Erdinç
ARSLAN'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
Ardarda yenilen operasyonlar
bizi geriye götürmüştü. Sapla-samanı ayırmak gerekiyordu ama bu o kadar kolay
değildi. İnsanları salt yazdıklarıyla tanımak yetmiyordu, pratikte de görmek
gerekiyordu... İşte el yordamıyla hareket ettiğimiz bu ortamda Hatay'a müdahale
etmede gecikmiştik. Platform çerçevesinde yapılan toplantılara Antakya'dan
katılan arkadaşlar vardı. Bu toplantılardan kim nedir, kimdir diye bazı
bilgiler topladıktan sonra gitmiştim Antakya'ya. Elimdeki bilgiler hamdı, onları
netleştirmek için bizzat görmem ve konuşmam gerekiyordu. Sohbet anlamında yaptığımız
toplantıda biri öne çıkıyordu. Herkes bir şeyler söylüyordu ancak biri vardı ki
söyledikleri anlaşılıyordu. Sağa sola çekilemeyecek kadar çok açık ve net
konuşuyordu. İşte sonradan tanıştığım ve hayran kaldığım bu yoldaş Erdinç
Aslan'dı.
ÇOK HIZLI TIRMANDI ÖRGÜT KADEMELERİNİ;
Antakya'da çok potansiyelimiz vardı. Ama dağınık ve
örgütsüzdü. Ortalıkta devrimcilik(!) yapan, daha doğrusu yaptığını sanan,
denetimden uzak, yaptıklarından kimseye hesap vermeyen, kendini sorgulamayan
birçok insan vardı. Bunlar Cepheli geçiniyordu ama düşünceleri Cepheli değildi.
Sivil toplumcu bir kafa yapısı hakimdi. Kimi
eleştirsen küsüyor, açık tartışma yerine dedikodu yapılıyordu. Nitekim bu
tipler çok değil, bir müddet sonra örgüt denetiminin girdiği tüm alan ve
kurumları terk etmekte gecikmediler. Kimse görev ve sorumluluk almak
istemiyordu. Görev ve sorumluluk alsa da denetlenmek istemiyor, yaptıklarından
dolayı hesap vermek istemiyor.
Devrimcilik örgütlü olmaktı. Örgütlü olmak ise bir
alanda ya da bir birimde görev ve sorumluluk üstlenmekti. O hazırdı buna. Önce
bir alanda, sonra bir birimde, ondan sonrada, "bir cepheli istediği yerde
değil ihtiyaç duyulduğu yerde olmalıdır" diyerek bölge düzeyinde görev
almaktan bir an bile tereddüt etmedi. “Hayır, yapamam” demedi. "Ailem var,
okulum var" gerekçelerini ileri sürmedi. Önderliğin, "daha fazla
görev ve sorumluluk alın" mesajını iyi kavramıştı. Öyle ki bir zamanlar
ona devrimciliği öğretenler, öğretmeye kalkanlar artık onu kıskanıyordu.
O GEÇTİĞİ HER YERDE İZ BIRAKTI;
“Bir
devrimci geçtiği yerde iz bırakmalıdır.” Erdinç geçtiği her yerde, konuştuğu
her insanda iz bırakmıştır. Büyüklerle büyük, küçüklerle küçük olmasını bilmiştir.
Hani bir devrimcide olması gereken iki temel unsur var ya; bir vatanını, iki
halkını sevmek işte bunlar Erdinç'in mayasında vardı. Büyüklere karşı saygılı,
gerektiğinde elini öper, gerektiğinde onlarla saatlerce sohbet ederdi. Kimi
kendini beğenmiş, ukala tipler gibi onlara "moruk" demezdi. Onlarla
sohbet etmekten sıkılmazdı. Bir hafta önce gittiğimiz bir evde yaşlı insanlarla
yaptığı sohbeti saatlerce dinledim. Ama ailem vb. gerekçeler gösterip
mücadelenin uzağına düşenlere de çok kızardı. Küçükleri severdi. Köyde küçük
çocuklardan oluşturduğu küçük bir korosu vardı. Onu gördüklerinde yumruklarını
havaya kaldırarak "yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Partisi, yaşasın
Önderimiz Dursun Karataş" sloganlarını atarlar. Bu onların selamı
olmuştur. Arap Milliyetinden olup daha önce şehit olan tüm yoldaşlarımızın
özelliklerini taşıyordu. Onlara çok benziyordu. Bedii'den, Kemal Askeri'den, Ahmet Öztürk'ten, Devrim Yaşar'dan hepsinden birer parça almıştı.
AİLESİNİ ÇOK SEVERDİ;
Ailesini çok severdi. En çok da
annesini. Yine en çok da annesiyle tartışırdı. Bunun nedenini ise şöyle
açıklıyordu. Düzen ailelerimizi bize karşı örgütlüyor, mücadelemizin önüne set
olarak dikiyor. O halde kendimizi değiştirirken ailemizi de beraber
değiştirmeliyiz. Biz de ailelerimizi düzene karşı dikmeliyiz. "Annem iyi
bir halk meclisi çalışması yapabilir", "onu dönüştürmem gerekiyor"
derdi. Her devrimcinin ailesini dönüştürmek için bir programı olmalıdır. Hatırlıyorum,
bir gün bir arkadaş ailesinin hazır olmadığını söylediğinde ona,"ne yani
şu anda senin ailenin seni allayıp pullayıp hadi oğlum git, halk kurtuluş
mücadelesine katıl seninle gurur duyuyoruz, sakın ülkemizi emperyalistlerden
kurtarmadıkça eve gelme, demelerini mi bekliyorsun?" demişti. Ve
arkasından "peki ailem hazır değil diyorsun, o halde onları hazırlamak
için bir programın var mı? Diyelim ki iki-üç ay sonra hazır olacaklar mı?
Felsefeyi diyalektiği okuyorlar mı?" sorularını sormuştu. Ona göre
birisinin devrimcilikte ciddi olması için ilk önce ailesine karşı mücadeleyi
kazanması gerekiyordu.
GÜNCEL GELİŞMELERİ TAKİP EDERDİ;
Zaman değişti, teknik ilerledi. Kalıplara takılıp
kalamayız. Düşman bizim önümüzde. Eğer yetişip onları geçmek istiyorsak
güncelliği yakalamalıyız. Bunun için Yaşadığımız Vatan çıktığında çok
beğenmişti. Günlük politikayı en iyi biz yapıyoruz derdi ama bu yetmez, bizim
de katkımız olmalıdır. Bundan dolayı yolda, sokakta nerede bulursa okuduğu
gazetelerden varsa haberleri kesip cebinde taşırdı. Olanaksızlıklarına rağmen
günlük haberleri kaçırmazdı. Birçok yeni haberi ondan öğrenirdik. Gelişmeleri
ona sorardık. Dahası yorumları çok sağlıklıydı, isabetliydi. Bazen kendisine
sorardık, "bizden habersiz partiden görüştüğün birileri mi var?" Yok
derdi gülerek.
OKUMAYI VE YAZMAYI İHMAL ETMEZDİ;
Okumak bilgidir, bilgi ise güçtür. Bunu biliyordu.
Onun için okumayı ihmal etmezdi. Eğitim programını ilk o bitirmişti. Leninizmin İlkeleri en çok beğendiği kitaptı. Onun için
"temel kitap" diyordu. Bazıları kitap okuduklarını söyler ama gerçekten
okuyup okumadıkları pek anlaşılmazdı. Çünkü ne okudukları kitapla ilgili bir
konu anlatır ne de o konuda bir soru sorardı. Ama Erdinç öyle yapmazdı. Okuduğu
kitabı mutlaka anlatırdı. Başkalarının da onu okuması için teşvik ederdi. Okumayı
sevdirirdi. Okumak kadar yazmayı da severdi. Güzel yazardı. Yazmak için öyle
enine boyuna düşünmezdi. Bir çocuk nasıl aklına geleni söylerse o da tıpkı o
çocuk gibi düşündüklerini yazıya dökerdi. Sonra onu gözden geçirip cümle
yapısını düzenlerdi. Şiir yazardı, yazmayı severdi.
YOLDAŞLARINI SEVERDİ;
Liberal değildi. Gerektiği yerde eleştirmekten
çekinmezdi. Eleştiriyi sevginin bir ifadesi olarak görürdü. Biri için "Eğer
devrimci olacaksa eleştiriye tahammül etmesi gerekir" derdi. Tartışmayan,
eleştirmeyen özeleştiri de veremez. Özeleştiri vermeyen gelişemez ve devrimci
olamaz. Küçük burjuva niteliği itibarıyla Antakya Arap gençliği eleştiriye
karşı başta tepkilidir. Eleştiriyi hakaret olarak telakki ederler. O bunu
çoktan aşmıştı. Bu konuda Sabahat Karataş'ı örnek
verirdi. "Eğer biri arkadaşını, yoldaşını seviyorsa onu mutlaka eleştirmeli
ve geliştirmelidir. Eleştirmeyen liberaldir ve arkadaşlarını sevmiyor
demektir" derdi. Parasını onlarla paylaşır, aç olup olmadıklarını sorardı.
Ekmeği çok severdi ama savaşçı adayları ile ilgili perspektif yazısını okuduktan
sonra oto-kontrol sistemini geliştirmiş ve ekmek yememeye başlamıştı. Sırf
bundan dolayı son süreçte bayağı kilo vermişti.
YÖNETİCİLİK YETENEĞİNE SAHİPTİ;
Bunun için çaba sarf ediyor, zaman ayırıyordu. Bir
konuyu asla çözümsüzlükte bırakmazdı. Çözemediği konu veya konuları mutlaka
sorardı. Tartışmalarda küçük notlar alırdı. Hareketliydi. Bazen bir gün içinde,
üç-dört şehri dolaşırdı. Devrimci yaşam ve davranış kurallarını benimsemiş ve
mantığını kavramıştı. Sevmeyeni de vardı. Özellikle küçük burjuva gururuna
teslim olmuş kibirli birçok insan onu sevmezdi. Ama "yiğidi öldür hakkını
ver" misali kimse de kalkıp onun hakkında devrimci yaşam ve davranış
kurallarına aykırı bir durumunu gösteremez.
***
Yoldaşlarının Erdinç'le İlgili
Anılarından:
"Erdinç'i yeni tanıyordum. Oturduk sohbet
ediyoruz kitaplar hakkında. Kim hangi kitabı okuyor vs. Herkes bir sayıyor, bir
sayıyor gözlerim açık kaldı. Bana döndü, dedim ki benimkiler parmakla sayılır,
bu sayılan kitapları da ilk defa duyuyorum. Bana liste yaptı, bunları en kısa
zamanda okursun diye... 35-40 tane kitap... Hem de uyku getirenlerden. Aldım
elime, dedim sen bana bunları oku, ben senin yerine tarlaya gider sularım...
Neyse, bu kitapları neden bana okutuyor anlamadım. Kendisi de anlatmadı.
Meğerse benim Türkçemi geliştirmek içinmiş. Bun da başka bir arkadaş söyledi.
Ben de gittim Erdinç'in yanına, dedim "helal
olsun. Türkler Kürtleri asimile ediyor, sen de beni asimile ediyorsun. Arap
Arap'ı asimile eder mi hiç?" Tabii güldü. Sonra yöntemi değiştirdi.
Bir sürükleyici, bir uyku getiren kitapları dizdi, bana öyle okuttu."
...
"Bir arkadaş vardı. Öyle güzel konuşurdu ki,
hangi felsefeci ne demiş, hepsinin sözlerini ezberlemiş. (Tabi sadece
ezberlemiş) Neyse, ben onun yüzünden Erdinç'imizle çok kavga ettim. "Niye
ben onun gibi konuşamıyorum" diye başının etini yedim. Sonunda "onun
gibi konuşmak istiyorsan gel" dedi. Halk sınıfı'ndaki
sözlük bölümleri vardı ya, başından sonuna kadar okuttu bana. Dedi, "şimdi
konuş" ilk konu faşizm oldu. Orda okuduğum baskı, zulüm vs. vardı,
tanımını yaptım. "Bana örnek ver" dedi. Ben de verdim. Nasıl mı?
Bizim mahallede bir adam var, eşini her gün dövüyor. "Bir adam eşine
sürekli işkence baskı yapıyorsa, bu faşizm demektir" dedim. Öyle bir
gözlerini açtı ki... Tamam, doğru, ama adamın yerine başak bir şey koy" dedi.
İşte böyle anlata anlata bir şeyler kaptırdı bana.
Tabi ben hep köylülerden örnek veriyordum. Öyle daha rahat aklımda kalıyordu."
***
ŞİİR
Erdinç
Aslan'a
Hatay sıcak memlekettir yoldaşlar
kavurur, yakar sıcağı...
hele bir de
Samandağı vardır ki Hatay'ın...
bir sıcağı kalır akılda
bir de insanları...
Yarışır Samandağ'ın
sıcak havasıyla
insanın sıcağı,
geçer havayı...
ve sarar dostun yüreğini...
Adana bir o kadar sıcaktır,
Samandağ kadar...
hele geceleri
ve hele de
kimi geceleri...
O gecelerde
tek ten değil
yürek de kavrulur
o gecelerde
kahpe pusular kurulur
Ve o gecelerde
gülüşü altın sarısı
yiğitler vurulur...
Sen Samandağ'ın yağız delikanlısı
Sen Adana sokaklarının kartalı
gittin sen de
Yüreğinde
Ulucanların kini
ve ardında
yoldaşlarının; "şimdi
sorulacak hesaba
bir hesap daha eklendi"
diyen yürekleri...
Samandağ'ın insanı sıcaktır
dedik ya yoldaşlar
hele de o insanın yüreği
sevdalıysa umuda
lafı bile olmaz sıcağın
alevdir,
yangındır artık elleri..
Yakar dünyayı sevdası için
Vurur zalimi hesap için...
Samandağlının
o gümbürtülü sesi
Umuda sevdalının yüreğinden
fırlayan
slogandır artık
ve Samandağlının vefası
uğruna ölünesi
sevgidir, yoldaşlıktır artık
senin yangın yüreğin
bir kez daha
yaktı yüreğimizi yoldaşım,
ve biledi bir kez daha...
aklımız, yüreğimiz
dalıp giderken Ulucanlar'a
şimdi bir de
ulaşıyor sana...
selam söyle yoldaşım
selam söyle gittiğin yere
selam söyle tüm yoldaşlara...
ne senin, ne onların
açık kalmasın gözleri
ferah olsun yüreği
düşman kanı akmadıkça
bu topraklar
bir kez daha
o kanla sulanmadıkça
rahat yok bize..