Emine TUNÇAL'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşı Ümüş Şahingöz (ölüm orucu şehidi)

Emine'yi Anlatıyor:

 

Emine ile ‘92 sonlarında tanışmıştık ve benim ilk sorumlu yoldaşımdı. Ankara Dev-Genç komitesinde çalışmış daha önce, bize ilk geldiğinde biz örgütlülüğü biraz biliyorduk, yani Emine’nin neden geldiğini anlayabiliyordum ama, Emine’nin bizim köyde kalması gerekiyordu. Köye gittiğimizde bu sefer anneannem ve dayım onun aranan biri olduğunu sandılar. Neden getirdiniz aranıyor diyorlardı. Anlattık ve orada kalmaya başladı. Örgütle ilişkim ilk Emine ile sağlanmıştı, o yüzden Emine’nin bende ayrı bir yeri vardır.

Coşkusu ve emekçi yanı belirgin özellikleri idi. Bizim aile ilişkilerimizle de güzel bir ilişki kurmuştu ama çevreden gelenlerle ilişki kurmakta güçlük çekiyordu. Köy küçüktü, annemler hep kalabalık olurdu, ama Emine onlarla bir ilişki yakalayamamıştı, bizim akrabalar ondan şüphelenmeye başlıyor, MİT gelecek diye dedikodu yapmaya başlıyorlar, korkar da gider diye. Emine gidip konuşuyor, ondan sonra bir daha öyle dedikodular çıkmıyor.

Emine kuran-ı kerim biliyordu, annemin bir akrabası ölmüştü, annem oraya götürememişti, ancak illa gel kuran oku insanlar etkilenir daha kolay ilişki kurarsın diyordu...

Emine’nin savaşçı yanı güçlü idi, hep silahlı birliklere gitmek isterdi, burada duramıyorum diyordu. Sonunda istediği oldu.

Emine Yozgat’ta bu işi başarmıştı, yani bir kadın olmasının yarattığı sorunlar fazla olmasına rağmen hiç şikayet etmiyordu ilkeli ve kurallı bir kişi idi. Onunla bir yazılama yapmak için Yozgat’ta gece çıktık, yanımızda erkek arkadaş olmadığı için gece yazılama yapamıyoruz, orada kalacak yer de yok bir inşaata girip orada bekliyoruz. Sabaha karşı ben rahatsızlanmıştım, buna rağmen çıktık, ben biraz düzelmiştim. Emine hep seni düşündüm iyi olmasaydın çıkmayacaktık dedi. Daha sonra öğrendik ki, kaldığımız yer polis lojmanlarının yanıymış.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

ÖĞRETMEYE DEVAM EDİYORSUN KAVGAYI

 

Şehit düşmenin ardından 3 yıl geçti. Ne kadar da hızlı geçiyor zaman... Dönüp yaşadıklarımıza baktığımızda o güzel günler tekrar gözümüzün önünden geçiyor.

Seninle ilk görüşmemiz bir kış günü olmuştu. Hava çok soğuktu ve son yılların en yoğun karı yağdığı söyleniyordu. Ve ben buluşma yeri için şehirlerarası bir yol kenarını vermiştim. Hiç de uygun bir buluşma yeri olmadığını daha sonra öğrenmiştim senden. Sanırım iki kez ilk randevuya gelmemiştin. Ben iyice meraklanmış ve sabırsızlanmıştım. Ansızın gelmiş ve "merhaba" diyerek girmiştin yaşamıma. Seni ilk gördüğümde ne kadar da şaşırmıştım. İçimden "sokakta görsem ve tanımamış olsam hiçbir zaman devrimci olduğundan şüphelenmezdim" diye geçirmiştim. Daha sonra bu düşüncemi sana açtığımda sen de; "İllegalite gereği dikkat çekmemesi için giyime daha fazla dikkat etmek gerekir" demiştin. Sıradan bir ev kadını gibi giyinmiştin ve elbiselerin eski olmasına rağmen temizdi. Belki de hep kot'lu insanların çevremde olmasından kaynaklı olarak böyle düşünmüştüm. Böyle düşünmem seni sıradan biri olarak karşımda gördüğümde şaşırmama neden olmuştu.

"Nasılsın? Çok beklettim mi?" sorusuyla birlikte sokaklara doğru yürümeye başlamıştık bile. "Artık birlikte çalışacağız. Kendini kısaca tanıtır mısın?" diye sorduğunda heyecanla anlatmaya başlamıştım kendimi. Beni daha iyi tanımak için arada sözümü kesip sorularınla beni yönlendiriyordun.

Kışın o soğuk günlerini sokakta geçiriyorduk. Hareketimizi daha iyi tanıtmaya çalışıyor, takip, şube tavrı ve düşman noktasında bilgiler veriyordun. Her sabah saat 10'dan akşam 6'ya kadar hep sokaklardaydık artık. Akşam olduğunda ben hemen kaldığım yurda gidiyordum, sen ise şehirlerarası otobüsle bilmediğim yerlere. Aylarca bu böyle devam etmişti.

Bir dönem çok sıkıntılıydın. Zaman zaman dalıp giderdin. Sigarayı çoğaltmıştın. Ev de tutmuştuk. Ev tutulduğunda epey sevinmiştik. Artık daha rahat faaliyet yürütürüz diye. Ancak sendeki bu sevinç fazla sürmemişti. Kısa süre sonra tekrar sıkıntılı halin başlamıştı. Bazen birşeylere kızıyordun, ama bunları anlayamıyordum. "Ne oldu, niye bu kadar sıkıntılısın?" diye sorduğumda "yok bir şey" derdin. Ben de söylemek istemediğini anlayarak susardım. Kısa süre sonra nedenini anlamıştım. "Düşünebiliyormusun Dayı'yı gözaltına almışlar ve tehdit etmişler, şerefsizler" diyordun darbeyi anlatırken. Çok kızıyordun, bazen gözlerin doluyor ancak kısa süre sonra tebessüm ediyor ve "ama yendik onları, bizi yok edemediler" diyordun. Artık üstümüze daha fazla sorumluluk düştüğünü, görevlerimizin daha fazla olacağını, daha kararlı olmamız gerektiğini anlatıyordun sık sık.

Devrim Şehitlerini Anma Günleri'ydi. "Sola ve düşmana gücümüzü bir kez daha göstereceğiz" demiştin. "Tüm gücümüzle saldırmalıyız" diye yerinde duramıyordun. Bulunduğumuz yerde bir çok şey ilk defa yapılacaktı. Bunun heyecanı vardı bizde. Çıkardığımız programla eylemlere geçmiştik. Molotoflanacak bankayı seçmiştik bile. Yeni bir arkadaş da bulunacaktı eylemde. Ve gazeteleri arama görevini bana vermiştin. Sen sürekli "sakın ha üstlendikten sonra Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş sloganını atmayı unutma" diye sık sık uyarmıştın. Eylem günü senin sakinliğinden güç almıştım ben. İlk eylemimdi benim. "Haydi" dediğinde molotofları fırlatmıştık. Her yan alev alevdi. Birden etrafta bağrışmalar oldu. Biz eylem yerinden uzaklaşırken, senin peşine bir serseri takılmış ve sen onu atlatmak isterken çıkmaz sokakta karşına çıkan duvardan atlamıştın. Eve geldiğimizde fark etmiştim senin yaralı olduğunu. "Biraz dinlenmen gerekecek sanırım" dediğimizde kabul etmemiştin. Gültepe direnişi öncesi söylediğin; "Ne yani yaralandık diye eylem yapmayacak mıyız?" sözünü duyduğumda aklıma daha önce söylediğin bu söz geldi. Evet bu sendin; aynı kararlılıkla, bir şeyler yapmak isteyen. O gün darbecilik için omuzlarımıza daha fazla yük biniyordu, Ölüm Orucu döneminde ise içerdeki yoldaşların için, faşizmi dize getirmek için üzerinize daha fazla yük biniyordu. Zaten devrimcilikte böyle değil mi yoldaşım? Her süreçte daha fazla bir şeyler yapmak gerekmez mi? Bu kimi zaman Ölüm Orucu olur, kimi zaman atılım, kimi zaman darbe ihaneti döneminde... her süreçte tüm zorluklara rağmen, uykusuzluk, açlık, evsiz kalma, parasızlık bunları gerekçe yapmadan görevlerimizi yapmak değil mi hedefimiz? İşte, sen bunu en iyi yapanlardandın.

Ankara'nın gecekondu halkı seni yakından tanır. Kimisinden su istemiştin, kimisinin bahçesinden kaysı. Kimisine iş yaparken kolay gelsin demiştin, kimisinin ise çocuğunu doyasıya sevmiştin. Her sokağa çıkışında sanki o mahallenin bir insanı gibi davranırdın; doğal, içten, teklifsiz.

Hatırlar mısın? Halkla çok rahat ilişki kurduğun ve çok rahat halktan birşeyler istediğin için sana "Çingene misin?" diye sormuştum. Sen ise gülerek; "Değilim. Ama başka yoldaşlar da beni çingeneye benzetiyor" demiştin. Halktan istediğin herşeyi halkın rahatlıkla yerine getirmesi, onların da bize yardım etmek istemesi beni bazen şaşırtıyordu. Bazen çok susadığımızda su istiyorduk, hemen hepsi istedğimiz suyu verdiği gibi bizi evine oturmaya çağırabiliyorlardı, ayran içmeyi teklif edebiliyorlardı, bazen kaysı, erik gibi şeyler isterdin, sonra bir bakmışım avuçların dolu bir şekilde gelmişsin... Halkımızın bir parçası, onlardan biri olmandı seni bu kadar kolay halkla kaynaştıran. Şimdi bunları daha iyi anlayabiliyorum.

Mücadeleyi bırakanlara çok kızardın. Özellikle darbe döneminde sık sık mücadeleyi bırakmak isteylenlere sitemlerini duyardım. "Arkadaş adamlara bak yılların insanı, en zor günümüzde bırakıyor" derdin. Bütün bunlar senin mücadele azmini ve kinini arttırırdı.

Evet yoldaş yaklaşık 1 yıllık beraberlikten sonra ayrılık vakti gelip çatmıştı. Sık sık kır gerillası olmak istediğini dile getirmeye başlamıştın ayrılacağımız dönemde. Sana takılırdım bazen "seni gerillaya almazlar" diye. Sen de "Ben uzun boyluyum, hem de hızlı hareket ediyorum, hiçbir engelim yok" derdin. Bugünlerde hareket senden vesikalık resim istemişti. Sen de; "işin içinde şehit düşmekte var" demiştin o doğallığınla. Savaşın gerçeğini çok iyi biliyordun. Ve resimlerine bakıp "nedense güzellerin resimleri pek iyi çıkmıyor" demiştin gülerek.

Evet Emine, Gültepe'de slogan ve silah seslerinle öğretmeye devam ediyordun kavgayı. Sana söz veriyorum yoldaş silahın yere düşmeyecek.

 

***

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

"Halk İlişkilerimize Zarar Verirseniz Affetmem"

 

Gültepe'de katledilen 4 yoldaşımızın kim olduğunu öğrenince tanıdığım kimse olmadığını gördüm. Ama daha sonra Kurtuluş'ta yazılan bir yazı yanıldığımı gösterdi. Emine Tunçal'ın mücadeledeki kısa geçmişini anlatan bir yazıydı bu ve burada çalıştığı bölgeler de yazıyordu. İşte o zaman öğrendim Emine'nin kim olduğunu. Emine bizim Eda'mızdı. İllegal yaşama ilk adımımı attığımda karşılaştığım sorumlum, yoldaşımdı. Eda birlikte olduğumuz bir kaç aylık kısa sürede bana fedakarlığı, harekete bağlılığın, yoldaş ve halk sevgisinin nasıl olması gerektiğini gösteren aynaydı. Çalıştığımız bölge gericiliğin, sivil faşizmin kalesi olarak biliniyordu. Burada çalışma yürüttüğünü söyleseler hiç ihtimal vermezdim. Oysa yürütüyordu. Belki de ülkemizin çalışma yürütmek, örgütlülük yaratmak için en zor yerindeydik. Biz geldiğimizde Eda yalnızdı, çok sevindi. Bunca zorluğa uzun süredir tek başına göğüs germişti. Şimdi yoldaşlarıyla birlikte bunları göğüsleyecek olmak O'na büyük mutluluk veriyordu.

Bu zorlukları kısa sürede biz de gördük. Tüm bölgede parmakla sayılacak kadar bir ilişki ağı ve bunların sorunlarıyla boğuşmak, ayrıca yeni ilişkiler ve örgütlülük yaratmak için olağanüstü bir fedakarlığa ve halka inanca ihtiyaç vardı. İşte bu özellikler de Eda'da vardı. Binbir dil dökerek ikna edilebilen ve karşılığında alınabilen yol paralarıyla sürekli zaman zaman sadece gece kalabilmek için yer bulmak amacıyla ilçeler arasında sayısız defa yol teptik. Buna rağmen sadece yatmak için bile eve alınmadığımız koşullarda ocak ayında günlerce dışarda, apartmanların bodrum katlarında veya yağmur altında şehrin dışında bir çalının dibinde sabahlayıp daha sonra da buluşmalarımızda bunu gülerek anlatmak, iki gün aç kaldıktan sonra birlikte paylaştığımız bir sorunu keyifle paylaşmak, tüm bunlara rağmen bir konuşmamızda şube tavrını konuşurken "şubeye düştüğümüzde bir tane aile ilişkimizi verirseniz bir daha asla affetmem" diyecek kadar halk sevgisiyle dolu olmaktı.

Onu böyle güçlü kılan halka olan sevgisi, düşmana olan kininin de kaynağıydı. Bir defasında şüpheli görülerek gözaltına alınmış, gözaltında kimlikteki bilgilerini doğrulatmak için sadece ev telefonunu istemişler ama o ne olursa olsun şubede düşmana karşı tavır alınması gerektiğinin bilinciyle telefonunu vermemiş, sadece bu yüzden 15 gün gözaltında kalmış. Siyasi kimliğini bilmeyen polislere bunu göstermemek için yaptıkları hakaretlere cevap vermemişti bu süre içinde. Gözaltından çıktıktan sonra bu durum çok zoruna gitmiş ve günlerce üzerinden atamamıştı. Düşmana olan kini de bu derece yüksekti.

Eda'yı anlatmak tümüyle yaşamını mücadeleye adamış, tüm imkansızlıklara karşın en üst boyutta fedakarlık gösteren, haftanın en azından dört gününü sokakta geçirebilecek direnç ve inanca sahip, halk sevgisini herşeyden üstün tutan bir halk savaşçısı, devrim savaşçısını anlatmaktır. Bugün Emine'nin bizlere bıraktığı Kurtuluş bayrağını onun canından çok sevdiği halkları özgürleşene kadar savaşarak, en yükseğe dikeceğiz.

 

***

 

Bir Yoldaşının Anlatımından:

 

Emine (Solmaz) ile tanışmamız '92'nin Eylül ayında oldu. Bende bıraktığı ilk intiba; cana yakın olması ve insanlarla kolay ilişki kurabilmesiydi. Daha geldiğinin birinci gününde tüm aile fertleriyle sıcak bir ilişki kurmuştu bile.

Solmaz bize ani ve habersiz gelmişti. Uzun bir süre kalacaktı. Daha önce köyde bulunmamış olması ve köydekilerin de "yabancı bir kıza" bakış açılarından dolayı kurumlaşmada oldukça güçlükler çekti. İlk başta annem söylenmeye başlamıştı, "Kim bu kız, kimin nesi, ne diye bizde kalıyor"' diyordu. Solmaz köy ortamında daha önce yaşamamış olmasının getirdiği eksikliklere rağmen tüm bu engelleri aşmasını bildi. Çalışkanlığı, yardımseverliği, cana yakınlığıyla kendisini önce anneme, sonra da tüm köye kabul ettirdi. Solmaz ilk geldiğinde "kim bu kız" diyen annem artık, Solmaz bir yere gittiğinde "kızım ne zaman gelecek'" diye sorar olmuştu.

Artık kurumlaşmasını oturtan Solmaz'ın yanına zaman zaman "abisi"de (Besat Ayyıldız) gelip-gitmeye başlamıştı. Besat, Solmaz'ın sorumlusuydu. Besat'ın geleceği günü sabırsızlıkla beklerdi Solmaz. Sadece o değil hepimiz aynı sabırsızlığı ve sevinci duyuyorduk. Halen o kış gecesi sohbetlerini hatırladıkça aynı coşkuyu duyuyorum.

Solmaz bizi eğitmeye başlamıştı. Hem teorik olarak, hem de pratik olarak. O soğuk kış günlerinde bazen paltosuz, bazen yazlık ayakkabılarıyla bize sokak dersi veriyordu. Birgün bir palto aldık Solmaz'a. Ancak abisinin aldığını söyleyerek giymesi için ikna edebildik.

Çevremizdeki insanlar için oldukça duyarlıydı Solmaz. Derdi mi var, eksiği mi var ne görürse hemen gidermeye çaba sarfederdi. Kendisinden önce çevresindeki insanlar gelirdi. Kendisinin çok ihtiyacı olduğu halde eldivenlerini bir ortaokul öğrencisine verdi.

Solmaz ile pek uzun bir süre kalamadık. 2-3 ay sonra artık gitme zamanım gelmişti. Solmaz çok mutluydu. Nasıl olmasın ki, yeni bir insanı daha hareket saflarına kazandırmış, savaşa yolluyordu.

Solmaz'la ayrıldıktan kısa bir süre sonra Hareketimizde darbe olduğu açığa çıktı. Bir süre sonra Solmaz'ı bir günlüğüne görme şansım oldu. Darbeciliği duyduğunda ne yaptığına ilişkin soruma cevabı kısa ve netti: "Ne yapmamı bekliyordun ki?" Bu Solmaz'ı son görüşüm oldu.

Şehitlerimizin Solmaz için ayrı bir yeri vardı. Özellikle Birtan Altunbaş her yönüyle örnek alınması gereken bir devrimciydi Solmaz için. 12 Temmuz şehitlerimizi anlatan "Bize Ölüm Yok" kitabını okuduğu zamanki coşkulu halini unutmak mümkün değil.

Kitabı okumuyor, sanki yaşıyordu.

En son biz tutsaklar için yapılan Gültepe Baskını eylemi sonrasında Gültepe Direnişinde duyduk Solmaz`ın sesini: "Korkaklar hadi gelin...'" diye bağırıyordu leş kargalarına. "Bu vatan sizin değil...gelin de alın" diyordu. "Gelin de alın... Devrimciler ölür ama teslim olmaz..."' Ve dediği gibi oldu. "Öldü"' ama teslim olmadı.

İnan ki yoldaş seni hiç unutmayacağız. Bıraktığın mirasa sonsuza kadar sahip çıkacağız.

 

 

Geri