Dursun
KARATAŞ
Şehit Düştüğü Tarih: 11 Ağustos 2008
Şehit Düştüğü Yer: Hollanda
Doğduğu Tarih: 25 Mart 1952
Doğduğu Yer: Elazığ, Kürdemlik (Cevizdere) köyü
Mezar Yeri: Gazi Mezarlığı, İstanbul
Tarih,
11 Ağustos 2008’di.
Devrimci
Halk Kurtuluş Partisi tarafından Türkiye ve dünya halklarına yapılan açıklamada
şöyle deniliyordu:
Türkiye
ve dünya halklarının başı sağolsun. Bir büyük
devrimciyi yitirdik.
Acımız
tarifsiz, kaybımız büyük; komutanımız, önderimiz, Partimizin Genel Sekreteri
Dursun Karataş yoldaşımız, 11 Ağustos sabaha karşı 05.00’te şehit düştü. 38 yıldır devrim için çarpan, dünya
halklarının kurtuluşuna, vatanımızın bağımsız, halkımızın özgür olmasına
adanmış bir yürek durdu. Son nefesini yoldaşlarının kolları arasında, dünya
halklarına ve kendi halkına karşı görevini yerine getirmiş bir önderin
huzuruyla verdi.
Yoldaşlar!
Karanlıkta
ışığımız, engebeli, dolambaçlı ve sarp yollarda pusulamız, devrim yürüyüşümüzün
usta kurmayı, düşeni elinden tutup kaldıran, daha hızlı koşmayı öğreten,
öğütleri, talimatları ve politikalarıyla hep yanımızda olan Dayımızı yitirdik.
Bu
yorgun, acılarla, alçaklıklarla dolu ihtiyar dünyaya, 38 yıldır güzellikler
resmeden ustayı, Türkiye devriminin kılavuzunu yitirdik.
Bir
kılavuzdu Dayımız. Faşizmin karanlıklarında yolumuzu kaybetmeden, karşı-devrim
fırtınalarında savrulmadan, emperyalizmin bataklıklarında boğulmadan,
kuşatmalarda yok olmadan bugünlere geldiysek, bunu en başta onun kılavuzluğuna
borçluyuz.
Önderimiz,
yirminci yüzyılın sonlarında artık çok sık rastlanmayan tarih yazdıran
iradelerden biriydi. Kızıldere’den
bu yana devrim tarihini yazıyoruz. Tarih, hareketimize özel bir yer ayırdı
sayfalarında. Bu sayfaların her birinde, onun usta ellerinin imzası, günün 24
saatinde devrim için işleyen beyninin damgası vardır. Tarihe görkemli destanlar
armağan eden, ihanetleri ezip geçen, kuşatmaları yaran, tüm dünyaya sosyalizmin
yenilmezliğini kanıtlayan, emperyalizmin amansız saldırıları karşısında dahi
anti-emperyalist mücadelenin ve enternasyonalizmin bayrağını taşıyan bir
hareket olduk onunla.
Onu
ölümsüzlüğe uğurluyoruz şimdi. Hayır, biz ona, tarihsel, siyasal, sosyal temeli
olmaksızın bir ölümsüzlük atfediyor değiliz. O, 38 yıllık yaşamı boyunca adım adım ördü ölümsüzlüğünü. Geride bizlere bıraktığı her şey,
onun ölümsüzlüğünün kanıtıdır. En başta ve tek başına, yaratılmasına kanını,
canını, beynini, yüreğini koyduğu Partimiz ve Cephemiz, onun ölümsüzlüğünün
anıtıdır. Her satırıyla, her adımıyla bize bıraktığı teorik ve pratik miras,
onun ölümsüzlüğüdür.
Onsuz
zor olacak biliyoruz. Önümüze çıkan sorunları aşarken onun verdiği güç ve
iradeden yoksun kalacağız. Fakat onun yol göstericiliğinden hiç mahrum
olmayacağız. Politikalarıyla, yaşamıyla örneğimiz, önderimiz, kılavuzumuz
olacaktır yine. Bundan böyle de onunla sürdüreceğiz yürüyüşümüzü. 38 yıl boyunca
yarattığı tüm değerlerle hep yanıbaşımızda olmaya
devam edecek.
Halkımız,
yoldaşlarımız!
Önderimiz
10 yıldır kanser tedavisi görüyordu. Bu savaşında da her zaman olduğu gibi
güçlü ve iradiydi. Hastalığı bir günde ortaya çıkmadı elbette. Ağır
işkencelerin, uzun tutsaklık yıllarının, onlarca kez girilen açlık grevlerinin,
ölüm oruçlarında geçirilen tüberkülozların, sürgün yıllarındaki zorlukların;
kısacası, faşizmin ve emperyalizmin baskı ve kuşatması altında geçirilen 38
yılın sonucuydu sağlığını kaybetmesi. Tedavisi için gereken her şey yapıldı; fakat
bilimin ve doğanın sınırları vardı. O sınırlarda kaybettik onu. Tek bir gün
bile, görevlerinden geri kalmadı bu yıllar boyunca. Son 6 güne kadar da görevinin
başındaydı. Kendi ölümü dahil, her şeyi planladı.
Kadrolarımız,
taraftarlarımız ve halkımız emin olabilir ki; örgütümüz, tüm yönetim
mekanizmalarıyla görevinin başındadır ve onun öğrettikleri ile savaşmaya devam
edecektir. Onun yaşamı, bağımsız, demokratik, sosyalist Türkiye’ye adanmış bir yaşamdır. 38 yılı
devrime verilmiş bu yaşamın her saatini, her saniyesini belirleyen bu
adanmışlık olmuştur. Bu adanmışlık, bu dava adamlığı, bize her zaman hedefimizi
hatırlatan bir miras olarak önümüzde duracak. Bağımsız, Demokratik Sosyalist
Türkiye hedefinden hiç sapmadan devrim yürüyüşümüze devam edeceğiz.
Dursun
Karataş, devrim için yaşanmış
bir hayatın
adıdır
Dursun
Karataş yoldaşımız, 25 Mart 1952’de Elazığ’ın Kürdemlik
(Cevizdere) köyünde doğdu. Ailesi, emekçi bir Kürt
ailesiydi. Devrimci düşünceye 1970 öncesinde sempati duymaya başladı. Lise
yıllarında birçoğu daha sonra Devrimci Sol içerisinde yer alacak olan bir
gruptular.
1970’de İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’a geldi. Bu yıllar, Türkiye
devriminin yolunun çizildiği, revizyonist, reformist
geleneklerin aşıldığı, statükoların kırıldığı, yeni saflaşmaların yaşandığı
yıllardır. İşte bu saflaşmada yoldaşımız da yerini Mahirler’in ihtilalci
çizgisinden yana belirledi. Artık bir THKP-C sempatizanıdır.
30
Mart 1972’de Kızıldere’de Mahirler’in fiziken
yok edilmesinin ardından, Mahirler’i, THKP-C’yi savunup sahiplenen büyük
bir gençlik potansiyeli çıktı ortaya. THKP-C çizgisini savunan bir Dev-Genç
militanı olarak Dursun Karataş yoldaşımız da, gerek
İstanbul’da, gerekse de Elazığ’da bu sahiplenme tavrının
geliştirilmesinde aktif bir rol oynuyordu.
Yoldaşımız
ilk kez 1974’te, Elazığ’da, oligarşik
diktatörlüğün Kıbrıs’ı işgalini protesto etmek
için duvarlara “Bağımsız
Kıbrıs” sloganını yazarken gözaltına
alındı. Daha sonra Devrimci Sol Merkez Komitesi’nde yeralacak olan Niyazi Aydın’la birlikteydiler bu eylemde. Onu sonraki devrimci
gelişimi içinde kah bir okulun önünde kitlenin
güvenliğini alırken, kah Kocamustafapaşa
barikatlarında dövüşürken görecekti yoldaşları. Ve bunların gösterdiği gibi,
onun önderliği hayatın içinde adım adım kazanılmış
bir önderliktir. Hep söylendiği gibi, önderler
atanmazlar önderlik kazanılır. Bu sıfata sahip olmak, hayatın içinde
yüzlerce düşünceyi, davranış biçimini sabır ve kararlılıkla geliştirip, ortaya
tarih yazan bir devrimci çıkarmaktır. Yoldaşımızın yaptığı gibi...
İstanbul
öğrenci gençliğinin akademik demokratik mücadelesini ve anti-faşist,
anti-emperyalist tavrını örgütlü bir güce dönüştürecek olan İYÖKD’ün (İstanbul Yüksek Öğrenim
Kültür Derneği’nin) kuruluş ve mücadele
süreci, aynı zamanda Dursun Karataş yoldaşımızın İstanbul devrimci gençliğinin
önderi konumuna yükselmesi sürecidir. Yönetici özelliği ve militan yapısıyla
hem güven duyulan, hem önerilerine, düşüncelerine kulak verilen bir isimdir artık.
“Dayı” diye anılmaya başlanması
da bu sürece denk gelir. Gerek İYÖKD’de, gerekse de kaldığı Elazığ Yurdunda bir çok yeğeni vardır ve onlar doğal olarak Dayı
demektedirler yoldaşımıza. Ama bu hitap giderek yaygınlaşır ve onun adının
önüne geçer. Dayı kelimesi, artık onun nezdinde bir hısımlık değil, kelime
anlamının ötesinde yoldaşlığı, ona duyulan saygıyı, güveni ifade eden bir sıfata
dönüşecektir. Dayı, her koşulda sırtını yaslayabileceğin, her koşulda
güvenebileceğin ve gösterdiği hedefe gözü kapalı gidebileceğin bir simge
isimdir artık.
THKP-C’nin bir
geleceğinin olup olmayacağı, tarihin
o günkü
sorusudur:
Cevap
Dursun Karataş’tır!
THKP-C’yi büyük
bir içtenlikle sahiplenen Dev-Gençlilerin gelişen mücadelesi, yeni
örgütlenmeleri gerektirmektedir. Dursun Karataş yoldaşımızın önderliğinde
şekillenen Kurtuluş Grubu, o gün bu
ihtiyaca cevap vermeye yönelik atılan adımlardan biridir. Karataş, bu grubun
oluşumundan itibaren, İstanbul’da sadece gençlik içinde
değil, hayatın her alanında yürütülen anti-faşist mücadelenin önderi konumuna
yükseldi. Dev-Gençliler artık hayatın her alanında grevlerde, gecekondu
direnişlerinde, memurların, yer yer köylülerin
eylemlerinde aktif olarak yer alıp bu mücadeleyi yönlendirmeye çalışırken, yoldaşımız,
tüm bu eylemlerin, faaliyetlerin örgütleyicisi, önderi, bizzat pratikte
uygulayıcısı olarak giderek yetkinleşmeye, olgunlaşmaya, siyaset ve yönetme
sanatını öğrenmeye başladı.
Ülkenin
dört bir yanında mücadele eden Dev-Gençlilerin, THKP-C potansiyelinin
birleşmesi, tüm militanların ortak arzusuydu. Mücadelenin ihtiyaçları da böyle
bir örgütlenmeyi gerektiriyordu. İşte bu çerçevede 1977’de Dursun Karataş ve
beraberindeki yoldaşlarının da içinde yeralmasıyla Devrimci Yol oluşturuldu. Devrimci Yol
Bildirgesi etrafında birleşilirken amaç, THKP-C
çizgisi doğrultusunda ideolojik netliğin
sağlanması ve partinin yaratılmasıydı. Ancak Devrimci Yol, bu hedeflerin
platformu olamadı. Çünkü bu yapı içindeki Ankara hizbi, THKP-C’ye sahip
çıkıyor görünürken, pratikte buna uygun örgütlenmelere yönelmiyor, kadrolara
kendi sağcı anlayışlarını empoze ederek partiyi değil
fakat kendi hizip örgütlenmelerini gerçekleştiriyordu. Bu süreçte, Dursun
Karataş tarafından Ankara hizbi yöneticilerine gerek çeşitli
yazılarına, gerekse de pratiklerine yönelik yapılan eleştiriler, çoğunlukla
geçiştirildi, sürecin tartışılması yerine Dursun Karataş nezdinde İstanbul’daki militan devrimci
örgütlenmeyi tasfiye hesapları yapıldı. THKP-C ideolojisinin ve devrimci
örgütlenmenin tasfiyesine izin verilemezdi. Tasfiyeciler, tasfiye edilmeliydi.
İşte o anda yoldaşımız Dursun Karataş’ın aldığı karar, ülkemiz devrim
tarihinin en önemli kararlarından biri olurken, onun, onyıllar
boyu Türkiye devrimine damgasını vuran tarihsel rolünü de belirlemiş oluyordu.
THKP-C ideolojisinin sürdürülmesi ve partinin yeniden yaratılması görevi artık
başkalarına bırakılamazdı. Dursun Karataş yoldaşımız, işte o tarihsel kesitte,
bu ağır yükü omuzladı.
Onun
belirleyici inisiyatifi ve önderliğiyle, THKP-C’yi savunan kadrolar, 1978’de Devrimci Yol tasfiyeciliğini mahkum ederek Devrimci
Sol’u kurdular.
Artık
ülkemiz sınıflar mücadelesinde yeni bir siyasi hareket vardı.
Bu
siyasi hareket, devrim mücadelesini THKP-C çizgisinde geliştirerek, önüne
partiyi yaratma hedefini koyarak, anti-faşist anti-emperyalist mücadelede Kızıldere manifestosunun yolunu izleyerek, yeni gelenekler
yaratacak, kısa sürede dosta da düşmana da kendini kabul ettirecekti.
Türkiye
devrim tarihinde, kısa sürede bu kadar hızlı bir gelişim sağlamış, kendi
ayakları üzerinde durarak böylesine kökleşmiş
ve kalıcılaşmış bir başka “ayrılık”
yoktur. Dursun
Karataş yoldaşımızın önderliği, bu devrimci ayrılığı gerçekleştirecek
cüretinde, siyasi kavrayışı ve öngörüsünde, yeni bir hareketi örgütlemekteki
ustalığındadır. Onun önderliğini, kazanılmış
bir önderlik yapan belirleyici süreçlerden biri de budur.
Dursun
Karataş olmak, bir hareketi “Umudun
Adı” haline
getirebilmektir.
Devrimci
Sol’un siyasi arenaya çıktığı
1978 yılı, resmi ve sivil faşist terörün alabildiğine boyutlandığı bir dönemdi.
Devrimci Sol’un kuruluşundan kısa bir
süre sonra da sıkıyönetim ilan edilecek ve hareket, örgütlenmesini bu koşullar
altında gerçekleştirmek zorunda kalacaktı. İşte bu zorlu koşullarda, onun
önderliğinde revizyonizmle, oportünizmle, THKP-C
çizgisindeki sağ ve sol sapmalarla araya kalın
çizgiler konuldu. Ki yoldaşımızın, Dayımızın en önemli özelliklerinden
biridir bu. Yaşamı boyunca, ayrım çizgileri hep net ve kalın olmuştur. Onda
hiçbir konuda muğlaklık yoktur. Devrimci çizgiyi belirsizleştiren
her düşüncenin, her pratiğin düşmanı olmuştur.
Yaklaşık
iki yıl gibi kısa bir süreçte Devrimci Sol, ülkemizin sayılı siyasi
hareketlerinden biri haline gelip kitleler nezdinde bir umut yaratmaya, pratiğiyle
sola yön vermeye başlarken, ülkemiz 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle yeni bir
sürece girdi...
Önder
yoldaşımız, cuntaya karşı savaşın daha ilk döneminde tutsak düştü. Dışarıda
mücadele, onun şekillendirdiği anlayış temelinde sürdürülürken, o artık
mücadelenin yeni bir cephesindeydi. Ve hapishaneler cephesinde de, 12 Eylül
cuntasına karşı direniş politikalarının oluşturulmasında, direnişlerin fiilen
örgütlenmesinde önderlik misyonunu sürdürdü. Türkiye
hapishaneleri onun önderliğinde başeğmez bir direniş
pratiğine, büyük kahramanlıklara tanık oldu. Bir çok
siyasi hareketin anlı şanlı yöneticileri, tüm teorik birikimlerini(!),
direnmemenin teorisini yapmak için kullanırken, o yoldaşlarıyla birlikte direnişin
teorisini ve pratiğini geliştiriyordu. 1984’te Tek Tip Elbise dayatmasına karşı başlatılan Ölüm Orucu, bu
direnişin doruk noktalarından biridir ve o dorukta, yine önder yoldaşımız
vardır. Açıklanan ilk ölüm orucu ekibinde, yani savaşın en ön mevzisinde
yoldaşlarıyla ölüme yatanların içindedir. 75 gün süren ölüm orucunun sonunda,
üç Devrimci Sol kadrosu (ve TİKB’den bir siper yoldaşımız) şehit verilmiş, Dayı
ve diğer direnişçiler bir deri bir kemik kalmış ve fakat tarihe, Türkiye
devrimi için ilklerden biri olan bir direniş yazılmıştır.
Bir
hareketi umudun adı haline getiren
destan, onun önderliğinde sayfa sayfa büyüyordu işte.
Yoldaşımız
Dursun Karataş’ın önderlik tarihi, onun “ilk”lerin öğretmeni, komutanı olduğunu gösterir bize.
Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri’nden Silahlı Devrimci Birlikler’e, ölüm oruçlarından
oligarşinin kürsülerindeki Savunma’ya, kuşatılan üslerdeki “teslim olmama”
geleneğine uzanan tarihte, ilk’lerin
politik ve fiili önderidir.
15
Mart 1982’de başlayan 1243
devrimcinin yargılandığı Devrimci Sol
Ana Davası da bu ilklerden biridir ve tarihseldir. Yoldaşımızın bu
mahkemede tüm oligarşik düzeni itham eden
görüntüleri, bu davanın siyasal özeti olarak tarihi bir simge gibidir ve o
simge, kolektif bir çalışmanın ürünü olan ve onun da her satırına emeğini
kattığı “HAKLIYIZ
KAZANACAĞIZ” başlıklı savunmayla
bütünleşmiştir. O, 1753 sayfalık Haklıyız Kazanacağız başlıklı savunmayla
kürsüye çıktığında, herkes o anın tarihsel bir an olduğunun farkındaydı. Orada,
Türkiye devriminin yolu bir kez daha açıklandı, devrim iddiası halkımız ve
tarih önünde pekiştirildi. İddianın ve kararlılığın altındaki ilk imza, onundu.
Önder
yoldaşımız, 1989 Ekiminde bir özgürlük eylemiyle tutsaklığına son verdi ve
sıcak mücadele içinde yeniden görevlerinin başına geçti. Dayı, Devrimci Sol
Davası’nda okunmak üzere bir
dilekçe bırakmıştı hapishaneden giderken, şöyle diyordu orada: “Özgürlük
kimseye bahşedilmez, kazanılır. Biz özgürlüğü kazanma savaşının içinde
olacağız.” Firarın hemen ardından oligarşi “vur” emirleri çıkardı hakkında. Fakat o vur emirleriyle
aranırken, ülkede yeni bir atılım sürecinin hazırlıklarıyla meşguldü.
Şehitlikler
ve ihanetler arasında ilk hedefimize
-Partiye-
ulaşırken, kılavuzumuz oydu yine
Yoldaşımızın
hareketimize fiilen önderlik yapmaya başlamasıyla “Yolun neresindeyiz?” sorusuna cevap bulmak üzere değerlendirmeler
yapıldı, yeni kararlar alındı ve onun önderliğinde, tarihimize “Atılım
süreci” olarak geçen süreç
başlatıldı. “Daha hızlı
koşmalıyız” şiarıyla başlatılan bu sürecin, dünya ölçeğinde
politik bir önemi ve etkisi oldu; ülkemizde yayılan reformizme,
derinleşen legalizm bataklığına karşın silahlı
mücadele yükseltiliyor, tüm dünyada karşı-devrim rüzgarları
eserken sosyalizm bayrağı daha yukarı kaldırılıyordu. Emperyalizmin estirdiği
karşı-devrim rüzgarı, işbirlikçi faşist diktatörlüklerle
uzlaşma modası, karşısında Türkiye Marksist-Leninist hareketini buldu. O
hareketin önderinin adı, Dursun Karataş’tı.
O, emperyalizme karşı dünya çapında önemi olan bu ideolojik direnişin ve
devrimde ısrarın temsilcisi olarak bu dönemden itibaren emperyalizmin ve
oligarşinin daha fazla hedefi haline gelecekti.
Silahlı
mücadeleyi yükselttiğimiz ve yaygınlaştırdığımız, halkın adalet özlemlerine
cevap olduğumuz yaklaşık 2,5 yıllık bir süreçte Hareketimiz, “partinin
arifesindeyiz” diyebileceği bir noktaya geldi.
Bu
süreçte büyük bedeller de ödedik. 12 Temmuz 1991 ve 16-17 Nisan 1992’de gelişen operasyonlarda Niyazi Aydın, Sinan Kukul
ve önderimizin eşi Sabahat Karataş gibi Merkez Komite üyelerimizi
şehit verdik. Bunlar büyük kayıplardı bizim için. Bu operasyonlarda kendisi de
tehlikelerle yüz yüze kalan önder yoldaşımız, görevlerini kararlılıkla
sürdürerek, katliamlar sonrasında oluşabilecek her türlü olumsuzluğun karşısına
çıkarak, kadro ve savaşçılarımıza savaş
gerçeğini yeniden kavratarak, hareketimizi daha güçlü bir şekilde ayağa
kaldırmayı bildi.
Hareketimiz
onun önderliğinde gelişimini sürdürürken, 13 Eylül 1992’de, yurtdışındaki merkezi üssümüzde, darbeci bir ihanet çetesi, önderimize alçakça
saldırıp, onu tutsak ettiler...
Hareketimizde
ağır tahribatlar yaratan darbe ihaneti onun önderliğinde altedilip,
hemen her şey yeniden yaratılarak, yürüyüşümüz sürdürüldü. Onun güçlü iradesi,
şaşmaz öngörüsü ve isabetli politik kararları, işte bu süreçte önümüze
partileşme görevini koydu.
Bu
görevi yerine getirmek için, hareketimizin önder kadrolarının katılımıyla, 30
Mart 1994’te Devrimci Halk Kurtuluş
Partisi Kuruluş Kongresi toplandı. Devrimci Sol, kongrede devrim yürüyüşünü
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi (DHKP) olarak sürdürme kararı aldı ve yoldaşımız
Dursun Karataş, DHKP Genel Sekreteri olarak
seçildi. Şehitlikler ve ihanetler arasında bizi ilk hedefimize, Partiye
ulaştıran önderimiz olarak bu görev, bu onur tartışmasız olarak onundu elbette.
Yoldaşımız 14 yıldır bu görevdeydi ve son anına kadar da bu görevini sürdürdü.
Önderimizi
de şehitler kervanına kattık;
Onun
adı artık bizim andımız, mirasımız,
bayrağımızdır.
Bu
bayrağın adı, umudun adı, 1994’ten itibaren DHKP-C oldu.
Umudun adı, önder yoldaşımızla özdeşleşti. Savaşımız, önder yoldaşımızın dört
kelimede özetlediği gibi, düşman sınıflar altedilinceye
kadar sürecek.
Partimizin
kuruluşundan bu yana, oligarşik diktatörlüğü sarsan
eylemlerde, 1996 ve 2000-2007 ölüm orucu direnişlerinde, yoksul gecekondu
halkının örgütlenmesinde ve mücadelelerinde, işçinin, köylünün, memurun
mücadelesinde, gerillanın ülkemizin dağlarında attığı her adımda, onun emeği, inancı,
coşkusu vardı. Çünkü o hayatın hep içindeydi. O, hayatı her yanıyla
örgütleyendi. Onun için küçük büyük sorun ayrımı yoktu. Devrime dair her şey,
küçük ya da büyük, onun ilgi alanındaydı.
Ülkemiz
ve dünyanın yakın tarihinin en büyük ve sarsıcı direnişi olan 2000-2007 Büyük
Direnişini göz önüne getirmek yeter bunu görmek için. Alnına kızıl bantlarını
bağlayıp and içen direnişçilerin son sözü ve
bedenlerini tutuşturup ateş çemberine giren feda savaşçılarının ilk sözü hep
aynıdır: “Yaşasın
Önderimiz Dursun Karataş!”.
Önderimiz
hep yaşayacak!
(Yukardaki
öz geçmiş bilgileri, 11 Ağustos 2008 tarihli, 39 No’lu Devrimci Halk Kurtuluş
Partisi Bülteni’nden alınmıştır.)
Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...