Ercan ÖZÇEKEN'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Buca Cezaevi DHKP-C Tutsakları Anlatıyor:

 

18 Ocak 1996 günü İzmir Buca'da, yoksul bir gecekondu evinde, karanlık sokakları ışıldatan bir şimşek çaktı. Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi'nin kahraman bir savaşçısı, düşman kuşatmasına meydan okuyup, yoldaşlarının teslim olmama geleneğine yeni bir halka ekleyerek ölümsüzleşti. Halk Kurtuluş Savaşımızın yiğit bir sıra neferi olan Ercan Özçeken yoldaşın onurla dalgalandırdığı bayrağımız, savaşan yoldaşlarımızın ve uğruna savaştığımız emekçi halkımızın ellerinde kutsal bir emanet olarak zafere dek taşınacaktır.

Kürt milliyetinden yoksul bir ailenin çocuğu olan Ercan yoldaşın ailesi Kars'tan gelerek İzmir Küçükçiğli'ye yerleşmiştir. Bu nedenle yaşamı Küçükçiğli'de geçmiştir. Evlerinde Kürtçe konuşulur.

O, Küçükçiğli'nin "haydududur, rüzgarın oğlu”dur. Kime sorsanız "delikanlı bir çocuktu" diyecektir onun için. Yiğit bir delikanlıdır, Gözünü budaktan sakınmaz, korkularla barışık değildir. Tek başına bile herkese meydan okuyabilir. Kavgasız günü de geçmez. Bundan dolayı "haydut" derler ona. Ama onun kavgaları haksızlıklara, namussuzluklara, adaletsizliklere karşıdır. Her kavgasında haklıdır. Bu nedenle tüm Küçükçiğli halkının sevdiği biridir.

Örgütlü mücadeleyle tanışmadan önceki kavgalarının birinde bir bayana sarkıntılık eden faşisti döverek cezalandırır. Faşistlere karşı öfkesi zaptedilemez durumdadır. Küçükçiğli'de MHP örgütlenmesini yapan bir faşisti ve yanındakileri bıçaklar ve Buca Cezaevi'nde bir ay tutuklu kalır. Cezaevinde de adli koğuştaki MHP'lilere diz çöktürmeye devam eder. Tahliye olunca MHP'lilerin örgütlenmeye çalıştığı Küçükçiğli'li gençlerle tek tek konuşur, onları uyarır ve MHP'lilerin tabanı dağıtır. MHP'liler evlerine mahallenin arkasından dolaşarak gidip gelmeye başlar.

Ercan yoldaş, tek başına girdiği bu kavgalardan sonra, örgütlü mücadeleye katılmaya karar verir. Çünkü faşizme karşı mücadele MHP'ye karşı olmakla sınırlı değildir ve örgütlülük gerektirir. Cesaretli ve savaşçı kişiliği nedeniyle O'nu zapdetmek çok zordur. Halk düşmanlarından bir an önce hesap sormak istemektedir. Zaten silahlarla içli dışlı büyümüş, "aletsiz" gezmemiştir. Yani ya bir tabanca, ya bir satır belinden eksik olmamıştır.

Küçükçiğli, devrimciliği bilen ama devrimcilik yapmayanların yoğun olduğu bir yerdir. Ercan yoldaş devrimci düşünceleri ve halkı uğruna ölümüne savaşarak Küçükçiğli'nin gururu olmuştur. Delikanlı yaşamış, sözünün eri olmuş, kavgasına sadık kalmıştır. Silahlı savaşa sempatisini lafta bırakmamış, savaşın istediği bedelleri göze alarak kavgaya dalmıştır.

Ercan Özçeken yoldaş, kavgacı olduğu kadar duygusal biridir... Saygıda kusur etmez. Sözünü bilir ve yeri gelince efendi bir tavır takınır, yani kime nasıl davranacağını bilir. Devrimcilere büyük saygı ve sevgi beslemiş, cüretini ve kararlılığını mücadeleye taşımıştır. Örgütsüz yaşamından tanıdığı arkadaşlarını lümpen ve serseri yaşamlarından koparmaya çalışmış, onlara mücadeleyi ve onurlu yaşamı taşımaya çalışmıştır.

Birgün Buca Cezaevi'ne göndermek için eşya toplanmaktadır.

Ercan yoldaş, yeni aldığı gömleği getirince çok yoksul olduğundan ve üzerine giyecek elbisesi olmadığından "olmaz" denir. "Yahu canımı sıkmayın, mutlu oluyoruz işte, hem ben yeni şeyler giyemem" der. Gerçekten de yeni bir şey giyince utanır, sıkılır. Mütevazi kişiliği giyimine kadar yansımıştır. Övünmeyi sevmez, kendisini övenlere kızar.

Başkomutanımız Dursun Karataş'a büyük bağlılığı vardır. "Aslanım benim be! Ben bu adamın yoluna ölürüm." diyerek sevgisini kendi üslubuyla dile getirir.

Ercan Özçeken Yoldaş, halk düşmanlarına olan kinini ve öfkesini örgütlü mücadeleye aktarmasını bilerek DHKC saflarında tereddütsüz yer almış, İzmir'in yoksul gecekondu sokaklarına umudu, faşist odaklara halkın adaletini götürmüştür. İzmir toprakları bağrına aldığı her tohumda bereketlenmekte, DHKP-C'nin iktidar mücadelesi varoşlarda yankılanmaktadır. Her şehidimiz, her tutsağımız ve kavgaya yeni katılan her yoldaşımız Ege topraklarına saldığımız yeni bir kök olmaktadır. Köklerimiz derinde, halkımızın bağrında, yoksul kondularda, fabrikalarda, okullarda ve köylerdedir. Köklerimizi besleyen emekçi halktır. Hergün yeni Ercan'lar özgür vatan için, devrim ve sosyalizm için, halkların kardeşliği için DHKC saflarına katılmaktadır. Düşmanın zafer sarhoşluğu nafiledir ve er ya da geç halkın balyozlaşan yumruğu altında ezilecektir.

And olsun ki, şehitlerimize layık olacak, onlardan devraldığımız bayrağımızı düşürmeyecek, katillerden hesap soracağız.

Buca Cezaevi DHKP-C Tutsakları

 

(Bu anlatım Zafer Yolunda Kurtuluşun 27 Ocak 1996 tarihli

 29. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

 

Ercan yoldaş lokanta gibi küçük bir işyerinde çalışıyordu. O zamanlar Hakan olarak tanıyordum. Onun devrimci olduğunu bilmiyordum. Her gittiğimizde mutlaka önümüze en iyi yemekleri koyar, tok olduğumuzda da mutlaka birşeyler içmek için ısrar ederdi. Genelde çay tiryakisi olduğumuz için çay boşunu alır hemen yenisini getirirdi. Biz her ne kadar "getirme artık" desekte o yine getirirdi. Bunun yanında çok sıcak davranıyordu. Biz "niye böyle davranıyor, her herhalde devrimcilere çok büyük bir saygısı var" diye tahmin ediyorduk. Daha sonra öğrendim Kurtuluş'da çalıştığımı biliyormuş. Bizse onunu durumunu bilmiyorduk. Fakat bu sıcak davranması sadece bize değil tüm halka karşı aynıydı.

Birgün yine yol polisler tarafından kesilmişti ve bizde o bölgedeydik. Hemen oradan kalkan şehir içi minibüsüne atlayarak gidip tekrar geri döndü. Yolun açık olduğunu bize iletti. Bu arada kendisi aranıyormuş. Burada gördüğüm yoldaşlarını kendinden daha çok seviyor ve kendini tehlikeye atarak yoldaşlarına bir haber verebilmek için ve yoldaşlarının başına birşey gelmesin diye ne kadar çaba sarfettiğiydi. Çünkü Ercan Yoldaş, yoldaşlık ilişkisini bir çıkar temeline dayandırmıyor. Yoldaşlarını korumak ve onlara zarar vermemek için kendi hayatını tehlikeye atabilen bir insan tabii ki ölümü de öyle sıcak karşılar. Böyle bir insan tabii ki kuşatıldığı üste düşmana teslim olmaz. O geleneklerimize gelenek katarak şehit düştü. Yoldaşları gibi ölümü gülerek kucakladı. Ercan yoldaştan öğrenecek çok şeyimiz var.

 

***

 

Yoldaşları anlatıyor:

“Kanıyla DHKC'nin adını duvara yazan ilk Parti-Cephe savaşçısı”

 

Parti-Cephe'de gelenek sürüyor. Devrimci Sol'dan DHKP-C'ye devam eden düşmana teslim olmama, direnme, inançlarını duvara kanlarıyla yazma geleneğidir bu. Ve bu gelenek Parti-Cephe savaşçılarınca sürdürülüyor. Bu gelenek Adana'dan Ankara'ya, İstanbul'dan İzmir'e devam ede geldi. Ve kurtuluş bayrağı oligarşinin burçlarına dikilene kadar devam edecektir.

Bu geleneği sürdüren Halk Kurtuluş Savaşçısı Ercan Özçeken 18 Ocak 1996 akşamı İzmir'de oligarşinin cellatlarınca kuşatıldığında yalnızdı. Kaldığı ev katil sürülerinin kurşun yağmuru altında kaldığında Ercan Yoldaş halkın umudunu savunmaktan onur duyduğu Parti-Cephe'nin adına son nefesine kadar sahip çıktı. O katledildiği evde düşman kurşunlan altında son nefesini vermeden önce kanıyla DHKC yazmaya çalıştı. Ancak DHK... yazabildi ve şehit düştü.

Ama o son nefesine kadar düşmanla savaşını sürdürdü. Kendi kanıyla yazdığı DHK... bir kez daha yeniyordu düşmanı.

Ercan Yoldaş kanıyla DHKC'nin adını duvara yazan ilk Parti-Cephe savaşçısı olma onurunu taşıyor.

O'nun kanıyla duvara inançlarını yazması faşizmin kelle avcılarını çileden çıkardı. Katiller o denli acizleştiler ki, Ercan'ın duvara kanıyla yazdığı yazıyı yanıbaşında biriken kanına batırdıkları postallarıyla silmeye çalıştılar ama başaramadılar, yazı okunuyordu.

Onlar yani Koçlann Sabancıların, emperyalizmin uşakları, kiralık katiller ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Duvara kanla yazılmış bir tarihi sileceğinizi mi sanıyorsunuz? Herşey bir kaç harften ibaret mi sanıyorsunuz? Silmeye çalıştığınız birkaç harf değil, bir tarihtir. Bu tarihi silmeye de gücünüz yetmez.

Haydutlar sürüsü, Parti-Cephe çizgisini sürdürenler bilirler ki, devrimle karşı-devrim, emperyalizmle hafklar, emperyalizmle sosyalizm karşı karşıya geldiğinde hiçbir tereddüte yer yoktur. Parti-Cephe savaşçıları çok iyi bilirler ki, bu çizgi, bu gelenek her koşulda direnmenin, düşmanla cepheden savaşmanın adıdır. Bu ad dün Devrimci Sol, bugün DHKP-C ile sürüyor. Bu çizginin savaşçılarınca ete kemiğe bürünen, oniarca savaşçının şehit düşmesiyle de kökleşmiştir. Bunu hiçbir güç yok edemez...

İşte bu geleneği sürdüren DHKC savaşçısı Ercan Özçeken de taşıdığı bayrağı daha yükseklerde tutarak yere düşürmedi.

Çünkü Ercan Yoldaş çok iyi biliyordu ki, taşıdığı bayrak vatandı, ulustu, özgürlüktü, namustu. Bu bayrak düşmana bırakılamazdı, bırakmadı da. Son nefesini verdiğinde duvarda Umudun Adı okunuyordu duvarda. O son nefesini verdiğinde "DHK" yazabildi. Ama dost da düşman da O'nun neyi yazmak istediğini çok iyi biliyordu. Düşman Ercan Yoldaşın DHKC yazacağını çok iyi bildiğindendir ki çileden çıkıyordu, silmeye çalışıyordu. Duvardaki yazı özgür vatan toprağıydı ve kanla sulandı.

Ve artık kan konuşuyordu. Vatan duvardaki kandı. Düşmanın silmeye çalıştığı kan özgürlüktü, namustu, onurdu. Ve düşmanın gücü bunu silmeye yetmiyordu. Ercan Yoldaşı katlettiler ama bayrağı teslim alamadılar.

Ercan Yoldaş, Adana'da, silahlarının olmadığı Ankara'da kurşunlarının kalmadığı yerde kanlarını düşmana kurşun yapan Esma'ların, Eyüphan'lann yoldaşıydı.

O, Çiftehavuzlar'da kuşatma altında "Cesaretiniz Varsa Gelin" deyip Devrimci Sol'un bayrağını dalgalandıran Sabo'ların yoldaşıydı.

O, Bahçelievler'de "Devrimci Sol'cular asla teslim olmaz" diyen Avni'lerin, Bağcılar'da düşmana "Asıl Siz Devrimci Sol'un Adaletine Teslim Olun" diye haykıran, tilililerle ölümü kepaze eden Hüseyin'lerin yoldaşıydı. Aynı gelenekten geliyordu.

O, Dersim kırsalında kuşatıldıklarında silah elde çatışan, marş, slogan ve tempolu ıslık sesleri arasında ölüme meydan okuyan, düşmanı çileden çıkaran Kemal Askeri'lerin yoldaşıydı.

O, Halklarımızın kurtuluşunun silah elde savaşmaktan geçtiğine inanan Kızıldere'de kuşatma altında "Biz Buraya Dönmeye Değil, ölmeye Geldik" diyen ve hiçbir koşulda teslim olmayan Mahirlerin Cihan'ların geleneğini sürdürüyordu.

O, Devrimci Sol'un, DHKP-C'ye dönüşmesinden sonra Parti-Cephemizin ismini ilk duvara yazma onuruna sahip olan bir yoldaşımızdır.

O, geleneğimizi Devrimci Sol'dan DHKP-C'ye taşıyan bir parti-cepheliydi.

Gelenek Ercan'larla sürüyor sürecektir...

 

(Bu anlatım Zafer Yolunda Kurtuluşun 3 Şubat 1996 tarihli 30. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 Geri