a, 16-17 Nisan'dan, Ölüm Oruçlarından Ege Balkıca'ya
ulaşan sesin aynısıydı... Kahramanlığın, inancın, partimize bağlılığın, halka
ve vatana olan sevginin sesleri yükseliyordu Balkıca'dan.
Anladık ki, coşkuyla uğurladığımız Erhan yoldaş kavuşmuş sevdalısı olduğu
dağlara. Kendisiyle birlikte özgür tutsakların özlemlerini, hayallerini de
sırtlanıp taşımış Balkıca'ya. "Ölüm Orucu eylemi
benim düşmana olan kinimi, öfkemi bin kat daha artırdı." Evet Ölüm Orucu eylemi, şehitlerimizin kararlılıkları,
inançları, Parti'ye ve devrime olan bağlılıkları, halka ve vatana olan
sevgileri tüm Parti-Cepheli tutsaklarda olduğu gibi Erhan yoldaşın da düşmana
olan kinini, öfkesini bin kat daha artırmıştı. Bu kin ve öfke, devrime olan ve
her gün büyüyen inanç Ege dağlarında halkın adaleti olmuştu. Berdan'la sevdalanmıştın Ege dağlarına. Söz vermiştin Berdan'a. İbrahim Yalçın Arkanlar'ın,
Bülent Paklar'ın, Berdanlar'ın
bastığı topraklara basmak, belki de aynı yerlerden geçmek, konaklamak ne de
mutlu etmiştir seni. Düşmana "2. Kızıldere"
dedirten kahramanlığı yaratmanızda Ölüm Orucunu nasıl içine sindirdiğini,
özümsediğini gördük yoldaş. Sonradan öğrendik zorluklarda Ölüm Orucundan nasıl
güç aldığını. Yoldaşlarına iradeyi Ölüm Orucuyla
hatırlattığını. Duyduk ki, eğitim çalışmalarında Ölüm Orucu kitabını
elinden düşürmemişsin. Savaşçılarına "Ölüm Orucu iradedir, gerilla da
iradedir. Bu kitap bizim her şeyimiz, öncümüz, yol göstericimiz, kılavuzumuzdur"
demişsin. Gördüklerine, yaşadıklarına, öğrendiklerine onları da ortak
etmişsin...
"... Siz öğretmenimiz, komutanımız,
direnişçilerimize söz veriyorum ve ant içiyorum;
Sizlere layık olacağım. Bu yolda sizlerin feda
ruhundan, mütevaziliğinden, sıra neferliğinden
öğrenecek ve sizlerin ilerlediği Parti-Cephe yolunda asla ama asla geri
durmayacağım.
Ve düşman şunu bilsin ki bu direnişte toprağa düşen
her direnişçimizin hesabını soracağız.
Şehitlerimizin direniş bayrağını bizler devralacak
ve zafer günü vatanımızın her karış toprağında dalgalandıracağız..." demiştin. Bize yaşattığın gurur büyük yoldaş. Andına sadık kaldığın
için... Parti'den, şehitlerimizden, Ölüm Orucundan öğrenmesini bildiğin için...
Ölüm Orucunu yaşayan herkese düşen tarihsel sorumluluğu abartısız ama layıkıyla
yerine getirdiğin için... Berdanlar'a, İlginçler'e, Yemolar'a verdiğin
sözü tuttuğun için. Gururluyuz yoldaş, gururlu...
Sen de şunu bil ki, şimdi dağlara sevdalı yüzlerce
yürek var buralarda. Toprağa düşen her direnişçimizin hesabını o yüreklerle
soracak, bayrağımızı vatanımızın her karış toprağında o yüreklerle
dalgalandıracağız.
***
Bir Yoldaşının Anlatımından ERHAN YILMAZ
Sevgili yoldaşım Erhan,
Seni bir yıl önce savaşa uğurlamıştık. Ceza almayı
beklerken, tahliye haberin gelmişti. Coşkun ve mutluluğun gözlerinden
okunuyordu.
Her tahliyede sevinci ve burukluğu birlikte yaşarız.
Geride kalanlar, tahliye olanları nasıl kıskanır bilirsin. Seni de kıskandık
yoldaşım. Çünkü sıcak savaşa gidiyordun. Özlemlerimizi,
umutlarımızı da yanında götürerek. Vedalaşırken söylediğin "Partime,
önderime,şehitlerimize ve yoldaşlarıma layık olacağım.
Gözünüz arkada kalmasın sizleri utandırmayacağım" sözünü tutacağından
emindik. Parti-Cepheli bir gerilla, komutan olarak onurlu namuslu bir şekilde
sözünü tuttun yoldaşım.
Ege dağlarından aldık haberini. 20 saat süren
destansı direnişinizle yolladığın selamını aldık. İbrahim Yalçın Arkanlar'ın, Berdanlar'ın, Bülent
Paklar'ın ayak izlerine karışmış ayak izleriniz. Aynı
koyaklardan geçmiş, aynı yerlerde mola vermişsiniz. Ege'nin sarı tütününden bir
sigara tüttürürken aynı türküleri söylemişsiniz. "Şimdi Biz Ege Dağlarında
Kanat Çırpan Şahinleriz" türküsü Gölgeli Dağlarında yankılanıp bize de
ulaştı yoldaş.
Hapishanede şehit haberleri almanın nasıl zor
olduğunu bilirsin. Böyle anlarda tutsaklık zor gelir insana. Dört duvarı,
parmaklıkları daha yakıcı hissetmeye başlar insan. Sanki bir el yüreğimizi
sıkar da ta derinlerden dayanılmaz bir acı duyarız. Öfkemiz hiçbir sınır
tanımaz olur. İşte sizin şehitlik haberiniz yine bu duyguları yaşattı bize.
Eğer şehit düşen yoldaşımızı tanıyorsak, onunla geçirdiğimiz her anı
hatırlamaya çalışırız. Söylenen küçücük bir söz mirastır artık bize. Yapılan sohbetler,
espiriler, birlikte yapılan işler, direnişilerimiz her şey şehitlerimizin anısı olarak
tazelenir, unutmamacasına kazınır beyinlerimize,
Şehit haberini aldığımızda şaşırmadık, ama kolay
olmuyor yine de. Birlikte çalıştığımız günleri düşündüm. Aklıma ilk gelen gülen
yüzün, pırıl pırıl bakan gözlerin oldu. Seninle 3,5
yıl tutsaklığı birlikte yaşadık. Son 1,5 yılda seni yakından tanıyabildim.
Önceler kültür çalışmalarında görürdük seni. Sayımız kalabalık olduğu için
herkesle yakından sohbetimiz olmazdı. Sen sessiz, sakin tavırlarından dolayı
öne çıkmazdın. Diyarbakır oyunlarını büyük bir zevkle oynardın. ''Esmerim,
Akrep Ezme, Diyarbakır Halayı''nı çok severdin. Oyuna
kendini öyle bir kaptırırdın ki yanındaki yoldaşı da çekiştirirdin. Anmalarımız,
kutlamalarımızın değişmez elemanıydın. Oyunlar sırasında taktığın gerilla puşisini son dönemlerde çıkarmaz olmuştun. Dağlara,
gerillaya özlemini böyle de ifade ederdin.
Sonra hukuk işlerini birlikte yürütmeye başladık.
Ağırbaşlı, olgun, mütevazı tavırlarınla herkeste daha baştan bir saygı
uyandırmıştın. Kültür çalışmalarından tanıdığımız Erhan değildin. O sessiz,
sakin, mütevazı görüntünün altındaki Erhan'ı yeni tanıyorduk. Olgun, insiyatifli, kararlı, coşkulu Erhan'ı tanıyorduk. Uzaktan
bakıldığında dikkat çekmeyen, birlikte çalışıldığında tanınan bir
yoldaşımızdın. Sessiz, sakin görüntünün altında nasıl coşkulu, kararlı bir
yürek taşıdığını biliyorduk. Gürüntünün değil, özün önemli
olduğunu bir kez daha sende görmüştük.
İlişkilerinde ağırbaşlı, mütevazı, saygılı
tavırların; işlerinde inisiyatifçi, kendine güvenli
yanlarınla hepimizden yaşça büyük izlenimi uyandırmıştın. Devrimciliğin özünü
kişiliğinde bütünleştirmiştin. Seni yaşça büyük sanmamızın nedeni de bundandı.
Büyük küçük herkes seni dinler, dikkate alır, saygı duyardı. Genç yoldaşlarımızdan
birisi olduğunu öğrendiğimizde çok şaşırmıştık. Bu sana karşı sevgimizi,
saygımızı daha da artırmıştı. Çünkü siyasi gelişiminle birlikte, Parti-Cephe
kültürünü kişiliğinde büyütmüştün. Devrimcinin dünyası büyük olunca, kişiliği
de büyürmüş. Sen bize bunu öğrettin yüreği büyük yoldaşım.
Halkımız devrimcileri ağırbaşlı, olgun, coşkulu
yanlarıyla tanır ve sever. Ege'nin yoksul köylülerinin seni çok sevip bağrına
bastığından eminim. Senin gibi genç bir Parti-Cepheli komutanın şahsında
kültürümüzü görmüş, güvenleri pekişmiştir.
Aldığın işlerin hakkını vererek yapardın. Elinde not
defterin ve dosyalar, avukatlarla davalar üzerine konuşur, notlar alır,
dosyalar hakkında ayrıntılı bilgiler verirdin. Dosyalardaki en küçük bir
ayrıntı dikkatinden kaçmazdı. Bu yanın avukatların da gözünden kaçmamış, seni
hukuk öğrencisi sanmışlardı. HÖP'ün çıkardığı
''Anayasa Taslağı''nı konuştuğun her avukata verir,
onlarla tartışırdın. Seni sever, saygı duyarlardı. Duyarlı yaklaşımınla ilişkilerinde
bir güven yaratmıştın. Kendine güvenli, soğukkanlı yaklaşımınla sorunları, eksiklikleri
rahatlıkla çözerdik. Sorunları büyütmez, küçük şeylerle uğraşmazdın.
Tutsaklıkta devrimciliği dolu dolu
yaşamak, işlere dört elle sarılmak, hapishaneyi bir okul haline getirmek önemlidir.
Sen bunu başardın yoldaşım. Hapishanedeki yaşamınla hepimize örnek oldun.
Samimi, içten sohbetlerinle yoldaşlık sıcaklığını hep hissettirirdin.
Öğrendiklerini paylaşır, aynı zamanda öğrenmeye çalışırdın. Devrimler çalışması
aldığımızda okuduğun, öğrendiğin yeni şeyleri büyük bir hevesle anlatır, bizim okuduklarmızı da aynı dikkatle dinlerdin. Zamanını boşa
harcamazdın. Kitap okumayı sevdiğin için avukatlardan yeni çıkan ya da
ihtiyacımız olan kitapları ister takip ederdin. Tahliye olduğunda, kitap ihtiyacımızı
bildiğin için kitap göndermiştin.
Sevgili Erhan seni en iyi yine sözlerin ve direnişin
anlatıyor. Ne diyordun "Parti-Cepheli olmak sıra neferi olmak,
coşkulu ve cesaretli olmaktır". Evet yoldaşım
bir sıra neferi, bir yönetici komutan olmayı başardın, sözlerinin altını yaşamınla,
devrimci kişiliğinle doldurdun. Halklarımıza unutamayacakları bir kahramanlık
destanı bıraktın. Ege dağlarında kanınızla sulanan topraklarda köklerimiz daha
sağlam şimdi. Güle güle sevgili yoldaşım.