Ergani
ARSLAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
Ergani, Partisine göndermek üzere “özgeçmiş”ini
yazarken, sıra “Kendinizi mücadelenin neresinde
görüyorsunuz?” sorusuna geldiğinde, hiç düşünmeden yazdı cevabını:
“Kendimi mücadelenin her zaman önünde görüyorum.”
Gülender, başka bir zamanda,
başka bir yerde, “özgeçmiş”ini yazarken, aynı soru onun da karşısına geldi. O
da şu cevabı yazdı bu sorunun altına:
“Kendimi mücadelenin tam ortasında görüyorum.”
Aynı kelimeler
gelmişti akıllarına. Aynı cümleyi kurmuşlardı. Yaşları farklıydı, memleketleri
farklıydı, cinsleri farklıydı, ama işte aynı duygularla atıyordu yürekleri.
Beyinlerinin kıvrımlarında aynı düşünceler dolaşıyordu. Tam ortasında idiler
hayatın. Kavganın en önündeydiler. O soruyu cevaplarken de işte yalnız bunu
ifade etmişlerdi.
*
Ergani Arslan, kendini
kavgaya sunmanın adıydı. Yurtdışında veya başka bir yerde, hiç farketmezdi. “Başından beri gerilla olma isteğim vardı, hiç
bir zaman kendimi kısıtlamadım. Her zaman daha iyisini yapma gayreti içinde bulundum.
Yapamam veya hayır gibi bir tutumum olmadı, aldığım görevleri yerine getirme
gayreti içerisinde oldum.”
Çünkü öylesine bir seçim değildi onunki. Öylesine
bir tercih değildi. “Kurtuluş” içinde herşey. Kurtuluş,
sihirli, tüm anlamları içinde taşıyan kelimesiydi belki de onun.
Hareket sizin için ne ifade ediyor diye soruluyordu
mesela; cevap veriyordu.
“Hareket
benim için umuttur. Çünkü, halkımızı kurtuluşa götürecek
öncüdür.”
Nedir hareket?
Cevap veriyordu:
“Kurtuluşa giden bir yoldur!”
Devrim yoluna atılırken ve devrimci harekete
katılırken, onu bunlara yönelten en önemli nedenlerden biri kulaklarında yankılanan
“Kurtuluşa kadar savaş” sözüydü belki de.
Almanyadan Dersimin dağlarına işte bu sözün
çağrısıyla dönmüştü.
*
Gülender kavgayı sevmişti ve
sevmişti kavgasının içindeki bir yoldaşını. Sevdalısının adı Yusufdu. Yusuf Aracı.
Kendini mücadelenin tam ortasında gören Gülender,
ve mücadelenin tam ortasında yer alan Yusuf, sözlenmişlerdi.
Öncesinde TÖDEF içinde omuz omuzaydılar.
Bir keresinde, Dicle ve İnönü Ünivesite'lerindeki
TÖDEFliler birleşip İskenderun Karaağaç
Beldesi'nde tatil yapmak için bir kamp kurmuşlardı. 1997 yılının Temmuzuydu. Yani Gülenderin Dersim dağlarında şehit düşmesinden
tam on yıl önce...
Evet, İskenderunda tatil yapacaklardı TÖDEFliler olarak. Ama onlar devrimciydi
ya; tatil yapamazlardı, kamp kuramazlardı. 20 öğrencinin bulunduğu kamp JİTEM
ve Özel Timler tarafından basıldı, tüm öğrenciler gözaltına alındı. Gözaltına
alınanlardan ikisi de Gülender Çakmak ve Yusuf Aracıydı.
Yedi gün boyunca işkence gördüler gözaltında. Yedi
günün sonunda çıkarıldıkları mahkemede 10 öğrenci tutuklandı. İkisi Gülender Çakmak ve Yusuf Aracıydı.
Yani dememiz o ki; işkenceleri, tutsaklıkları
paylaşmışlardı Yusufla. Ve sevdayı paylaşmışlardı.
Sözlendikten sonra, başka alanlarda başka görevleri
omuzlamak için ayrıldılar. Bu onlar için doğaldı; özgeçmişinde “Bana verilecek
her göreve hazırım” diye yazmıştı Gülender.
Özgeçmişlerin klasik sorularından biri olan “Örgüt
iradesine tabi olmaktan ne anlıyorsunuz?” sorusunun karşısına da “bu iradeyle
hareket etmeyi anlıyorum” diye yazmıştı. Ve elbette, yazdığı gibi yapacaktı. Ayrılıklar da içindeydi sevdanın. Sevmişti
Yusufu ve sevgisi her geçen
gün artıyordu; çünkü, kendi anlatımıyla sözlüsü Yusuf,
“bu hızlı süreçte kendini sürekli yenileyen, mücadelenin gerekleri neyse onu özveriyle
yerine getiren bir yoldaşımızdı.”
Bir daha karşılaşamadılar Yusufla. 2003ün
Martında onun şehit düştüğünün haberini aldı. “Yusuf halkı için, vatanın
kurtuluşu için kendini kavgasına adadı ve kavgada şehit düştü” diye yazdı. Aynı
yolda yürüyecekti Yusufun sevdasını da,
vasiyetini de yanında taşıyarak...
*
“Hareket” diyordu Gülender,
“Hareket benim için adaleti, onuru, eşitliği, özgürlüğü ifade ediyor.”
“Hareket” diyordu Ergani, “Hareket benim için bir
öğretmen, bir ailedir, sevdanın en güzelidir.”
Mutluydular devrim saflarında. Çünkü kurtuluş
yolundaydılar. “Ne mutlu ki böyle bir hareketimiz var, ne mutlu ki Parti-Cepheli
olma onurunu yaşıyorum.” diyordu Ergani. Ve devam ediyordu: “Varsam, umutlu ve
mutluysam bu hareketimin sayesindedir. Benim için kutsal olan her şeyin
başındadır hareket.”
Vardılar, umutluydular.
Umutluydular çünkü başlarının üstünde dalgalanan
umudun bayrağıydı. Vardılar, çünkü, örgütle,
ideolojiyle ve, ve işte demirinin soğuğunu hissettikleri bir araçla
donanmışlardı. Hayır, onun -silahların- ucundan bakmıyorlardı dünyaya. Hayır,
silahlar kumanda etmiyordu onlara. Tam tersine politikaları, inançlarıyla yol
gösteren ellerinin ucundaki tetiğe ve namluya. Devrimin onsuz olmayacağının
bilincindeydiler. İşte onun için Dersimdeydiler, onun
için dağlardaydılar.
“Örgüt iradesine tabi olmak”tan,
“Nerde görev verilirse orada olabilmeyi” anlıyorum diye yazmıştı Ergani. Görev
dağlardaydı.
Dağlar ki, mazluma sığınak olmuştu yüzyıllar boyu.
Dağlar ki, ezilenlerin isyanlarına yataklık etmişti. Gülender
için görev, aynı zamanda köylüsü Zehranın kavgasını sürdürmekti.
“Mücadeleye katılmam için çok nedenim vardı” diyordu
özgeçmişinde Gülender, “ama beni en çok etkileyen Devrimci
Sol dergileriydi. Ben onları okuyarak birşeyler
anlamaya çalışıyordum. Bizim köylü Zehra ÖNCÜ'nün
şehit düşmesi de beni çok etkileyen, bana yön veren olaylardır.”
Etkilenmeyecek gibi değildi Zehra. Girdiği son
çatışmada, yoldaşları şehit düştükten ve kendi mermileri de bittikten sonra,
elinde sımsıkı tuttuğu el bombasıyla, “teslim olacağını” söyleyerek düşmanın
üzerine yürümüş ve orada el bombasını çekerek, bedel öderken bedel ödeterek
şehit düşmüştü.
Şimdi Zehranın yerinde Ergani, Gülender,
Solmaz ve Yunus var. Şimdi Dersimin köylüleri, Hozatlılar,
Çemişkezekliler, Çorumun gençleri, Ergani, Gülender, Solmaz ve Yunuslara bakıp yön vereceklerdi
hayatlarına. Bu yön ki, kurtuluşun yönüdür, o hayatlar ki kurtuluşa adanmış
hayatlardır.
(Yukarıdaki anlatım, Yürüyüş dergisinin 6 Mayıs 2007 tarihli 103.
Sayısında yayınlanmıştır.)