Engin
Çeber'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Gebze
Temel Haklar'dan Bir Arkadaşı Anlatıyor:
Bir süre Gebze Temel
Haklar ve Özgürlükler Derneği Başkanlığı yaptı. Bu süreç içerisinde yorulmak
nedir bilmiyordu, kendini sürekli geliştiriyordu.
Engin yozlaşmaya karşı
mücadeleden tutuklanmıştı ve onunla mektuplaşıyorduk. Onu en son Grup Yorum'un
Harbiye konserinde görmüştüm ve sımsıkı kucaklayıp 1 Mayıs'ın Taksim'de
kutlanmasından bahsedip beraber barikatlarda olma sözü vermiştik. Ama sonradan
tutuklandığını duydum ve işkencede komaya girdiğini duyunca, Kars'tan
İstanbul'a gelerek hastaneye koştum. Çok üzülmüştüm hem yoldaşım, hem mahalle
arkadaşımdı.
Engin her zaman kendinden
çok halkını düşünen bir devrimciydi. İşkence gördü, tutuklandı, hiç geri adım
atmadı. İşkencelerden hep alnının akıyla çıktı. Engin hakkında ne söylesek az.
Mahallemizin nadir yetişen devrimcisiydi.
Cenazesi tam onun
istediği gibiydi; kızıl bayrak denizinin arasında kızıl karanfillerle
süslenmiş, kızıl beze sarılı tabutuyla sonsuzluğa uğurlandı.
(Bu anlatım Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı YÜRÜYÜŞ dergisinin
19 Ekim 2008 tarihli, 3. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Ferhat
Gerçek, Engin Ağabeyini, Katledilen Yoldaşını
Anlatıyor:
Engin abiyi
daha önce tanımıyordum. Ben 1 yıldır mücadelenin içindeyim. Engin abi de cezaevinden çıkalı 3 hafta olmuştu. Benim refakatçim
olmuştu. Çok iyi anlaşıyorduk, çok tatlı biriydi.
Ben de 7 Ekim günü
arkadaşlarımla beraber dergi dağıtıyordum. Dergide yazan şeyler kötü birşeyler değildi, halkın kötülüğünü istemedik. Derginin içinde;
bu düzenin insanları nasıl yoksullaştırdığını, gençlerin nasıl uyuşturucuya
yönlendirdiğini yani bu düzenin gerçeklerini yazıyordu.
Engin abi
de bu şeylere karşı çıktığı için tutuklandı ve karakolda işkence gördü. Bu
işkence cezaevinde de devam etti ve katledildi.
Sorumluları görevden
aldıklarını söylüyorlar ama kim bilir nerede başka görevler verecekler.
Görevden almaları Engin abiyi geri getirmez. Ben ve
tüm arkadaşlarım eminiz, sorumlular tutuklanmayacak. Ama anlasınlar ki Yürüyüş
susturulamaz!
(Bu anlatım Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin
21 Aralık 2008 tarihli 168. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Mahallesinden
Bir Yoldaşı Anlatıyor:
Herkes
hak ettiğini alırdı O'ndan
Çoğunlukla demokrat,
Alevi ailelerin çocuklarından oluşan bir gruptular. 2001'de Küçükarmutlu'ya,
Ölüm Orucu direnişçilerini ziyarete gitti Engin ve arkadaşları. Ve birkaç gün
sonra da Armutlu katliamı yaşandı. İşte o zaman kararını verdi Engin:
"Devrimci olacağım."
Engin'in en belirgin
özelliklerinden ikisidir "kararlılık" ve "inatçılık". O
yapacağım dediği şeyi mutlaka yapardı. Ne yapar eder yapardı.
Eski alışkanlıklarından
hızlı bir kopuş süreci yaşadı. Kısa bir süre sonra mahallede dergi dağıtmaya
başladı Engin. Gebze'de Ekmek ve Adalet dergisinin dağıtımını yapıyordu.
Dergisini erken alıp dağıtmak için pazar sabah 8'den önce Şişli'de olurdu.
Bunun için saat 6'da yola çıkardı. Biraz daha geç gidebileceğini
söylediğimizde, dergideki arkadaşlarla birlikte kahvaltı yapmayı sevdiğini
söylerdi.
Bir daha hiç ayrılmadık
Engin'le. Eski arkadaşlarını örgütlemek, dönüştürmek için uğraş verdi bir süre.
Engin nasıl biriydi sorusuna cevap vermek hem çok kolay, hem de çok zordur.
Kolaydır, çünkü Engin,
birçok olumluluğunu bir çırpıda sıralayabileceğimiz bir arkadaşımızdı. Sevgi
dolu yüreği, sürekli gülen yüzü ile kabına sığmayan, yerinde duramayan,
duygularını ve düşüncelerini yaşayarak ifade eden biriydi. Kararlılığı,
inatçılığı ve çalışkanlığı ile, çalışma yaptığı mahallelerde
halkın sevgisini kolayca kazanan bir yapısı vardı.
Cüretli ve kararlı biri
olan Engin'in kafasında dost ve düşman kavramları kalın çizgilerle ayrılmıştı.
Her şey netti. Sınırsız sevgisi ve büyüyen öfkesi vardı ve herkes hak ettiğini
alırdı O'ndan. Sevdiklerini bırakmaz, düşman gördükleriyle asla uzlaşmazdı.
Zordur, çünkü; Engin
kendisini öne çıkarmayı sevmeyen, yaptıklarını konuşmayan ve konuşturmayan, mütevazi bir arkadaşımızdı. Onun popülizmden
uzak bu kişiliği, "sıra neferi", "devrim hamalı" deyimlerini
ete kemiğe büründürüyordu. Zor işlere en önce aday olan, ama bunu başkalarına hissettirmemeye
çalışan Engin, birçok insanın angarya olarak gördüğü işleri de severek yapardı.
Sınırsız sevgisi ve
büyüyen öfkesiyle hep yüreğimizde, bilincimizde ve kavgamızın içinde olacak.
(Bu anlatım Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm için Yürüyüş dergisinin
21 Aralık 2008 tarihli 168. sayısında yayınlanmıştır.)
***
Engin Çeber'in Avukatı Taylan Tanay Anlatıyor:
Ölüme Götüren Hukuksuzluk Zinciri
- Engin'le
Metris hapishanesinde görüştüğünüzde size neler anlattı?
Taylan
Tanay: Engin ÇEBER'e İstinye Polis
Merkezinde yaşanılanları, bu olayla ilgili revire çıkıp çıkmadığını, yine konu
ile ilgili suç duyurusunda bulunup bulunmadığını sordum. Kendisi karakolda
işkenceye maruz kaldığını ve işkencenin hapishanede de sürdüğünü söyledi.
Hapishaneye girişte, özellikle teslim eden polis memurlarının 'Terörist
getirdik" türünden söylemlerle jandarmayı kışkırttıklarını, ardından
jandarmanın çırılçıplak soyunmalarını istediğini, burada kendilerini tekme ve
tahta sopalarla feci şekilde dövdüklerini söyledi. Jandarma saldırısından sonra
tutuklanan diğer arkadaşları ile birlikte geçici koğuş denilen 13 kişilik bir
yere konulduğunu, bundan sonraki saldırı ve işkencenin gardiyanlar tarafından
sürdürüldüğünü anlattı.
Gardiyanların
sabah ve akşam sayımı ayakta, hazırolda ve tek sıra
halinde vermelerini istediklerini, diğer arkadaşları ile birlikte bu
uygulamanın yasal olmadığı ve keyfi olduğu gerekçesiyle karşı çıktıklarını ve
karşı çıktıkları için her defasında gardiyanların saldırısına maruz
kaldıklarını anlattı.
Bu
saldırılar geçici koğuşta kaldıkları süre içerisinde her gün devam etmiş.
Özellikle son gün, 10 kadar gardiyanın kendilerini koğuşun alt kısmında, önce
üzerlerine su dökerek ıslattığını, ardından ellerinde kapı açma demiri ve tahta
sopalar olduğu halde yarım saat boyunca dövdüğünü anlattı. Bu saldırıdan sonra
kafasının hala ağrıdığını ve vücudunda izler bulunduğunu söylemişti. Gerçekten
elbisesini sıyırdığında vücudundaki izleri de gördüm.
Görüştüğümüz
gün sabah sayımında da koğuşta bulunan diğer tutuklu ve hükümlülerin
gardiyanlar tarafından kendisine karşı kışkırtılmaya çalışıldığını
belirtmiştir. Son olarak durumlarının çok kötü olduğunu, buradan sağ
çıkamayabileceklerini söylemiştir.
- Engin'in
tutuklanmasından katledilmesine sanki her şey bir hukuksuzluk zinciri gibi...
Dergi dağıtırken gözaltına alınmaları hukuki mi? Peki, tutuklanmaları hukuki mi?
Metris'te tutuldukları statü hukuki mi?...
T.
Tanay: Bahsi geçen eylemin fotoğraflarını gördük, yaklaşık
1015 kişi basın açıklaması yapıyorlar. Ve protesto
maksadıyla Yürüyüş Dergisi dağıtıyorlar. Bu tamamen
demokratik bir eylem. Hiçbir yasal engelle karşılaşmamaları lazım. Bu
eylemi engellemek düşünce ve ifade özgürlüğüne müdahaledir ve suçtur.
Bu
kişilerin tutukluluk durumu bizce hukuka aykırıdır. Bakın kötü muamele
dosyalarının hemen hepsinde gerekçe hazırdır. "Bize mukavemet
ettiler" diye tutanak tutar polis. Bir de üstüne mağdurlara davalar
açılır. Engin'le aynı zamanda basında Meltem Tekin isminde bir kadının,
arkadaşı ile Beyoğlu Polis Merkezinde dayak yediği haberlerini okuduk. Ne
tesadüf ki orada da polis, "bize mukavemet ettiler, zor kullanma yetkimizi
kullandık" diyor. Kişiler ya kaçarlar, ya başlarını duvara vururlar ya da
mukavemet ederler. Yani hikâye hep aynıdır.
Metris'te
yaklaşık 2 gün müşahadede kalıyorlar. Burası normal koğuşlardan daha ağır tutukluluk koşullarına sahip. Cezaevi
girişlerinde insanlık onurunu incitici uygulamalar çok yoğun. Cezaevine kabul
cumhuriyet savcısının denetimi ve doktor kontrolü ile olur, ancak bunlar da
yapılmamış. Bu da bir başka hukuka aykırılık. Çırılçıplak
soyma, küfür hakaret, ağız ve makat aramaları... İnsan onuruna saldıran hiçbir
uygulama hukuki olamaz.
- Bu
konuda baroların bir girişimi var mı? Baroların bu tür olaylar karşısındaki
tavırsızlığının nedenleri neler?
T.
Tanay: İstanbul Barosu soruşturmayı yakından takip etti.
Ancak Baroların işkence ve kötü muameleleri takip edecek bir organizasyonu yok.
O sebeple "iyi niyetli" insanların ilgisi düzeyinde kalıyor bu
ilişki. Yani etkin değil. Örneğin gece vakti sizi öldürüyor olsalar bile
kolluğun amiri olan savcıya ulaşamıyorsunuz. Ulaşsanız da ona bir iş
yaptıramıyorsunuz. Maalesef baroların da böyle etkin bir gücü yok.
Biz
baroların halktan yana hak ve özgürlükleri koruyucu ve geliştirici bir yapıya
sahip olması gerektiğini düşünüyoruz. Hukuka aykırılıkları tespitle kalmayıp
aktif bir şekilde karşı koyabilmeli. Baro yalnızca avukatların sosyal
statülerine sahip çıkıp onların mesleki faaliyetlerini düzenleyen bir örgüt
olmaktan çıkıp asıl görevine dönmelidir.
- Bu
olayla ilgili hukuki süreç nasıl gelişecek?
T.
Tanay: Engin Çeber ile ilgili bir
soruşturma açıldı. O cezaevinin denetiminden sorumlu bir savcının kendi
sorumluluğundaki bir suçu soruşturması mümkün olamaz. Bu durumda soruşturmanın
sağlıklı yürüdüğünü söylemek mümkün değil. Biz bu konudaki itirazlarımızı da
ısrarla ileri süreceğiz. İşkence ve kötü muamele ile çok yönlü ve ısrarlı bir
mücadele yürütmek lazım.
Engin'in
ailesi ve arkadaşları hesap sormak istiyorlar. Bu ölüm yalnızca Engin'in
yakınlarının değil, halkın da vicdanını yaralamıştır. Adalet talebimiz tüm
halkın adalet talebidir.
(Bu röportaj Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı YÜRÜYÜŞ dergisinin 19
Ekim 2008 tarihli, 3. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Engin Üzerine Yürüyüş Dergisi’nden Bir
Yazı:
Enginliğin
Anlamı
güneşsiz ışık saçar
hücrede zindanlarda
günleri utandırır
askıda falakada
Boy boy
resimlerin gazete sayfalarını süslüyorken, uzanmış yatıyordun zamanın
ortasında. Bu alçak zaman, bu aşağılık devran sarsılmıştı o dimdik duruşun
karşısında. insanlığın onuru senden soruluyor şimdi...
Bedenin artık çektiğin
acılara dayanamaz olduğunda, terk etti seni bilincin. Yine de atıyordu kalbin;
zalimlere inat edercesine. Kalbinin sesini dinledik biz de, çok uzaklardan.
Bağrındaki besteleri işittik; yankılandı bizim de yüreklerimizde.
Gerçeklerin savaşçılığını
yapmaktan başka ne "kabahatin" olabilirdi ki senin? Yine hakikate
avaz olmanın daimi ve amansız yürüyüş'ündeydin... Sardılar etrafınızı,
çullandılar apansız...
O dimdik duruşunda dile
gelmişti erdem. Seni ezip sindireceklerini sananlar yanılıyorlardı. Kendileri
ezildikçe ezildiler, küçüldüler sende ki o büyük insanlık karşısında. Öyle
pervasız, umarsız saldırmaları bundandı..
"Soyun!" demişlerdi sana hapishane kapısında. Hep söylenir zaten bu; sen
de ilk defa duymadın. Bu tek kelimenin ardına saklanan sayısız manayı çok iyi
bilirdin. "Soyun!" derler hep ve sadece bedenini üryan bırakmak değildir
istedikleri. Onurundan, kişiliğinden, kimliğinden, inançlarından başlayarak
bütün değerlerinden soyunmanı isterler karşılarında.
"Soyun dedi düşman
inançlarından..."
Öyle denmişti hep.
Ve cevabımız şuydu
ezelden beri:
"ip de geçirsen
boyunlarımıza / ya da bir kurşun alınlarımıza... / asla soyunmayız inancımızdan"
Ve sen de soyunmadın.
Soyunmadın ve üstüne
üstlük, erdemin en kalın giysilerini giyindin üstüne... Tahta coplar, kalaslar,
palaskalar, yumruklar konuştu o an.
"Soyun" diyenlerin
karşısında erdemin o kalın giysisini giyinip çıkanların hepsi bilir o malum
karşılamayı. Ve biliyoruz; üzerine coplar, kalaslar, yumruklar inerken, dilinde
Metris'in en eski direnişçilerinin yadigârı olan o haykırış vardı: "insanlık
onuru işkenceyi yenecek!"...
O haykırış, yıllar sonra
yine aynı yerde yankılanıyordu işte. Duvarlar aşina bu sese. Kulak kabartıyor
ve hemen tanıyorlar gelenleri...
Öyle zamanlar ve mekânlar
vardır ki, şerefsizlik meslek edinilmiştir. "İşkence yapmak şerefsizliktir"
sloganı da sanırız ilk kez yine o zindanda yankılanmıştı.
Elden ele devredilir bu onursuz,
şerefsiz meslek de... Çevreye bakınıp insanlığı aramak boşunadır. Karşındakiler
insan değildir; çoktan satmışlardır ruhlarını. Yalnızca içgüdüleriyle hareket
ediyorlar. İçgüdüleri, her devrimciyi, direnen herkesi parçalamalarını söylüyor
o varlıklara.. Orada, o daracık hücrede insanlık sana
emanetti. Ve Niyazi Dayı geldi fısıldadı kulağına: "Ben varsam"...
Orada sen vardın Engin.
Senin olduğun yerde
elbette hareketin vardı. Senin olduğun yerde onur vardı, senin olduğun yerde
kararlılık vardı...
"Ayağa kalk" dediler
sana ve karşılarında el pençe divan durmanı beklediler. Boşuna... Sen bir
başına kalan bütün Adalılar'ın yaptığı gibi sırtını
umuda yaslayıp bir kez daha meydan okudun aşağılanmaya. Meydan okudun teslim ol
dayatmalarına. Mecalin de yoktu pek. Başın ağrıyordu şiddetli bir şekilde ve
ayakta zor duruyordun. Yine de bozguna uğrattın karşındakileri.
Onlar, elleri coplu,
kalaslı, onlarca kişiydiler... Sen, elleri kolları bağlı ve
tek başına.
Nasıl olurdu, nasıl
direnebilirdin onlara karşı?... Cüretinin karşısında
acizleştiler. Demir çubuklar, kalaslar, sandalyeler paralandı üzerinde...
Sendeki enginliğin
anlamını bilemezdi onlar. Sandılar ki vurmakla eğilir başın. Günlerce vurdular
o yüzden. Sabah akşam, hem de bayram günü... Senin boğazına sarılan ellerini,
daha aynı sabah küçük çocuklara öptürmüşlerdi belki. Ama dedik ya, insan değillerdi...
Ne elleri ele benziyordu, ne yüzleri insan yüzüne.. Demiş
ya şair: "Gözleri göze benziyordu,
bakışsızdılar. / Göğüse benzer bir kafesti
taşıdıkları içinde yürek yoktu."
Yüreksizdiler.
Vurdular... Mora kesti
bedenin. Günlerce kan geldi ağzından. Etlerin çürüdü. Ama ahlakının teni tek
bir yara almadı. Düşmedi dilinden insanlık onuru... Nefesin kesilince bile
susmadın; konuştun yüreğinle...
En sonunda bıraktılar
seni.. Hareketsiz kalmıştın. Apar topar bir hastane
odasına kaldırdılar. "Öldü" dediklerinde hala atıyordu kalbin. Kalbin
atıyordu işte. Kalbimiz hep beraber attı sonra. Kalbini kalplerimize kattık. Ve
gözlerini, gözlerimize... Biz sendeyiz
artık, sen bizdesin!
(Bu yazı Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçin Yürüyüş dergisinin 18
Ocak 2009 tarihli 172. sayısında yayınlanmıştır.