Ercan  Gündoğdu'yu Yakınları, Yoldaşları

Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşının anı-öyküsünden Ercan:

 

Yeşilin her tonunu içinde barındıran fındık bahçelerine bakıyordu Aykut. Aylardan mayıstı. Bu aylarda fındık yaprakları, dalları, delercesine çıkmaya devam eder, büyük bir coşkunluk yaşarcasına doğayı kaplardı.

Her sene bu zamanlar fındık bahçelerini izlemek, Aykutu da çözümleyemediği bir coşkunluk içine süreklerdi. Oysa şimdi yaşadığı duygular biraz farklıydı. Şimdi içindeki coşkunluk, hesap sorma isteği ile buluşmuş, Aykut'un tarif edemediği ama kutsal olduğunu bildiği bir duygu doğurmuştu içinde.

Oturduğu yüksekçe taşın üzerinden fındık ağaçlarına, 8-10 fındık ağacının oluşturduğu düzenli ocaklara bakmayı sürdürdü Aykut. İster istemez bahçenin en sonunda bulunan fındık ağacına takıldı yine gözü. Ercan Gündoğdu'yu işte orada pusuya düşürmüşlerdi. Farkında olmadan yumruğunu sıktı, bir kez daha Ercan'ı düşünmeye başladı. On gündür aklından hiç çıkmayan Ercan yoldaşı.

"Meğer ne çok şey yaşamış biriymiş" diye seslendi kendi kendine. İstanbul'dan gelen yoldaşların Ercan için anlattıklarını hatırladı bir kere daha:

"Aksaray DEV-GENÇ'in militan savaşçılarındandı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde okuyordu. DEV-GENÇ'in mücadele ruhunu her zaman üzerinde taşıdı. Sıcak, yoldaşlarınca sevilen ve son derece içten bir yoldaşımızdı... Devrimcilik onun yaşam biçimiydi. Faşistlere olan kini ne kadar keskinse, yoldaşlarına olan sevgisi de o kadar büyüktü. Onca koşturmacanın arasında bile yoldaşlarının sağlık sorunlarıyla ilgilenir, hastanelerde onları parasız tedavi ettirir, yoldaşlarının tedavisi için servis servis dolaşmaktan biraz olsun erinmezdi... İnsanı sarmalayan sıcaklığı ve sevgisiyle tüm yoldaşlarını kucaklamaya çalışırdı...

DEV-GENÇ'in iyi bir yöneticisiydi. Karadeniz insanıydı ve en büyük isteklerinden biri Karadeniz'de çalışmaktı. Bu isteğiyle şehit düştü... Kanı yerde kalmayacak."

"Kanı yerde kalmayacak" diye içinden tekrarladı Aykut. Sonra yine Ercan yoldaşı için dinlediği başka anlatımlar geldi aklına.

DEV-GENÇ'in İstanbul Aksaray'daki çalışmaları dendiğinde akla gelen ilk isim Ercan'dı. Aksaray DEV-GENÇ'in sorumlu yöneticilerindendi... O mücadelesini sadece üniversitedeki öğrencilerle sınırlı tutmazdı. İnsanlarla kısa sürede sıcak ilişkiler yakalayabilme özelliklerini, gerek üniversite personeliyle, gerek öğretim görevlileriyle ilişkilerde değerlendirip, kalıcı bağlar yakalamasını bildi. Onun DEV-GENÇ'in çevre örgülenmesi içersinde gösterdiği çaba bugün bile anlatılır ve hepimize örnektir. Öyle ki, Kocamustafapaşa'dan, Şehremini'ye, Çapa'ya kadar, ilerici demokrat özellik taşıyan herkes Ercan'ı tanır ve severdi. Bu bölgelerdeki insanların pek çoğu onun emeği ve çabası sayesinde devrimcileşmiştir. Bu özellikleriyle İstanbul DEV-GENÇ'in örnek yöneticilerindendi.

Onun yöneticiliği bizzat, anti faşist mücadelenin sıcak pratiğin içinde anlamını buluyordu. Faşizme karşı mücadeleyi kimi oportünist reformistler gibi sadece sivil faşistlere karşı mücadele olarak görmemesiyle net bir bakış açısına sahipti. Bu bakış açısıyla İstanbul'da faşizme karşı yürütülen mücadelenin her biçiminde yer aldı. Denilebilir ki, anti faşist mücadelede her tür eylem tarzının içinde bulunmuştur.

Yönetici özellikleri kadar, militan özelliklere de sahipti, Ercan yoldaş. Onun 'işkence ve faşist teröre karşı mücadele kampanyası' içerisinde gerçekleştirilen Yedikule Polis Karakolu'nun basılması ve silahsızlandırılması eyleminde gösterdiği tavır, hepimize örnektir. 80 Şubat'ında gerçekleştirilen bir eylemde, silahların gelmesi konusunda bir aksaklık yaşanıyor. Eylem saatinde silahları getirmesi gerekenler ortada yoklar. Ercan bu durumda, silahların gelmesi için bekleme ve eylemi yapma anlayışıyla öneri getiriyor. Yani iptal edelim değil, yapalım diyor. Sonuçta ne olursa olsun, o andaki aksaklığa rağmen eylemi yapma düşüncesi ortaya çıkıyor. Bir müddet daha bekleniyor ve nihayet silahlar geliyor. Eylem için saat uygun olmamasına rağmen Ercan büyük bir cüretle eylemin yapılması yönünde düşüncesini belirtiyor. Sonuçta silahlar çabuk bir şekilde savaşçılara dağıtılarak eylem başlatılıyor. Eylemde program dışı gelişen aksaklıklar olsa da eylem başarıyla bitiriliyor. Bu başarıda Ercan yoldaşın soğukkanlı ve cüretli tavrının büyük bir payı vardır. Ercan, eylemden sonra yapılan değerlendirme toplantısında da herkesin ders çıkaracağı bir yaklaşım ortaya koyuyor. Eylem öncesi silahların gelmesi konusunda yaşanan problem, eylem başlarken polis karakoluna giriş, eylem bittikten sonra geri çekiliş vb konular eleştiriliyor, değerlendirmeler yapılıyor. Ercan yaralı bir yoldaşımızın olması durumunda tedbir alınmadığından söz ediyor ve bunun eylemin eksikliklerinden biri olduğunu vurguluyor. Gerçi eylem sırasında Devrimci Sol savaşçıları yaralı ya da kayıp vermemişlerdir ama pekala böyle bir durum meydana gelebilir. Ercan'ın yoldaşlarına olan duyarlılığına bir örnektir bu olay.

Ercan yoldaşın bu eylemden sonra yaşadığı kısa süreli bir tutsaklık var, bir operasyon sonucu gözaltına alınıyor. Gözaltında değerlerimize sahip çıkarak onurlu bir tavır sergiliyor. Bu gözaltı sırasında üzerinde bir silah çıkmasına rağmen, işkenceci polisler bu silahın ona ait olduğunu dahi kabul ettiremiyorlar... Daha sonra tutuklanıp o dönem yeni açılan Davutpaşa Askeri Hapishanesine gönderiliyor. Davutpaşa hapishanesinin o dönemki durumu tam bir rezalet. Hapishanede ranza bile yok. İnsanlar yerlere battaniye serip öyle yatıyorlar. Sular akmıyor, insanlar bitlenmiş durumda. Öte yandan hapishanenin müdürü olan Adnan Özbey adındakı faşist albay burada bulunan tutsaklara tam bir zulüm politikası uyguluyor. Ercan yoldaşın direngen, kararlı ve taviz vermez kişiliği burada da öne çıkıyor.

O dönem yaşanan zor koşullara rağmen diğer yoldaşlarıyla da uyumlu bir hapishane yaşamı oluyor Ercan yoldaşın. Doktor olmasından dolayı insanların yaşadığı sağlık problemlerinde ayrım göstermeden koşturan biri oluyor. Kısa süren hapishane yaşamında çeşitli sorumluluklar da almıştır. Hapiste o dönem diğer oportünist reformist kesimlerden de insanlar vardır. Ercan'ın onlarla girdiği ideolojik tartışmalar onun çelikleşmesinde bir rol oynamıştır.

 Ercan yoldaş, 80 Nisan'ının başında tahliye olur. Örgütümüz onu iyi bildiği ve çok istediği Karadeniz'de görev almak üzere buraya gönderiyor.

 Şehit düştüğünde örgütümüzün Doğu Karadeniz bölge sorumlusudur...

Aykut tüm bunları bir kere daha düşündü. Ercan Gündoğdu bölgeye geldiğinde onunla çalışan insanlardan birisi de kendisiydi. Ercan bölgeye geldikten sonra gerçekten de hızlı bir gelişim yaratmıştı. Karadeniz'in ona yabancı olmayan sevecen insanı onu bağrına basmakta gecikmemiş, kısa zamanda halk tarafından sevilen, aranılan bir insan haline gelmişti. Ercan'ın öne çıkan bir özelliği de halkla kurduğu bu bağı örgütlü güce dönüştürmek için harcadığı yoğun çabaydı. Özellikle Karadeniz Kır Gerillası'nı yaratma yönünde önemli hazırlık çalışmaları vardı Ercan'ın. Kır gerillasının alt yapısı olarak değerlendirilebilecek köy ilişkileri, lojistikler, silah temini gibi konularda elle tutulur aşamalar kaydetmişti. O Karadeniz'de var olan büyük potansiyeli iyi görüyor, bu potansiyeli devrime akıtmak için gecesini gündüzüne katıyordu... O'nun  kadar düşman da farkındaydı bu potansiyelin. Giderek çeşitli biçimlerde örgütlenmeye başlayan halk, oligarşinin Karadeniz'deki en büyük korkusuydu. Varolan bu devrimci potansiyeli sindirmeye çalışan oligarşi halka ve devrimcilere yönelik faşist saldırıları belirgin bir şekilde yükseltmişti. Öyle ki, İstanbul gibi büyük şehirlerde deşifre olan katliamcı, azılı faşistler bizzat devlet eliyle karadeniz bölgeside mücadelenin yükselmeye başladığı yerlere gönderiliyor, faşist terörü buralarda devam ediyorlardı. Karadeniz'li yoksul ailelelerin çocuklarından olan Hikmet Kuru, Kadir Doğan, Ahmet Çoban ve Alaattin Genç'in 79da Aybastı'da katledilmesi bu katliamlardan birisiydi. Aykut'un da tanıdığı insanlardı bu kişiler... Devletin aynı kiralık katilleri kahpece kurdukları bir pusuda Ercan Gündoğdu'yu da katletmişlerdi.

Aykut, Ercan'ın şehit düştüğü günü bir başka yoldaşından dinlemişti. 6 Mayıs günüydü, Ercan her zamanki gibi bir köyden bir diğerine koşturuyordu. Bu koşturmaca içersinde Ercan yoldaşın nasıl bir telaş içinde olduğunu tahmin edebiliyordu Aykut. Çünkü Ercan tüm köylere yetişmek için, bir köyden çıktığında diğer köye yetişene kadar, adeta koşar adımlarla ilerlerdi. Tek düşüncesi vardı onun, ne kadar çok köye giderse o kadar  çok insan örgütlenebilecek, ne kadar çok insan örgütlerse devrime o kadar çok yaklaşacaktı. O gün de bu düşüncelerle doluymuş Ercan. Beraberindeki yoldaşlarıyla bir köye yetişmek için yola çıkmışlar. Ercan köye biran önce varmak için hızlanmış ve beraberindeki yoldaşlarla arasını epeyce açmış, bu sırada fındık bahçesinin içinde pusu kuran faşistler onu arakasından vurarak kahpece katlediyorlar. Diğer yoldaşlar olay yerine geldiğinde Ercan yoldaş şehit düşmüş oluyor.

İşte Aykut'un fındık bahçesi içersinde saatlerce durduğu, onun uzun uzun Ercan Gündoğdu'yu düşünmesine neden olan, ona Ercan Gündoğdu'nun kısa ama onurlu yaşamını hatırlatan bu yer, Ercan'ın katledildiği yerdi.

Aykut, Ercan Gündoğdu'nun şehit düşmesinden sonra ilk defa girdiği bu fındık bahçesinde neredeyse bütün gün onu düşündü. O gün Aykut'un yaşamında yeni bir dönemeci oluşturuyordu. Fındık bahçesine gelirken niçin geldiğini tam olarak kestiremiyordu ama, Ercan Gündoğdu'nun anısı ona gerçekte aradığı şeyi göstermişti: Tereddütsüz mücadele...

Aykut, Ercan yoldaşının yaşamını düşündükçe hata yapmaya, zaaf göstermeye de hakkı olmadığına inanmaya başlamıştı. "Onun gibi olmak" dedi, kendi kendine. Sonra etrafına baktı. Kimsecikler yoktu. Fındık ağaçlarının arasında bir karartı gibi duruyordu. Sol elini kaldırarak saygı duruşuna geçti. Ancak kendisinin duyabileceği bir sesle, "and olsun sana Ercan yoldaş, and olsun ki kanın yerde kalmayacak. Sana layık olacağım, bayrak yere düşmeyecek" dedi.

 

 

Geri